Adının Murat olduğunu belirten ve soyadının açıklanmasını istemeyen 32 yaşındaki erkek oyuncu ve yönetmen, emlakçılık yapıyor ve 8 yıldır porno sektöründe. Önceleri sadece oyuncuyken şimdi film çekmeye de başlamış. 11 yıldır evli ve karısı ikinci mesleğini bilmiyor.
“sex” kelimesini en çok aratan 4’üncü ülke Türkiye’de bir porno sektörü var mı? Varsa nerede ve sektörü oluşturan insanlar kim? Türkiye’deki sektör ABD ve Avrupa’ya göre çok küçük. Bu konuda Türkiye’de herhangi bir veri bulmak da çok zor.
Başta da belirttiğimiz gibi Türkiye ile ilgili veri yok ama, 8 yıldır bu sektörde çalışan ve kendini Murat olarak tanıtan oyuncu ve yönetmen, bir tarzı olan Türk pornolarının yurtdışında ilgi gördüğünü; özellikle Arap, Rus ve Fransızların ilgi gösterdiğini söylüyor.
--spoiler--
kişisel internet sitesinde her pazar saat 10'de haftanın özeti derlemesi yapıyor. öyle ki tadından da yenmiyor.
dijital dünyadan ulaşmaya çalışırsanız iki kelam zor alırsınız ağzından çok meşguldür. ama yüz yüze yakalarsanız mutlaka sorularınıza yanıt verir.
ne derse izler okur ve not alırım. bir dönem timur sırt ile program yaptı hatta yazılar yazdılar ama kuzuloğlu epey yükseldi.
en havalısı da kişisel ajandasını sitesinde paylaşması!
yurtdışından aldığınızda içerisinde şu ayakkabılardan çıkan küf engelleyici minik poşetlerden çıkıyor. Bunu öğrenmem de çok talihsizce oldu ama inanın her şey ben yokken gerçekleşmiş...
kekleri şefin masasına bırakıp çıktım, akşam konser vardı. madem erken çıkacaktım fedakarlık olarak keklerimi bırakabilirim diye düşündüm.
Evet, evet çok tatlıyım. Ertesi gün erkenden ofise geldim. şef geldi demesin mi big boss senin keklerden zehirlendi. başımdan aşağı sıcak katran döktüler resmen. dedim mümkün değil hepimiz yedik, kimseye bir şey olmadı.
Adam kusup duruyor, çok fena oldu dedi arkadan bir arkadaş. Sonra odaya girdim kekin yarısı ve yanında da açılmış minik bir poşet. şefe dönüp bu nedir dedim poşeti göstererek. kekin üzerine dökmek için. evirdim çevirdim ki ne göreyim koruyucu madde yemeyiniz falan yazıyor üzerinde.
durum anlaşıldı elbette. big boss ölmedi ama ben üç buçuk attım.
Anlatacak bir hikayem var. Gerçek midir, belki de.
Beş yıl önce kadın aceleyle sınıfa girdi. Bu derse artık girmeliydi. Üstelik konuk da vardı. “Belki eğlenceli olur” demişti arkadaşları. En öne oturdu. Hoca ve adam öyle bir havayla girdi ki, etkilenmemek ne mümkün. Genç yaşta mesleğinde yükselmiş ve sektöründe epey tanınıyordu. Kadın adamın sadece gülüşüyle ilgilenmişti. işinde başarılı, evli ve iyi bir adam. Aynı filmlerdeki gibi!
Adam birden kadına dönüp “Siz neden bu bölümü okuyorsunuz madem mesleği yapmayacaksınız?” dedi. Kadın dudak büktü, “Bir gün mutlaka ofise gelin, görün ve öyle karar verin” dedi. Gitmedi sadece bir gece geçirse iyi olabileceğini düşünmüştü.
Adamı bir daha görmedi, adını bile telaffuz etmedi. Adamla aynı işi yapmaya başladı, kısa sürede yükseldi, yükseldi ve üç yılda artık altında elemanları bile vardı. işi gereği geziden geziye gidiyordu. işe başladığından beri aşk hayatı ve seks hayatı rafa kaldırılmış, işkolik bir kadın olmuş çıkmıştı.
Geçen hafta gelen davete ofisteki arkadaşı gidemediği için o gidecekti. işin aslı bu iş kadını hiç de heyecanlandırmıyordu ama zorundaydı. Forsu olsun diye uçak biletlerini akşama aldırdı. Gündüz toplantılarına girmeyecek kadar seviyeyi atlamıştı. işi teklif eden şirketten bir telefon “Merhaba, sizle birlikte sektörün önemli o ismi de gelecek, numarasını size yolladım. Araçlarınız hazır olacak, buluşun lütfen” dedi. Kadının aklı hemen beş yıl önceki derse gitmişti. “Vay be! Dersten bu yana bende bıraktığı etkiyi mutlaka paylaşmalıyım” dedi elemanlarından birine.
Akşam üzeri havalimanında kahve içerken bir mesaj “Merhaba, ben küçük mekanda kahve içiyorum. Geldiyseniz sizi beklerim.”
Kadın küçük çantasıyla ilerledi, görür görmez onu tanıdı. Hiç değişmemişti. “Beni nereden tanıdınız” dedi adam elini uzatırken. Kadın heyecanla beş yıl öncesini anlattı, adam hatırladı. Kadın konuşurken sürekli iş teklifleri için arayanlar yüzünden mola vermek zorunda kalıyordu. Anlattı ve anlattı. “Ben senin yaşındayken hiç böyle değildim. Kahve getir götür” dedikten sonra pişman oldu adam ve hemen başarılarını anlatmaya koyuldu. Kadın epey mahcup tavırla yapmak istediği işleri anlattı. Adam “Bu yaşta bu başarına şaşmamalı, enerjin harika. Eski patronun nasıl biri? Onunla bir iş yapacağız sanırım” dedi. Kadın birden “Evet konsolosluk adına malum etkinliğe gideceksiniz. Adına çalışmadığınız sürece iyi biridir” dedi. Adam şaşkınlığını gizlemekten çok uzaktı, sürekli bu kadar insanı nasıl tanıdığını soruyordu kadına. Kadın içten içe “Keşke sussaydım” diyor. Adam yazısını yazarken fikir verince de pek bozuldu.
Uçağa bindiler. Kadın bir ara dolunayı gösterdi. Uçak korkusunu belli etmek istemezdi hiçbir zaman. Ya yazı yazardı ya da yazacak şeyler düşünürdü. Yolculuğun sonuna doğru adam kadını dürttü “Saçında ne çok beyaz var, anlatacak daha hikayen olmalı. Bira içerken mutlaka konuşuruz” dedi. Kadın çok sevindi, arkadaş olabilirlerdi. Böylece bağlantıları güçlenecekti sektörün en önemli yöntemi buydu. Kimi zaman kendi takımını oluştururlardı böyle adamlar, takıma dahil olabilirdi. Ne kadar da iyi biri diye düşünmeden edemedi kadın. Şehre indiler, kapıdaydı. Adam kadının yanına oturdu ve “Şunu tanıyor musun?” dedi. Kadının idolü ve dibinden ayrılmadığı adamı gösteriyordu. Yol boyunca onun işlerinden söz ettiler. Adam, kadını sevmişti çünkü artık kendinden değil onu övüyordu. “Yarın seninle şehri keşfedelim” dedi. Harika fikirdi...
18 kişilik masada ikisi bekleniyordu. Adamı herkes tanıyordu kadınıysa sadece iş ilişkileri olan orta yaşlı kadın. Rakılar geldi sofraya. Adam bütün masaya hakim olmuştu. Birden söz tam kadına geçerken “Sen daha küçüksün, dur bakalım bu iş bana” dedi. Bir duble rakıyı başına dikti kadın, sinirlendi. Ona destek çıkacağını düşünüyordu. Yemekler geldi, rakılar bitti. Geceye doğru insanlar kadının yanına oturmuş onun yeni yetmeyken hikayelerini dinliyordu. Adam öyle fena bakıyordu ki, zoraki gülüyordu. Üstelik ingiltere işini elinden almıştı... Kadın rakip kazanmak istemediği için “Kendisi benim hocam sayılır, onun yapması daha doğru” demesiyle masanın gönlünü de toplamıştı ve adamın.
Gece sonunda herkesin yüzü gülüyordu. Kadın, yarın diğerlerini atlatmanın yolunu düşünürken “Lobide bir bira daha mı içsek” dedi adam. Yorgundu kabul edemedi. Herkes odasına giriyordu sırayla, ikisi koridorun en sonunda karşılıklı odalardaydı. “Mini bara yüklenelim o halde” dedi adam ve kapısını açık bırakıp içeri girdi. Kadın “Sizinle bir işte olmak güzel” dedi odasına girip kapıyı kilitledi.
Duş alıp olabildiğince rahat giyindi. Bira aldı dolaptan ama açmanın hiçbir yolu yoktu. Saate baktı, adamın kapısını çaldı, “Açar mısınız?” dedi. “Tabii. Gelsene sana birkaç şey anlatırım iş hakkında” dedi. Kadın adamın elindeki yüzüğe baktı ve içeri girdi. Bir risk olamazdı, sonuçta kendisinden büyüktü ve sürekli “siz” diyordu.
Sandalyeye adam oturunca mecbur yatağa oturdu. Meşhur yabancı diziyi izlemeye başladılar. Adam birden küfür edince kadın kahkaha attı. Adamın bu hoşuna gitti, “Nasıl birisin sen” dedi. Sohbet başladı. Kadın hayat hikayesini anlattı, adam güçlü yapısını övdü. Seyahatleri konuşuyorlardı ki “Bazen karım müsaade etmiyor gitmeme. Bizim gibi özgür ruhlu insanlar evlenmemeli” dedi. Kadın da onayladı ve hormonlara neden kandıklarını anlattı. itiraflar başladı. Bir kadın, bir adam. Adam, her seferinde kadının onu yargılamaması aksine hak vermesine şaşırıyordu. Kadın perdeyi ve camı açtığı sırada adam da yatağa oturdu. iş gezilerindeki kadınlardan söz ettiler. Adam “Dışarıdan nasıl görünüyorum bilmiyorum ama bu değilim. Seni kıskandım kadın. Özgürlüğünü, güçlü duruşunu ve hakimiyetini” dedi ve kadının elini tuttu. “Saçmalama abi ya! Bu sikik işte senin üçte birini yapamadım. Dışarıdan ne göründüğü umurumda değil. Ne hissettiğim önemli” dedi. Adam önce televizyona sonra da kadına baktı. “Sana son bir itiraf, bir erkeği becerdim” dedi. Kadın omzunu kaşırken “Hadi ya, harika deneyim. Nasıldı? Ben de bir kadınla yatmak istemişimdir hep” dedi. Adam kahkaha attı “Çok iyiydi. Öyle çok istedi ki kendisini becermemi, dayanamadım. Şuanda da dayanamıyorum” deyip kadının dudaklarına yapıştı.
Kadın bu noktaya gelmesine hiç ihtimal vermiyordu ama karşılık veriyordu. Adamı hiç sevmemiş ama yıllardır sevişmemenin verdiği azgınlık nüksetmişti. Ama içinden sürekli “Onu boşalt ve defol” diyordu, daha ileri gidemeyeceğini düşündü. Hazırlıksız sayılırdı. Adam sürekli konuşuyordu, kadının arzusu onu öyle istekli hale getirdi ki. Plan suya düştü.
Işıklar kapattı adam ve saatlerce seviştiler. Adam boşalmadan önce “istanbul’da da, seni sürekli istiyorum” dedi. Kadın işini riske atmayacaktı, burada kalacaktı. Adam seksi bir bağ olarak düşünmüş iş bitince kadına sarılmak ve sohbet etmek istemişti. Yanağını öpüyor ve anılarını anlatıyordu. Kadın “Yarın iş var” deyip giyinmiş ve adamın vücuduna karısının fark edebileceği bir şey var mı diye bakmıştı. Adam daha da etkilenmişti ve kadınla bir daha yatmak istiyordu. Kadın yerdeki iç çamaşırını alıp odadan çıktı. Adam koridorda çırılçıplak durup “Odana geleyim mi?” dedi, kadın kapıyı yüzüne kapattı, yatağa atladı. Pişman değildi, duygusal hiçbir bağ yoktu. Uyuyakaldı.
Ertesi sabah kadın belli etmemek için oldukça farklı kişilerle sohbet ediyor ve adamı geçiştiriyordu. Adam kadının gözlerinin içine bakıyordu sorun olduğunu düşünmüştü. Ekipteki kadınların hepsi adamın etrafında dolanıyor ve numarasını veriyordu. Kadın sürekli iş yakalama hevesindeydi. Vedalaşırken “istanbul’da görüşelim, lütfen” demişti. Kadın kafa sallayıp gitti. Fakat o andan itibaren rakibe dönüştüler. ilk hamleyi adam yaptı ama kadın bu hamlesine karşın hem elinden iki işi aldı hem de diğer şirketle aralarını bozdu. Kadın bunu iş efsanesi olarak ileride anlatacağını düşünüyordu sadece.
Bir hafta sonra adam sürekli aramaya başlamıştı. Kadın acımaya başladı, karısıyla mutlu pozlar veren, aile babası tavrıyla sektörde tanınan ve başarılı sanılan adam gözünde para ve seks düşkünü biri olmuştu. Kadın, adamı geçiştirdikçe adam daha da ısrarcı olmaya başladı. Ertesi gün karısıyla kavga ettiği bir akşam kadın onun içini rahatlatmak için epey dil dökmüştü çünkü boşanırsa bok çuvalına dönüşeceğinin farkındaydı. Belki de başına kalacaktı.
Konu yine görüşmelerine geldi. “Evet güzeldi ama o anlıktı. Belki başka bir işte rastlaşırsak” dedi telefonu kapattı. Televizyonun kumandasını alıp beş yıl önce üniversitenin eski sıralarında adama bakarken ki dileğini hatırladı. “Anlıyorum...”
duydunuz mu hiç bu cümleyi?
ben üç farklı patron kişisinden hem de birbirinden farklı kariyerleri olan üç kişiden duydum bunu...
sevinmeli mi? anlamlandırmalı mı? önemi var mı sahiden?
bu bir cesaret ya da hırs anahtarı olarak görülüyor olabilir. fakat başarılarınız da size mal edilmek yerine sizi "keşfedene" çarçur ediliyor.
bu sözü ilk duyduğum zaman korkmuş, ne desem bilememiştim. üstelik henüz 21 yaşındayken ileride patron olabileceğim safsatası anlatılıyordu. olur muyum, belki. istiyor muyum, bir limonlu soda lütfen!
aylar sonra bir toplantı masasının olmadığı bir toplantı odasında benim fikirlerimi dişliyordu big bro. diş etlerindekileri sıyırırken dayanamadım, "sizin gözden kaçırdıklarınız yüzünden iyi iş çıkmıyordur belki de" dedim ustrupluca. 45 dakika kadar bir yergi dinledim, yanaklarım kızardı, kızardı, kızardı. söyleyemeyeceklerimden dolayı utanıyordum. "yahu siz gerçekten eskisi gibi değilsiniz" diyemediğimden...
kimi zaman toplantıların bir saat uzaması bizim bu tartışmalarımızdan kaynaklanıyordu. diğerleri iyice sıkılmaya başlayınca "anlıyorum, sizin takdiriniz. sonuçta masanın yüksek tarafında oturuyorsunuz" dedim. kafasını uzattı, gülümsedi.
"söylediklerim sadece senin için geçerli değil, çok da üzerine alınma. üstelik itiraf etmeliyim ki seninle tartışmak hoşuma gidiyor" dedi. birkaç genç kıskandı. ben sinirlendim, oyuncak mıyım ben yani? sürekli ego kavgasına mı girişecektik? izlediklerimiz ve okuduklarımızı mı yarıştıracaktık?
"keşke bu sonuçları değiştirse" deyince "sende gençliğimi görüyorum" dedi, arkasına yaslandı ve toplantı bitti.
belki de sistemin başarılısının genel bir grafiği var ve benim tavrım da bunu çiziyordu, bilmiyorum. fakat ben benzemediği konusunda birkaç söz edebilirim.
...
haftalar geçti, sorunlarımız büyüdü. onu sevmediğimi biliyordu. üstelik bundan emin olmak için kimi zaman sataşıyordu.
bunu kendimi önemli gördüğüm için söylemiyorum. onun kendince yönteminin bu olduğunu düşünüyorum sadece. çünkü etrafımdakilere sataştığında geri dönüş alamamak onun canını sıkıyordu ve şimdi eğleniyordu.
neyse, bir iş yaptırmak zorunda kaldı. teslim etmem gereken onlarca şey arasında ilk sıra bu işe verilmeliydi. araştırmalar yapıldı ve e-postayı göndermeden önce birlikte bakmamız gerektiğini ısrarla söyledi. kesinlikle beni yerecekti. gençliğinde de böyle yapılmış olabilirdi.
saatlerce bekledikten sonra odasına çağırdı. beğendi. evet, nasıl oldu bilmiyorum ama beğendi. tam gidecek iken, masasında duran dergiyi beğenip beğenmediğini sordum ve bir zinciri nasıl olduysa kırdım. adolf hitler'in ressamlığını konuşurken gelen telefonlar sessize alındı "şuan o kadar çok işim var ki, yine de burada durmayı gayet istiyorum ve bundan keyif alıyorum. hiçbir şey tesadüf olamaz" dedi. berlin duvarı hakkında bambaşka bir bakış açısıyla yazılmış bir makaleyi kahkahalarla sonlandırdık. kahkahanın izleri yüzden silinirken birden patronluğu bırakıp ipucu veren iş arkadaşı oldu. fikirler verdi. nedenini ve nasılını söyledi.
"gençliğinizde patronunuzla böyle konuştunuz mu hiç" diye sorunca "bırak şimdi beni. şu yazı mimarisini anladın değil mi" dedi.
odadan çıktıktan sonra hiçbir işimin aynı olmaması gerektiği konusunda sessiz bir anlaşma yapıldığını biliyorduk. çıkarken teşekkür ettim.
"bu sadece bir sohbetti" dedi, olmadığını biliyorduk ama seslice söyleyemedim.
şimdi ne olacaktı? yarın toplantıda tartışacak mıyız? tabii!
küçük bir kurumda çalışmıyorsanız esas patronun kim olduğunu bilmeniz epey güç.
hele ki medya sektöründeyseniz.
bu nedenle hiçbir zaman kimsenin arkasından konuşmayın. Bunu iyi niyetlerle yapıyor olsanız dahi!
ve en önemlisi de karşınızdaki "patron"un sadece mekan ve zaman ilişiğinide patron olduğunu unutmayın. sonuçta metrobüste karşınıza çıksa o boş koltuk için onu da ezeceksiniz...
Facebooka yatırdığı 60 milyon dolardan 3 milyar dolar çıkartmış durumda. Cebinde Whatsapp, HubSpot, Carbon 3D gibi daha nice şirketlerin hissesini taşıyor.
Beni büyüten kadının 80, en yakın arkadaşımın 47, eski sevgilimin 38 yaşında olduğunu hesaba katarak kendi yaşımı hesaplarsam kesinlikle 24e denk gelmiyor. E tabii bir de iş arkadaşlarımın en küçüğünün de 33ten başladığını unutmamalı
Aksi halde dışarıdan dalgacı bir tip gibi görünsem de yaşıtlarımla anlaşamamamın verdiği aptal bir yalnızlık çekiyorum. Kalabalıklaşamıyorum.
Bir kaos ortamına nispet için yapılan çocuk olarak peydahlandım 91'in yaz mevsiminde. Üstelik doğum yapması imkansız görünen bir anneden. Bebekliğim hakkında hatırladığım en net şey, Karagümrük'teki seyyar mavi bir salıncak. Büyüdükçe mutlu olacağımı düşünürdüm. Oyuncaklardan nefret ederdim ve bunu ailem hep anormallik olarak nitelendirirdi. En sevdiğim oyuncak ise düğmelerdi. Evet, bildiğiniz iliklemeye yarayan düğmeler! Onlardan resim ya da yemek yapar, akşamları amcamla VHS kasetlerin dibine vururduk.
Annem vardı ama yoktu, babam da kendi hayatını yaşamakla meşguldü. Kimseye sorumluluk üstleyecek halim yok, varlığınızın yük olduğunu sizin de düşündüğünüz olmuştur. Anne sütü içmediğim için çocukluğumun üçte biri hastalıklarla geçti. En kötüsü sağırlıkla ilgili olandı, nasıl atlattığımı doktorlar da henüz bilmiyor.
Evden çıkmam yasak gibiydi, üçüncü sayfa haberleri ve şizofren anne korkusu beni hep evde, hiç olmadı balkonda tuttu. Bisiklete binmeyi evde öğrendim mesela. Sadece bisikleti değil, paten ve scooterı da. işin aslı bu havalıydı. Arkadaşsızlıktan geberiyordum ki film, müzik, kitap ve benim sosyal bilgiler kitaplarındaki tanımına sadece sayısal olarak uyan çekirdek ailem vardı; babaannem, iki amcam ve ben. Benim için ne şaklabanlıklar yaparladı bilseniz. Tabi rol model olarak çok seçeneğim yoktu, evde kız çocuğundan çok erkek çocuğu gibi büyüdüm. Evdeki çorapları top, sandalyeleri de kale yapıp amcamı beklerdim kapıda, siz düşünün.
Bir ara iMAR Bankasının mağdurları olarak evde çok kötü şeyler yaşandı. Sanırım fakir olmakla ilgili bir şeyleri o zaman anlamıştım. Sadece evimizin kirasını verebiliyorduk, zeytin ve ekmek şanslıysak domates yediğimiz dönemlerde tek yaptığım balkonda oturup resim yapmak oluyordu. Yıllarca mutsuzluğumu özellikle nü kara kalem resimler yaparak attım. ilkokulda bu yüzden adım sapığa bile çıkmıştı. Eve gelip babaannemin kucağında ağlardım, o da sürekli bunun bir yetenek olduğunu anlatır dururdu. Hiç olmadı patates kızartırdı. işte o, dünyalara bedeldi, hâlâ öyle...
Sonra ben büyüdükçe biriktirmenin keyfini öğrendim bir de oyun konsollarını. Gençlik dergilerim vardı, kocaman bir müzik setim hatta 90ların sonunda bir de cep telefonum! Hayali arkadaşlarımdan söz edecek kadar vaktim yok, üzgünüm. Ama evde kapalı genelde okuyan ve film izleyen bir çocuğun hayal dünyasını siz düşünün artık. Okulda dış görünüşü dağınık ve haylaz ama dersleri iyi bir öğrenci oldum. işin aslı hiçbir arkadaşımla tam anlamıyla anlaşamıyordum. En fazla şakalar yapardım onlarda benimle takılırdı. Zaten onların beni evlerine davet etmesi bile başı başına evde kavga ortamına sebep oluyordu. Okul yıllarımda en sevdiğim dostlarım her daim hocalarım oldu. Öğretmenler odasının keyfini çıkaran, müdürle çay içerken derslere girmeme lüksünü yaşayan öğrenciydim.
Hayatım boyunca üç ya da dört yılda bir taşındığımız için sabit bir yere bağlanma sorunu yaşadım. Olduğum yerden hemen sıkılıyordum. Tek sabit durabildiğim yer soba yanı olurdu. Kulağım ateşte, elimde kalem uyurdum. Sabah kendimi yatakta bulurdum.
Gel zaman git zaman kız lisesine başladım. Dünya resmen üzerime geldi. Sürekli bir rekabet ortamındaydım; dersler, popüler olmak, erkekler, kıyafet
Sanırım cinsiyetimi tam anlamıya tanıdığım zamanlar diyebilirim. Aslında Cine5 bizde hep açıktı, ondan yaşıtlarıma göre daha çok şey biliyordum. Lisede ders notlarım epey düştü, ama bu sefer tiyatro merakım başladı. Sürekli derslerden çıkıp bir oyun buluyor, ona çalışıyordum. Okuldaki yetenek yarışmasında birinci olduğum zaman söz ettiğim rekabetin galibi sayılmış oldum. Hatta okulda bu konuda nam salmış, bir burs teklifi almıştım! Fakat ailemin Parasız mı kalacaksın?" sorusu hayatımı yine bambaşka yere yönlendirdi.
Sınav kaygısı başladı, beynim "ÖSS" diye zonkluyordu ki maddi ve manevi bunalımlı dönemlerimi sosa bandıran bir adamla tanıştım. işin aslı yaşça benden ne kadar büyükse o kadar çocuktu. Şu sarıp sarmalanma özlemimi gideriyordu. Yüzükler takıldı, kaynana tripleri, görümce iğnelemeleri, adeta koca lafları işittim. Sonra babam sahneye çıktı, yine bir kaos ortamı. Ben çekiyorum kesinlikle, olur olmadık zamanlarda babamla karşılaşma ya da yalan söyleyip sevgiliyle gezerken merdivenlerden yuvarlanıp ambulansta babamın kızgın gözlerine bakarken buluyordum kendimi. Buna rağmen eğleniyordum, beni gelin diye çağırmalarına gücenmiyordum. Üç yıllık evlilik tadında ilişkiden çok şey öğrendim ama bunlar kesinlikle beni mutlu edecekler arasında girmiyordu.
Şans eseri ilk seferde üniversiteyi kazanınca içki ve uyuşturucu ile tanışmıştım. Uyuşturucu bana göre değildi, onların tripli dünyasına ben zaten oturduğum yerde girebiliyordum. içki iyiydi, güzeldi. Fırsat buldukça içtim,ne kadar saçma şey varsa gençliğe vurulacak hepsini yaptım. Bu arada hâlâ taşınıp duruyorduk. içkinin dibine vurduğum bir akşam apandist ameliyatı oldum ve o zaman çok daha iyi anladım yalnız kalmanın ne demek olduğunu. Hiç öyle bakmayın, daha acı bir gol bekliyordunuz biliyorum Kendime çekin düzen vermeye çalışırken yıllardır ortada olmayan annem Facebooktan mesaj atarak dünyama girdi. 21 yaşına kadar size benzeyen bir simayı birden görünce özlem hissetmiyorsunuz elbette. Görüşüp görüşmeme konusu evde bir ton olaylara sebep oldu. Kendi kararımı vermek istiyordum ama hayatımın hiçbir noktasında bunu düzgünce yapamıyor, ya işin içine yalan giriyor ya da bir oyun çevirmek zorunda kalıyordum. Evi terkettim, çok uzun sürmeden kararıma saygı duymak zorunda kaldılar.
Anneme hiç hesap sormadım, geçmişte yaşadıklarını kimsenin telafi edebilme gücü yok. Madem geldi, şimdi ne yapacaktı? Tam bu sıralar bir de aşık oldum. Sürekli yanlış zamanda geldin keşke daha ileride karşıma çıksaydı dediğim adama. Anne ve kız ilişkisini bir türlü kuramıyor, daha çok karşılıklı oturup içiyorduk kadınla. Çok başka hayatların insanı olduğumuzu her gün daha iyi anlıyordum. Bir de iki kuzen çıkmıştı ortaya. Biri iyiydi de, diğeri ile olan diyaloglarımız duyanı ürkütebilirdi. Neyse, söz ettiğim herif benim ukala ve şımarık davranışlarıma dayanamadı, gitti. Sonra kadın yani annem bir yarışma programında ona eşlik etmiyorum diye bir mesajla Benimle artık görüşme dedi. Babamın Ben demiştim sözlerine katlandım birkaç ay ve babaannemin iğnelemelerine. Derken okulun son yılında telaş başladı ve ben Topkapı Sarayının Has Bahçesinde oturmuş bebe bisküvisi yiyordum turistlerle. Ne olduysa o anda oldu ve birden değiştim. Değişim dediğim hayata bakış açısından tutun kıyafete kadar bir değişim. Kendim için bir şeyler yapmaya karar verdim, henüz yapmadımsa da
Okuldaki birkaç tatsız olay yüzünden mezun olamadım. En azından stajımı bitirip yüksek lisans hayallerime kavuşayım derken xx gazetesinde kahve çay servisi yaparken buldum kendimi. Durum o kadar vahim değildi, hızlı toparlandı. Nasıl olduysa benim sevdiğim kadar onlar da sevdi beni ve gazetenin muhabiri oldum. Babam iplerimi bıraktı, babaannem çoğu zaman yalnız kaldığıma üzülür oldu. Konserden konsere gittim yetmedi yurtdışına çıktım bu iş sayesinde. Saatlerce çalıştım, zorunluluktan değil keyif alarak. Bu keyif alma ve benim haylazlığım bana yedi ay cumartesi ekinde köşe yazmamı bile sağladı! Gel zaman git zaman kız lisesindeki söz ettiğim rekabetler burada da yaşanmaya başladı. iki buçuk yıl sonra istifa ettim. Bu arada bir yıl içinde eve hırsız girdi, 40 tonluk bir su baskını yaşadık, babaannem hastanede kaldı gibi kötü olayları atlıyorum. xxtaki çalışma tempomu değil fakat insanları çok özlüyorum. Bir ay işsizlik beni ev seksisine dönüştürüyordu ki başka bir xxxte yeniden işe başladım. Şimdi usul usul devam ediyorum yaşamaya. 24 yaşımdayım fakat kendimi 35 yaşını geçkin hissediyorum. Her şey beni bulur sendromu bende de var, evet
Sigarasını sardı, yaktıktan sonra derin bir nefes çekti adam içine. Söyle bakalım küçük kız senin hikayen nedir dediği zaman bunları beklemiyordu besbelli. Hikayemin iskeleti bu. Kime anlatsam beni hayatta karşılaştıklarımdan dolayı seviyor. işin aslı o kadar da boş biri değilimdir. Ya da belki de öyle...
Birden dank etti bu akşam. iki adama aşık oldum şunca zaman. ikisinin hiçbir ortak ozelliği yok. Sadece ikisi de klarnet çalmak istiyordu. olabilir...
fakat şu an ciddi anlamda beğendiğim herifin de klarnet çalıyor olmasına ne demeli? Belki de 5 erkekten birinin hobisidir, bilmiyorum...
(bkz: sxsw)
Şuan başladı aldı başını gitti hatta.
Her yıl binden fazla sanatçı ve yaklaşık 100 sahnesiyle en uzun ve en kalabalık festivaller arasında yerini alan South By Southwest bu yıl da bomba gibi. Müzikseverler Austini şimdiden doldurdu. Sahneye çıkacak bin isim arasında Black Milk, Bloods, The Dodos, Jessie Ware, The Pop Group, Thee Oh Sees, Carl Barat and The Jackals, Twin Peaks, The Twilight Sad, The Big Pink, Ben Kweller, Mew, Courtney Barnett ve Twerps var.
Sadece müzik değil, film ve konferansların da yer aldığı bir fest. Özellikle teknoloji hakkındaki konferanslar ufkunuzu açar, varsa twitter'dan takip edebileceğiniz aktarıcılarınız gözünüzü ayırmayın.
sınır nedir bilmeyen, patavatsız, gülünce sağ gözü kaybolan, bence mimari anlamda da tasarımdan anlayan biridir.
kelime şakaları beni her daim ansız yakalar, ölürüm gülmekten.
velhasıl artık moda'da bir mekanı var emre'nin, Hollywood Burger.
Görüntülü radyo yayınlarını bu mekanın üst katında yapıyor. dileyen yayını mekandan da izleyebiliyor.
henüz göremedim ben ama gidilecek yerler arasında liste başında. gidin, tanışın, acık mıncıklayın adamı.
Üzgünüm ama adını google'a yazınca da bunu gördüm.
Mahcup oldum sözlük.
Fotoğraf çekimi sırasında kapı çalıyor da çalıyor. Bir kadın girebilir miyim deyince ben hayır ama ayıp bu ne ısrar diyorum. Yine çalıyor...
aaa diyorum ve kapı açılınca sertab erener ile göz göze geliyorum. Birden allahım sertab erener'i içeri almadım deyince ortalık benim tepkimle kahkahaya boğuluyor ve beni kurtarıyor ama ben kendimi mikro organizma gibi hissetmekten kurtulamiyorum...
Bir sıfat butunlemesi oluşturan ektir. Kendisinden önce gelen isim ile bitişik yazılır. yazılı medyada da çok sık yapılan bir hata.
örnek
müziksever, sinemasever, sanatsever, cazsever...
etkileyici bir o kadar tarafımdan özlenen kibarlığın temsilcisidir.
saat 21.00
telefonum çalıyor, bir açıyorum ki mehmet aslantuğ. oysa "Merhaba ben Arzum'un eşi mehmet" demese de sesinden tanımıştım, heyecanlı bir gülümsemeyle "tanıdım mehmet bey buyurun" dedim.
bir aksiliği anlatıyor, ben sesini dinliyorum. ne güzel de "ece hanım" diyordu. o "kusura bakmayın" dedikçe sanki sorumlusu benmişim gibi "asıl siz kusura bakmayın" diyorum. tam bana bir şey anlatıyordu, kapısını çaldı biri. "Bir saniye ayşe hanım, telefonla konuşuyorum sonra gelin. ece hanım kusura bakmayın" dedi. ben yine "asıl siz kusura bakmayın" diyorum. bir sidik yarışına döndü bile diyebilirim. bol özürlü sohbetin sonunda "siz merak etmeyin gece setten gelir gelmez gerekeni yapacağım" diyor vedalaşıp kapatıyorum telefonu. sonra bir kahkaha patlattım. mehmet aslantuğ'nun sesini duyunca yüksek boyutlu dosya indiren kasalı bilgisayar gibi oldum komut tekrarladım paso.
söz verdiğini yaptı, tam da dediği gibi gerekli veriler elimdeydi. ne kıymetli adam.
Weber Habermas ve Avrupa Devletinin Dönüşümü - John P. McCormick *
--spoiler--
Bu çalışma küreselleşme çağında devletin kaderinin ne olacağıyla ilgili, Avrupa Birliğini odak noktasına koyan bir sorgulamaya girişirken, iki büyük devlet kuramcısı Weber ve Habermas'ın konuyla ilgili düşüncelerini karşılaştırıyor. McCormick Habermas'ın Weber'e getirmiş olduğu eleştiriyi tamamlamaya çalışırken bir yandan da, hukuki temelleri konusunda hararetli tartışmalar cereyan eden Avrupa uluslarüstü kurumları bağlamında demokratik değerlerin ve hukukun egemenliğinin hâlâ bir geçerliliği olup olmayacağını sorguluyor.
(Tanıtım Bülteninden)
--spoiler--
frank'in biseksüel olduğunu öğrendiğim bölümde hani karısı, koruması ve o, işte o an underwood karakterinin gücü gözümde düştü. sonra anladım ki bu tamamen benim toplumsal kalıplarım yüzündendi. sanki güçlü bir adam biseksüel olamazmış gibi..
ekrana bakarak konuşan karakterlerin her daim sevileceği kanısındayım bir de.
Son olarak dizilere mesajlaşma, tweet ve haber metninin nasıl adam akıllı seyirciye aktarılacağını da gösterdi.
Aslında düşündüm ki son değilmiş anlatacaklarım, alt metinlerini okuyabilen insanlar var mı çok merak ediyorum.
Kuruluşlarda büro benzeri yerlerde genellikle oturularak yapılan (iş, görev vb.) *
Çoğu kişinin özlemle hayalini kurduğu, çoğu kişinin de lanetler yağdırdığı çalışma biçimidir.
masabaşı yapılmaması gereken işleri de yaptıran patronlar oldukça lanet yağdıranların zamanla daha baskın olacağını düşünüyorum. Bir çok* özel sektör elemanlarını içeride tutarak boşlukları resmen tıkıyor. yapmayın dedeler!
birkaç yolu vardır ama en iyisi işinizin seyahatle ilgili olmasından geçer. Örneğin muhabirlik bunun için uygun.
Yine de olumlu ve olumsuz yanlarına değinerek TOP5 artı bir yaptım.
1. Gazetelerin tatil eki tam size göre. Fakat tatil ekleri genellikle dışarıdan yazı alır çünkü muhabirinin günlerce dışarıda olması ve sadece bir tatil yazısına odaklanması demek zaman kaybı demek. Tabii bu söylediğim ünlü rehber ve yemek yazarları için geçerli değil.
2. Diğer gezici servis ise ekonomik servisidir. Ekonomi servisi tatil ekiyle aşık atabilir bu konuda. Aracı şirketler sayesinde adeta dünyayı dolaşırlar. Hemen elleri ovuşturmayın, bu serviste sivrilmeden öyle gezmek yok.
3. Hafta sonu ekleri bir gazetenin en renkli servisidir. Tanık olduklarınız değilse, üzüldüm. Konuma tekrar dönüyorum. Hafta sonu ekler muhabiri hem gezer, hem de yazar. Tabii zamanı varsa. Her hafta özel haber çıkarmak her yiğidin harcı değil. işini erken teslim eden faklı şehir ve ülkelerdeki haberlere gider diyelim biz. Genellikle günü birlik ya da iki günlük seyahatler tercih edilir.
4. Teknoloji servisi diyeceğim ama gazetelerde servisten çok bir kişi ve yanında bir ihtimal çalışanları vardır. Şöyle demek daha doğru olur, eğer teknoloji yazarı olabilirseniz önemli bir gazetede New York'taki iPhone lansmanlarını en önde izlersiniz. Dünyanın bir ucuna birçok yeni cihazı test etmek için gidebilirsiniz. Görüyorum ki ellerinizi yeniden ovuşturmaya başladınız. Şimdiden söyleyeyim yeni neslin hepsi teknoloji yazarlığına atılıyor ama sizin arkanızda bir teknoloji yazarı yoksa yükselmeniz zor...
5. Kültür sanat servisinin işleri genelde hafta sonu servisine aktarılır çok faal olmadıkları için. Eğer cabbar bir kültür sanat servisi varsa işte o zaman yaşadınız. Sergiler, bienaller, festivaller... Ama çoğu zaman istanbul odaklı haberler yapıldığını söylemeliyim...
+1. Magazin servisinde tanınan bir muhabir olamadıkça, üzgünüm dostlar. Ama ola ki hızlı geçtiniz bu aşamaları elbette gezersiniz. Fakat bunun için günlük iş çıkarması gereken bir serviste olduğunuzu unutmadan hareket etmelisiniz. Yani seyahatiniz günübirlik ya da hafta sonuna denk gelebilir. Magazin servisleri çok aktif olduğu için seyahat esnasında bile haber yazarken bulabilirsiniz kendinizi. Gözünüzü dört açın!