Türk edebiyatına yepyeni bir boyut getirmiş yazar. masal içinde masal, öykü içinde öykü. Türkçedeki en güzel, en saf sözcükler. Balkımak, yıldıramak, özek, ımızganmak, esritmek, elgin... Göçmüş Kediler Bahçesi, Gece...
mükemmel (!) diyenler olmuş kendisine.anlatımı,üslubu vasat,kişilik çözümlemeleri yetersiz bir yazar. ahmet hamdi, peyami safa, sabahattin ali, yusuf atılganları doğuran bu ülkede kendisine ne kadar yazar denilirse tabi...
Men seni gördüm ay ışıqında,
Könlümü verdim ay ışıqında
Tez geldi hicran ayrıldıq heman
ay ışıqında ay ışıqında
Tez geldi hicran ayrıldıq heman
ay ışıqında ay ışıqında
Olmasa hasret gülsün mehebbet ay ışıqında
Gene gel bize duraq üz üze
ay ışıqında ay ışıqında
Gene gel bize duraq üz üze
ay ışıqında ay ışıqında
aynı şekilde bağlaç olan -ki'yi de ayrı yazmayan insan evlat olsa sevilmez. hiç mi okula gitmediniz siz ya. öğretmen öğretemedi desen de inandırıcı değil. ilkokul birinci sınıftan lise dörde kadar 12 yıl okuyorsun. sanmıyorum ki bu kuraldan bahsetmeyen bir sınıf öğretmeni, Türkçe öğretmeni ya da edebiyat öğretmeni olsun. onu da geçtim bazen ayrı bazen birleşik yazılıyor bunlar acaba neden diye de sormadın herhalde kendine.
Yeraltından notlar'da "kalp birkez kırıldı mı, hiç kimseye aldırmaz ve hiçbir şeyi umursamaz. belki mutluluğun sonu, ama huzurun başlangıcıdır bu."der Dostoyevski.
Kürk Mantolu Madonna'nın gölgesinde kalmış bir Sabahattin Ali romanı.Kürk mantolu Madonna'ya göre üslup bakımından daha sağlam bir romandır. Halk edebiyatını, Anadolu insanını bizzat tanıklık ettiği coğrafyada kaleme almıştır. Karakterleri ya mutlak iyi ya da mutlak kötüdür. Yaşar Kemal romanlarındaki tat kalıyor aklınızda bu eserde. Zira Sabahatti Ali'nin devamını yazmaya ömrü yetseydi, ince Memed gibi bir seri halini alabilirdi.
neden bu kadar beğenildiğini anlamadığım john fante kitabı. öykü desem değil, roman desem hiç değil. olaydan olaya atlama, üslupta bir acemilik, çiğlik, konularda havada kalmışlık... olmamış.
11-12 yaşındaki çocukları evleriyle yan yana olan cemaat yurtlarına yatılı veren anne- babalar neyin kafasını yaşıyorlar anlamıyorum.o yaşlardayken annemden bir gün ayrı kalmaya dayanamazdım. küçük yaştaki çocukların aile ilgisine, sevgisine ihtiyaçları vardır. yurtlarda dini bilgilerin öğretilmesi, öğretilmemesi değil asıl sorun. çocukların yuvası ailesinin yanı olmalı. bu arada şehir dışında yaşamak zorunda kalan öğrenciler için barınma sorununu devlet cemaat yurtları sayesinde çözüyor. bu o kadar işe yaramış ki kapsamlı devlet yurtlarına gerek bile yok artık!
" Beni hapiste vurdular ölmedim. Hastalandım bir ciğerimi orda bıraktım gene ölmedim, çok dövdüler beni, kan kustum ama ölmedim, yaşadım, seni bir kez daha görebilmek için yaşadım. Şimdi bana dediler ki; kimse sesini duyamıyormuş. Susmuşsun. Benimle de konuşmayacak mısın keje. Sesini duyamayacak mıyım..?"
görmeyen,duymayan, tüm dünyası karanlık ve sessizlik olan bir çocuk... ona her düştüğünde daha da yukarı kalkacağını söyleyen bir öğretmen ve sonunda üniversite mezunu bir genç kız... çok vurucu ve duygusal bir hint filmi. filmdeki replikler de ayrı bir hayat dersi.
"Hayat bir dondurmadır erimeden tadını çıkarın."
ben aşktan daima kaçtım.hiç sevmedim. belki bir eksiğim oldu. fakat rahatım. aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. şu veya bu şekilde.. fakat daima ödersiniz; hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.
çok ince hesaplar yapmaktan, detaycı olmalarından anı yaşayamazlar, bu yüzden hayatlarında bazı şeyler ağır ilerler, kafaları rahat değildir çoğu zaman.fazla içli dışlı olmaktan da hoşlanmazlar, samimiyetsizliken de. yakın oldukları kişilerle bile bir sınır vardır aralarında. fazla soru sorulmasından ve hayatlarının didiklenmesinden hazzetmezler.
keşke kendisini meclis koltuklarında değil de hep türkü söylerken hatırlasaydık.bu güzel sesli türkülerin kadınını, bir zamanlar da milletvekiliydi diye eklemeseydi insanlar.
egeye özgü bir yiyecek, sadece ramazan aylarında üretilir ekmeği. tire,ödemişle birlikte en güzeli urlada yapılır. fazla bilinmemesi büyük bir kayıp kesinlikle.
gel sevelim sevileni seveni
sevgisiz suratlar gülmüyor canım
nice gördüm dizlerini döveni
giden ömür geri gelmiyor canım
özü gülmeyenin yüzü güler mi
sevgisiz muhabbet hakka değer mi
seven insan kaşlarını eğer mi
zorunan güzellik olmuyor canım
sevgi haktır seven alır bu hakkı
içi güler dışından da görünür farkı
sevmeyene akmaz sevginin arkı
boş lafla oluklar dolmuyor canım
boş lafla değirmen dönmüyor canım
bir zaman aşıkken sen de sevmiştin
o anda dünyayı nasıl görmüştün
sanki cennetin bağına girmiştin
çokları bu hakkı bilmiyor canım
aşkın ateşine yandım alıştım
bu ateş içinde aşkla tanıştım
doğru mu yanlış mı diye danıştım
sevgisiz hakk'a kul olmuyor canım
sevenin gönlünde yanar ışıklar
kaybolur karanlık tüm dolaşıklar
garipim sevenler bunca aşıklar
boş hayale boşa yelmiyor canım
kitap fuarında bir söyleşisine katılmıştım, kendisini kaybetmeden bir yıl önce. ikinvci yeni ve şiir üzerinde konuşurken birşeyden bahsetti. "üç erkeğin olduğu bir yere dördüncü bir erkek gelirse ortamı terk ederim ben, çünkü kadının olmadığı mekanlar yavandır, renksizdir."
annemin elinden tutarak gezdiğim lunapark, dakikalarca karşısında durup devasa cüssesini izlediğimiz, hayatımızda gördüğümüz ilk filimiz pak bahadur, havuz başındaki heykelleri gösterirdim babaanneme "bu kızlar neden hareket etmiyor babaanne? "annelerini üzmüşler de taş olmuşlar o yüzden"... yeni yerine taşınacakmış artık, biz büyüdük ya, fuar da terk edecekmiş baba ocağını...
kitabın kahramanı lord henry'nin insan ilişkileri ve dünya görüşleri konusundaki aforizmaları baş döndürücü...
"Mutlu olduğumuz zamanlarda hep iyi bir insan oluruz da iyi insan olduğumuz zamanlarda ille de mutlu olmayabiliriz."
"bir kişiliği bozmak istiyorsan ıslah et, yeter!"