Cem Dizdar kadar anlamsız, boş konuşan, bokuyla kavga eden, anlattıklarının zerre değeri olmayan, kafa açan bir adam olamaz. Dediklerinden zerre bir şey anlamadığım için, evde ses yapsın da günün yorgunluğunu atayım, kafamı boşaltayım diye dinliyorum. Gerçekten böyle.
Yılbaşı gecesi dışarıda eğlendiğim için, yılın ilk günü izleyeyim dedim. Hatta bölünmesin diye sakin bir saatte geceyarısı izleyeyim istedim. Cem Yılmaz’ın “Diamond Elite Platinum Plus” stand-up gösterisini gerçekten hiç beğenmedim. Beğenmek ya da beğenmemek elbette subjektif bir karar. Ama gelmediğim bir gösteri daha gerçekçi olacaktır. Gösteri içinde Karadeniz türküleri, Ata Demirer’in Ege şivesi, Rahmi Koç’un zenginliğine göndermeleri, CHP Kadın Kolları, yattaki ibnelik hikayeleri dışında mimik oynamadı. Bir şov değil de storytell ya da Tedx konuşması kıvamındaydı. Sonra düşünmeye başladım; yaş aldık, Türkiye’de hayatımız bombok şekilde devam ediyor, hayata dair enerjimizi ve heyecanımızı kaybettik. Bu durumların bize boca ettiği karamsar bakış yüzünden mi gülmeyi unuttuk yoksa amk diye sorguladım kendimi. Ama Cem Yılmaz’ın sahnede de değindiği üzere Nasreddin Hoca üzerinden bir bilge kişilik olarak olayları ele aldığını görünce, gösteride bol bol kamu spotlarına mâruz kaldık. Biz çünkü Cmylmz’ın o zıppır, kabına sığmayan, lafı gediğine oturtan hâllerine özlem duyuyorduk. Artık ödemi / kiloları artmış, yaş almış, çocuğu olmuş adamın toplumdan kendini soyutlayarak tepeden bize ahkâm kesen, kibirli tarzda anlatıları eski gülmece unsurlarını taşımıyordu. Evet, biz de değişmiştik ama bizim gibi değişime kaybeden birini izlemek pek keyifli gelmemişti. Topluma mâl olmuş insanların ustalık dönemlerinde daha büyük başarılar göstermesini ve kendini aşmasını beklerken, çoğunun sadece toplumdaki o prestijli isminin ekmeğini yeme durumuna dönüşmesi gerçekten üzüyor. Velhasıl, Cem Yılmaz’ın “Bir Tat Bir Doku” ya da “cm101mmxi Fundamentals” gösterilerinde attığım kahkahalar hep güzel bir anı olarak kalacakmış. Zamanında aşk da güzeldi şakalar da. Yaş aldıkça hayat renksiz, cilvesiz, keyifsiz bir hâle geliyormuş. Berbat bir ülkede, mizaha olan özlemle günü kurtarmaya devam edeceğiz. Gülmeyi özledik lan !
"1984 Almanya'sında devlet her şeyi bilmek istiyordu" diyerek başlayan mükemmel bir film. Berlin Duvarı yıkılmadan önce Doğu Almanya'da zorba sosyalist rejim altında yaşayan insanların hayatları. Bir tiyatro yazarı (Georg Dreyman) , bir tiyatro oyuncusu (Christa-Maria Sieland) ve rejimin bekçisi devlet ajanı (Hauptmann Gerd Wiesler) arasındaki hikaye. Müthiş oyunculuk, kusursuz senaryo ve başarılı bir kurgu ile yalın anlatım. Özellikle filmin bitiş sahnesindeki; "No, it's for me" sözüyle mükemmel son yapması. HGW xx/7
Ayarlayamadığı ses tonuyla ekran başında zap yapmamıza neden olan ayarsız spiker kadın. Ayrıca büyük torpil ile girdiğine inandığım Kanal D ekranında ana haber bülteni sunuyor olması, kanalın M.Ali Birand'tan sonra düştüğü yeri gösteriyor. CNN Türk ekranında yaptığı 40 soruluk programda da, interaktif yayın yapacak hızlı cevaba uygun olmadığını göstermiştir. Ayrıca Gülben Ergen'den, Esra Ceyhan'dan sonra en yapmacık gülüşe sahip kadındır.
Yürüyen futbol ansiklopedisi. Entelektüel kimliğini meşin yuvarlak ile harmanlayan kaliteli isim. Kendisiyle tanışma fırsatı bulduğum için de kendimi şanslı hissediyorum. Four Four Two dergisi editörlüğü günlerinden beri yakinen kendisini takip ederim. Ayrıca karısı da Karşıyakalıdır.
ismi ilk başta TR24 idi. Ama sonradan RTÜK kuralları gereği değiştirdiler. Haber kanallarının Başakşehir kulübüne benzer bir durumdalar. NTV, CNN Türk, Haber Türk kanallarından sonra Penguen medyası içerisinde götüm götüm yer edinmeye çalışacaktır. Azeri sermayesiyle ve yönetimiyle; objektif yayıncılık bekleyeniniz yoktur değil mi ?
itici ötesi gıcık bir herif. Espri yapayım derken sulu ve çekilmez oluyor. Ntvspor kapandıktan sonra birçok spor adamına yol verdikten sonra bu çapsız ve ukala adamı nasıl kanalda tuttu hala merak ediyorum. NTV'nin hem haberde hem spor yayınlarında ne kadar dip yaptığının vücut bulmuş halidir.
istanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu'ndaki, "Beşiktaş - Fenerbahçe" maçı belki de iki açıdan çok önemliydi... Birincisi, e-bilet uygulamasının başlaması yönünden saha dışı durumlar açısından önem arz ediyordu. ikincisi de, saha içi olarak, Fenerbahçe'nin kazanmasıyla şampiyonluğunun resmi olarak ilan edilmesiydi... Derbi maç Sow'un ve Motta'nın ilk yarıda attığı goller ile 1-1 ile berabere sonuçlandı. Böylece Fenerbahçe, şampiyonluğunu resmi olarak ilan etmeyi önümüzdeki haftaya bırakmış oldu ve Beşiktaş da ligin ikinci sıradaki yerini perçinlemiş oldu. Lakin benim için bu maçın sadece üç önemli ve unutulmayacak durumu olmuştu. Onlar da şöyleydi...
Beşiktaş Teknik Direktörü Slaven Bilic'in bir taç atışı sırasında atışı kullanacak Gökhan Gönül'e "atışı oradan değil bu taraftan yapmalısın" diye uyarıda bulunması, bu uyarıyı ciddiye alan Gökhan Gönül'ün gülerek taç atışını hocanın gösterdiği yerden kullanmak için oraya hamle yapması, buna karşılık Bilic'in Gökhan Gönül'e sarılarak şaka yaptığını söylemesi ve Gökhan Gönül'ün bu espiriyi gülerek karşılaması...
Topun hakem atışıyla önüne bırakılmasını kalecisine iki vuruşta veren Dany'nin kural hatası nedeniyle kaleyi cepheden gören bir yeden kazanılan serbest vuruşta, Fenerbahçeli futbolcuların bu avantajı "centilmenlik" gereğiyle kullanmayarak, Caner Erkin'in topu auta ayak içiyle atması çok kaliteliydi...
Maç sonunda Beşiktaş antrenörü Slaven Bilic'in verdiği röportada; "Fenerbahçe sadece iyi bir takım değil, gerçekten iyi insanlardan ve iyi karakterlerden oluşan bir takım" diyen bu sözleri derbi gecesinden arta kalan üçüncü güzelliğin sonuncusuydu...
Türkiye'de yıllardır derbi karşılaşması denildiğinde; tribün kavgaları, küfür ve kötü sözlerin yanı sıra saha içinde futbolcuların birbirleriyle yaşadığı gerilimli dakikalar , kavgalar ve saha dışında kulüp yöneticilerinin ve antrenörlerinin yaşadığı atışmalar hep aklımıza gelen ilk durumlardı. Ancak bu sefer yaşadığımız bu unutulmaz güzel olaylar, bir nebze olsun biz futbolseverleri gerçekten mutlu edecek olan durumlardı.