alman protestan teolog, gezgin, yazar ve sömürge memuru.
rohrbach; bağdat demiryolunun, mezopotamya'daki bölümünün çevresini iskana açmak ve daha sonra modern tarım çiftlikleri olarak örgütlemek üzere bir teori geliştirir.
buna göre; türklerden "daha ileri ve medeni" bir toplum olan ermenilerin oraya yerleştirilmesini savunur. bölgenin kalkındırılması ve demir yoluna bekçilik görevini ermenilere verilmesini söyler.
işin garip yanı adam ermeni "dostu" oluvermiş ve "bunlar hep soykırım" demeye dönmüş.
yazın plakanın bir olay sonucu kaybolmasıyla; bunun yolu yordamı nedir? nasıl olur diye internette gezindim, 35-45 lira gibi fiyatlar gördüm.
hatta birkaçını aradım ve fiyatları teyit ettirdim. iyiymiş onaylı orijinal plaka pahalı değilmiş dedim. dikkat o fiyatlar bile kazıkmış.
öncelikle ilçe emniyet müdürlüğüne gidiyorsunuz; kimlik fotokopisi, ruhsat fotokopisi, dilekçe yazarak veriyorsunuz. sıra aldıktan sonra verilen kağıt ile şoförler derneğine gidiyorsunuz. emniyetten alınan kağıt veriliyor ve orada plakanın basımı yapılıyor. maliyeti 13 lira, süre tüm işlemler için 30 dakika. (tarih ağustos 2015)
Bu yürek
Seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bire bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuki beşer
Çınçınlı hamam
Çizmedeki kedi
Sanki elleriyle koymuşlar gibi
ikimizden bir işmar
Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim çolak hüseyin eli
Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne ?
Cumartesi
Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız
Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için
Seni sevdiğimden , suyun akası geliyor
Bacaların tütesi
Nurhayat’ın halleri , seni sevdiğim için güzel
ibrahim’in dilleri
insan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi
Savaşın adı geçse , cinifrit olur
Ereğli’nin kömürünü düşünür , ne kömür o be
Raman’ı düşünür , Çukurova’yı düşünür
Seni sevdiği için , Haliç’te bir uğultu
Marmara’da bir deniz
Isparta bahçesinde güller
Seni sevdiği için goncalanıyor
Seni sevdiğim için , kilim dokuyor Avşar’da
Yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi
Penisilin , halk şiiri , canlı sinema
Mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi
Sultan Hamid , don civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi
Başaklanmayan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi ,
Yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü
Tepemizdeki o göçmez tavan
Sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye
Bingöl vilayetinde , kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
Siz nerenin bulutlarısınız böyle ?
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın
1953 kışları içinde
Karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın
Konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse
Birbirimizi daha çok sevelim diye
insan seni sevince iş-güç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar
Keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor
Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi
Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen
Saçları zencefilli
Erkencecik evine dönmek istiyor canı
Hep seni düşün
Hep seni yaşat
Hep seni yıka
Seni doyur üç öğün
Seni bir kanım uyut , sonra uyandır
Lokman hekim , seni sev diyor bana
Seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı
istanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
Umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim
Hak , hukuk , bereket diye
Eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye
Yüreğime sağlık ne iyi ettim..!
bugün çok fazla "girme"li şey yazdığım için bunu da bugün paylaşmak istiyorum.
bir hamdi koç kitabıdır.
giriş kısmında karşılıklı konuşmalarla ilerlerken belki güzel bir yere bağlanır dedim ama olmadı, giderek sıkıcı bir hal aldı. hatta 81. sayfaya ezra pound'lu bölüme kadar bitirmek için okuyordum, ha.. sonrasında da birkaç bölüm dışında pek ilgimi çekmedi ve yine bitirmek için okudum. çerezlik bir kitaptır, öyle kafanızı yormaz hemen okuyup bitirebilirsiniz. aslına bakılırsa bu kitabın tek artısı küçük bölümler halinde olması ve çabuk bitmesidir.
benim açımdan bu süreç sıkıcı geçmiş olsa da yazar açısından bir emek verilmiş o yüzden burada sonlandırıyorum.
bugün, daha önce yaşadığım uçan canlıların eve girmesini paylaşmak istedim.(sanırım bu hayvanların beni sevmesinde ki etki, bahçenin çevreye göre daha güzel ve sakin olması sonucu teşekkür etme ihtiyaçlarını bu şekilde karşılamaları)
sabaha karşı 5 sıralarında hunharca çarpan kanat sesleri ve peşine gelen cama bodoslama kafa atma sesi ile irkildim. yatak odamın olduğu taraftaki kapalı balkona doğru bakıp perdeyi araladığımda bir kuş gördüm. başta gözlerimin daha yeni açılıyor olmasından ötürü karga sanıp (daha önce girmişliği var) "ulan sabah sabah ne diye geldin" dedim ve mutfak tarafına yöneldim. burada balkonun kapısını yavaşça açıp tekrar ortalığı kolaçan ettim. işte göz bebeklerimi tencere kapağı seviyesinde büyüten o olay tam da bu anda gerçekleşiyordu.*
kombinin üzerinde duran baykuş, o umarsızca kafa çevirme hareketi ile bana baktı ve bana "yok artık" dedirtti.
sonradan muhtemeldir ki savunma aracı olarak eğilip kalkmaya başladı ve garip hareketlerle beni büyüledi.
bir an "lan camı açmayayım besleyeyim" dedim, öyle güzel görünüyordu ki çok hoşuma gitti. sonradan doğal ortamından uzaklaştırmak doğru değil dedim, zaten boyu da bir karış ya vardı ya yoktu. normal boyu bu mu bilmiyorum ama bana küçük geldi, annesi babası bekler dedim ve balkona bismillah diyerek çıktım.
sanırım benden korkmuş olacak ki bir hamleyle kendini tekrar cama vurdu ve yere düştü. ben sakin ol şimdi çıkacaksın diye seslendim. (genel olarak hayvanlara seslenmişimdir, nedense konuşamasalar da anlarlar gibi geliyor bana*)
büyük camı açtım ve kapıyı kapatıp balkondan çıktım, ardından perdeleri de çektim ki cama yönelsin ve ailesine, evine kavuşsun. güle güle güzel kuş, türün ile ilk defa bu kadar yakın temas yaşadım o yüzden şaşkınlığımın kusuruna bakma ve eğer bir gün dönüp gelirsen balkonum sana her zaman açık.
bunu da 03.06.2015 tarihinde yazmışım ama.. burada kuşun bir fotoğrafı da olacaktı, onu da bulup ekleyeceğim.
ek: buldum. bunu 14.06.2015 de çekmiş ve şöyle not düşmüşüm.
---
balkonda hunharca uzanmış dururken bunun o "ben geldim" sesini duymamla doğruldum ve ne göreyim yan binanın balkonunda bana bakıyor. tabii karanlık olduğu için o şükela yüz ifadesini yakalayamadım ama bir fotoğraf çektim. https://galeri.uludagsozluk.com/r/870306/+ umarım daha sık gelir ve benimle yaşamaya karar verir.
---
kara ozan, kür şad ve kalan 11 çeriye zaman kazandırmak ve onların vey ırmağını geçmesini sağlamak için bir anda atını geri sürerek karanlıkta kaybolur. kara ozanın yanında hiçbir pusat kalmamıştır sadece can yoldaşı kopuzu vardır.
bir tümseğin tepesine çıkar bağdaş kurar ve kopuzunu çalmaya başlar. kara ozan bütün dikkati kendi üzerine çekmek için kopuzunu çalar, sonra kendini yavaş yavaş ezgiye kaptırarak söylemeye başlar:
kırış günü gelince gönül şöyle hoş olur.
sözler kılıçla okundur, gayrı sözler boş olur.
gönül nedir? bir gonca.. hayat dikendir onca.
yaşamaya doyunca can, görünmez kuş olur.
bozkurt bizim ünümüz, şan doludur günümüz.
erince son günümüz bütün dirlik düş olur.
kırk kişiydi çerimiz, düşüp kaldı yarımız.
baş koyacak yerimiz yağız yerle taş olur.
kara ozan, söz uzun.. feryadı çok kopuzun.
bir bir andıkça gözün kanlı kanlı yaş olur.
kara ozan daldığı iç dünyasından bir şakırtı ve bir bağırtı ile uyanır. karşısında bir yığın çin atlısı vardır. çin subayı yaklaşarak kopuzu almak ister, kara ozan çin subayını iter ve "kopuzuma karşılık çin sarayını bağışlasan yine vermem" der. bunun üzerine çin subayı onun da ihtilalcilerden olduğunu anlar ve kılıcına davranır yalnız kara ozan atik davranıp kopuzunu onun kafasına geçirir sonradan diğer çin askerleri üzerine çullanır ve atların ayaklarında çiğnenir. görevini başarıyla yerine getirmiş ve uçmağa varmıştır.
nesnelerin uzaklık ve çaplarını ölçen bu cihaz uzun süre kullanılmıştır. yıldızların karadan yüksekliğinin gözlemlenmesinde de kullanılmış.
bacaklar bir eksen çevresinde döner ve açı mesafesi ölçülmek istenen iki nesne nişan alınır, sonrasında bir ip aracılığıyla bacakların serbest uçları arasındaki mesafe ölçülür.
---
üç kız kardeş ve anaları vardır. bunlar çıkırık eğirirler. külden çıkmadığı için küçük kızın adı “küllü fatma” olarak kalmıştır. kendi aralarında sözleşerek kimin urganı koparsa onun etini yemeye karar verirler. annelerinin urganı koptuğu için onu kazanda kaynatıp yerler. fakat annesi fatma’ya kemiklerini bir kuyuya atmasını tembihlemiştir. küçük kız annesinin etini yemez, kemiklerini bir kuyuya atar. o kuyuda bol miktarda mücevher ve giysi bulur. bunları giyerek ablalarının daha önce gitmiş olduğu şehzade düğününe gider. o sırada bir havuz başında ayağı kayıp altın ayakkabısı suya düşer. şehzade bu ayakkabıyı bulur ve sahibini aramaya başlar. küllü fatma’yı bularak onunla evlenir. kardeşleri bir gün fatma’ya beraber hamama gitmeyi teklif ederler. orada ona sihir yaparak kuşa çevirirler. kardeşlerden birisi fatma’nın yerine geçerek şehzadenin yatağına yatar. sarayın bahçıvanı kuşu fark ederek şehzadeye haber verir. kuş dillenerek olanları anlatır. kardeşler cezalandırılır, şehzadeyle fatma yeniden evlenir.
---
asil türk ırkının kutup yıldızı karapapak terekeme türklerinin toplandığı başlık.
örgütlü yaşam için, birlikte hareket etmek için, hepsinden önemlisi kandaşlarımızı tanımak için bir başlık altında toplanmayı bunu ilerleyen zamanlarda zirve ile şenlendirmeyi ve tabii ki nice güzel paylaşımlarda bulunmayı sağlama düşüncesiyle, ister mesaj yoluyla isterseniz de buraya yazarak oluşturulacak listeye katılabilirsiniz.
Kars 1. Sıra milliyetçi hareket partisi milletvekili adayıdır.
Kendisi terekeme / karapapak türklerindendir.
Kars'ın asli unsuru olan karapapak / terekeme türklerinin içlerinden çıkan evlatlarını yalnız bırakmayacağını umuyorum.
bu programda her şeyi bırakmış doğaya karışmış ve bir butik otel açmış insanları görünce gözlerim nemli uzaklara bakıyorum.
ileride bu programa ben de konu olacağım demedi demeyin.
http://www.trt.net.tr/tel...zyon/detay.aspx?pid=23586
"21 farklı ülkeden tabiat ve çevre dostu "en yeşil" hikâyeler… içinde bulunduğumuz dünyanın güzellikleri, iklim bitkileri, denizleri, ormanları… ekolojik dengenin korunmasının hayatımızdaki yeri… sağlıkta ve kalkınmadaki önemi… tabiata ve çevreye saygılı, özenli bir şekilde yaşam sürenlerin "pozitif ekoloji" temelinde tecrübelerini aktardığı belgesel çevreci öyküler "greenest story” trt hd’de…"
başta sultan ıı. abdülhamid olmak üzere devrin ileri gelen devlet adamlarıyla tanışmış "hırsız" koleksiyoner dişçi albert dorigny, bu ilişkilerini kullanarak evkaf nezareti'ne dilekçe verir ve ayasofya camii haziresindeki 2. selim türbesi'nin girişinde, solda altmış çiniden panonun onarılması için izin ister.
osmanlı adamın "hırsız" bir koleksiyoner olduğunu bilmediği için(insan hiç araştırmaz mı?!) izni verir.
çinilerinin benzerlerini, fransa’da bir fayans fabrikasında yaptırır ve bu fayanslar geldikten sonra, orijinal çinileri yerinden söktürür ve yurt dışına kaçırarak satar ve yerlerine fabrika yapısı çinileri yerleştir.
bir gecede, 60 parçadan oluşan çini panoyu yerinden söküp, önceden hazırlattığı sahte panoyu buraya yerleştirir.
4 yıllık restorasyon çalışmalarında, bu hırsız fransız, birçok çiniyi fransa’ya kaçırır. tabii bunun için osmanlıdan eşek yüküyle para almayı da ihmal etmemiş.
neyse aradan yıllar geçer. türbenin girişinin sol yanında bulunan çini pano, diğer yanda (aradaki mesafe 5 cm.) bulunan benzerine göre daha solgun görülmektedir. halbuki, tamamen naturel boyalarla boyanmış ve hemen hemen hiç solmayan çiniler bu panoda solmuştur. bizimkiler bakar "bu çinilerde bir hata var acep nedendir" derler ancak uzun yıllar anlaşılamaz.
2003 yılına gelindiğinde, çinilerin bulunduğu bölümde, 2 çini yerinden koparak düşer ve kırılır. arkalarında paris şehrindeki choisleroi seine isimli fayans fabrikasında üretildiklerine dair mühür çıkar. tabii bizimkilerde bir şok.
çiniler araştırıldığında louvre müzesinde sergilendikleri anlaşılır. hatta müze yetkilileri çekinmeden, bu panonun altında “ayasofya müzesinin haziresinde bulunan sultan ıı. selim türbesinin çinileri” ibaresini bile kullanmaktadırlar. bu çini pano 1905 yılında, dorigny denilen hırsız tarafından müzeye satılmış.
3. murat türbesinden çalınan çiniler ise, yine fransa sevr müzesinde sergilenmektedir. tüm iade girişimlerine rağmen çiniler geri verilmemektedirler.
göktürk dönemine ait bir çalgı, akrep gibi bir şekli var.
"altay yatıg, bir çoban tarafından moğolistan’ın hovd eyaletinde bir kaya mezarlığının içerisinde bulundu. alman ve moğol uzmanlar tarafından almanya’da yürütülen çalışmalar neticesinde 1400 yıl öncesine ait olduğu kesinleştirilen altay yatıg, 2011'de moğolistan’a getirildi. moğolistan’da 3 sene süren çalışma neticesinde çalgının kopyaları üretilerek kültürel miras olarak günümüze kazandırıldı."
trt de bisiklet konulu belgeselde adı geçen talihsiz gezgin.
amatör olarak fotoğraf çekiyormuş ve bir gün "aga bu iş böyle olmayacak ben dünyayı bisiklet ile gezeceğim" demiş.
tabii o yıllarda bisiklet üstün teknoloji ürünü halk tabakasında pek bulunmuyor zenginlerin oyuncağı diyelim.
1892’de bisikleti ve ahşaptan yapılma kamerasıyla yola çıkar.
adam iki senede amerika, japonya, çin, iran özetle amerikadan başlayıp asya üzerinden avrupaya yol almaya koyulur iranı geçer bizim topraklara girer ama işte maalesef güney taraflardan giriş yapar azıcık kuzeyden girse belki adam ölmeden dünyayı bisikletle geçerek mutlu sonla evine varacaktı ama ne bilsin.
neyse tebrizden yola koyulur erzuruma doğru gelirken güney illerdeki kürt eşkıyalara denk gelir ve öldürülür.
tabii amerika bu(!) büyük devlet, işin peşini bırakmaz bizimkilere baskı yapar "lan vatandaşımız ne oldu bulun"der. bizimkiler hemen bir ekip kurar o dönemin rıza babası olayı çözer kürt eşkıya yakalanır ama bir şekilde kaçar bizim devlette frank lenz'in ailesine 7.500 $ tazminat ödemeyi kabul eder.
bizim lenz'in bisikletinin arka tekerinde bulunan 4 bayrak var birisi türk bayrağı diğerleri abd, ingiltere ve ne olduğunu tam göremediğim bir başka ülke bayrağı.
şimdi burada kürt eşkıya yazdık diye hemen rerörö yapılmasın. bilgilerde öyle geçiyor yani italyan eşkıya, ingiliz rus ve bilemem ne eşkıya diye geçseydi onu yazardım.
sizi esir etmemesi açısından radyo her zaman bana sıcak gelmiştir.
bazı geceler burayı dinliyorum, o an sitede olanların sayısına göre ayrıca mutlu oluyorum çünkü böyle şeyler çok nadir takip ediliyor arada bir sayı artınca insan mutlu oluyor.
22 kasım 2009 günü musul kentinde ıtc yürütme kurulu üyesi ve ırak türkmen cephesi musul il başkanı yavuz efendioğlu evinin kapısını çalan peşmerge giyinimli kürtler tarafından "hastanız var acil gelin" denilerek kapının önünde çapraz ateşle şehit edilmiştir.
kars'ta yaşananları daha önce yazmıştım (bkz: kars ta yapılan planlı kürtleştirme)
maalesef bölgede ve kars gibi türk kenti özelinde uzun zamandır yapılan planlar var.
işi buraya getirenlerin vayına oturayım.
ek:
bu konuyla ilgili feysbuk gibi mal deposu ortamlarda gördüğüm yorumlar beni benden aldı.
adam utanmadan kars'ı kürt kenti olarak adlandırıyor.
bu saldırılar orada yaşayan türk çoğunluğun ekonomik olarak zayıflaması ve bölgenin kürtleştirilmesinin hızlanması içindir.
osmanlı'nın geniş coğrafyasında kullandığı tatarlara denir.
tatarların at kullanışındaki ustalığı ve savaşma yeteneklerini devlet bu yönde değerlendirmiş.
üzerlerinde en az 4 farklı silah taşırlarmış ve kalın giysileri zırh görevini görürmüş. bunların tüm silahlarıyla çekilmiş bir fotoğrafları vardı ama şimdi bulamadım. “yaya kaldın tatar ağası” “tatarın gidişini beğenmedim” “atı alan üsküdar’ı geçti” "tatar'ın kılavuza ihtiyacı yok" bunlar hep o dönemden kalma sözler.
değişik iklimlerde yolculuk yaparlar, başkasının taşıyamayacağı ağırlıkta bir kuşak ağır tabanca cephane ve levazım deposu gibi gezerlermiş.
tatarların, istanbul’dan edirne’ye 2 günde, şam’a 12 günde, 2300 kilometre uzaklıktaki bağdad’a 14 günde ulaştıkları bilinirmiş.
evliya çelebi 1656 senesinde hamisi melek ahmed paşa’nın haber ve mektuplarını van’dan istanbul’a götürüp getiren tatarlarla yaptığı seyahati tasvir eder. van’dan sekiz süvari, kuzeye doğru, yoldaki menzillerde beygirleri değiştirerek ve oradaki valilerin mektuplarını da alarak malazgird, hınıs, hasankale, erzincan, niksar, ladik, merzifon, osmancık, tosya, izmit ve gebze üzerinden 13 günde istanbul’a ulaştıklarını anlatır. tatarlara iyi maaş verilir; ayrıca taşıdıkları hususi mektup ve poliçelerden de yüzde alırlardı. taşıdıkları zayi olursa ocak sandığı tarafından tazmin olunurmuş.
251 km mesafeli maraton. normal şartlarda 6 maraton koşusuna denk olduğu belirtiliyor ve dünyanın en zorlu koşu yarışı olarak gösteriliyor. https://www.google.com.tr...amp;q=marathon+des+sables şu google görsellerine bakınca insan "amaçları neymiş ki?" diyor.