yazmanlık yaşantısına laneth'de devam edecek olan yazar.
ayırt etmeksizin tüm uludağ sözlük kullanıcılarına -oha 19.117 kişiymiş- sevgilerimi saygılarımı iletiyorum. kendi mahlasımın altına yazacağım ilk yazının bir veda yazısı olması fena; ama olsun...
mevcut kapanma davasından nasıl etkileneceği merakla beklenen ve bir anda gündemden düşen proje. kapatma davasının üzerine eşiği çoktan geçen ekonomik dalgalanmanın da eklendiği son günlerin iç gündeminde akp hükümeti, yaşananları değerlendirirken bir yandan da gap'ın üstüne geniş bir yelpazede cila geçecek olan bu pakette şunları hedefliyormuş;
* iki büyük baraj ve yollar yapılacak. Sulama kanalları sistemi kurulacak.
* Baraj yapımına, proje planlarının iki ay içinde tamamlanmasından sonra başlanacak.
* TRT'nin bir kanalı Kürtçe yayına tahsis edilecek. Kanal bir kaç ay içinde yayına başlayacak. Bu kanalda Kürtçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça yayın da yapılacak.
* Başbakan yardımcılarından birisi bölgedeki büyük kentleri ziyaret ederek sorunları yerinde tespit edecek.
* Suriye sınırındaki mayınlar temizlenecek ve bölgedeki ticaretin desteklenmesi sağlanacak.
ve ek olarak,
* Merkezi Irak hükümeti'yle ilişkileri daha da ilerletmek amacıyla Basra kentinde bir konsolosluk açılacak.
patagonya kırlarında rimbaud'a beraber küfrettiğimiz, tam karşımıza düşen cüzzamlı adasına bakıp "le le le sakine"yi söyleyerek halay çektiğimiz hasta yazar. bir de o hasta haline bakmadan cüzzamlılara gider yapmıyor mu... insanın kıyıdan az uzaklaşıp william tell bağlayası geliyor denizine yandığımızın dünyasında.
22 temmuz 2007 genel seçimleri öncesi mhp lideri devlet bahçeli'nin katıldığı bir mitingte sarfettiği cümle. apo'nun asılmasını isteyen bahçeli'nin bu konuda eleştirdiği recep tayyip erdoğan'a ve hükümete olan bu ipli tepkisi seçmen tarafından iplenmemiş ve partisi seçimlerde istediği oy oranına ulaşamamıştı.
koskoca bir pazar günümü sözlük için feda ederek, hakkında araştırma ve eki eki tetkiklerde bulunan tıp çevrelerine katıldığım, nihayetinde bazı iyileştirmelerin olduğunu/olabileceğini gördüğüm hastalık. yüksek derecede sarkastik ironi içeren bazı deneylerde giyindiğim koruyucu kıyafetleri de eve gelirken yanımda getirdim, beş altı parçaya ayırıp bu hastalıktan muzdarip olan yazarlara moral motivasyon amaçlı hediye etmeyi düşünüyorum.
katıldığım deneylerde gözlemlediğim şu ki; denek olarak kullanılan bazı yazarların -ki bir iki entrym ile ben de katıldım buna- hazırlanan o basit sözlük labirenti içerisinde kaşar peyniri misali kovaladıkları karma, uğruna sözlük içerisinde okuabilirliğin bile yettiği hatta kimi zaman bozuklukların (bozulmaların) arttığı bir garabetmiş. konuyla ilgili konuşmaktan sakınsa da kırk yıllık beyaz sakalını sıvazlayarak bir zahmet iki kelam eden prof. dios pasteur;
"biliyorsunuz tıp öğrenimi görürken ben ve arkadaşlarımız da yazardık. ama ta öğrenciyken başladığımız hedeflerin bir zaman sonra çok çok altında kalmıştık, çünkü her zaman için sözlüğün sadece sözlük yazarlarınca okunduğunu sandık, dolayısıyla da yazdığımız entry'lerde aşırı öznelllik çizgisini ayırt edemiyorduk. daha sonra..."
uzun bir demeç. kısacası pasteur, entrylere sirayet eden hastalığın "öznelliğin abartılması" olduğunun altını çiziyor... ve uzun entry döşeyenlerle kendilerini mukayese eden yazarlarda bu hastalığın yanı sıra bir nevi "lokourus tınmaya" semptomlarının da olduğunu ekliyor. "lokourus tınmaya" semptomu, "eleştiri kabul edememek, aynı tas aynı hamam devam etmek ve aksi davranış gösterenlerle komikçilik yapmaya kasarak dalga geçmekmekmek" olarak tanımlanıyor. "kendi içine kapanık olmak ve başka bir yazı yapısından şikayetçi olmamak, yeri geldiğinde özgürlükçü yeri geldiğinde nasssssssı ya'cılık" gibi tanıları da olan bu semptomun ilerleyen zamanlarda kalıcı rahatsızlıklara sebep olmamasını diliyoruz.
hayat tuhaf hakikaten de sevgili sözlükçüler, değil bir pazar birkaç pazar bile araştırmalara katılıp izlenimlerimi buraya aktaracağım. müsterih ve mükellef olunuz.
okuduğum son değerlendirme yazılarında, hakkında akp'nin 'staretejik bir hatası'ndan dem vurulan dava. ancak okuduklarımda bahsi geçen bu stratejik hata iddianamede örneklerle geçen ve savcının hemen hemen hepsini dayandırdığı nokta olan "laiklik" hususunda değil, akp'nin elinde bir güç olduğu halde parti kapatmalara dair olan anayasal hükümlerde bir düzenlenmeye gitmemiş olması, basınımıza göre. yani iddianamede geçen "laiklik karşıtı eylem ve söylemler"e bir atıf yok çok fazla, türk medyası daha çok "düzenlemezseniz düz..." demeye getiriyor ve örnek teşkil eden davaların ab normlarındaki durumunu analiz ediyor harıl harıl.
Kapatma davası sürecinin başladığı bugün, borsada yaşanan çakılma ve giderek yaklaşan ekonomik dalgalanmanın da bu davayla ilişkilendirildiğini hatta bir adım öteye geçip ergenekon operasyonu'nun da bu davaya neden olduğunu öne sürüldüğünü okudum akp'li yetkililerin demeçlerinde. bilhassa ertuğrul günay kapatma davası haberlerinin dolaşmaya başladığı andan itibaren en çok öne çıkan ve demeç veren isim. akp mkyk tarafından sözcü olarak seçildiği gayet açık olan ertuğrul günay'ın, başsavcı yalçınkaya'nın 'Kürt kökenli ve Nakşi olması'ndan dem vurması hayli ilginç...
ertuğrul günay'dan daha sert konuşan recep tayyip erdoğan'ın ise her demecinde parti kapatmaların demokrasiye uygun olmadığını belirtmesi doğal, doğal çünkü bir nalıncı keseri gibi kendine yontma düsturu hep vardı onda. kendisinin, türk siyaseti'ne aşina olduğu 80'li yılların başından itibaren kapatılan yirmiye yakın parti hakkında demokrasi neferliği yapmaması, şimdilerde okumaya devam eylediği "demokratik şiir"leri samimiyetsiz gösteriyor, hem de çok. yani türban ile ilgili yazdığım bir entryde de dediğim gibi, türbanın serbest olmasını isteyen insanlarımızın başka hiçbir özgürlük kısıtlaması karşısında "özgürlük ve demokrasi aşkıyla" görülmüyor olmasına -istisnalar var tabi ki- benziyor bu durum. insanlık için mücadele veriliyorsa şayet, neyse... unutmadan, recep t. erdoğan refap partisi kapatılırken epeyi aktif olmuş, sürece dair kimi yerde kanaat önderliği yapmış ve en önde su taşımıştı yangına o mevzuda, hakkını yemeyelim.
son olarak, çok zaruri ve de gerekçesi sağlam olmadıkça parti kapatmaların anti-demokratik olduğunu her daim düşünen şahsım aynı zamanda şunu da eklemekte fayda görüyorum. akp'nin kapatılması için açılan davanın sonucu ne olur şimdilik bilinemez elbette, lakin dava iddianamesinde bulunan kimi basit maddeler insanı güldürüyor, bunların yanındaki o ciddi teşekküller ve gerekçelere rağmen.
alkolle noktalanan gecenin ardından süklüm püklüm uyanılan sabahın köründe yapılabilecek en güzel ve zaten yapılması gereken tek eylem. genellikle alkoliklerin bu davranış içerisinde bulundukları öne sürülse de alakası yoktur, gece körkütük sarhoş olunmuşsa sabahın köründe de bira içmek içkinin adabındandır. bukowski'ye selam olsun.
kimse "ama ben kahve içiyorum, ama ben ayran içiyorum" demesin kardeşim, alkollüyüm zaten!
olası bir kapatma davasını önceden hesaplamış olan zall'ın moderasyon ile kafa kafaya verip yeni sözlüğü hali hazırda bekletiyor olmasından ötürü, sakin olunmasını gerektiren durum. demokrasilerde çareler tükenmez diyorlar...
yedi yıl kıtlık yedi yıl bolluk yaşayan sözlüğün ve sözlükçünün, yaşadığı son kıtlığın göbeğinde dötünde başında gördüğü sanrı. çöl samurları * kendi gölgesini dağ misali büyük beller kafasını ikide bir çarptığı kum denizinin dibindeki betonda, sonra da bir güzel dağa bakar bellek yavaş yavaş yerine gelir. koz maça uçar, toz çöker...
kalitesi namı kendiyle mutabık ve tatbiki olan sözlükler aleminde, bir de üstüne tarihi geçmiş kaymak misali yavşayan "görülmemiş kalitedeki yazarlarca" ego arayışlarına girildiği görülmedi duyulmadı söylenmedi. üç maymunun kıyasıya ayar manyağı yapıldığı şu günlerde ve ne sözlük zirvelerinde ne de kelime orgazmının doruklarında cümle balanslarına sanmıyorum ki hacet olsun bu denli mirim. yakarış makber'de vardı ve öyle de kaldı iç güzelliğiyle, takdir halkındır demiş bülent abla'mız.
dağın ardındaki altın kafes misali tasvir edile duran * o kaliteli yazar hiç olmadı, ıkınılsa da burna mandal takıp ağızdan dünyanın ılık nefesi çekilse de olmuyor, olamıyor... zaten ihtiyaç da yok tebaanın her birinin "kendi kalitesini" fark ettiği an...
1950 doğumlu türk aranjör ve müzisyen. film müzikleri ve son zamanlarda tv dizilerinde hem besteci hem de aranjör kimliğiyle adından söz ettirmiştir. diskografisi için;
yavuz özkan'ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği 1991 tarihli, türk-alman-fransız ortak yapımı olan ve Eurimages'in katkılarıyla çekilen sinema filmi. iki ayrı festivalde ödül alan filmin müzikleri Oğuz Abadan'a aittir.
mevcutlar içerisinde, izledikleri yayın politikası ve türkçe'ye kazandırdıkları eserlerle adından sıkça söz ettiren yayınevi. tarih ve edebiyat serisi takip edilesidir, candır canadır *.
john ruskin'in, orijinal adı "sesame and lilies" olan, türkçe'ye türkan turgut çevirisi ve babil yayınları baskısıyla kazandırılan deneme türündeki eseri.
kitaplar ve kadınlar hakkında iki konferansın metinlerinden oluşan kitap 19. yüzyılda yaşamış ingiliz yazarın kitap boyunca asıl amacı olan "eğitimin vurgulanması" üzerine denemelerinden oluşuyor. sanat ile ilgili olan kısımları sayesinde, walter benjamin'in pasajlar adlı eseriyle eşdeğer bir yapıt olabilmekte.
geçmişte kara veba'nın kol gezdiği sözlükler aleminde; önceleri ana enerjide görülen ve sonrasında klonlara yayılması engellenemeyen hastalık türü, sözlük yazarı hastalığı. (sözlüğün tıp ünitesindeki can dostum evinizdeki doktor'a teşekkür ediyoruz tanımlamadaki yardımı için)
ana enerji olan ekşi'de durumun fenalaştığını gören sahipler, bir süre sözlüğün kapılarını kapatarak duruma el koymuşlardı, bir nevi karartma uygulandı orada, izler sürüldü avlar avlandı. ancak klonlar arası münasebetin sanıldığından da hızlı olmasından kaynaklanıyor olacak ki, varolan 'ayarbiyotik' tedavilerine cevap vermeyen yazarlar o klon senin bu klon benim dolaşır oldular ve bu hastalık hem kronik bir hal alarak hem de giderek şiddetlenen semptomlarla belirgin hale geldi. bazı tıp çevreleri hastalığın belirtilerini;
- bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak
- forumlarda çok kalıp g.tü başı üşütmek
- sözlüğe girişte yazı ve dilbilgisi sağlığı kontrolünün yeterince uygulanmaması
- karma / bol entry girmek sevdasına gollum'luğa razı olmak
- "tek satırda anlatıyorum ben bab kenk her şeyi" yanılgısı (şizofrenisi)
olarak gösteriyorlar. bu tıp çevrelerinin güvenirliği seovi'nin beyin anüsü üzerindeki çalışmaları ile kanıtlanmıştır. hatta kendilerini isviçreli bilim adamları'na sorup gerekli bilgileri edinebilirsiniz.
yeni nesillerin dayanıksız vücut yapılarından kaynaklandığını düşündüğüm bu hastalık türü için hali hazırda üretilen ilaçlar yeterli olmamakta. üstelik ilaç stoklarının bittiğini bilen yetkililerin konu hakkında açıklama yapmamaları da uludağ sözlük içerisinde huzursuzluğa neden oluyor. konu ile ilgili görüştüğüm sözlüğün eski ve kalender yazarlarının da olaya mesafeli yaklaştığını gördüm. zaman zaman dile getirseler de tepkilerini en sonunda "eaaah bu kadar zamandır söylüyoruz bir şey değişmedi" söylemine dönmeleri o kalender yazarların da psikolojik olarak ne kadar etkilendiğini gösteriyor.
gelen tepkilerden ötürü örneklemek durumundayım ki hastalık olarak kastedilen entyrler;
"çok sevidiği bir film."
"ahmet çakar bikinisi giyen bir homofobiktir."
"çakan çakmak çakan çakmaz kaçan kaçmaz bir yazar."
"gözlerini devşirse daha güzel olacağını bildiğim şeker oyuncu..."
tek satırlık entry hastalığına tutulan yazarların tez zamanda iyileşmesini ve uzun, okunabilirliği yüksek seviyede, güzel cümlelerle (bilgi, eğlence ya da her ne içerikle olursa olsun) entryler girmesini diliyor ve aşırı şahsi bir notu da ekliyorum müsadenizle; bu hastalığa tutulup artık kurtarılamayacak durumda olan kimi yazarların bana saldırma olasılığından korkuyorum, yok korkmuyorum, yok lan korkuyorum galiba...
not: konunun bir de böyle irdelenmesi açısından açılmıştır başlık, bir nevi eylem planıdır *.
not2: hastalık olarak adlandırmam, aşağılama ya da başka olumsuz bir anlam ihtiva etmemektedir.
ntv'de dünya ülkelerinden seçilmiş, farklı konularda, bol ödüllü belgesellerin yayınlandığı ve 27. uluslar arası istanbul film festivali'nde de 18 belgeselle yer alacak olan seyr-i şahane. festivaldeki detayları için;
amerika'nın demokrat parti ile birlikte iki büyük partisinden biri, cumhuriyetçiler olarak da anılır. parti amblemi fil olan ve muhafazakar tutumu ile bir fil hortumunun yiyecekleri silip süpürmesi misali dünyada ne var ne yok süpürmeyi kendisine gaye edinen republican party 19. yüzyıla kadar uzanan bir geçmişe sahip.
1854'te kurulduğunda amacı köleliği önlemek olan partinin, ilk başkan adayı Abraham Lincoln'dür. günümüz dünyasındaki duruşları için;
"Erkekle kadın arasındaki eşitsizlik ortadan kalkıncaya kadar pozitif ayrımcılık yaparak sadece kadın yönetmenlerin filmlerine yer verme kararı alan" ve altıncısı bugün istanbul'da başlayacak olan festival. Filmmor Kadın Kooperatifi tarafından düzenlenen festival, istanbul'dan sonra 28-29 Mart'ta Eskişehir, 4-5 Nisan'da Tunceli ve 11-12 Nisan'da Van'da devam edecekmiş.
uzun zamandır can sıkan, kafa kırdırtan ve sözlüğümüzdeki kalite sorununu ihtiva eden sorunlardan biri. bakın sırf bu mevzunun boyumu aşması derelerde çağlamasından ötürü konumumu bile belirtmekte sakınca görmüyorum. şili'de yaşayan ve kurtlar vadisi'ni sadece internetten indirerek izleyebilen insanlar olarak ben, topal arkadaşım escobar ve onun pavlov'un köpeği adını koyduğu ölü köpeği (ölünce insan oldu o) bu sorundan dolayı şikayetçiyiz.
dizinin her hafta yayınlanan yeni bölümünün ardından sözlükte gerek kurtlar vadisi gerekse de ana karakterler memati, alemdargillerden polat, muro ve camgöz hakkında spolier içeren bilgilerin "entry içine spolier ibaresi düşülmeden" verilmesi ne tat bıraktı damağımızda ne de bir tatlı huzur şili kalamış'ında. e nihayetinde sıla hasreti ile kavrulan amele yanığı bünyemi rahatlatmak için her hafta heyecanla beklediğim bu dizinin içeriği ile ilgili ulu orta bilgi saçılması okyanusları aşıp kafa atma isteği uyandırıyor çizgili kaslarıma kadar, uyarılıyorum yani tepeden tırnağa kaş kesilip. yeni bir bölümde polat alemdar'ın sümkürmesi ile ilgili sahneyi, muro'nun her biri birer aforizma olan cümlelerini ve o mükemmel dünya görüşlerini, memati'nin alnındaki arjantin bardak büyüklüğündeki sivilceyi sıkmasını başkalarını umursamadan sözlüğe açık açık yazan yazarlardan istirham ediyorum; bu kadar mühim bir dizi hakkında verdiğiniz eşsiz bilgilere saygım var ama yapmayın etmeyin, bizi şili'lerde perperişan komayın.
bir zamanlar ziyaretçiler dizisini izlerken de yaşamıştık bunu, muzsozluk'te zamanın yazarları "v" içerikli bilgileri spolier notu düşmeden çakıyordu gözümüze gözümüze. şimdilerde ise lost'ta akıllandığını görüyorum insanların, zaten kurtlar vadisi'nin yanında lost ta dizi mi! geçiniz efendim geçiniz... türkiye'nin her şeyi olan ve toplumca kalkınmamızın eşiği olan bu diziyi izleyenlere saygı gösterilmeli, moderasyon buna bir önlen almalı!
stephane mallarme'in bir zar atımı adlı şiirinde geçen dize. bir aforizma olmasıyla birlikte ucu açık bir görüştür aynı zamanda, mükemmelin arayışını simgeler.
1958'de çıkan ve ilhan berk şiirinde yeni bir dünyanın arayışına yönelen şiir kitabı. ilhan Berk şiirinde, bir dönemi kapayıp yeni bir dönemi açan karakteriyle ayırıcı öneme sahiptir. Bundan sonraki yapıtları ikinci Yeni'den divan şiirine, kendi atlasını kurmaktan düzyazı şiirlere, aforizmalardan harfleri, nesneleri ve semtleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir şiir ırmağının ürünleri olarak değerlendirildi.
düşüncelerini, çalışmalarını daha çok din ve kilise üzerine yoğunlaştıran ve tam adı FELICITE ROBERT DE LAMENNAIS olan fransız düşünür, şair. demokrasi ve sosyalizme paralel geçtiği öne sürülen düşünceleri aslında kilisenin demokratikleşmesine ve demokratik kilise yanlısı işçi gruplarının haklarına dönük olduğundan, bir liberal ya da laik olarak değerlendirilmesi daha mantıklı olur. adı her ne kadar "Hıristiyan Sosyalizmi" ile anılsa da.