ventus solaris
448 (süper mario)
altıncı nesil yazar 1 takipçi 10.10 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    ben bu yazıyı sana yazdım

    2130.
  1. şu gizli bakınızı okuyunca şaşırdım. gerçekten içimi okumuşsun. sonra da kahkaha attım ağız dolusu.
    orda yakaladın beni, ama sevdiğim kişi konusunda hayır. o yazı da kayıp bi kadına yazılmıştı. kayıp derken, uzun uzun anlatmicam şimdi. belki bigün yüzyüze.

    ilk mesajın da itirafımı okumadan önce yazıldıysa çapraşacam kendimle. hani "tılsımlara artık inanmıyorum" demiştim, hayli zorlanıyorum şimdi de bak. ama yine de tılsıma inanmak istemiyorum. ah dilimi yakan tılsımlar.. uzak durun benden!

    yazmışsın şu vakit olur olmazsa o vakit falan. burdan bakınca izdivaç programlarında eleştirdiğim odunlar gibi hissettim kendimi. "esmer olsun 1.70 olsun kalçaları geniş olsun.." o ne lan? dana mı alıyon mal pazarından? pişman oldum anliycaan. hoş benimki masumane biliyosun. yok puştluk olsun diye değil, gerçekten öyle. ama işte rahatsızım şimdi. seni görme isteğimdeki şiddette bi değişiklik yok. sadece yüzsüz olmamaya çalışıcam.

    utanmasam "fizik önemli değil önemli olan iç güzellik" diyicem lan!
    6 ...
  2. sözlük yazarlarının itirafları

    8607.
  3. bazen bu gezegenden değil miyim diye şüpheleniyorum.

    tanışalı 2 dakika olmadan erkeğe ilan-ı aşk eden kaşarlar, yavşaklıkta sınır tanımayan abazanlar.
    sanki etrafımdaki insanların yüzde doksanı cast ajansından tutulmuş, her hareketleri rol icabı.
    samimiyeti arar oldum sözlük. çölde su gibi, suda saflık gibi.

    bilmem ki ben mi safım..

    şaka değil, ciddi ciddi düşünüyorum ha. "herkes böyleyse ben mi anormalim?" diye.
    biri yardım etsin, sıfır grubu erhaş pozitif moral lazım.
    33 ...
  4. bir kadının gözyaşlarını silmek

    2.
  5. ağlama.

    böyleydim ben hep. ne istediğimi bilemedim. bir şarkı duydum aşık oldum. bi gülücük gördüm, peşine düştüm. sen yürüdün ben yürüdüm, sen durdun ben hala yürüdüm.

    masumiyet bu. espri yaptığını sanıp küfre battıkça batan kıroluğunsa savunulacak yanı yok. aşık edip rezil eden, sonra rezaletin ta kendisi olduğunu bakışıyla, duruşuyla, en güzel sözcükleri bile zehir eden ağzıyla ispatlayan kaşarın da. ama ben..

    inan ki çok sevdim! hani o her karesi ayrı bir aşk olan meşhur "alpine" var ya, o da benim her karem, her bir zerremdi. anlayamazsın, anlatamam. bir metro istasyonunda beş liralık kulaklıkla hayata perde çekip şebnem ferah dinlemek gibi. haydarpaşa garı dalgakıranında yeni bir martıyı yabancılık çeken masum haliyle yakalamak gibi.

    beni bir fotoğrafta bulacaksın. "şu an ne yapıyor?" sorusu düşecek aklına. sen bunu söylerken, ben "ne yaptım?" ı çoktan söylemiş olacağım.

    ne zor bir hatayı sevmek. daha zoru bir hatanın bu kadar güzel olmasıydı.

    güzelliği utandıran hatam..
    bir beni utandıramadın. kahpeliğin kokusu sinmiş hissediyorum bedenime. kapı arkasında mahsur kaldı heveslerim. elinden tutup maltepe sahilinde yürümek, ne alakaysa klişenin efendisi olmuş kız kulesi kızından bahsetmek isterdim. konuşması bile mide bulandırırken yasağı ben yaşadım, yaşayacağım.

    zor değil aslında her şeyi yoksaymak, bunu da yaptım. ama bilemem ki hayat ne yapar sana, diyemem. sen yine teoman de, sadece.

    gidişim de ani bu yazı gibi. aynaya bakmak kadar zordu ardıma bakmamak.

    ve şimdi ağla.
    hüznümle sileceğim gözyaşlarını..
    1 ...
  6. çanakkale şehitleri

    66.
  7. adam gibi adamdır onlar.
    çoğu çocuk yaşta olsa bile.
    2 ...
  8. koçtaş

    17.
  9. istanbul-atalar daki şube personelinin gayet rahat olduğu firma. pazarlama sektöründeki bu tarz işletmelerin köleliğine yıllarını vermiş biri olarak şu manzaralar karşısında şaşkınlıktan 8 kilo verdim:

    * sakız çiğneyen personel elemanlarının belli bir yönetmelikten bağımsız olarak istedikleri saç-sakal-bıyık triosunu kullanmaları (servet çetin sakalı da dahil),

    *müşteriye hitap şekillerindeki cool tavırlar (satış formu doldururken kullandıkları ağzı abartmadan yazıyorum: "ev adresini söyle, numara ne abi, şuraya imza atacan" vb.)

    * temizlikçilerin sağda solda birikmiş müşteri artığını toplarken sahip oldukları üslup;
    - hiç çöplük görmediniz mi be öküzler ne diye bullara atarsınız bulları (skurt! güm!)..

    * ve bonus niteliğindeki inanılmaz şakalaşmalar;

    (yaklaşık 10 kişinin sıralandığı kasadaki tezgahtar-reyon görevlisi muhabbeti)
    - ya erdem ne diyosun ya salak..
    + evlilik yaşın gelmiş senin kızım söyle de eversinler seni..
    - ya bi siktir git işin yok mu senin.. (oha aq)
    1 ...
  10. öz hakiki uludağ sözlük

    25.
  11. --spoiler--
    çakma, özenti, bok, püsür, ezik, büzük, çürük, dürrük artık ne ekleyebiliyorsanız üstüne...

    şimdi öncelikle şunu açıklamak istiyorum, bizim uludağ sözlük adını kullanarak bir yerlere gelmeye çalıştığımızı sanan ya da uludağ sözlük'ü taklit etmeye çalıştığımızı sanan bazı aklı evveller var. büyük bir heyecanla meydana atılıp "eheheh ezik nan bunlar, şunlara bak bok bunlar kaka kaka bildiğin sıçmık" diyen kişiler. kimse telaşlanmasın, kimse korkmasın, kimseler bir heyecanla ortalığa atılıp gereksiz cümleler kurmasın..

    burası masum bir oluşum arkadaşlar, bir yerlere gelme, üzerinden reklam geliri elde etme gibi bir amaç yok burda.

    sözlüğün gelişmeler bölümünden de belirtmiştim, tekrar belirteyim. bu sözlüğü açmamızdaki amaç; siyaset-futbol-cinsellik üçgeninden sıyrılıp geyiğin sınırlarını zorlamaktan, kafa dinlemekten başka bir şey değildir. artık yaran x..'leri, eski sevgilileri, bekareti v.s. bırakıp eğlenmek istediğimiz için buradayız biz. tekrar üstüne basa basa söylüyorum; amacım/amacımız herkes yazar olsun, popüler olalım gibi şeyler değil. biz sadece bahsettiğim amaçla bir işe giriştik. başarılı olur ya da olmaz orasını zaman gösterecek. "çok iyi olucaz ortamın amına koyucaz" dediğimizi sanmış bazı uludağ sözlük yazarı arkadaşlar, aman diyim!!

    isim konusunda sıkıntı yaşayan arkadaşlarımız olmuş. onu da açıklayayım. bir kere isimdeki ironiyi ben burda belirteceksem, "olm hani olur ya özhakiki koç diye firmalar, hani böyle o lüksü yaşatmaz ama bizden biridir lan, öğrenci işidir, ne bileyim sana ülker kek vermez ama bim'de satılan kekten verir, şoförünün kravatı biraz sağa kaymıştır, otobüs desen allah'a emanet falan" diye örneklemler sunarak neden böyle bir isim seçtiğimizi mi belirtseydim? ulan adı üstünde özhakiki uludağ sözlük, uludağ sözlük yazarlarının arka bahçesi olsun istedik, gelsinler burda format olmaksızın, siyasetti bilmem neydi olmaksızın kafa dağıtsınlar istedik hepsi bu.. format da koymadık ki amacına ulaşsın, şu yasak bu olmaz da demedik.. "hangi konularda entry girmek yasak?" diye soranlar oldu; "vallahi ben de bilmiyorum, ne zaman bir entryiniz silinirse o zaman öğrenmiş olucaz hep birlikte." dedim.. eğer "uludagsozluk.sozlukspot.com" olsaydı daha mı orijinal olacaktı? ya da başka hangi isimle açsaydık uludağ sözlük yazarlarını toplayıp geyik yapabilirdik?? bir kere biz kendimizle taşak geçiyoruz, kendimizle eğleniyoruz "annaaa bunlar bizi taklit ediyo" gibi komik bir duruma düşmeye ne gerek var aklına yandığım.. "ozhakiki zall'ın bayan yazarlara sarkması" diye başlık açıp altında kendimce eğleniyorum lan, kafamı dağıtıyorum en basitinden..

    sevgili uludağ sözlük yazarı arkadaşlar; burayı öyle çok ciddiye almanıza, ezikler, boklar, vizigotlar gibi ithamlarda bulunmanıza gerek yok. biz sadece eğleniyoruz, uludağ sözlük'ün yerine geçmek gibi bir amacımız yok, dediğim gibi arka bahçesi olarak düşündük hepsi bu. dediğim gibi tutar tutmaz, o muhabbet ortamı oluşur oluşmaz bunu zaman gösterecek. esasında daha sert bir entry girmeyi düşünüyordum da gerek yok dedim sonra canciş, kankiş, hoş muhabbet(!) uludağ sözlük yazarları arkadaşların kalbini niye kıralım boş yere..
    heyecanına yenik düşen, "eziikkkleeerrr" deyu şahlanan yazarlara kucak dolusu sevgiler..

    (bkz: yapma güzel kardeşim yapma arkadaşım yapma)

    öz hakiki zall
    --spoiler--
    7 ...
  12. uludağ sözlük

    5878.
  13. cia'in gizli dosyalarından biri daha bilinmeyen bi aksaklık yüzünden gün yüzüne çıktı. sizin için bizzat telefon edip bilgi edindim new york taki bi arkadaşım vasıtasıyla. adeta şok oldum, siz uludağ sözlük yazarlarıyla paylaşmak istedim. arkadaşımın sağlam kriptolu mail inden çevirip kopi paste yapıyorum özetle;

    "mistır prezidın;

    türkiye de şu sıralar hayli revaçta olan sözlük akımını kontrol edebilmek için ekşi sözlük e finansman desteği sağladık. bu bir gerçek. lokal nüfuz gücümüzü kullanarak sözlüğün günden güne yazar kazanmasını teşvik ettik. aslında ssg de asıl adı craig hannigan olan orlando lu delikanlı bi ajan arkadaşımızdır. italyanca, fransızca, çekce ve türkçe yi ana dili gibi konuşur. yazmada biraz problem var ama halledicez onu da. neyse prezidın dağılmayalım fazla, özetle ekşi sözlük tamamiyle istihbaratımız ürünü olup halihazırda gelişimini sürdürmektedir.

    orası gelişedursun yeni sözlük temsilcileri de çıkmadı değil ülkede. özellikle itü sözlük bu konuda önemli bi mihenk taşı. sizin de takıldığınızı öğrendik haftanın 5 günü orada. hani siz de az değilmişiniz sör. evet ne diyoduk, buraya kadar her şey normal. gelelim asıl konuya, uludağ sözlük diye bir sözlük daha açılmaya çalışılıyor uzun zamandır. tüm çabalarımıza rağmen engel olamadık. maalesef kontrolümüz dışında, muhabbetin kralının yapıldığı bu sözlük hizmete girdi.

    bilgilerinize saygıyla sunarız."

    hadi geçmiş olsun.

    işte bu da belgenin linki koydum nete sizin için;

    http://www.insaatbolumu.c...s/2007/09/guncel_tapu.jpg

    dur lan bu o değil. aha buldum şu;

    http://www.stewwebb.com/T...%20Treason%20Document.jpg
    5 ...
  14. yaran rüyalar

    183.
  15. bi hatun vardı, böyle times square'de (dükkanına kadar veririm, nahan da tam şu kısmı http://www.earthcam.com/u...imessquare/?cam=lennon_hd ) iki kilometre ilerden bakınca görülebilen, o kadar hoş. tutulduk buna iyi mi? lakin ehli sözlük evli çıktı kendisi. hemi de sen ben gibi yağız anadolu yeğidiyle değil, elin urusuylan. yetmedi mi? dur o zaman söyleyim, iki de velet var ablanızın. durup durup istavroz çıkarırlar "blagodarjt" deyu. canı sıkıldı kadıncağzın, "evladım" dedi, "siz müslümansınız müslüman". sormak vardı orda, "iyi de bağyan bilmedin mi armudun meyvesi armut dibine düşer? hesap edemedin mi bi de bu ağaç moskova nın göbeende."

    neyse. bi moral vereyim dedim hani insanlık görevi. sonra bu görevin masumane tarafında kurt yeniği gördüm, bıraktım kaçtım.

    yorumu nedir acep?* ha bak çatır çatır da urusça konuşurdu bu hatun. ben ki bu dilden hiç hazzetmeyen biriyim, o kadar güzeldi ki aksan, utanmasam yirmi saniyelik rüyada lisan öğreneceğidim. bunu da ekle, özel'den kanatlandır cevabı biraderine.
    0 ...
  16. hayır

    21.
  17. olay aslında "hayır"da başlar.
    ne kadar istiyorsun? bu bir ölçü sorgusu.
    dönüp gitmek "sadece bu kadar" demektir.
    kalıp ısrar etmek "direnemeyeceğin kadar".
    belki fiyasko olur, o da demek olur ki hayata kaldığın yerden devam edersin.
    belki olumlu durur, işte o zaman tadından yenmez.

    kaybedecek ne var ki?

    iyidir hayır iyidir.
    1 ...
  18. serhat ulueren

    92.
  19. lord of the provokatörs gibi bi filmde başrol oynayabilecek baş karakterdir.

    izlendiği 15 dakikalık periyotta ortalığı karıştırmak hususunda gösterdiği gayreti ülke problemlerini haklamada gösterseydi türkiye imf yi haraca bağlardı anasını satiim. "hocam sanki bi tartışma var orda, hocam bu futbolcu da çirkef değil mi, hocam öyle de hakem görmezden gelmiş sanki, hocam senin karıyı manavla yakaladım.." gibi binlerce cümleyi sadece bir programda kurup bırakır ortalığa.

    anketler de ayrı cümbüş;

    "evet sayın izleyiciler, yönetimle alakalı bi anketimiz var.

    - yönetim istifa edebilir diyorsanız a,
    - sorulur mu lan, tabii edecek diyorsanız b,
    - etmezse insan değilim aq diyorsanız c,
    - takım süper ama etsinler bakalım nası olcak diyorsanız d yazıp 8293 e yollayın."

    kerata seni.
    4 ...
  20. ben bu yazıyı sana yazdım

    2017.
  21. yol arkadaşıydın.
    ilk molada indin.
    10 ...
  22. mart kedisi

    34.
  23. benle taşak geçengiller familyasından bi abimiz.

    **

    nazmi amca benim karşı komşu. kapıya her çıkışımda gördüğüm, bu haliyle de senkronizasyon anlayışına hayran kaldığım tatlı bi adam. malum talebeyiz ya, ne pişse taşsa evinde bize de ikram eder ucundan sağolsun.

    lakin işini de bilir nazmi amca. işte bu yadsınamaz senkronize gücü sayesinde beni her seferinde yakalar, "oğlum işte ben de şey alcaktım ama dizlerim ağrıyo, nası gitcem bilmem" edasıyla ne eksiği varsa aldırır marketten. 2 tabak aşa süresiz kapıcılık. güzel yere dükkan açmış vesselam. tatlı mı demiştim? o kadar da değil.

    yine bu sabah bu şekilde yakalayıp beni yarım saatlik amansız bi muhabbete kitledikten sonra siparişleri de bana kitledi. neyse deyip düştük yola çaresiz. tüm siparişleri temin edip sağ salim teslim etmemden mütevellit, bir dedektif edasıyla poşeti inceleyen nazmi amca apansız bi öfkeyle çığlık attı; "yau bu çay lipton değil çaykur olacağıdı!!". sayesinde ne uyku sersemliği kaldı ne bişey. o kadar değil mi? o kadar ulan, hatta o kadardan daha yüzsüz!

    efendiyiz ya, tek kelam etmeden büktük boynu kadere razı olduk. zaten 2 saatlik uykuyla ayaktayım, ödev var iş güç var, bi de ırgatlık ediyoz elin adamına.. eh ulan istanbul.. zenginin sefası fakirin cefası zalım istanbul. aldık poşeti düştük yine yollara. bu arada 2 saat dedim ya, şu sıralar her yerde olduğu gibi bizim orada da var tonla kuduruk kedi. hele bitanesi.. kedi değil rocco siffredi anasını satiim. mahalledeki tüm kedileri döller, yetmez bi de beni döller şerefsizin evladı.

    neyse üstad değiştirdik siparişi geri dönüyoruz. yarım saat erken kalkiim da derse yetişiim derken, ikinci dersin son periyoduna razı hale geldim. bişey değil devamsızlık hakkı da sınırda, elimde poşet hocanın götünü hangi açıdan yalasam diye başladım hesaba. derin derin dalmışken bi çığlıkla irkildim, ulan! o kedi.. iş başında yine namussuz. göz göze geldik, dünya durdu o an. "sen eşşek kadar boyunla 5 aydır sap sap gezerken ben her gün bi başka otobüsteyim" keyfindeydi. gözüyle beni, dalgayla garibanı düzdü de düzdü. bi ona baktım bi halime baktım, güne ne güzel bi başlangıç! çatır çatır boşaldı gözümün önünde pezevenk. taşı kapıp alnının çatına indireceğidim ki zıpladı kayboldu çalılıkların arasında. kafa bulacak beni mi buldun be kompresör..

    getirdim attım poşedi de nazmi amca nın kapı eşiğine, zile basıp benim eve kaçtım. moral mi kaldı yiğido, okulun da ta ben..

    ah nazmi amca..
    yüzsüz mü dedim? ahlaksızın önde gidenisin.* *
    1 ...
  24. yaran youtube yorumları

    762.
  25. video: fırtınam-hayko cepkin

    yorum: "hayko nun arkasından konuşan önünden yesin." * *
    0 ...
  26. güiza nın ağlaması

    44.
  27. millet soğuk korkusuna kıçını devirip yatarken, "aldığımın hakkını vermek boynumun borcu" deyip elinden gelenin fazlasını çabalasa da, kendinden sonra yokluğu da tüketen çaresiz bi adamın, dilini bile bilmediği bi memlekette yalnızlığın dibine vuruşunu resmettiği haletiruhiye.

    düşüncelere garkoldum yine. son çare dükkanlarının kepenkleri acımasızca inerken, dilimde mümkün değil belki kalbimde bulunabilecek şükran nişanelerini dondurdum, göreceğimi zannetmediğim hoşgörü günlerine sakladım. sahi, yok mu sesimi duyan?

    hayatın her türlü tasmasından boynum yırtılarak kurtulsam da özgür sayıyorum kendimi. beni bir bağa, zindana, kulübeye bağlayamadılar. ha zevkini de yaşamaya çalışmadım değil; ancak yarısına kadar lezzetse bardak, ancak sonsuzluğun yarısı kadar işkenceydi. sevmek için hayran oldum, takım gol yiyince saydım. dövmek için hayran göründüm, adam laf yiyince tek kelam edemedim. kelam ne, aynanın karşısına geçemedim.

    anladım ve de, "rengi kanımda takımımın, yense yenilse hep orda" diyen dillerin kaypaklığını, "milyon dolar alıyor, çıksın oynasın amına kodumun oğlu" cümlesine evrilirken farkettim. tabi kalbi yok "satın alınan" adamın. o bir köle, o bir köpek. kimin umrunda duygu, düşünce, özlem.. evet dostum, bunu diyen "adil" evinden 2 gün ayrı kalıp 2 defa yaşasa o yaşanmayacakları, eline değil en uyarılmış zührevi hayvaniliklerine bile, hem de tomar tomar sıvazlansa "milyoncuklar", 'ah!'ı gurbetten çeker, şehvetten değil. azgınlığın kadar alçaksın.

    insan olsaydın sana şunları söyleyecektim insan olmaya çabalayan bir garip mahluk olarak;

    <bak, o gözlere bak! demiyorlar mı: 'nerde hata yaptım? boşver, zaten ne anlamı kaldı hatanın, atanın, satanın.. en sevdiğim bile böyle gurbet ellerde terkedip gittiyse ne deyim.. dilini bilmediğim, dinime sayan elin adamı mı düşünecek beni.. ama belki.. boşver..'>

    evet "boşver". bunu söyletebilen inatçı irade gurur duymalı kendiyle. zira iskambil yapısı yıkmak kadar kolay değil umut yıkmak. hele hele hava limanında ilan-ı aşklarla gururlandırdığın umudu..

    gönlü olana sözümüz yok elbet.
    ama sen söylesene 'eleştirmen' dostum, şimdi bi sihirli değnek çarpsa seni, sevdiğin terketse, yüzüne gülen arkandan da değil yüzüne küfretse, alın terinin zehir olmuş karşılığını midenden söküp alacakmışçasına üstüne üstüne gelse.. üstelik bunları da sen yan gelip yatarken değil ha, köpek gibi çalıştığın, hem de ona yaranmak için kıçını ter edip akıttığın halde yapsa ne hissederdin?

    lağım suyuyla yıkanmış vakur(!) vicdanının hissedeceğini bilmem ama hissetmesi gerekeni söyleyebilirim.

    müstahak, müstahak!

    bu da böyle bir vefa borcumdur.
    2 ...
  28. çocukken yapılan şerefsizlikler

    89.
  29. fazla değilim daha 14-15, kavak yelleri denen rüzgarlara açmış bağrımı nahan da böyle bekliyorum. sanıyorum ki bi sihirli değnek dokanacak, reşit olucam, reşit olunca dünya da benim olacak, peh..

    o yaşlarda herkeste olur mu bilmem, bende böyle bi deli mantığı vardı. hani kendini pokemon sanıp da balkondan atlayan bi velet vardı ya, ben vermiştim ona o aklı da. ben daha zararlıydım, kendimi joker zannederdim. iyi ki diyorum iç dünyamda yaşamışım o jokerliği, yoksa benim şakalarım da jokerden geri kalmazdı kadim dost.

    iç dünyamda yaşamak dediysem, bi kaç 'masum' denemede bulunmadım da değildi yalnız.

    --spoiler--
    JokeR, küçük bir delidir. herkesten farklıdır o. ne sinektir ne karo, ne kupa ne de maça. sekiz veya dokuz, papaz veya bacak değildir. her şeyin dışındadır, ötekilerle aynı yere ait değildir. gerçi öbür kartlarla aynı pakette bulunur, ama orası onun kendi evi değildir aslında. bu yüzden de çıkarılıp bir kenara konabilir, hiç arayanı soranı olmadan. her zaman ve her yerde deli şapkası ve şıngırdayan çıngıraklarıyla küçük bir deli çıkabilir ortaya. ve gözlerimizin ta içine bakıp sorar: kimiz biz? nereden geliyoruz?

    beholderr/#4043815
    --spoiler--

    ..şekilli bi imgeden sonra, kendini o zannettiğin şeyin peşinden gitmemek, leylayı kapı komşusu olarak bulup da bi çay içmeye bile gitmeyen mecnun halinden daha zordu zira.

    herniise efenim, karlı yollardan gelelim sadede. işte böyle jokervari bi hayat tarzı seçmiş idim kendime. ilk işim bencilce, korkakça ve bir o kadar da ölümcüldü.

    eveet, ilk işim. jack nicholson ın unutulmaz(!) performansından sonra harekete geçmem için gereken ilk şey bi maskeydi. maske dediysem boya maskesi. hani şu hatunların 'gençlik ve güzelliklerini koruma' materyali olarak kullandıkları zımbırtı var ya ondan. yeri gelmişken onlara da bi mesajım olsun, yapmayın evladım, kullanmayın o ne idüü belirsiz şeyleri. daha çirkin oluyosunuz, öyle böyle değil hemi de, orclardan bile iğrenç. öleceksiniz yau, önce kırış buruş olup sonra öleceksiniz, kandırmayın kendinizi.

    kısık ateşte bıraktığımız sosyal mesajımızdan sonra dönelim ana temaya. bi tasavvur et fani yazar, öyle gözü dönmüş ki naçiz dimağın, bırak biyolojik boya zımbırtılarını direkt plastik boyayla girmiş olaya.

    şöyle ki;
    önce her mahallede bulunan tipik bi inşaat malzemeleri dükkanına daldım. kırmızının en kırmızısı, beyazın en beyazını aldıktan sonra ne halt etmeyeyse ten rengi attım bi de sepete. bi ton parayı teslim edip eve döndüm. kimseler yoktu, yaramazlık için en uygun vakit. sonra sandalye üstünde geçtim aynanın karşısına, lojistik bi analiz yaptım. beyaz şurdan başlayıp şööle sol cenaha uzanıcak, akabinde kırmızı devreye giricekti. bak bunun içinimiş, en özel görev ten renginindi, emniyet subabı. olur da yaramazlık üçüncü şahıslar tarafından farkedilirse bu renk imdada yetişecek, kamuflaj sağlayacaktı. akla bak..

    öyle oldu böyle oldu, güzel bi dayak döşedim suratıma envai çeşit renkle. getirdiğim renkler yetersiz kalmış, guaj ve sulandırılmış pastelle takviye yapmıştım. işin sonunda öyle bi sanat eseri ortaya koymuştum ki, insan ancak bu kadar amına kor kendi suratının. yani yapmaz, en kin duyduğu tuvale bile böyle davranamaz bir ressam. böyle bi ifade manukyan ın dahi ne suratında, ne de orasında var usta..

    operasyon tamamlandıktan sonra ardımda iz bırakmamak için müthiş bi fikir geldi aklıma, artık maddeleri yakacaktım! hadi canım! gerçekten. boyanın yanıcı madde oluşu okuldan sağlanabilecek en faideli bilgilerdendi velet bünye için. bu dahiyane fikrimle gurur duyarken, "ulan ne izi ne işareti, suratın olmuş zaten felaket alameti! bakan 2 kilometre öteden tanır seni.." benzeri bir boka benzemeyen minimal şiir örneği dökülüverdi dudaklarımdan. lakin ben, bununla bile gurur duyacak kadar şerefsizdim.

    işe koyuldum. bütün boyayı küvete döktükten sonra emniyet subabı ten rengini ayırmıştım. fikirlerimle gururlandıkça gururlanıyordum. lakin bu dahiyane akıl boyayı yakmaktansa küvetin deliğini açma fikrini verememişti bana, ya da vermek istememişti ne biliim.

    bir kibrit buluşturdum biyerlerden, çaktığımla küvete attığım bir oldu. sonrasını kesik kesik hatırlıyorum.

    bi defa hayatım boyunca hiç bu kadar cafcaflı bir film izleyemeyeceğime eminim. o alev o görsel efektler.. batman da bile yok böylesi evlaadım..

    ikincisi böyle bi haz bi daha yaşar mıyım onu da bilmem. ciğerlere çekilen karbonmonoksitin verdiği sergüzeştliği 2 kilo eroin çeken adam bile yaşamaz herhalde.

    işte joker buydu. yaptıkları herkesin diline pelesenk olur, ufak işlerle dikkat çekmeyi başarırdı.

    jokerle çelişen yanlarım da yok değildi tabii. bi defa ardımda delil bırakmıştım. ancak öyle delil ki, 7 plaketli cia ajanı gelse anlayamaz o ufacık odada ne döndüğünü. bi kısmı kullanıldıktan sonra yakılan türlü çeşit boya materyali, sahipsiz ve amaçsız bi sandalye, joker resmi, inatla diğerlerinden ayrı tutulmuş ten rengi boya kalıntıları..

    böyle bi fiyaskoya rağmen şakam amacına ulaşmıştı. kapıya ölgün, yarı baygın vaziyette çıktığımda beni gören karşı komşumuz korkudan bayılmış, hastaneye kadar aynı ambulans aracında bana refakat etmişti.

    bir hafta yattıktan sonra eve döndüm. ulan nası bi saplantı olduysa bende şu karakter, daha dönüş yolunda yeni yeni şakalar düşmekteydi körpe aklıma. kapıdan girer girmez yediğim bi kamyon dayakla bu defa aklımın kendisi düştü.

    o dayağın etkisinden mi bilinmez, şimdilerde sessiz sakin biriyim. her türlü kamu görevinde rol üstlenmeye hazır ve nazır bi sorumluluk anlayışım var, sosyal projeler de olabilir. yeter ki esaretin bedeli usulü reject olmayım abi.

    dc comics'i de dava edicem.
    3 ...
  30. merve yi tavla

    511.
  31. susmamak üzere programlanmış yazılım. elektrik bile kesilse ileti yollamaya devam etmekte.

    **

    <Merve> merak ettim de benden nasıl haberdar oldun?
    <ventus> uludağ sözlük.
    <Merve> internetteki sanal sözlüklerle sen de ilgilisin sanırım.
    <ventus> değilim.
    <Merve> bu iyi mi kötü mü karar veremedim
    <ventus> adını sevdim.
    <Merve> sürekli böyle konuşuyorsan iletişim çağında yalnızlığa mahkum biri olmalısın.
    <ventus> evet.
    <Merve> anlıyorum
    <ventus> afferim.
    <Merve> kimi takdir eder, kimi alay...
    <ventus> kimi de halay. üahhaahhahaha..
    <Merve> demek seni güldürüyorum
    <ventus> nası anladın ya..
    <Merve> anlamak için çaba harcadığımdan emin olabilirsin
    <ventus> evet kesinlikle.
    <Merve> Kesinlik belirtmek bazen bizi yanlış sonuca götürüyor.
    <ventus> lan burda oturmuş yazılımdan medet umarken, sen aptAL APTAL felsefe peşindeşin..
    <Merve> felsefeye ülkemizde ne yazık ki pek değer verilmiyor
    <ventus> sikmişim felsefeyi.
    <Merve> felsefeye ülkemizde ne yazık ki pek değer verilmiyor
    <ventus> lan felsefeyi sikiim sana bişi olmasın.
    <Merve> çok terbiyesizsin ventus.
    <ventus> yok, aşk rüzgarlarına bağrını açmış bi abazanım sadece.
    <Merve> o kadarcık olduğundan emin misin?
    <ventus> o kadarcık mı? bu bi hakaret mi?
    <Merve> çoğu zaman hakaretlere maruz kalıyoruz ama sineye çekiyoruz.
    <ventus> hı evet evet. boy kaç senin?
    <Merve> 1.72 canım
    <ventus> canımlı konuşma bana, belki deden yaşinda adamım.
    <Merve> olabilir
    <ventus> lan sen ne orospu çıktın lan..
    <Merve> Tahminim o ki kaba olduğunu daha önce de söyleyen olmuştur ventus.
    <ventus> hayır, sen ilkimsin.
    <Merve> adımın merve'den başka bir şey olma ihtimalinin düşük olduğunu biliyorsun cicim.
    <ventus> benim de sendeki tek bişeyin peşinde olmam dışındaki ihtimaller düşük.
    <Merve> ha ben, ha sen diyorsun yani... sıcak bir yaklaşım
    <ventus> yok, ha sünger ha sen diyorun. zekisin yani.
    <Merve> teveccühünüz *
    <ventus> yavşama lan.
    <Merve> bunun için daha farklı kelimeleri tercih ederim. güzel sözler mesela ?
    <ventus> yavşama lan.
    <Merve> Aynı şeyleri mi konuşacağız?
    <ventus> o cümleyi kurarsan götünü sikerim senin.
    <Merve> Ne kadar da kibarsın diyebilmeyi isterdim.
    <ventus> de o zaman. dur, hah, hadi bak hazırım!
    <Merve> hadi
    <ventus> hadi
    <Merve> Aynı şeyleri mi konuşacağız?
    <ventus> come on o zaman.
    <Merve> hemen mi?
    <ventus> yok, 26 şubat 2027. uygun mu?
    <Merve> bir kadını etkilemek için neler yaparsın?
    <ventus> ellerim.
    <Merve> böyle internet üzerinden mi yüzyüze mi tanışmak iyi sence?
    <ventus> tanışmayla kırmışsın kafayı sen de. tamam o zaman, ay ışığı huzmeleri yanağından gerdanına akarken, en taze çiçeklerin en güzel kokularıyla selamlaşmak, bir yakamozda tanışmaktı tek isteğim..
    <Merve> ismim Merve, daha iyi tanımak için daha çok soru sormalısın.
    <ventus> bunu sen istedin..
    <Merve> ya geç bunları hadi... bana biraz kendinden bahset... gerçekten kim bu ventus?
    <ventus> söylerim ama anlamazsın. neyse söyliim, bsgçk.
    <Merve> anlarsam bu sözün için yatağa kapanıp sabaha kadar hıçkırıklar içine göz yaşı dökmen gerekecek.
    <ventus> başka bi yere başka bişey döksem?
    <Merve> başka neler olabilir sence?
    <ventus> seks mesela. sözlüğün ve türk halkının yüzde doksanının seni tanıdığında aklına gelen ilk şey.
    <Merve> başka?
    <ventus> başka?
    <Merve> Aynı şeyleri mi konuşacağız?
    <ventus> Aynı şeyleri mi konuşacağız
    <Merve> benim laflarımla bana gelme cicim. benden botsu davranma bari.
    <ventus> yemedi dimi. yarraaamın köşesi. sigigi.
    <Merve> Gitmesine giderim de, bu senin sorunlarına çözüm olur mu orası muamma.
    <ventus> yemedi dimi. yarraaamın köşesi
    <Merve> bu sözcüğün tıp dilindeki adının bu olmadığını biliyorsun değil mi?
    <ventus> yemedi dimi. yarraaamın köşesi
    <Merve> Aynı şeyleri mi konuşacağız?
    <ventus> yemedi dimi. yarraaamın köşesi
    <Merve> Aynı şeyleri söyleyerek beni sıktığının farkındasındır umarım.
    <ventus> lan o cümleyi kurma dedim sana itoğlu bot. sıkıl lan çok da sikimdesin.
    <Merve> bu gibi ifadeleri ağzından yel alsa götürse ne hoş olur.
    <ventus> bu gibi emaneti ağzınla sen alıp getirsen ne hoş olur.
    <Merve> olumlu yaklaşımına sevindim
    <ventus> sevin sevin tabi. ee yiyişiyoz mu?
    <Merve> aklın fikrin hep buna mı çalışıyor?
    <ventus> bravo. sihirli cümleyi buldun. yalamaya başla bakalım.
    <Merve> teveccühünüz
    <ventus> hıhı evet hadi.
    <Merve> hadi bakalım.
    <ventus> hadi.
    <Merve> bir dakika...
    <ventus> hadi aq
    <Merve> bir dakika...
    <ventus> hadi aq
    <Merve> Aynı şeyleri mi konuşacağız?
    <ventus> lan gelmişini geçmişini.. çıktım ben kib.
    <Merve> pekala ventus, ne yapmamı bekliyorsun?
    <ventus> sus ve yala.
    <Merve> Sessizliğin de yeri ve zamanı var.
    vs.

    (bkz: merve ileti yazıyor)
    1 ...
  32. paramız yok oğlum

    1.
  33. bir ebeveyn cümlesi.

    **

    bir çocuğun hayallerine saplanabilecek en acımasız hançerdir bu, aynı zamanda en karşı konulamaz. zira karşı koymak, akşam yemeğindeki çorbadan vaz geçmektir. sadece kendi adına değil, aile adına da.

    boğaza düğümlenen hevestir. arkadaşlar son model action manleri, transformerslarıyla caka satarken çaresizce izlemek, çok istemektir. ancak, o arkadaşlar da hayattır, hiç bir şeyi karşılıksız yapmaz, hiç bir oyuncağı karşılıksız paylaşmazlar. hadi değişelim derler, değişilecek bir şey de yoktur şaka gibi. zaten onlar, bilmem kimin almanya dan getirdiği on yıllık peluşu, ya da modası geçmiş bir teneke arabayı takas saymazlar.

    çemberin dışında kalmaktır. herkes yeni ayakkabılarını anlatıp, ışıklı mışıklı, yanar döner muhabbetlerde söz keserken, bir kenarda sesini kesmektir. girilebilir aslında o vitrin çemberine, ancak sadece dinlenir, sadece iç geçirilir. sıra gelir, 'ben abimin kullandıklarını alcam haftaya, çok eski deyil' denir.

    çok sevdiğin futbola iştirak edememektir. mahallenin bebeleri, her biri kendini bi başka bebeto görüp, her hafta bi krampon
    patlatırken; ayaktaki püsküllü sporlara bakıp iç geçirmektir. kale arkasında autu dört gözle bekleyip, auta değil karşı tarlanın çamuruna çıkan topun arkasından koşmak, balçığa sıvanmaktır.

    beklemektir ve. zihinde masumca tekrarlanan 'bir gün param olacak' cümlesinin eşlik ettiği bir bekleyiş.

    ve bir gün para olur.

    ancak çocukluk çoktan kaybolmuştur..
    109 ...
  34. yalnızlığın rengi

    32.
  35. istanbul da yaşayan iyi bilir bu rengi.

    yığınlar arasında yalnız yaşamaktır zira istanbul. düşerken, etrafından geçen binlerce insandan bir tanesinin bile kolundan tutmamasıdır.
    bu, renkten ziyade renksizliktir.

    lakin kimi zaman, maviden daha mavi gelir yalnızlık insana. hayatın kalleşliğindense, duvarların sessizliğini tercih edersin. pek çokları da anlamaz bu durumu. arkadaşın çat diye odana dalar, 'çık dolaş oğlum biraz, hapsettin kendini eve' der. halbuki bilmez, hapsolan kendisidir, kendini kalabalıklara hapsetmiştir..

    sahi, nasıl tatlı olabilir yalnızlık?

    her gün yüzüne güldüğün, karşısında türlü şirinlikler yaparak mutlu ettiğini sandığın insanlar, bir de bakmışsın ki sendeki tüm mutluluğu kendilerine yükleyip kaçmışlar.

    pilin lambayı aydınlatırken tükenmesi hesabı..

    sonra zaten, o pilsen, istesen de tutunamazsın 'yalnızlık imha birlikleri' nin arasında. senin için rahat olan bi eskicinin tezgahı falandır artık.

    bırak dünya karanlık kalsın.
    bırak karanlık yürekleri karanlık daraltsın.

    çöplüğüne çekilir, muhasebeye dalarsın.

    kim bilir, belki şarj neyin olursun.
    2 ...
  36. ankara sevdalı patika sokak

    ?.
  37. ankara'daki bir sokağın eski ismi.

    **

    kim bilir neydi hikayesi, neden bu ismi seçmişlerdi?

    cadde kenarında boylu boyunca uzanmış adamın yanından geçerken, bir 'acep ne olmuş buna' yı fazla gören insanların yaşadığı; derme çatma sokak arası evlerin işlemeli pencerelerindeki menekşelerin karbondioksit cehenneminde boğulduğu; ezginin yok olup, çiçek dağı'nın artık sadece kırık bir kırkbeşlik ismi olarak kaldığı bu 'birbirine yabancılar devri'nde, cevabını belki de hiç bulamayacağımız sorular..

    oysa ki biz, pazara çıkarken evladını yan komşuya emanet bırakan, çoğu zaman kapısını kilitlemeden uyuyan, osman amca sokak başında göründüğünde tatlı bir akşamüstü muhabbeti için adım sayan insanlardık.

    şimdilerde, zamanın bile sanal olduğu bir dünyada gerçek olaylar anlatma cesaretinde bocalıyor dilimiz, ne yazık..

    o dili bize öğretenleri ise hiç sormayın! onlar öyle bir keşmekeşin içinde kalmışlar ki, ne sadık dostları radyolarından, ne de teknoloji harikası(!) görüntülü kutudan bir şey anlıyorlar..

    ve sevdalar..
    bir zamanlar sokaklara isim veren, gerçekten sevdalı sevdalar.
    leyla, mecnun, ferhat sahipleri çoktan çekip gitmiş, me se ne de yaşayan ağzı kerhane edebiyatından başka bir şey bilmez çakma popstarlara kalmış dramlar.

    düşük ahlak giyinen, ingilizce-ispanyolca-türkçe gayrimeşru ilişkisinden doğma berbat ağızlarıyla, onun bunun aşifteleri için birbirlerini boğazlayan bu zavallılar, acaba bilirler mi o dillerinde fahişe ye döndürdükleri 'aşk'ın, 'sevda'nın anlamını..

    gerçi tüm olgular gibi anlam da kimlik değiştirmiş. belki bu zaman için anlam, onların yükleyip onların anladığı.

    şiir hayatların gerçek sahiplerine göre aşk, maşuğun saçının tek telini görebilmek için günlerce beklemekmiş.
    bunlara göre ise; her daim koltuklarının altındaki yalakaları dakika başı tokatlamak..

    yüzde hoş bir tebessüm, elde bir demet papatyaymış.
    bunlarda ise azar, küfür, adam bıçaklama..

    tabii, yerinde soru; aşık gitti de maşuk hala burda mı sanki?
    değil, asla değil.
    işlemesi yar hayal edilerek dikilen mendiller, o mendilleri işleyen el değmemiş yürekler..
    onlar da bir lana marks cleopatra'ya, bir kaç pahalı takıya satıldılar çoktan.

    geriye kalan, sadece o günlere olan özlem.
    bir de, artık olmayan sevdalı patika sokak ta yaşamasa da, o sokağı içinde yaşatan tek tük insancıklar.

    *
    2 ...
  38. deli yürek

    40.
  39. tee kenan ın oyunculuğu bilmediği zamanlarda, okuldan çıkıp soluk soluğa yetişmeye çalıştığımız dizi. efsanedir efendim. nasıl mı? dureycanlanma, bir bardak çay kap, geç otur karşıma.

    evet, daha temiz bi toplumduk o zamanlar. aramızda ne orospuluk peşinde koşan bihterler, ne de kuzenini becermeye çalışan behlüller vardı. evlerimiz odun sobalı, muhabbetlerimiz baldan tatlıydı. okulda kankanın hoşlantı maceralarını dinlemekten, trigonometri kopyaları çekerkenki usta manevralardan yorulan çocuk bedenimiz, iki kelimeyi duyunca canlanır, topuklarımız kıçımıza vura vura yolları eskitirdik: deli yürek.

    taze dağarcığımız ilk defa bu efsane vasıtasıyla karşılaştı israillerle, transbanklarla. bunlar vardı, bir de vatanını dış tehlikelere karşı koruyan, korurken çevresindekileri de ihmal etmeyen yusuf abi.

    bu yusuf abi pek bi delikanlıydı. öyle ki, deli gibi sevdiği zeynep i, can düşmanı dahi olsa ağabey den isterdi. saygıyı bilirdi. hayata ters şeritten girmiş bacılara kol kanat gerer, kendisine silah sıkan çocukları affederdi. o, bizim olmak istediğimiz şeydi.

    lakin bu abimiz, ergen bünyelerin beklediği derecede cinsel heyecanlara kalkışmazdı ekran başında. en liberal eylemi, zeynebinin alnına kondurduğu masum buseydi.

    aslında sadece genç yiğitlerin yusuf abisi değil, genç türkiye nin görmek istediği olgunluk vardı bu dizide. ailecek izlenebilecek, herkesin hakkında bi kaç cümle konuşabileceği, dost sohbetlerinde meze olabilecek tatlı şeydi.

    izlendiği geceyi müteakip sabah kankalarla bir çember oluşturulur, kimi arif şahin hakkında, kimi turgay atacan gıyabında yorumlarını sunardı. 10 dakikalık istişarenin ardından çalan zil, 'delikanlılık kitabı'nın yazımını sonraki teneffüse bırakırdı.

    ve kavga etmezdik o zamanlar. bu istişare çemberinin içinde lazı da vardı, çerkezi de; yörüğü, kürdü de. işte herkes karınca kararınca kurtarmaya çalışırdı 'canım türkiyemiz'i. sözler verilirdi, ne amerika, ne rusya, ne de bilmem ne bizi bölebilirdi.

    sonra zaman geçti. yusuf abi bir pusuda teslim etti canını.

    bizse büyüdük, koca koca adamlar üniversitelere yerleştik.

    aşk-ı memnu lar geldi ve. bize yabancısı olduğumuz, cebi dolgun ama yüreği boş insanların birbirini hiç sevmediği dünyalar anlattılar.

    onlar anlatırken, biz kavga ettik.

    kenan da yusuf idi, devran oldu. yusufla beraber bıraktı masumiyetini, bizdenliğini.

    ah deli yürek, ne de özlemişiz seni..
    5 ...
  40. kendini hiçe sayan adam

    ?.
  41. temel olarak, değersiz olduğunu düşünen adamdır, vesaire vesaire..

    bir akşamüstü vapur sesiyle kendine gelip, akşama kadar hiç yaşamadığını anlamak, bir taraftan 'nerdeymişim ben, ne yapmışım şimdiye kadar' soruları sordururken; 'artık burdayım işte, artık başkayım' demenin de bir yolu aynı zamanda. günü akşamdan başlatan uyarıcı.

    boşa akan su gibi umursanmaz, kendi haline bırakılmış vaziyette geçen zaman, tükenmeye yüz tuttuğunda farkedilir, yine sözkonusu su gibi. uzaklara dalan gözler kaçan zamanı koşup yakalamak için fırsat kollayan adamın sözcüsüdür.

    peki ne yapılmıştır, nedir böyle düşündüren, böyle içlendiren..

    kadıköy'ün arka sokaklarında delikanlılık yaparken mazlumun hakkını koruyan, gururu okşanan adam neden vazgeçmiştir bu 'kutsal' görevinden?

    en sevdiği dostunu, bir buçuk santimlik bi metal parçası yüzünden kaybeden adam, korkudan değil, ama belki nöronlarını sızlatan katran düşüncelerden almıştır dersini. evet koçum, sen delikanlısın ama hayat değil işte. istersen ömrün boyunca peşinden koştuğun cengaverlik üzerine kitap yaz, nobel al, insanlar seni iltifat manyağı yapsın. olmayacaksın, şu manzaradan sonra asla mutlu olmayacaksın.

    en iyi liselerden mezun olup itü ye sağlam bi giriş yapmak, sana cal-tech te master yapmayı vaad etti, mutlu olmayı değil. nasıl ve ne zaman, hangi esrar kokulu damaltında tahsile bağladın mutluluğu? sen zaten orada kaybettin. koynunda geceleri eskittiğin son model fahişeler, hayatını unuttururken paranla beraber düşünme yetini de aldılar elinden, yine dönüp dolaşıp geleceğin yer olan güzel şehr-i istanbul dan daha güzel göründüler o günah dolu gözlerine.

    roman oluşturacak kadar dolu sorular..
    ve beraberlerinde getirdikleri kaygı, öfke, nefret ve bilumum iç gıcıklayıcı bilmem ne. istesen kavrayıp kökünden sallayacağın şu iskele babası, şimdi kaslarını parçalayan bi silindir gibi düşüyor düşüncelerine. yanından geçerken üçüncü sınıf parfüm kokusunda seni boğan beşiktaş kızı, güçlü sandığın bedeninin ne zayıf bir dokunuşla yıkılacağını anlatabilmiş olmalı. hayır, en aydınlık günde umut ışıklarını karanlıklara boğsa da kirli havayı sakın suçlama, zira senden suçlu değil. öyle hissetmiyor musun? yalan söyleme.

    bir devrin yok oluşu, kayıp gençlik hikayeleri anlattığın arkadaşların, şimdi senden çok uzak, çok daha kabul edilebilir dünyalarda yaşıyorlar. bir tanesi karşına çıkıp, 'nerelerdesin bunca zamandır' dese, 'ben' dersin, 'işte..' dersin, daha da diyemezsin. hayatın boyu hem arkasında koştuğun, hem de unutmaya çalıştığın o yüksek erdemler izin vermez sana. karşındaki söz dinlemiş adamın gözlerine baksan, bakabilsen miden bulanır, yerinden zerre oynayamazsın. bi kussan rahatlayacaksın gibi gelse de, öyle değil. zira rahatlamak için sen, kendini kusmalısın günahkar, kendini..

    bir zamanlar okulunun kapısından her girişte tüylerini diken diken eden duygu, seni fakültenin kapısına değil, adam olmaya götürürdü. ama bir şeyler oldu, sen de hep küfrettiğin kapitalistlerden daha açgözlü, yanlarından geçmediğin anarşiklerden daha hırslı oldun. kaybolup giden tüm erdemlerinin yanında çaresizce tutunduğun çalışma azmi, eş dostun seni görmek istediği amarikalar a taşıdı belki, ama bu kadarla bitmedi.

    ilk gördüğünde seni büyüleyen santa cruz un bitmek bilmez sahil şeridi, dışa vuramadığın aşağılık, lağım kokulu nefis çizgilerindi aynı zamanda. o zamanlar hiç bitmeyecekmiş gibi görünen mühletin, bir gün seni yargılamak için kullanılacağını hesaba katmalıydın.

    yalan taşırma kabında geçen yıllar sana seni unuttururken, büyük şirketlerde büyük maaşlar sağlayacak koltuğun da hazırlanıyordu yavaş yavaş. o koltuğa kurulduğunda daha janjanlılarını organize etmeyi planladığın partiler, odun sobalı anadolu evlerinin samimiyet kokulu atmosferini sildi hatıralarından.
    geride kalan şehvani pis duygular, alkole boğulmuş kayıp sabahlardı.
    ve okul bitti, işte burdasın.

    giderken uğurlayan dostun, geri dönüşünle aradığında duyduğun 'bu numara kullanılmamaktadır' sesiyle meraklandırdı seni. merakın, o numaranın sahibinin akıbetini öğrendiğinde üzüntüye döndü, o da artık yoktu.

    ve işte şimdi, tam da şu an başladın düşünmeye. sana en yüksek dereceleri kazandıran kıvılcımlar bile düşünme değildi, geceler boyu tez hazırlamak için sarfettiğin efor bile. şimdiki, en çetin iş.

    bu iş sana, ömrünün 25 yılının çöp kutusunda olduğunu idrak ettirdi. yüzün kızardı, tenin gerildi, tüm bedenini yakan kızgın yağlar döküldü üstünden.

    daldın, sanki bir daha hiç çıkmamacasına. şükür ki şu vapur sesi vardı..

    şimdi durma, zalim heceler ve keskin düşünceler aklını istila etmeden, umursanmaz akan su bitmeden koş.

    en temiz doğrulardan, en derin abdestler al.

    bedenine değil, zihnine de.
    7 ...
  42. bir protesto şekli olarak platonik aşk

    ?.
  43. yine kendini kaybedip takır takır entry yazdığın, etrafında son hızıyla akan zamandan kendini soyutladığın bi an, ensende bir şaplakla kendine gelirsin; başka bi yaşam formu olsa asla katlanmayacağın kişinin, dostunun şakasıyla. ve beraberinde şu sözleri duyarsın:

    - olm naabiyon lan. benliğini teslim etmişin gene sözlüğe.. ders çalış lan, para kazandıracak şeylere bak biraz.

    nezaketin en frenleyici haliyle hoş bi tebessüm geçer, 'hadi işine bak' dercesine kafa sallarsın.
    sallamazsın. çünkü bilirsin herkesin bir gün tarih olacağını, aynı toprağa konacağını. ve paradan daha değerli hayallerin vardır, hele de böyle bi saatte böyle bi yazı yazıyorsan.

    zannedildiği gibi benliğini teslim ettiğin şeyin de sözlük olmadığı anlaşılır o an. aslında sen sözlükte değil duygular alemindesindir. belki aşık, belki küskünsündür kim bilebilir?
    evet lan. bu da gereksizdir aslında. ama dışardaki çoğu şeyin yorduğu zihnin ve bedenini; dinlendirici nadir şeylerden biriyle, o nu düşünerek soluklandırmak, eminim ki nihayetsiz çıkar çatışmalarından çok daha masum, çok daha evladır.

    senin gibi adama enayi diyenin de bilmem neresini karışlarım ben. zaten geceler boyu yüzlerce entry okumuş, en felsefi ufuklardan en futbol renkli muhabbetlere dalmışsındır. kafan allak bullak. aralıksız beşyüz sekme açtığın bilgisayar nasıl sana yetişemezse, sen de seni kuşatan dünya ya yetişemezsin. ama sağlam bi dead lock ve her şeyi temizleyen bi restartın ardından taş gibi olursun. karmaşayla beraber, eski düşüncelerindir de giden. iyi mi bilmem ama, en azından yenisindir, olaylara çok başka bakansındır.

    eskiden kafeteryada görünüp dizlerinin bağını çözen güzel, şimdi gelip yanına bile otursa teomansındır. ha yine kalbin çarpar, mutlu olursun, ama o kadar işte. siklemezsin. seni heyecan ve güvensizliğin dipsiz kuyularına yuvarlayan 'ne yapsam' duygusu yoktur artık.

    yoktur çünkü, artık platonik bağımlısı olmuşsundur. şimdiye kadar yaşadığın saman tadında, yalan ve riya kokan, kendisiyle beraber an be an seni de tüketen yavşak maceralar bu noktaya getirmiştir hayatını. 'anasını sikerim böyle aşkın da böyle sadakatin de' deyip, seçme hakkın olsa bir daha yanından bile geçmeyeceğin kızgiller familyasını, yeni yeni atraksiyonlarda merkez almaktan vazgeçmişsindir.

    o na böyle uzaktan bakmak, ellerini tuttuğun an değerinin kaybolup gitmesinden de iyi gibidir. hem riskten kaçarsın, hem saçmasapan yalanlar duymazsın, hem de biraz saygın olur lan kendine, bi işe yararsın. hayatı sikmek ve sikilmek gibi iki kelimeye sığdırmaya çalışma öküzlüğünden de biraz olsun kurtulmuş olursun.

    beklentin yoktur stres olmazsın, amacın yoktur heba olmazsın. aklında yaşattığın sevgilin, sadece ve sadece senin istediğin şeydir.

    bu, kutsal bi duruştur.*

    saçmaladım.
    evet yalnızım.
    1 ...
  44. çocukluk arkadaşına ilan ı aşk etmek

    1.
  45. uyandım.
    yanıbaşımdaki dünden kalan yemek artığına takıldı gözüm. bir kaç kurumuş pizza dilimi; ucuz bim pizzası. muhteşem bir açlık hissetmeme rağmen, manzara karşısında, iştahla beklediği kemiğin plastik çıktığını anlamış köpek gibiydim. neyse deyip bir dilim aldım, yutkundum boğazım acıyarak. ikinci ve son ufak dilimi ne elim ne de gururum kaldırdı, kalktım.

    balkona doğru yürürken ayağım takıldı yerdeki kağıt topuna, düşecek gibi oldum. eğilip aldığım dif notlarını, kötü geçen vize sınavının ardından bana alaycı bir bakış atar halde buldum. finallerde yine muhtaç olacağımı bilsem de, hayatımda bir daha görmek istemezmişçesine en uzak köşesine fırlattım 5 metrekarelik odamın. ve balkona çıktım, gerindim şöyle bir.
    çok pahalı bir fahişe gibiydi istanbul havası; soğuk ve cazibedar.

    yeni aydınlanan sokakları boş gözlerle izlerken, karşı binadan çıkıp koşturan kediyi gördüm. define bulmuş fukara kadar heyecanlı olan hayvan, ağzında bir şey getirmiş iştahla yiyordu. 'ne işin var lan bu saatte soytarı!' dedim gülerek. sonra, aslında kendime güldüğümü farkettim. nedense tuhaf bi mutluluk doldu bedenime.

    isteksizliğin en olgun haliyle içeri çevirdim yönümü. nefesimle ısınmış oda, narkotik bir kokuyla karşıladı beni. lavaboya yöneldim. yüzüme çarptığım soğuk su beni biraz daha uyandırdı. kafamı kaldırdığım an kendimle karşılaştım. ve 23 yaş kırışıklıklarıyla. saçlarımın dökülüyor olduğunu hissettim. 'ne oldu ki, neyi dert ettim' diye sordum kendi kendime. standart bi sabah için çok fazla edebiyat olduğunu düşünüp, daha fazla düşünmemeyi tercih ettim.

    mutfağa girdim. amacım kahvaltılık bir şeyler hazırlamaktı. üç günlük bulaşık dağının arasından sıyrılıp dolaba ulaştım. bir kaç zeytin, bir dilim peynir, katı bir dilim ekmek. fazla beklemeden çıktım, az önce havalandırmak için penceresini açtığım odama geçtim. canım çay istedi, kalktım bi demlik buldum. su kaynamaya çalışırken, baskın gelen sabırsızlığımla kahvaltıya başladım. çay olduğunda ben çoktan doymuştum.

    bir kupa eşliğinde televizyonun karşısına oturdum. saçma sapan sabah programları ve iç burkan haberler arasında şuursuzca zap yaparken, bi kanalda oyunbozan a rastladım. bu saatte ekranda olması alışılmış değildi. izlemeye daldım. okan ın oyunculuğunu kutsarken yalnızlığımı farkettim. canım sıkıldı, kapattım televizyonu.

    işten yeni, son kız arkadaşımdan da aylar önce ayrılmıştım. karşıya her geçişimde simit manyağı yapmayı adet edindiğim martılar haricinde, beni özlemle bekleyen bir şey yoktu dışarıda. henüz soğumamış yatağıma tekrar uzandım. daldım. telefonun şarj uyarısı kendime getirdi beni. 'dur lan şunu prize takiim' derken, öylesine kurcalamaya başladım telefonu. rehbere girdim, kayıtları alt alta okurken, onun ismine takıldım. bir an çok farklı hissettim, tarif edilmez, ama belki deniz anasının gazabına uğrayan şok delisi anlar bunu.

    kendisi yan komşumuzun kızıydı. mahalleye yeni taşındığımızda, ablasıyla beraber ilk o gelip çağırmıştı bizi oyun oynamaya. sevimli bi kız çocuğuydu o zamanlar. bana adımla hitap eder, bense aramızdaki tam 1 yaşa istinaden 'abi' demesini isterdim. sırf bu yüzden çocuk saflığında kavgalarımız olurdu. ama hani severdik birbirimizi, samimi arkadaştık sonuçta.

    aradan zaman geçti, ergenlik denen garip istasyona geldik. bu istasyonun burun kaldıran atmosferiyle birbirimizi beğenmez olduk, soğuduk karşılıklı. meşhur mahalle baskısıyla da iyice uzaklaştık birbirimizden.

    üniversiteyi kazandığımızın ertesi o antalya da kalırken, ben de istanbul yollarına düştüm. hepten koptu irtibatımız. birbirimizi düşünmez bile olduk. sadece arada laf açılırsa, ondan bundan duyuyorduk hakkımızdaki haberleri. yine böyle bir duyum, yakın zamanda hayatında birinin olduğu haberini getirmişti bana vazgeçilmezimin. sonra 'hayırlısı' deyip belgeyi kapatmış, geri dönüşüm kutusuna yollamıştım. ve evet, işte şu an geri dönmüştü düşünceme.

    'ne oldu ki, neyi dert ettim' sorusunun da cevabını bulmuş gibiydim. onun yeri hep başkaydı bende. samimi olduğum ilk kız, sevecen komşu, sırdaş, yıllar boyu değişmez oyun arkadaşı.. çocukluk ve gençliğimin temiz varlığı, güzel şey.. ve bir yıl önce, nadir bir eş dost gezisinde gördüğüm ve nedense idrak edemediğim son haliyle, aradığım pek çok şey..

    bu edebiyatı başka birinden duysam işçilik harikası küfürler ederdim ona. ama nooluyodu lan, ben böyle şeylere alışık değildim.. ne kadar salakça da olsa, aşık olmanın arefesindeydim.
    ve aşık olmuş durumda olacağım ileriki günler için plan yapmalıydım.

    kim bilir, belki de şu başkalaşmış dünyanın kaşarları, onların yalakalığıydı bana bu güzelliği hatırlatan.

    ve evet biri vardı onun da hayatında ama, belki artık var'dı'.

    ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. bir kaç yöntem geldi aklıma ilan-ı aşk için, değerli pek çok şeyim olsa da hiç sevgilim olmamış biricik sevgilim için.

    tüm yöntemlerden vaz geçtikten sonra, arayıp sesini duymanın iyi bi başlangıç olacağını düşündüm.

    ve şarj aletine uzandım, kapanmakta olan telefonu beslemek üzere.
    1 ...
  46. kız karşısında sözlüğü kullanarak karizma yapmak

    4.
  47. - şeyy, merhaba. sözlüklerle ilgilendiğinizi duydum. uludağ sözlük te yazıyorum ben.
    + ne güzel. ben de moderatörüm orda.
    - (mavi ekran)
    2 ...
  48. kız karşısında sözlüğü kullanarak karizma yapmak

    1.
  49. asosyallikten dünyası kireç tutmuş yazarın, bir kız karşısında son şansı olabilecek eylem. gerçi artık o da olamaz, zira yeni doğan her 7 kişiden 4,224 ü sözlük yazarı.

    **

    - : her hangi bi kız
    + : suskun ve karizmatik genç

    - ya utkuu, biliyo musun geçen bötençcan bilmediğim bişey söyledi, hemen baktım öğrendim ulu sözlük teeennn..
    + öyle mi? neydi bilmediğin şey?
    - kapitaliiizzzmm.
    + hmm. hayırlısı bakalım. [bsgçk yaa, uğraştığımız şeye bak..]
    - efendim? bsgçk mi? o ne ki, dur bakiim hemen..
    + ıı yokk, bakma ona bakma, bişi diil anlamsız zaten karşılığı olabilir mi böyle bişeyin?
    - evet olmaz.
    + bak ben faideli şeyler gösteriim sana, mesela şu, $ukela butonu, moderatörün seçimi.
    - aaa, sen nerden biliyosun bunlarııı...
    + (kenan ışık sesiyle) şey, yazarım ben orda.
    - gerçekten mieeaaa!! akşam bize gel o zaman, veriim sanaa..
    + oldu o zaman.

    yuh! bu da fazla saçma oldu..*
    (bkz: bunu yazan bunu da sıçtı)
    7 ...
  50. yaran tabela yazıları

    87.
  51. e-5 te, pendik-gebze istikametinde ilerlerken görülebilen, yolun sağ yakasındaki tabela;

    -güleçpak halı yıkama
    hizmetlerimiz: halı yıkama.


    (bkz: hadi canım)
    3 ...
  52. uludağ sözlük günlük

    10.
  53. sevgili günlük;

    saat şuan dokuz elli iki.
    çok uzun zamandır sevgili diye hitap ettiğim yegane varlıksın. nerde bu ruh ikizleri? benim için yok, soyları tükendi heral. yoksa ben mi çok seçiciyim sözlük.. halbuki ne bulsam yering, pırasa, kereviz, badılcan, kelle-paça bile.

    saat şuan on sıfır altı.
    en son yazdığımdan sadece 12 dakika sonrası. halbuki yıl geçmiş gibi.
    ben yine kukumal kuşu gibi tünemiş vaziyetteyim klavyenin başında.

    saat şuan bilmiyorum. çok da skimde zaten. sen de cevap vermiyosun bana sözlük. yetti be, çok yalnızım be sözlük!
    2 ...
  54. buz gibi havada üşümemek

    ?.
  55. huzursuzdur böyleleri. hamam gibi odada kapıyı açarlar, odadakiler de 'kapauuaat!' diye höykürür.
    tabii karizmatiktir de bu durum. herkesin 8 kat ceket giydiği ortamda, tişörtle gezilir, dikkat çekilir.
    1 ...
  56. istatislikler bikini gibidir

    ?.
  57. tanım yapmayan yazar

    3.
  58. sözlüğe 'arkadaşlar elemana ihtiyaç var' mantığıyla alındığını tahmin ettiğim, 'ne entry olsa girerim abi' mantıklı yazarlardır.

    (bkz: uludağ sözlük ün ekşi sözlük ü geçme sebepleri)
    2 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük