bir yannis ritsos şiiri. özdemir ince'nin çevirisiyle. bir yunan köyünde kurşuna dizilen kırk insanın hikayesidir.
Yukarda, tıpkı yarın gibi, kurşuna dizdiler kırkını.
Yirmi yıl geçti. Kimse ağzına almadı adlarını.
Anlıyorsun hayatımızı. Her yıl,
böyle bir gün, titrek kavakların altında buluruz
kırık bir kiremit, iki sönmüş kömür, bir parça günnük,
bir sepet üzüm, bir bal mumu
siyah fitilli. Biraz yanmış, rüzgâr söndürmüş hemen.
işte bu yüzden, akşam vakti, eski ikonalar gibi
oturur kapı eşiklerine yaşlı kadınlar,
işte bu yüzden çabucak irileşti çocuklarımızın gözleri,
bu yüzden başka yere bakarmış gibi yapıyor köpeklerimiz
geçerken jandarmalar.
aslında önce evleri sevmeye giderdi sesin
caddeleri sokak gibi sevmeye giderdi sesin
giderdin! ödü kopardı bütün eşyaların
sonra kuyu kuyu dolaştığım mahcup sular söyledi
yüzünüze güller
üzgün evler bozuk rüyalar
aslında bana herkesin uzağı var dendi
herkesin uzak adında bir masalı
inandım
dedim mutlaka masaldır bazıları
giderdin dedim
gittin ve gittiğin kırk gece sana uyudum
aklım ödünç
ellerim yanlış
dedim benim seninle kırk kere fotoğrafım var
senin bundan kırk kere haberin yok
dedim ve uyandım!
başkasının sesiyle devam ettim dünyaya
yok yok
sonra muhakkak ruhum yırtıldı benim
aklım yırtıldı da bunu sular söyledi
doğru yukarıdan aşağıya düşen şeylere denirmiş
zaten dünyaya masalını düşmeye gelirmiş insan
umur derdik buna artık kalmadı
sonra sonra anladım
insan ancak güzel bir acıyla kalabilirmiş dünyada
bazen gidilirmiş
gitmekle ilgili şiirler okunurmuş ya da
sonra uyandım
başkasının ayaklarıyla devam ettim dünyaya
de ki dünya
ve dağlarına bu kadar üzgün davranan dünya
madem bu yağmur bu çamuru anlamıyor artık
sen dönerken ben bu kahrı bir ağız tadı olarak öneriyorum hayata
işte
derler ki ruhunda kocaman şüphe
kalbinde kara bir lekeyle doğarmış insan
insan
yani biri diğerini kör kuyularda merdivensiz bırakan
aslında giderim giderim bu dağ bana büyük
şu oda bana geniş
bu ev bana dar dediğim zaman
hiç işe yaramayan o çarşamba
simsiyah bir kadın
bütün çirkin sularımı içen o ağızla kaldım hayatta
dünya
biraz da kaldığım hayattan yazıyorum bu mektubu sana
çünkü sen ve hayat
yarısı gelinen yarısı kalınan bir yermiş bunu asla unutma
de ki dünya
geldiğim ya da kaldığım
beni tamam eden her neyse onun adına
sana gelmiştim hayatta kaldım yanlışlıkla
hayatta
ki istesem karmakarışık yağmur da diyebilirdim buna
kalbimdeki en güzel kara leke
başını ve sonunu unuttuğum o uzun cümle
şehirleri anladım
ama anlamadım bu kadar köyü neden gezdirdin yanında
bak benim kırk kere fotoğrafım da var kalbimle yan yana
işte burada dağlarım çok üzgün
burada hayatı sevme tehlikesi geçirmişim ben
burada merak ettiğim uykularını uyumuşum senin
simsiyah bir gülü dilim dilim vermişim sana
sönen bir ışık
biten bir şey gibi bitmiş kalbim
inanamadım dünya
sen dönerken evine dönüyormuşsun aslında
başını ve sonunu unuttum
bu yüzden artık her şeyin tam ortasına konuşmalıyız galiba
dünya dünya
yalvarırım artık bir gün beni uyandırma
ahh ki çadırımızı onlar çaldı
bezimizi onlar gerdi
zift oldular şimdi asfaltla boyayacaklar bizi
bu ara insanın insana su topladığı yerden bahsediliyor
yakında toz ve duayla canı silinecek yerlerden
orda kasrı evlere kuyusu kendine yakın çocuklar üzülecek
orda ağızları kusur, gözleri rica çocuklar
yakında yeri yerinden oynatacak
tavana kadar canı sıkılacak onların
bu ara durmadan kanım kaynıyor karla karışık yağmura
bekliyorum biri gelsin ve bunu açıklasın bana:
çocuk mu ayin mi bu kendini dişleyen gövde
huysuz çaput, buruk tef, telaşsız dengbej
burda boyuna çukur ve incinmiş evlerden bahsediliyor
el yordamıyla anlatılıyor evin avluya canı sıkılmış hali
öyleydi, ondan uzun ediyorum bu erken ve unutkan sözleri:
burdaydım! burası çatık zamanda ısrar
burası çukur, hem taş hem telaş
kime nemlensen kendi kendine zaten ıslak
babadan kalma oyuk babadan kalma surat
aslında burası özenle hasar:
hayat ince, devlet dalgın, sabır sıkılgan
ortasından yırtılan, yırtıldığı yerden usulca dikilen dikkat:
yarısı dua üç kardeş dört kuyuyduk biz o avluda
parçalı bulut annem, bir oyuk biçimiydi babam
kendiliğinden ikiz yağış, biri diğerine kesin hasar
iki karış avluda dört kekeme kuyuyla başladı ayin
biri diğerine surat, her dalı tembih kalan üç kardeş
onun fistanlarından yapıldı bunca çaput
kulpsuz fincanda mırra, durmadan ona içildi acı
ona adandı o karla karışık yağmur o su şehri
bir rüya: çıkıp onu dileyen bendim düştüğüm ceviz ağacından
bendim dumana dayanıp tiner ve terebentine sataşan
rahatına düşkün binalarda ahh onlar:
orda evler avlusuna kadar üzgün
evler cinnet, bir şey olacakmış kadar sara
ahh onlar: biz cezbe oldukça bize soğan koklatıp
tabandan terasa kadar evlerin evlere canını sıktılar
göçtük ve gördük dört çiviyle yürüdü o güzel atlar
konuşan biz, dinleyen ve kişneyen onlar
insan insana olabilirdi evler evlere taş atmazsa
epeydir insanın insana su olduğu yerden de bahsediliyor
orda herkes herkese yüz
herkes kalan bulutundan düşen bin parça
orda her evin canı var, sıkılıp çocuk yetiştiriyor avluda
asıl onun su topladığı yerde başlamalıydı ah!
ahh, çukuru geç, kuyusu zamanla bulaşmalıydı çocuğa
üvey aklımın dumana derin sataştığı doğrudur
doğrudur adımın devletle, yüzümün ricayla anıldığı
sonra ahd olsun özenle annesi yok evlere
orda herkes herkese ayin
orda çocuk dediğin pür, çocukluk dediğin surat,
dediğin tenha, dediğin cezbe olmalı biraz
ahd olsun ki oraya
orda çocukluğu ısrarla tütenin avlu
orda, kalanın kendine kuyunun kuyuya taş attığını gördüm
engebeli evlerden ılık aklıma değnek
şimdi bana durmadan dumana alışık tef, çaput ve yağış gerek
işbu artan nevalem, onların çınlayan tembihleri:
uygun yaşam uygun adım uygun aşk
gidiyorum, mazgaldan mıknatıs ve özenle bırakıp herşeyi
gidiyorum, sular ve seller götürsün sizi
dumlupınar üniversitesi'ne renk katan bölüm. 2002-2008 yılları arasında gayet iyi bir bölüm idi. petru ve tatiana golban gibi iki efsane hocası vardı. yüksek lisans programı da aktifti. bir ara doktora programı açacak seviyeye bile gelmişlerdi. sonra bölüm dağıldı, güzel hocalar gittiler bir yerlere. şu anda zar zor, ite kaka ilerliyorlar.