(yunanca pan: 'bütün' ve psykhe: 'ruh')
felsefede, gerçekliğin birbirinden ayrı ve farklı ruhsal varlık ya da zihinlerce olşturulduğu görüşü. maddenin canlı olduğunu kabul eden hilozoizm ile doğadaki her şeyi tanrı'yla özdeşleştiren panteizmden ve tanrı'nın varlığının tümüyle değil ancak bir bölümüyle evreni içerdiği görüşünü savunan panenteizmden farklıdır. panpsişizmin tipik bir temsilcisi olan gottfried wilhelm leibnez'e göre dünya ruhsal enerji atomlarından oluşur. monad adını verdiği bu atomların her biri değişik bilinç düzeyine sahiptir. cansız evreni oluşturan varlıklardaki monadlar uyur, hayvanlardaki monadlar düş görür, insanlardakilerse uyanıktır. tanrı bütünüyle bilinç olan monaddır. schopenhauer'in tüm varlıkların içsel doğalarının iradeden oluştuğunu ileri sürmesi panpsişizm görüşüne uygundu. bu görşün ateşli bir yandaşı da deneysel psikolojinin kurucusu gustav theodor fechner'di; ona göre ağaçlar bile duygu ve bilinç gibi ruhsal etkinliklere sahipti. mutlak idealist düşünürlerden josiah royce, göksel cisimlerin ruhu olduğunu öne sürerek yalnızca fechner'in izleyicisi olmakla kalmadı; aynı zamanda her hayvan türünün bireysel özellikte tekil bir bilince sahip olduğu ve bu bilincin o türün tüm bireylerine yansıdığı biçimindeki ilginç kuramın da svunuculuğunu yaptı. felsefesinde her gerçek varlığın duygu, coşku, bilinç gibi ruhsal etkikler gösterdiğini ileri süren alfred north whitehead de panpsişist düşünürler arasında sayılabilir.*
'' AB ile ABD arasında yıllardan beri süren bir kavga geçtiğimiz hafta iyice su yüzüne çıktı. Bu kavganın hem AB-ABD ilişkilerindeki rahatsızlıkları, hem de AB'nin iç sorunlarını açıkça ortaya koyan bir niteliği var. işin temelinde yatan, ABD ile AB arasında imzalanan bir anlaşma. Anlaşmanın adı swift Anlaşması. Basında çıkanlara bakılacak olursa, olay ABD'nin AB içindeki bankalar arası işlemler hakkında bilgi sahibi olmasına izin verilmesinden ibaret. Oysa iş daha karışık. Tüm uluslararası havaleler, 70'li yıllardan beri SWiFT adlı kuruluş tarafından yerine getiriliyor. Merkezi Belçika'da olan SWiFT bu operasyonları ABD'deki bir server üzerinden gerçekleştiriyor. Hemen söyleyelim, SWift'in elinden geçen para değil. Ama her havale hakkında en ayrıntılı bilgiler bu server üzerinden aktarılıyor. 11 Eylül'den beri ABD, topraklarındaki bu bilgisayar merkezinden geçen tüm bilgileri kopyalıyor. Bahane: Terörle mücadele. '' http://taraf.com.tr/makale/8517.htm
'' Ölmek istiyorum. izin vermiyorlar.. Ölmek istemiyorum. Öldürüyorlar..
Öldürmek istemiyorum. Öldüreceksin diyorlar.. (21. yüzyılda düzenimiz böyle)
Ölmek istemiyorum, öldürüyorlar!
Dünyaya egemenlik tahtını paylaşamayacağı söylenen iki ülke, ABD ve Çin vatandaşlarına karşı ölüm cezasını en çok uygulayan iki ülke. ABD'de kimi eyaletler elektrikli sandalyelerle, damarlara zerk edilen zehirlerle adam öldürmeyi yeni yeni kaldırmaya başladı. Gerekçe, mahkumları hapishanelerde ömür boyu yaşatmanın ölüm cezasını infaz etmekten daha ucuza mal olduğu. Gün gelecek, bir tanımı da kendi vatandaşlarına karşı şiddet kullanma hakkı olan devletin öldürme hakkı mazide kalacak.
Öldürmek istemiyorum, öldüreceksin diyorlar!
Devletlerimiz bizden vergi diye topladıkları paralarla silah yapıyor, silah satın alıyor, gençlerimizin eline silah verip kullanmasını öğretiyor, bizlere düşman belletiyor, öldüreceksin diyor, öleceksin diyor, bizi cepheye yolluyor. Gitmem diyeni, ben ölmek ve öldürmek istemiyorum diyeni de hapishaneye. Gün gelecek, devletlerin savaş davetine kimse gitmeyecek. Bugün birçok ülke savaşlarını paralı askerleriyle, yoksulluğa mahkum ettikleriyle, asker olmaktan başka çaresi olmayanlarla yürütüyor. Gün gelecek bayrak için savaşıyorsun diye parayla köleleştirilenler de savaşmayacak.
Ölmek istiyorum, izin vermiyorlar!
Hastayım, yaşlıyım, kendimden geçmişim, şuurumu kaybetmişim, ihtimal yok geri dönmeme. Beni bana rağmen ilaçlarla, makinelerle zorla yaşatıyorlar hastanelerde. Beni iyi etmekten, sağlığıma kavuşturmaktan değil, hasta tutmaktan para kazanıyor ilaç firmaları, yoğun bakım makinaları imalatçıları, ve dilim varmıyor ama doktorlar- hapishanelerde ölüm cezası infaz edildiğinde raporlarını tutup 'öldü' diye imza atanlar. Onlar ki infazlarda hazır bulunmasalar infazlar yasal olarak gerçekleşemeyecek. Onlar yaşamak isteyenin öldürülmesinin işbirlikçileri. Onlar yaşamak istemeyen, yaşayacak hali kalamayanları, Hipokrat’a yemin ettik diye zorla yaşatanlar.
Devletlerimiz diyor ki biz onursuzları, ırz düşmanlarını, katilleri öldürürüz.
Devletlerimiz diyor ki, onurdur vatanın adına ölmek ve öldürmek.
Devletlerimiz müsaade etmiyor, ben bitip tükendikten, bir tek onurum kaldıktan sonra, onurumla ölmeme. ''
'' Zürcher'in Kemalist dönemle ilgili altını çizdiği hassas noktalardan bir tanesi Cumhuriyet döneminin ağır bir endoktrinasyon ve yerine göre tek adam, yerine göre tek parti, yerine göre tek ideoloji kültü yaratmak üstüne kurulmuş olduğu. Bunun temelini özellikle 1919'la başlatılan ve sınırlarını bizzat Atatürk'ün Nutuk'la tayin ettiği yaklaşım oluşturuyor. Bir modernleşme paradigması olarak Kemalizmin içinde yaşadığı dönemin de etkisiyle pozitivist, tekçi, elitist ve sınırlı bir demokrasi anlayışına sahip olduğunu ifade eden Zürcher'e göre Kemalizm rasyonel bir toplum mühendisliği projesinin unsurlarını bünyesinde taşımıştır. Toplumsal bir tabana sahip olmayan Kemalizm ideolojik hegemonyasını sağlamak ve onu temsil eden bürokratik zümrenin çıkarlarını devam ettirmek adına toplumsal ve kurumsal bir dizi değişiklik yapmıştır. Örneğin tarih Kemalizm tarafından yeniden yazılmıştır. Zürcher'e göre bu sebeplerle Kemalizm, bir modernleşme projesi olarak bugün takip edilemez. Kendi döneminin ihtiyaçlarına yönelik çözümler sunan fakat bugünün demokratik ve çoğulcu gerçeklerinden hayli uzak bir içeriğe sahip bir ideolojidir. Elbet bunun karşısına çıkan ve tartışmaya renk katan argüman, Kemalizmin yeniden yorumlanabileceği ve Kemalist öğretilerin çağın getirdiği yeniliklere adapte olacağıdır. Fakat bu karşı argümanın çıkmaza girdiği nokta, hangi Kemalizmin (hatta neo-Kemalizmin), ya da kimin yeniden tanımladığı şekliyle Kemalizmin bir modernleşme projesi olarak izleneceğidir. Kemalizm erken Cumhuriyet dönemindeki politikaları anlamak adına bize bir yol haritası sunuyor olabilir. Kaideleri tek kalemden çıkmış ve denetiminde uygulanmıştır. Bugünün Kemalizm yorumları ise, yer yer kendi içinde çelişen söylem ve eylemlerle karşımıza çıkmaktadır. Örneğin yüzünü Batıya dönen erken Cumhuriyet dönemi Kemalizmi, bugün aynı coşkuyla Batıya bakabiliyor mu? Ya da toplumu hala yekvücut bir yapıda ele alabiliyor mu? Kemalizmi, bugünkü şekliyle anlamak istiyorsak, Kemalizmin içine düştüğü çıkmazları tartışıyor, 'Hangi Kemalizm?' sorusuna yanıt verebiliyor olmamız gerekiyor. Aksi takdirde Kemalizm, Zürcher'in de belirttiği gibi, modernleşen Türkiye'nin tarihinin yalnızca bir dönemine ışık tutuyor ve bize o dönemin realitesini tüm çıplaklığıyla sunuyor. ''
''abisi ve güzel karısının yanında sığıntı gibi yaşayan Seniha'nın onların hayatını mahvediş öyküsünü anlatıyor. yasak bir ilişkinin bu üçlü arasında doğurduğu uçurumu işliyor. YapımcıYerli Film'in basın bülteninde belirttiği gibi Seniha aslında yengesi Mükerrem'e kıskançlık duymuyor; her şeye sahip olan, gölgesinde yaşadığı, kaderi ona kul köle olmak olan abisini kıskanıyor. Ancak filmin yapımcısının bile bu hataya düşmesinden yapım şirketini değil bizzat Zeki Demirkubuz'u sorumlu tutmalı. Çünkü biz izleyenler de, değil Seniha'nın aslında abisini kıskandığını, filmin başlığı olmasa ortada bir kıskançlık duygusu olduğunu bile anlayamazdık. Seniha filmin başından itibaren, her ne kadar kompleksleri, eğretiliği ve sosyal konumu dolayısıyla uzak, soğuk, kaskatı bir tipse de, Mükerrem'e karşı son derece açık sözlü ve nazik görünüyor. Üstelik sadece öyle görünmüyor, ona iyi niyetle yaklaştığına çoğu kez kasten şahit ediliyoruz. Seniha filmde daha çok bir başkasıyla değil, yalnızca kendiyle bir derdi var gibi görünen içine kapanık sert bir karakter sadece. Senaryo, sinema dili ve performansa baktığımızda Seniha birdenbire kötülük peşine düştüğünde nedenini anlayamamız yetmiyormuş gibi bir bildiği olduğunu düşünebilecek denli şüphe etmiyoruz ondan. Filmin başlığı ve Mükerrem'in kıskanılacak kadın halleri bizi filmin dörtte üçünde izlediğimiz bu iki kadın arasında bir haset olduğunu beklemeye itiyor. Yönetmen bize kendi öyküsüyle ilgili ipuçları vereceğine biz kendi mantığımıza, sezgilerimize ve sinema bilgimize sığınıyoruz. Ancak bu bilgi ve görgümüz yönetmen koltuğunda karşılık bulmuyor ki filmin sonuna gelindiğinde başladığımızdan daha kafamız karışık bir şekilde ayrılıyoruz salondan. Ve iş işten çoktan geçmişken bile soruyoruz: "Şimdi bu adam bize neyi anlattı? Neyi anlatmak istemişti de olmadı?"
Filmin belkemiğini oluşturan duygunun yoksunluğu ya da belirsizliği bir yana, çıkış noktası olan romanın sinema yorumu da son derece problemli. Demirkubuz nasıl romanın adına ve birini belirgin bir şekilde çirkin birini güzel yaptığı karakterlerinin yan yana gelişlerindeki doğal sonuçlara güveniyorsa, uyarladığı romanın edebi gücüne, nüktedanlığına, hatta zamanı ve ruhu taşımasına da öyle yaslanıyor. Film adeta roman için bir kukla şovu. Oyuncular sanki ne söylediklerini anlamadan dursuz duraksız kelime talimi yapıyor; kostümler ve sanat yönetimi adeta romanın perdeden geçip izleyiciye akmasını umuyor sessiz ve pasif. Söylemeden geçmek olmaz: namuslu Mükerrem'in aklını çelen sosyetik kazanova Nüshet'e ne demeli! Dönem filminde dönemine uymayan bir görünüm, hal ve tavır içindeki bu adam/çocukta ne bir karizma ne gizem ne alım var. Bırakın o dönemdeki Mükerrem'i şu dönemde de her dönemde de solucan görünüm ve mizaçlı bir karaktere neden aşık olunsun? Gerçek hayatta böyle gariplikler olabilse de, iş film kahramanlarına geldiğinde izleyiciye -en azından- karakterler açısından bu duyguları mantıklı kılacak veriler sağlanması sinemanın en basit gereklerinden değil midir? Bu filmdeki sevgililer kimin mantığına sığar? Gördüğüm en başarısız oyuncu seçimi bu olsa gerek. Pes doğrusu! Hal böyleyken, Kıskanmak'tan övgüyle söz etmek çok zor oluyor. Umuyorum ki ne edebiyat, ne tiyatro, ne resim, ne felsefe, yalnızca tüm bunları ve çok daha fazlasını derinlerinde barındıran, ama usul usul, ama kendine has olan sinemayı sinema gibi yapmayı bilen Türk filmleri izleriz. Böyle filmler bu özlem duygusunu depreştiriyor nasılsa.'' http://www.siyad.org/article.php?id=2975
okunacak fazla bir şey olmadığından dağların ortasında çığlık atıp kendi yankını duymak gibi bir şey... yeter ki ses olsun, kafayı yemiyim deniyorsa eyvallah, ama öbür türlüsü pek akıl karı değil.
amaç diyalektikse faydalı. gülmek, eğlenmekse o da iyi. ama ego tatmini için yanlış bir seçim. sonunda yılan dönüp kendi kuyruğunu yiyor, başka da bir bok olmuyor afedersin.
kanal d bu gece bir kez daha veriyor. bu aralar iyi veriyorlar valla. böyle verirlerse iyi. reklamsız verirlerse daha da iyi. zaten 22:30'da veriyorlarmış... o saatte fazla reklam vermezler herhalde. vericeksen zaten çatır çatır ver. şöyle bir saat kesintisiz ver ki bir şey anlayalım...
süper yazıyor. ayrıca başka işler de yapıyor. ayıp olucak ama ahanda viki'den alıntı;
''Birgün gazetesinde her pazar Finans Politik adlı köşesinde yazarlık yapmaktaydı. Taraf gazetesinin kurulmasından sonra Ekonomi Politik adlı köşesiyle Taraf gazetesinde köşe yazarlığı görevini yapmaktadır. Halen istanbul Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görevde bulunmak üzere Finans ve işletme dersleri vermektedir. Ayrıca ATV Ana Haberde ekonomi ve siyaset editörlüğü görevini yürütmektedir.'' http://tr.wikipedia.org/wiki/Cemil_Ertem
''Cumhuriyet, diktatörlükle ulus-devlet ve ulusal pazarı inşa etme projesi olarak doğmuştur. Birinci Paylaşım Savaşı, egemen ulus-devletleri doğurma, ortaya çıkarma altüst oluşuydu. Burada Osmanlı imparatorluğu'nun bütünlüğünü koruması, Almanya'nın başını çektiği mihver devletleri için tercih edilir bir durumdu. Osmanlı imparatorluğu, bu devletler için Batı'dan Doğu'ya geçişin bir köprüsü ve sömürgesi olarak var olmalıydı. ittihat ve Terakki ise (kendince) bunun, Batı'ya bağlanıp Doğu'ya yayılmak amacı için bulunmaz fırsat olduğunu düşünüyordu. Enver-Talat-Cemal çetesi doğuya doğru yayılmacı bir ulusçuluğu benimsedi. Bunun içinde Almanya gibi bir güce dayandılar. Ancak Kemalist kanat bunun bir hayal olduğunu farkındaydı. Nitekim yenilgi Kemalistleri haklı çıkardı. Kemalizm sanıldığı gibi karşı koyuşa değil, otarşik ve pragmatist teslim oluşa dayanır. Kemalizm'in tercihi, daralan bir Türk ulus-devleti idi.
ittihatçıların ayrımı Turan ve Misak-ı Milli ayrımı idi. Turancılar kaybetti. Burada çok önemli bir nokta var: Lozan'la, Sevr arasındaki fark. Lozan'ın itilaf devletlerinin kontrolünü arttıran bir yanı vardır. Lozan, Fransa ve ingiltere'nin ABD'yi Ortadoğu'dan uzak tutma amaçlarına hizmet etmiştir. Fikret Başkaya'nın vurguladığı gibi, Kemalistler Musul-Kerkük'ten vazgeçerek ABD himayesinde kurulması olası olan özerk bir Ermenistan ve Kürdistan oluşumunu önlemişlerdir. (işte yeni Anglosakson egemenliği şimdi bunu geri alıyor. Olan biten bir yanıyla da budur.)
Kemalist rejimin ilk amacı ticareti Türkleştirmekti. Daha sonra doğuda feodal Kürt beyleri ile ittifak yapıp, hem ekonomik ve sosyal statükoyu korumak hem de dışarıdan gelecek bir Kürt baskısına karşı tampon oluşturmak ilk adımlardan birisi oldu. Ticaret ve komprador burjuvazisi, asker-sivil elitler ve feodal yapılardan oluşan oligarşi, dünya 1929 bunalımıyla sarsılırken Türkiye'de artık işbaşındaydı. Bu yapı, dünya konjonktüründen de yararlanarak, yalnız iç pazara dayalı bir ekonomi ve ulus-devlet için yola koyulmuştur. Bundan sonraki hikâyeyi biliyorsunuz. Azınlıklara yapılan baskılar ve yağmalar, Amerikan yeni-sömürgeciliği, darbeler ve şimdilerde de Cumhuriyet kurulduğundan beri oligarşinin bir unsuru olan asker-sivil bürokrasisinin, iktidarını kaybetme ve oligarşi içinden tasfiyesine karşı direnişi. Bu kesim, tek bir ulusal pazara ve ırka dayalı baskıcı bir devlet iktidarı olarak devam etmek istiyor. Ama artık bu imkânsız. Ancak sorun devam edecek.''
yitik egolar olarak algılanıyorsa insanlık, her şeye gülmeye başlarsınız. gerçek gülme de budur zaten; kahkahalarla, anıra anıra, dakikalarca gülersiniz. şansınız varsa gelir geçer bu algılayı biçimi, delirmezsiniz. ama çizgiyi geçince bu kez size gülmeye başlarlar; ya delirmekten korktukları için ya da objet a'dır sebep... kim bilir?*
temelde sahiplik ve süreç olarak ikiye ayrılır. örneğin araba kullanmayı öğrenmek sahipliğe örnektir çünkü öğrendiğiniz şeyin geleceğe dönük uygulanabilir bir yönü vardır. rehber eşliğinde yamaç paraşütü yapmaksa sürece örnektir çünkü sadece parasını vermiş ve uçuşun keyfini çıkartmışsınızdır yani bünyeye uygulanabilir bir şey katmamışsınızdır. kısacası deneyimler geleceğe odaklı olanlar ve ana odaklı olanlar şeklinde ikiye ayrılır. tabii ki deneyimlerin en geyiğe meyilli olanı ilk cinsel deneyimdir zira (zira dedim dikkatini çekerim) hem ana yöneliktir hem de geleceğe... muhtemelen hayat boyu unutmazsınız ama 'şu işi öğreniyim' diye de yapmazsınız. aman gençler dikkat!
kendi kimliğinden emin bir budalayla karşılaşınca, sıradan bir insan olarak ne deseniz onu kurtaramazsınız. işte o noktada imdada yetişen şeydir alıntı. örneğin;
''bir insanın kimliğinden emin olması, delilik işaretlerinden biridir.''
(iş işten geçtikten sonra verilen sözler - darian leader)