şüphesiz kıskanılan bir koku türüdür. bu yüzden günlerce dile getirilmez, hep saklanır.
sevgilinin tombiş yanaklarını sıkarsın, kokusunu içine çekip o tatlı yanakları usulca öpersin. ohh miss minvalinde bir ses çıkarıp kokuyu içine hapseder ve günlerce hissedersin. *
bugun benim ve konuştuğum birkaç yazarın aynı anda başına uğramış büyük bir dert. bu da mı tesadüf dedirtmiştir.. affınıza sığınarak soruyorum ey yazarlar: kim beddua etti?
yalnızca özel kişilere açılan bir kapı. seven sevdiğini alır içeri. bir daha da çıkarması zordur.
sevdiği gider belki, gönül sayfasında ise hep adı kalır.
sevilen sanatçı ve pek saygıdeğer suavi ağabeyimizi her daim hatırlatan sokak şarapçılarının, devran dursa da asla okutulamayacak piis sakallarının tütsüsüne benzer bir his bırakan... böyle tam demlenmelik.. hafif.. hoşumsu bir başka koku.
insanı kendinden geçiren iki farklı koku...
birisi erkek diğeri dişi olmalı.. aromalı kahveler genelde hatıralarda iyi bir izlenim bırakmaz. yapaydır ne de olsa.. oysa gül tadında birçok orjinal ürün var. lokum örneğin... evet, bu iki nimet birbirleriyle damakta buluşmalı, midede harmanlanıp bünye için meşk iksirlerini oluşturmalı... bu zevklerden mahrum kalmayın; hayat kısa ne de olsa...
bir bakıma hayatın anlamının düşünüldüğü ana denk gelmektir. öncelikle bununla herkes karşılaşmamış olabilir. pişen bir yemeğin içine usta aşçılar soğanın tam ortasını yani cücüğünü bıçak değdirmeden atarlar. işte yemek yerken şanslı iseniz o nimet tabağınıza düşmüştür ve size selam durmaktadır. o güzelim nimeti gördüğünüz lahzada kutsal bahşettiğiniz herşeyi anar, sabırsızlıkla yemeğinizin hangi elzem parçası o nimetle el ele tutuşsa da damağınıza layık olsa diye gözden geçiriverirsiniz. hemen akabinde kaşığınızla fezaya yollanan roket hızında ağıza pas atar, geri kalan çiğneme işlerini gözlerinizi kapayarak, belki de o anda şükürler ederek haz kelimesinin kökünü bizzat yaşayarak öğrenmiş olursunuz. *
birilerini keklemek için zor durumda uydurulan masaldır.
misal, komşu komşu tekerlemesinde bir yerlerden gelen, inci bocuk getiren oğulun hikayenin sonunda bi şekilde dağa bağlanması, dağın da yanıp bitip kül olması.. gibin * ..
evcil kedi köpek güvercin sevip koklamak isteyenlerin gitmesi gereken tam anlamiyle dinlenmelik bir mekan. diğer adı Nişantaşı Sanat Parkıdır.
bazı vahşilikler de yok değil. güvercinlere simit atarken yabani bir kedi gelip gözünüzün önünde bbc belgesellerine poz verircesine birini yakalayıp kaçırıveriyor. parkın aşağı taraflarında (daha daha aşağısı maçka demokrasi parkı 'dır), biraz oval olan bölgelerinde banklarda yavru kediler tüm nankörlüklerini unutmuşcasına kucağınıza yatıp uyuyor. karşınızdan chicco markalı son model bebek arabalarını içindeki yavruları adeta unutup, parkta zincirli köpek gezdirirmiş gibi -hatta bazıları yarıştırırcasına, şaka gibi ya öt kadar yerde defalarca tur atıyolar- hatunlar geçiyor.
ayrıyetten bazı yazarların dokuz-on sene evvel o banklarda oturup yine güvercinlere simit atarken kurduğu bazı hayaller gerçekleşmiştir. kurucularına, oraya tarihteki 16 büyük türk devlet büyüğünün heykellerini dikenlere, sonradan da olsa medusa gibi sanat eserlerini tanıtanlara selam olsun.
bir tokat- zile türküsü. sözleri mükemmel, türküsü ehh.
bir güzeli methedeyim bari alem yanmasın
pervaneler gibi her dem can-u alem yanmasın
hüsnüne mağrurlanırsın yusuf-u kenan mısın
mah yüzüne bir nikap tut ben yandım el yanmasın
ebruların şemine yanmaktadır pervaneler
al yanağın gamzesine dizilmiş dürdaneler
zülcelalin hikmetinden ne doğurur anneler
mah yüzüne bir nikap tut ben yandım el yanmasın
gözlerin inkara benzer ebrular keman olur
her kaçan yüzüme baksam katlime ferman olur
yüzünü görse bir kafir şüphesiz iman bulur
mah yüzüne bir nikap tut ben yandım el yanmasın
an itibariyle sözlükteki online kişi sayısı üzerine düşünülen hede.
düpedüz yalandır demiyorum ama yalan olabilir diyorum. madem bu kadar yüz kişi var neden sol frame akmıyor ki diye sordurur adama.