örnekleri bulunabilen sitedir. liyakatın geçmediği, veraset ve akrabacılığın favori olduğu cennet ülkemizde bu gözler ne likit yumurtalar, ne mısırlar ne bilişim şirketleri ne de bir ayda sayısız ihale alan mobese şirketleri gördü.
not:bazılarının zoruna gittiğini gördüm. aynen devam edin siz böyle, sebepsiz zenginleşirsiniz belkim.
süreyya ayhandan daha mütevazı, polemiğe girmeden, alnının teriyle başarıları göğüsleyen elvanımızın bize yaşattığı son gurur. ee ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
dün evde polemik konusu olan bayandır. evcilik oyunu isimli ultra kaliteli programda oynayanın onun olup olmadığı, babasının rüştü asyalı değilse kim olduğu tartışılmıştır.
neyse ki programdaki oymuş efem, öğrendim rahatladım.
varlığına şaşılması gereken insandır. bizim evde bir adet mevcut olup, kendisi yüzüklerin efendisi ve lost izlememiş, hatta yabancı müzik bile dinlememiştir. hayatından da gayet memnun.
her gün haşır neşir olunan otoparkın girişinde aynı uyuz köpeği görmek. hayvan harbiden pis, bir de insana sırnaşma huyu var maalesef.
neyse geçen gün yine bu iti görüyorum yine geliyor, kışt kıştlıyorum, bir yandan da abonman kartının doldurulmasını bekliyorum. neyse iş halloluyor, arabanın yanına gidiyorum (bu arada otopark çok katlı, yüzlerce araba var ve benimki alt katta)bir de ne göreyim? o kadar araba içinde itoğlu it benimkini bulmuş, üzerine uzanmış bi güzel.
bunun olma olasılığı nedir ya?
not:hala aynı köpeği görüyorum sağda solda. lanetlendim galiba.
şehit haberleri her gün gelirken, daha memleket sorunlarını çözemez iken gazzeye ağlayanların içinde bulunduğu buhrandır.
dün çarşaflı, alınlarına yeşil arapça bant takmış teyzelere denk geldim. ellerinde "siyonizm kahrol" ibareleri yürüyüş yapmakta idiler. bölücü örgütün büyük şehirlerde savaşa gideceğinin ilanı olduğu gün, şehit haberlerinin geldiği gün.
filistinde çocuklar ölmektedir, ama bizim de çocuklarımız ölüyor beyler. gazze için akıttığınız gözyaşlarınızın bir kısmını vatani görevini yapan evlatlarımıza dökseniz. bıraz ümmet değil millet olsanız, türklüğünüzden utanmasanız. din kardeşlerimiz derken çeçenistanı ne çabuk unuttunuz?
abuk sabuk finalini izleyip kendimce ders çıkardığım dizidir.
efenim oturup sayfalarca cevaplanmayan sorulara girmeye gerek yok; bu dizi bana şunu öğretmiştir:
a)bir sürü insanı sürü yerine koyup kandırmak kolaydır.
b)kandırma iyi para kazandırır.
c)korkuların üzerine gitmek gerekir.
d)hiçbiri (eğlenmek soruların yanıtlarını bulmaktan evladır)
c seçeneği için açıklama yapayım, dizinin başından beri biz ve öteki kavramı gözümüze sokuldu. biz hiçbirşey bilmeyen saf kesim iken ötekiler herşeyi bilen, efendime söyleyeyim ses çıkarmadan adam-çocuk kaçıran, adanın sırrına vakıf tiplerdi. zaman içinde yeni insanlar tanıdıkça cevapları hep onların vereceğini umduk. halbuki öyle olmadı. her gelen daha cahil çıktı. tabii cahil çıkmadan önce güzel mimikler ve tuhaf hareketlerle herşeye vakıf oldukları izlenimi verdiler ve kaleci gibi atladık biz de. sonrası gazoz çıktı. bunun en güzel örneği olarak jacob efendiyi verebilirim. hatta onun üvey anası bile dünyadan bihaberdi. böylece korkuların üzerine git, nasıl olsa üzerine gidince yokoluyor bunlar diye bir sonuç çıkarttım kendimce. others hikaye arkadaşlar. saygılarımla arz ederim.
genelde uykusuz olduğumda başıma gelen hadiseler bütünü olup, ekseriyeti 18 - 20 yaş aralığa isabet etmektedir.
yaş 17: saatler bir saat ileri alınmış, hayatı nirvana ve öss soruları ile geçen voice un bu durumdan haberi olmamıştır.
neyse dersaneye gidilir. bir bakılır ki tahta başta aşağıya dolu, herkes yerine yerleşmiş. durumdan şüphelenilmez, taa ki gün sonunda bir saat erken çıkana değin. ne salakmışım.
yaş 19: ünvdeyiz. arkadaşla izmirden ankaraya döneceğiz zira tatil bitmiş. neyse arkadaş biletleri alır, ben karşıyakadan arkadaş bornovadan binecektir servise. neyse sabahın körü diyebileceğimiz bir vakitte arkadaş arar:
-voice lan ben egs parktan binecem, otogara gelmeyecem haberin olsun.
uyku sersemi ben hı hı der, telefonu kapatırım. şoföre inecek var deyip atlarım servisten aşağıya. (bu arada servis bornovaya gelmiş) ulen hıyar sen niye iniyorsun andavallı? adam oradan binecem diyor, sana ne oluyor?
neyse uykulu uykulu elimde bavul yürürken mucize eseri arkadaşa rastlarım.
-lan hıyar senin ne işin var burda? ben sana ne dedim?
-ne dedin hacı?
-hay allah senin belanı versin.
neyse kolumdan tutar beni güç bela bir yazıhane ve servis bulunur, beraber otobüse binilir.
hala şaşıyorum ne akla hizmet indim diye.
yaş 20: yurtta arkadaşla muhabbet edilmektedir (saat 04:00 civarı). arkadaş der ki:
-ya bizim elemanı görcem yarın, gatada okuo kendisi.
ben de saf saf:
-nasıl ya gataistanbul da değil mi?
-ne dion lan voice salak mısın?
-eea ama gülhane parkıistanbulda.
not:öğrendim sonra istanbulda da mevcutmuş. ama park deyince salak gibi oldu.
bildiğin sokak kedisini satan dükkandır efendim. şöyle ki "ee bu kedi ne iş, cinsi ne bunun" diyen bendenize "tekir" cevabı verilmiş, bendeniz de dumur denizinde balık olmaya gönüllü olmuştur.
evimize misafir gelen, pek bir şeker pek bir tatlı ama kafasız hayvan.
yesin diye birşeyler atıyorum korkuyor, yahu onun yerinde bir güvercin olsaydı şimdiye kadar semirmişti be. neyse ki güvercinden çok daha asil ve kibar bir hayvan, kabul etmek gerekirse.
daha önce bir arkadaşla konuşurken kumru ötmeye başlamış, arkadaş da espriyi patlatmıştı.
-sınav kuşu olum bu!
anlamadım tabii. sınav kuşu, ne alaka??
arkadaş açıkladı:
-ya sabah yumuşak kurşunkalemini, silgini alırsın. elinde sınav belgesi, miden guruldayarak sabahın köründe boş sokaklardan geçersin. o sokaklarda sadece tek bir ses vardır. "guguk guk" sesi. o yüzden bu kuşun sesini ne zaman duysam aklıma öss falan gelir.
a-yahu voice bir kitap okudum aynı seni anlatıyor.
b-hangi kitap?
a-gorbaçov yazmış, oblomov diye bir herif.
b-yuh hayvan gonçarov o.
a-tamam be ne kızıyorsun ingilizcem yok benim
b (afallamış)-ne ingilizcesi be, rus o herif, rusça yani.
a- (gayet sakin) ingilizceyi bilmeyen rusçayı nasıl bilsin.
b-pes yani pes!!!
aradan geçen yıllar arkadaşı hiç değiştirmemiştir bu arada, aynen takılıyor.
ne işe yaradığını bilemediğim hededir. yahu ne bir ilginçliği var ki tereyağı yerine seni satın alayım, tereyağı değilsin neticede (hoş tereyağları ne kadar aslına uygun, ne kadar saf orası tartışılır). yani amacını kavrayamadığım bir tür margarindir.
kahramanlarımız konfederasyon (bilindiği üzere gri-güney) üniformalı olarak posta arabasıyla gitmektedir. karşıdan gelen bir gri ünfiormalı birliğe rastlarlar. iç savaşla hiç ilgisi olmayan ve tesadüfler eseri askeri üniforma giyen kahramanlarımızdan çirkin bağırır (eli wallach)
der clint abi. ama karşılarındaki birliğin subayının yüzü asıktır tuhaf bir şekilde. adam birkaç kere sertçe koluna vurur. o da ne? toz kalktıkça alttan lacivert üniforma çıkar. aslında bir yankee birliğidir bu.*
kahramanlarımız durup dururken savaş suçlusu durumuna düşer ve esir alınırlar.
esprileri batmayan, gayet sevimli ve sıcak, küfür dozu ayarlı güzel film. ege şivesini sevenler için birebir. abartı oyunculuk yok, demet akbağ rolüne uygun...daha ne olsun. yahşi batıya kızan benim gibilere ilaç niyetine.
geçtiğimiz yedi bölüm sonunda --yazmayayım dedim dayanamadım-- adam gibi bir cevap vermeyi çok görmüş dizidir.
ne öğrendik? adam gibi birşey öğrenmedik.
eğlendik mi? evet orası kesin. sorgulama izle geç kafayı yorma kafayı yersin diyor adamlar. sözün bittiği yerdeyiz.
mükemmel bir şarkıdır bu. iş yerinde kazayla dinlerseniz, suratsız servisinizden uzaklaşıp ormanda bulursunuz kendinizi.
10 dakikadır lothloriende galadrielle birlikteyim. çağlayanlar akıyor, gün batımı ağaçları kızıl yapmış. yemyeşil bir çimen, çiçeklerin kokusu. gün batıyor.
bir süredir onunla ilgili eleştiriler vardı, özellikle kocası ve belli bir bakış açısı ile ilgili. aldırış etmedim, kelimelerle oynamasını seviyordum, televizyonda da hanımefendi duruşu hoşuma gidiyordu.
siyah süt e başladığımda belli bir rahatsızlık hissettim. hayır kitabın tarzı ile ilgili değildi bu, fikirsel düzeyde bir sorundu. okudukça somut bir delil aradım. enteresan bir nokta denk geldi.
kitapta eskiden doğum yapan kadınların başına üç harflilerden korumak için birşeyler asıldığını ama (buraya dikkat) cumhuriyet döneminde bu geleneği yitirdiğimizi (diğer başka gelenekler gibi) anlatıyordu elif şafak.
bunun üzerine düşündüm, cumhuriyeti bu konuya indirgemek saçma geldi. sanırım rahatsızlık verici biçemi yakalamıştım. hala da rahatsızlık vermekte bu düşünce.
takdiri şayan bir yaklaşım. tehlikeli gibi görünmese de cumhuriyetle birlikte öz değerlerin yitirildiğini savunmak (böyle bir örnekten yola çıkarak) enteresan hakikaten. bu kısım bana biraz dışarıdan dikte gibi geldi.
gelenekler yöreseldir elif şafak, senin gelenek dediğin şey her yerde olmayabilir ve devletler bu geleneklerle değil yönetim biçimleri ile uğraşılar.
halkın yaşayışı da devletin ilgi alanına girer ama bu kadar mikro bir konu girmez ilgi alanına deletin. zaten bu kadarına müdahale ederse iş totaliterliğe varır. (bkz: 1984)
ama senin isyanın buna değil modernizme olabilir. modernizm eleştirisi mi yapıyorsun osmanlı övgüsü mü?
çıkış yolu bulunmayan bir distopyadır bu. iliklerinize kadar üşürsünüz okurken kahramanın kurtulmasını umarak. ama o da biliyordur sonunun ne olacağını, bunu göze almıştır sonuna kadar.
ne zaman okusam kendimi kötü hissederim.
"karanlığın olmadığı yerde buluşacağız" diyen iç ses gözlerimi doldurur.