sağlık konusunda online danışma hizmeti veren bir web sitesi. yaklaşık 10 yıldır hekimlerden aldıkları geri bildirimler ile geliştirdikleri algoritma sayesinde, sahip olduğunuz semptomları girdiğinizde size ilgili ön tanıları veriyor. aklına takılan soruları genel ya da özel olarak sorabiliyorsanız, sorularınız lisansı doğrulanmış hekimler tarafından cevaplanıyor.
Bütün fakültelerin binasını yenileyip, en eski binalardan birine sahip tıp fakültesi temel bilimler bölümüne bina yapmadıkları gibi, yapmayı da düşünmüyorlarmış. Hastaneye ise hergün yeni bir blok ekliyorlar. tabi hastane demek, daha çok hasta (artık müşteri demek daha doğru olur) demek, o da daha çok para demek. temel bilimler ise araştırma, geliştirme, kalkınma demek, kim ne yapsın bunları.
cep telefonumuzdaki kameralar RGB kameralardır, yani her bir pikseline düşen ışığın kırmızı, yeşil ve mavi bileşenini ölçüp kaydeder. sonra hepsini birleştirince de bizim selfieler çıkar meydana.
hiperspektral kameralar ise 3 dalga boyu yerine yüzlerce dalga boyunda ölçüm yapar, böylece gözle göremediğimiz şeyleri görmemizi sağlar.
ilk olarak nasa'nın geliştirdiği, dünya ve diğer gezegenlerin yer kabuğu hakkında uzaktan bilgi sağlamak amacıyla kullandığı bir teknolojidir. şimdilerde ise besin kalite kontrolden, medikal alana kadar bir çok alanda kullanılmaktadır. genelde elektromanyetik spektrumun görünür ve yakın kızılötesi kısmı kullanılır.
trafiği son birkaç yılda yoğunlaşsa da hala çekilmez dereceye ulaşmadı.
dün arabamı havaalanının karşısındaki servise bıraktım. saat 18:00, tam iş çıkışı. yola çıktım hemen acbilmemkaç numaralı belediye otobüsü geldi. bindim, oturacak yer bile buldum. trafik gayet yoğundu ama 40 dakikaya falan üniversitenin doğu kapısına geldik.
orada inip üniversiteye doğru yürüdüm, tam o sırada başka bir otobüs kampüse girdi ve kimlik kontrolü için güvenliğin orda durdu. hemen atladım otobüse.
hukuk fakültesinde inip edebiyat yolunun girişinde otostop çektim. el attığım ikinci araba durdu. iki genç edebiyat fakültesindeki derslerine gidiyorlarmış.
edebiyatın orda indim, artık eve yürünür diye düşünüyordum. tam o sırada üniversitenin kendi servisi geldi.
ona da binip batı kapısında indim. sonra da eve kalan 1 km'yi yürüdüm.
1 saat içinde evdeyim. gerçi gayet şanslıymışım şimdi düşününce. yoksa aynı yol 2 saat de sürebilirdi.
bu refleksleri her gördüğümde ya da düşündüğümde, insan vücuduna bir kez daha aşık oluyorum.
o küçücük canlının refleksleri olmasa hayata tutunma ihtimali olmazdı. belki üç beş basit nörolojik olay gibi görünüyorlar ama hayatın temelinde bu refleksler var.
sadece insan değil tüm hayvanlar da içgüdüleri ile büyüyüp kendilerine yetecek seviyeye geliyor.
Yeni bir binayı hak eden fakültem. 8 asistan merdiven boşluğundan bozma bir odada çalışıyoruz. Lisans öğrencilerinin hali bizden beter, amfiye tabure atıp ders dinleyecek neredeyse garipler.
Üniversite yönetimi de haklı ama şimdi; döner sermayeye katkı sağlamayacak bir binaya neden yatırım yapalım ki? Tıp Fakültesine yeni bir bina yapıp yurdumuzun doktor adaylarına daha kaliteli bir eğitim, bilim insanlarına da daha kaliteli bir çalışma ortamı sağlamak yerine, hastaneye yeni bir blok dikelim, Asistanlara daha çok nöbet tutturalım, hemşirelere fazla mesai yaptıralım böylece döner sermaye gelirimiz artsın.
Peki bu döner sermaye gelirimizi nereye aktarım? Hastanemiz ve fakültemizin giderlerine mi? Tabi ki hayır, direkt oolarak hocalarımızın cebine. Zira kıt kanaat geçiniyorlar biricik hocalarımız.
anlamaktan ziyade anlatması zor olan, kimsenin anlamadığı bir bilim dalıdır efendim. Tıp fakültesi öğrencileri genelde kendisinden nefret eder, "bu benim ne işime yarayacak yea" derler ve biraz da haklıdırlar. insan vücudunun nasıl çalıştığını ayrıntılarıyla anlamak istemiyorsa hiçbir işine yaramaz tabi ki.
Tıp fakültesi eğitimim sırasında her tıp öğrencisi gibi bu dersten nefret ederdim. Sonra gittim bu bölümde doktora yapmaya başladım. Sonum hayrolsun.
Kış zamanı evde çay içmekten canı sıkılanlar, yoyo kafeye gidip yine çay eşliğinde sıkılmaya devam edebilirler. Yazın ise ne yöne giderseniz gidin, cennet sizi bekliyor.
4 ay çalıştım kilis'te. Suriyelilerden dolayı pis, karışık ve düzensiz bir yerdi. Sevilecek bir yer değildi yani ama o pis kelle paçasını, kocaman susamlı simitini, her köşe başındaki dürümcüleri, sebze halinin ordaki seyyar ciğerci amcanın şişi 1 liraya sattığı ciğeri, adını unuttuğum bir kafedeki sezar salatayı, öncüpınar ssınır kapısında yediğim yemekleri, çengel caddesindeki fevzi bakkalın toz kaplı raflarını, yine adını unuttuğum tatlıcıdaki baklavaları ve en çok da üç beş güzel insanı özlüyorum.
Belki bir gün yolum düşer, yer içer, tanıdık görürsem muhabbet eder dönerim.