bugüne kadar sona ermiş bir ilişkiyi tema ya da çıkış noktası olarak benimsemiş birçok popüler albüm görmüştür rock müzik tarihi.
disintegration'ı bunların arasından sıyırıp gelmiş geçmiş en büyük albüm yapan ise o temayı romantize etmekten bir hayli uzak bir şekilde, yabani bir cansızlık suretiyle kendini belli eden o sona yaklaşmış olma gerilimini olabilecek en net biçimde dinleyiciye sunmasıdır. sahip olduğu bu tuhaf yoğunlukla bulutların üzerine çıkmadan da aşkın anlatılabileceğini kanıtlamıştır. kendi dünyamda.
her ne kadar uyuşturucudan ölse de, her ne kadar testesteron kurbanı olarak ölse de, her ne kadar megalomanlığı nedeniyle ölse de, yok olmasına 5 (beş) sene kalmış dünyada bir umut çağrısı yapmış çok mülayim bir kişidir.
havai fişek değilse havai rokettir. nitekim ikisi de parlar, ikisi de uçar, ikisi de çocukların hayalinde büyüklerin imkansız olarak gördüğü sevgi çiçeklerinin sayısız suretinden biri olabilir. onlar çocuktur.
o değil de, şu postmodern diye adlandırılan hem-absürd-hem-de-hayatın-içindeki-reel-sür-real-dünya'ya, ister-iyi-ister-kötü-şartlar-sağla, bir çocuk getirmenin bir cinayetle eşdeğer olduğunu anlatabileceğin bir ortam, bir dünya... işte bir çocuğun bile imkansız göreceği şey bu'dur, ya da değildir.
baş-bash-bakanın "en az üç çocuk yapın lan anasını-alıp-gidenler" diye bağırarak kustuğu bir ortamda boşa giden bir yakarışı barındıran başlıktır.
drive-in saturday... david bowie'nin fütürist ve paranoyak bir nostaljiden yarattığı bir şarkısıdır.
şarkıda anlatılana göre dünya kıyamet-vari bir felaket yaşamıştır ve insanlar yeni yeni kendilerine gelmeye başlamışlardır. fakat nasıl sevişileceğini unuttuklarından dolayı üreyememektedirler. seks nasıl yapılır öğrenebilmek için bir açık hava sinemasında eski porno filmleri izlemeye koyulurlar. bowie de o ortamda buddy adında bir oğlan ile sevdiği kızın hikayesini anlatmaktadır.
şarkı 1973 tarihli aladdin sane albümünde bulunur.
eğer doğruysa, osmanlı'yı hayatının sikinde birinde bile aklına getirmeyen kişiye ne olacağı bunu savunan mesihler tarafından bu platformda açıklanmalıdır. nitekim, "sen de osman da umrumda değilsiniz" diyenlerin sayısı azımsanacak kadar fazladır.
çünkü, içlerinde olmaktan dolayı gurur... aslında özel bir şey hissetmiyorum.
aşık olduğu insana aşkını itiraf eden, cevap için bir adet miladi takvim parçasını bekleyen müslümandır. aklında ne isa vardır ne de muhammed. uğruna kanadığı şeyin bu dünyadaki yansıması bir isevi takvim yaprağında yaşanacağı için, iki bin nokta noktayı kutlamakta, "dilemekte" mahsur görmez. nitekim filistin'de çocuklar ölmektedir, ortada ne isa vardır ne de mohammed.
her ne kadar tipik bir mehterancı klişesi gibi dursa da, aslında doğru olan bir adet ifadedir. tıpkı anarşizmin bir ideoloji değil de bir durum olması gibi, bu da ideolojilerin ötesinde bazı anlamlar içerir. nitekim ortada kan vardır, çocukların kanı. ne olursa olsun, mehteran tarihçilik ya da bir başkası, bu çocukları kurtarmayı başaracaksa, uğurlar olsun.
pil döneminde çürük johnny john lydon olarak bilinmeyi tercih etmiştir. ilk baştaki kadrosunda eski the clash gitaristi keith lavene ve daha önce bas gitarı eline bile almamış olmasına rağmen vicious'ın aksine doğuştan bir yetenek olduğunu belli eden jah wobble vardır. öyle ki bu bas gitarist grubun ilk albümünü kendi başına götürmüştür.
sunucunun üzerine işediği bir televizyon programında "artık rock'N'roll kilise gibi oldu. bir tarafta sahnedekiler, diğer tarafta onlara tapan asalaklar. halbuki dinleyici ve müzisyen arasında bir bariyer olmamalı" tarzında laflar eden lydon, muhtemelen bu grupta sex pistols'ta yaptıklarından daha ilerisini hedeflemiştir. fakat sonuç maalesef hüsran olmuş, bizim çürük johnny de sistemin oyuncağı olmuştur. bunda uyuşturucunun etkisi büyüktür.
ne olursa olsun, pil galiba en zor post-punk grubudur.
bir aşk şarkısının ulaşabileceği en üst noktalarda gezinen, bir tarafına a letter to elise'in kazındığı buzdan buharlaşmış camın en parlak yüzeyini oluşturan, wish döneminden bir the cure kaydıdır.
rock müzik tarihinin en "ominous", yani uğursuz ve meşum hisleri barındıran şarkısıdır. disintegration'da yağmur temasının açılışını yapan prayers for rain'den önce gelerek albümdeki gerilime dineyicinin aşina olmasını sağlar.
nitekim tüm cure tarihi içinde gitarların en sert olduğu şarkılardan biridir. bastaki yükseklik ve klavyenin soğuk tınıları, robert smith`in kendi varlığına lanet okuyan sözleriyle çok muazzam bir uyum içerisindedir.
düşüşümüz bugüne kadar hiç onun gibi anlatılmadı. hepimizin aynı anda istisna barındırmadan düşerken verdiği pozun renkleri, zıtlıkları, yozlaşması ve parlaması; bunların hepsi düşüş edebiyatının üst-teması oldular. ama eliot bu düşüş resmine kendi kanını ekleyip acı çeken ruhları birleştiren, içeriden yanan bir beden olarak dokununca eriten şiirleriyle, bu son düşüşün güzel görünmenin yanına bile yaklaşamayağını göstermiştir.
"hayali üçlü"nün o içten amatör ruhlarıyla yaptığı, mükemmelikten uzak olsa da sıcaklığını belli eden ilk maceralarından bir sene sonra çok daha güçlü bir şekilde "biz de varız" dedikleri the cure albümüdür.
bu albümle three imaginary boys'un tipik punk/post-punk yapısı, yerini bas ağırlıklı ve atmosfer alt-yapılı, daha deneysel bir sese bırakmıştır. robert smith'in varoluşçuluktan ciddi bir şekilde etkilenmiş olduğu gerçeği zaman zaman bu albümde kendisini belli eder.
marshall mcluhan'ın ünlü teoremi "araç mesajdır"ın da ifade ettiği gibi, insanın beğenilerinde ve perspektifinde tamamen özgür olabilmesi ne yazık ki bu bilgiye bazen çarpık bir şekilde sınırsız ulaşılabilen dünyada pek mümkün değildir. bilgiye ulaşmak her zaman iyidir, fakat doğru aracın kişinin karşısına çıkması tamamen şansa kalmış bir şeydir.
işte bu sebeple "okunması gereken kitaplar" şeklinde başlayan "ben bilirim"ci yargılar geyik muhabbetinden öteye gitmez. aslında böylesi daha güzeldir.
john waynelerle, howard hawkslarla, sergio leonelerle özene bezene yaratılmış modern çağ realist kahramanları olan "o kovboylar"ın tahtını bir daha asla düzelmeyecek bir şekilde sarsan film. çünkü buradaki kahramanımız gerçek bir "loser"dır. (bkz: joe buck)
the sisters of mercy klasiği "dominion/mother russia"nın single versiyonunda bilinen halidir. ikinci bölüm işlevi gören "mother russia", şarkının çok uzun olacağı gerekçesiyle single kaydından çıkarılmıştır. video klip ise antik kent petra'da çekilmiştir.
birinci dalga goth rock döneminin sonunda ortaya çıkmış, oldukça orijinal, fakat sonraki yıllarda kimlik bunalımına girerek ortadan kaybolan, chris reed önderliğinde var olmuş eski bir ingiliz rock grubudur. ilk üç albümünün çıktığı 1985-1988 yılları arasında aşırı tutarlı ve basmakalıp, fakat bir o kadar da kendisini dinleten tarzları, daha sonra yerini yeni ortaya çıkan rave kültürünün dans ağırlıklı müziğine bırakınca, büyük goth kulesi beggars banquet records, grubun sözleşmesini feshetmiştir.
her ne kadar hiçbir liste başarısı sağlayamamış olsa da, etkileri daha sonra kurulmuş birçok yeteneksiz grubun müziğinde kendisini belli eder.
"bir şeyi yapmak ya da başarmak amacıyla ya da niyetiyle" anlamına gelebilen ingilizce sözcük grubu, "idiom"dır. kendisinden sonra genellikle bir fiil gelmesi beklenir; fakat "kural 1: kural yok" olduğu için gelmese de olur.
bunun bir de "so that" isminde bir akrabası vardır. yakın anlamlı olsalar da, "so that"ten sonra doğrudan fiil yerine tam cümle gelmesiyle birbirlerinden ayrılırlar.
1988 yapımı "gorillas in the mist" filminde idealist doğabilimci dian fossey'yi yukarılardan bir şeyler ödünç alarak oynamış aktrist. öyle ki, o oyunculuğu gördükten sonra insan bu kadının "alien" ve benzeri filmlerle tanınıyor olmasına üzülüyor. nitekim oynadığı dian fossey benzeri rollerinin sayısı da ne yazık ki azdır.
ilk, ikinci, üçüncü, onuncu, ellinci bakışta aşırı kişisel bir şarkı gibi gözükmesine rağmen çıkış noktasını kıyıda köşede kalmış bir mülakat sayesinde öğrenince ne demek istediği anlaşılan korkunç şekilde acı bir cat power şarkısıdır.
bir afrika seyahati sırasında, yetim kalmış bazı çocuklarla karşılaşılmış, hepsinin ortak yönlerinin zamanında elmas madenlerinde çalışmış ve buranın sahipleri tarafından can sıkıntısı sebebiyle öldürülmüş ebeveynlere sahip olmaları olduğu görülmüş, ve bu özel şarkı yazılmıştır, bayan cat power tarafından.
kısacası, çıkış noktası mücevher endüstrisi olan bu şarkı, çok çok çok özeldir.
en önemli özelliği hissettiği kalbini, damlayan musluğu, rüyasında gördüğü hayaleti, bindiği treni, düşürdüğü kalemi, cuma gecesi aşkını, üşüyen eldivenini, kaybettiği kıvılcımı, kazandığı kıvılcımı, ve bulduğu kıvılcımı gükkuşağından yaptığı sepetinde, alacakaranlık bahçesinde saklamaktır.
bir de son albümün müjdesini verirken "double albüm olacak" diye hava atıp sonunda elimize tek cd tutuşturan masal kahramanıdır.
bir david bowie personası. ziggy stardust döneminde bowie peşpeşe üç muhteşem stüdyo albümü çıkarmıştır: "hunky dory", "the rise and fall of ziggy stardust and the spiders from mars" ve "aladdin sane".
bu dönemdeki kurgusal kozmolojiye göre, dünya beş yıl sonra bir doğal felaket nedeniyle yok olacaktır. bunun daha yeni yeni kesinleştiği bir zamanda, ziggy uzaydan dünyaya iner. yerde bulduğu gazeteden bu acı sonu öğrendikten sonra insanlar için ağıt yakmaya başlar, ve bir umut çağrısını yaymaya çalışır. bu dönemde ziggy stardust yeryüzünün en büyük rock yıldızı olarak görülür. tüm iyi niyetine rağmen, uyuşturucu ve sekse olan aşırı düşkünlüğü onun sonunu hazırlar ve sonunda hayranlarının ilgisi sebebiyle ölür.
bowie üç yılda bu karakterden sıkıldığı için dünyanın sonunun gelip gelmediğini bilemiyoruz. bir sonraki david bowie karakteri the thin white duke da en az ziggy stardust kadar başarılıdır.
bunu iddia etmek megalomanlıktır. bir de üstüne megalomanyaklıktır. şöyle ki yüzyılların nehrinden gelen, yaşayan bir organizma olan "bir" (1) dil ve dil tecrübesi, dünyanın en kişisel olgularından biri olmasının yanında, hiçbir insanın tamamen hakim olamayacağı bir yapıdır. bir de üstüne başlıkta iki (2) dil karşılaştırılmaktadır. bunun için bu tür "ben mesihim" tarzı iddialar yalnızca espri amaçlı kullanılırlar.
sanattaki sosyalist realizmin saf-kan ideolojik, "hardcore" atasıdır. ortodoks olması özgürlüğünü sinir bozucu bir şekilde kısıtlarken, kendisi gülünç bir el sıkışmayla ideolojisine bağlılık yeminini eder, gerekirse kan döker, kirli oynar, kaçak güreşir; ama yine aynı suratla o güzel hedefleri, kardeşliği, eşitliği dilinden düşürmez. karşısına zenginden çalıp fakire koşulsuz dağıtan bir çeşit kapitalist robin hood dahi çıksa, "amerikan domuzu" diyerek canını almaktan çekinmeyecektir.