90' lı yıllar ve 2000' li yılların başında romantizmi ve buğulu sesiyle aşık yüreklerin damına konan yaşar adlı şarkıcıyla, 2010' lu yıllarda arabesk altyapısını, batılı tiyatro ve müzik eğitimiyle zenginleştirip, iki tek atmak için uğranılan bilimum bar köşelerinde milletin kafasının mikilmesinden fena halde sorumlu olan halil sezai adlı hortlağın kardeş olduğu iddiasıdır. ebeveynlerinin ilkinin çok beğenileceğini önceden tahmin edip, devamını çevirmekte aceleci davrandıkları ajansa düşen haberin bir diğer detayı.
bazı hakan şükür görmüş masum galatasaray taraftarının türk takımı sandığı galatasaray' ın, işgalci fransız komutanı, şatafatlı törenlerle ağırlarken yaptığı konuşmadan anlamış olduğumuz tutkusudur.
--spoiler--
1918 - fransız generali franchet desperey, işgal orduları komutanı olarak istanbula girdi. beyaz ata binen ( kendisini sultan mehmede benzetmek için ) franchet despereye, galatasaray lisesinde kral gibi tören yapılması tepki çekti.
kendisi fransız işgal komutanıdır ve doğruca gidip gs lisesinde konuşma yapmıştır... vahdettini kastederek "eski padişahlarınız almanyanın yanında yer aldılar,bizi sattılar diyip ittihat ve terakkiyi eleştirip şimdiki padişahınız (vahidettin) doğruyu görmüştür gibisinden sözler etmiştir...
fransa bayraginin maglup turk topraklari uzerinde gururla dalgalanmasini
saglayan nam-i diger ´kucuk fransa´ galatasaray camiasina ve ordumuz ileri
gelenlerini en guzel sekilde agirlayan galatasaray lisesi ogretmen ve
gorevlilerine tesekkuru bir borc bilirim"
1918
fransa isgal ordulari kumandani louis franchet desperey
saint joseph* galatasaray lisesinin fransız orjinli takımı olan galatasaray adındaki spor kulübünün; ermeni soykırım yasa tasarısını meclisinden geçiren, cezayir katliamcısı, sömürgeci fransa' yı boykot etme kapsamında, fransız hayranı osmanlı hanedanın son temsilcilerinin de göz bebeği olan, bu yüzden mekteb-i sultani olarak da anılan lise takımının türkiye cumhuriyeti sınırları içerisindeki tüm faaliyetlerini yasaklatmak, bülbül gibi fransızca şakıyan yönetici ve üyelerini de sınır dışı etmenin elzem olmasıdır.
fransızlar' ın gizli desteğiyle avrupa' da kupa sahibi olan bu ikicikli takım, kamuoyundan oldukça iyi yalıtılmış bir modern truva atıdır.
tüm bunları bilmeyen hakan şükür görmüş masum galatasaray taraftarlarının da gerçekleri idrak ettikten sonra, birer vatanperver olarak kampanyamıza destek vereceğine inanıyoruz.
sırf belçika-fransa devşirmesi, yeni başkanları bile bu gerçeğin bir kanıtı niteliğinde...
haydi türkiyem gün birlik günüdür. yunan' ı nasıl denize döktüysek, bu fransız temsilciliğini de deport edebiliriz. yeter ki inançlı olalım.
insanı çıkmazlara sokan, sonunda erkeği berbere koşar adım götüren evredir. bir boka benzemez, yapılmaz, taranmaz atsan atılmaz, satsan satılmaz bir evredir bu evre. erkek familyasının en çirkinleştiği evredir aynı zamanda.
saç uzatanlarda bu evrenin daha uzun sürdüğü gözlemlenmiştir.
değil amcasının çocuğu, değil dayısının çocuğu, değil teyzesinin çocuğu 7. göbekten akraba düşen iki bireyin evlenmesi durumunda insan olmaktan utanma durumudur.
bu yüzden sadece anne, baba kardeşle olan değil bu türlü bir ilişki de benim gözümde ensesttir.
ister kuran' a göre helal mertebesinde olsun. ki kuran sanki git amcanın kızına hallen felan demiyor, benim anladığım kadarıyla 1. öncelik değil akrabayla evlenmek, hatta mekruh kavramına daha yakın bir durum. veya her neyse...
fakat 80 milyonluk ülkede, 6 milyarlık dünyada, sanki karşı cins kalmamış gibi amcasının çocuğuyla aynı yatakta halvet olabilen insanların varlığını aklım almıyor, midem kaldırmıyor.
çocuklukta beraber oynamış, babalarına amca, annelerine hala, teyze diyen aslında birbirini kardeş olarak görmesi gereken kuzenlerin birbiriyle evlenmesinden bahsediyorum... cidden anlamak mümkün değil.
yabancıya gitmesin, mal varlığına yeni mirasçı çıkmasın minvalinde zavallı mantık yürütmelerle, aşağılıkça ve bencilce arkaik hissiyatlarla sağlıksız ve sakat evliliklerin olması kanımca her insanı da utandırmalıdır.
peki bunun bedelini özürlü, veya düşük iq ile dünyaya gelen yavrucakların ödemesine ne demeli ? bunların hesabını kimler vermeli ?
bu durum bile be tür vakaların biyolojik veya evrensel yasalara ne derece aykırı olduğunu kanıtlar nitelikte. elbette normal evliliklerde de sakat çocuklar dünyaya gelebiliyor fakat durumun diğer duruma göre oransal olarak oldukça düşük olduğu bilimsel bir gerçek.
evet bu durum ne etik olarak, ne evrensel yasalar nezdinde, ne de başka herhangi bir paradigmanın ışığında kabul edilebilir bir durum olamaz.
insanı şaşkınlıklara gark eden, maddiyatçı gelin adayıdır.
bir gün bir bayanla tanışırsınız, görünürde birbirinizi çok seversiniz. ve evlilik hazırlıklarına başlarsınız.
gelin adayı, iphone telefonunuza ve volkswagen scirocco marka otomobilinize bakarak sizi çok zengin birisi sanmaktadır. fakat siz bunları almak için tüm mal varlığınızı satmış, üstelik bir ton kredinin altına girmişsinizdir.
düğünü bile borç harçla yapacakken, gelin adayı bu durumlardan bihaberdir.
bir gün; siz, gelin adayı ve baldızınız düğün hakkında konuşurken, gelin adayı bayan ansızın;
- '' gelinliğim cavalli tasarımı olsun. pırlantalardan başka eski usül bir şeyler de takacaksan illa, kalın olsun.'' der.
siz ise; tüm bunların altından nasıl kalkacağınızı kara kara düşünmeye başlamış, bir yandan da çaktırmadan baldızınızın götüne ve memelerine bakmaktasınızdır.
sizin dalgınlığınıza kızan gelin adayı aniden '' bak kime söylüyorum hilmi cevap versene bana '' diye bağırır.
siz ise hemen kendinizi toplar; '' elbette aşkitom, sen nasıl istersen.'' dersiniz.
bu esnada baldızınız da muhabbete dahil olur ve ; '' düğüne morganize işler' i de daaveet edelim. oo chok dathlıı yhaa.'' der.
sözlükte bolca bulunan, özenti, zavallı, düşükten de aşağı, aşağıdan da bayağı hayvanattır.
ulan hayvanat şimdi dinle beni;
güzel türkçemizde o ucubenin verdiği anlamın alasını veren; kısaltması vs. olan vesaire kelimesi var. kısaltması vb. olan ve benzeri kelimesi var, var da var...
bu g.tverenliği dile sokma gayreti neden peki ? gayet sıradan bu ifadeyi karşılayacak, başka kelime mi yok koca türkçe' de ?
ulan göt! bari bütün entryi ingilizce yaz da, kendin gibi ucube bir nesir olmasın o yazdığın sı.mık.
yozlaşmış köpek; anan da, askerdeyken babana mektup yazarken, bla bla bla diye bitiriyordu değil mi cümlesini?
var ya alayınızı s.kertecem bir gün ya, zor tutuyorum kendimi.
çoğunluğu dürzüdür ve çaresizdir.
sınırsız interneti, sınırsız özgürlük sanma eğilimindedir. çünkü reel dünya ona büyük ölçüde yasaktır.*
gerçek hayattaki ezilmişliğini ve itilmişliğini farklı mercilerde sübvanse etme amacındadır.
kesinlikle yapılmaması gereken hede. troll denen insan müsvetteleri, bu kanaldan beslenir çünkü...
bu kendini bilmez hayvanlara verilebilecek en güzel cevap, ölü taklidi yapmaktır.
ama nerede bir ergen, nerede bir liseli piç var, laftan anlamaz, koştur koştur; sanki hayatın anlamını çözmüş de, insanlığın hizmetine sunacak sanki tevratını sktiğimin göt lalesi koşar, o başlığın altına yazar.
'' gülünecek bir şey varsa hep beraber gülelim '' repliği basitliğinde ayar verir aklınca, hay aklını s.keyim. sana diyorum sana ruhu fukara, zekası geri p.ç sana diyorum he.
ferhat güzel, gövdesi çıplak çikolata kazanını karıştırır *, ibrahim erkal aynen üstü açık malzeme çuvallarını içeri taşır, izzet yıldızhan da kıllı parmaklarıyla hamur yoğururken çapkın çapkın gülümserse, izlerken bile insanı zevke getiren bir reklam filmi ortaya çıkar kanımca.
gelir adaletsizliği pergelinin iki ucu arasındaki açının gini' yi dahi hayretlere düşürdüğü ülkeler...
'' kişisel fayda optimumunun, toplum faydasını da maksimize edeceğini iddia eden, masal tadında burjuva bilimleriyle donatılmış, dolandırılmış ülkeler...
sırf bu yüzden dünyanın en fazla hurda demirini ithal ederek, tek bir kişinin kesesi dolsun diye, sırf birileri bmw' ye 4x4' lere binsin diye, cari açık belası yüzünden gittikçe daha fazla köleleştirilen insanlara sahip ülkeler...
dinimiz amin edebiyatıyla siyonizme hizmet eden politikacıları vatandaşlarının yarısının desteklediği ülkeler...
her sene devasa büyüme rakamlarıyla halkı kandırılan; artı değeri, astronomik karlar açıklayan bankalar ve çok uluslular aracılığıyla yurt dışına transfer edilen ülkeler...
dış ve iç politakada karar hakkının, gelişmişin az gelişmişe tahakkümü ekseninde çoktan yabancıya devredildiği ülkeler...
her türlü özelleştirmenin, devletçiliğin komünizm demek olduğu komünizmin de allahsızlık demek olduğu gerekçesiyle meşrulaştırıldığı ülkeler...
ortalama kiraların 1000 br. olduğu şehirlerde, 700 br maaşla çalıştırılan vatandaşların olduğu ülkeler...
işcinin, sendikanın ve vatandaşın kazanılmış haklarının başka etiketlerle sunularak, yavaş yavaş insanların elinden aldığı ülkeler.
bunlar yapılırken vatandaşın başka masallarla, yapay gündemlerle uyutulduğu ülkeler.
dünyanın en büyük dolaylı vergilerini ödettiren bu yolla fakirini daha fakir zenginini daha zengin yapan ülkeler...
velhasıl; uzağımızda da olsa, aynı dünyada yaşıyor olmamız hasebiyle az çok bilgimiz olması gereken ülkelerdir.
çok uzaktadır bu ülkeler, sırf genel kültür olsun diye bilmekte fayda var yine de.
ileride ortaya çıkacak nörolojik veya psikayatrik bir rahatsızlığın ilk semptomlarıdır.
telefonunu, anahtarını, cüzdanını sürekli bir yerlerde unutur bu tipler, konuşurken bir anda kelimeler aklında silinir, boşluğa düşerler veya konuşacakları sırada konuşacakları mevzuyu unuturlar.
şener şen gibi overrated bir aktörün adeta sinemanın ilahıymış gibi kabul gördüğü, utanmadan sanattan bahsedilen ülkedir.
şener şen' in komedi filmlerinde oynadığı yılları göz önen getirirsek bir sinema oyuncusundan ziyade bir meddah, bir orta oyuncusundan öte bir performansı olmadığını görürüz.
seksenli yılların sonunda, muhsin bey gibi vasatın biraz üstü bir kaç performans sergilemiştir, doğrudur.
fakat 90' lı yıllarda çevirmeye başladığı eşkiya tipi filimlerde gösterdiği ağır abi performanslarının cahil izleyici üzerinde yanıltıcı bir etkisi olmuştur.
şöyle ki; yıllarca komedi oynamış bir oyuncu bir anda 180 derece ters doğrultuda bir role soyununca ezberi bazulan kitle, aslında vasat olan bu performansları ''şahane'' olarak niteleme gafletine düşmüşlerdir.
keza kabadayı filmindeki şener şen performansı da bu yanılgının tekrarından ibarettir.
aynı filimde kenan imirzalıoğlu ve rasim öztekin daha iyi performanslar sergilemesine rağmen, ''şener şen yanılgısının'' gölgesinde kalmışlardır maalesef...
şener şen' in gönül yarası ve av mevsimi filimlerindeki oyunculuğu ise kamuoyundan oldukça iyi yalıtılmış birer fiyaskodur özünde...
bunun en büyük kanıtı gönül yarası filminde meltem cumbul gibi kötü bir oyuncunun * performansı bile uluslarası arenada bir kaç ödül almasına rağmen, ne hikmetse şener şen' i kimse iplememiştir.
sanki adamlar anlamıyor oyunculuktan heyhat!
velhasıl kelam; şener şen' in bilmem kaç yıllık oyunculuk kariyerinde iki adet vasat üstü performansı olmuştur onlar da; züğürt ağa ve muhsin bey filimlerindeki performanslarıdır. bunlarda ancak vasatın biraz üstü olrak kabul edilebilir.
diğer türlere göre nispeten iyi bir komedi oyuncusu olan şener şen' in tek büyük performansı ise namuslu filmindeki performansıdır.
böyle bir ülkede sanatın ve sinemanın içler acısı halini varın şimdi siz hesap edin...
kimin başına gelmiyor ki şu hayatta inanılması güç şeyler, mucizeler... tam da bugün bunlardan birisinden bahsetme, bahsetmeme ikileminde düşünüyordum, bir an bu enteresanlık benim başıma geldiğine göre bir misyonum olduğu kanaatiyle bu yazıyı kaleme almam gerektiğinin farkına vardım. kitlelerin başıma gelen ilginç bir hadiseden gerekli dersler çıkarması gerektiği, benimse yalnızca bir vasıta oluşumun farkındalığıyla...
amacım; kitleleri, bazı örtbas edilen gerçeklerden haberdar etmektir.
naçizane hobilerimden birisidir tüplü dalış sporu.
hülasa geçen hafta sonu dünyanın dört bir yanından gelen dalış tutkunu arkadaşarımla norveç' in başkenti oslo' da biraraya geldik. amacımız daha önce birlikte dalmadığımız denizlerden birisi olan baltık denizi' nde tüplü dalış keyfini tatmaktı. bu amaçla oslo' da bir tekne kiraladık ve açıldık.
daha önce akdeniz' de, adriyatik' te, kuzey buz denizi' nde, bermuda körfezi ve kızıl deniz' de beraber dalma fırsatı yakaladığımız bu kozmopolit grupla pek sıkı fıkı dost olmuştuk. grubumuzun içinde deniz derinliğinde canlı çeşitliliği konusunda araştırma yapan zoologlar, botanikçiler, maceraperestler, spor tutkunları ve hayatın anlamını arayan gezgin dostlar vardı.
uzun ve keyifli yolculuktan sonra, isveç' e bağlı gotland adası açıklarındaki mevkimizin, dalış için en uygun yer olduğu hususunda fikir birliğine varmıştık.
ekipmanlarımızı taktıktan sonra, gruptan bir deniz altı kameramanıyle beraber toplam 6 arkadaş sırayla dalışa geçtik.
ben yüksek kondisyonum ve gençliğimin verdiği enerjiyle daima onlardan daha derine daldığım bir gerçekti. benle birlikte bir diğer iyi dalış yapan arkadaşım danimarkalı atletik zoolog thomasson' du. dalışta yine birlikte diğerleriyle arayı açmıştık.
hülasa derinlik ölçer cihazımının 250 metreyi gösterdiği sırada, ben denizin altındaki yaratımın sonsuzluğunun verdiği derin huzuruna ve deniz canlılığının o rengarenk mükemmel uyumuna dalıp gitmişken. yanımda thomasson' da mesleğiyle ilgili bir takım teknik çalışmalar yapıyordu.
o esnada, deniz atlarından meydana gelen sürüde bir takım sıradışı aktivitelerin olduğunu fark ettik.
ve işte o an...
çevresindeki ülkelerin alayını hristiyan olduğu, baltık denizi' nde, denizin tam 250 metre altında ilahi sessizliği yaran bir gürültüyle ezan okunmaya başladı. thomassan' un gözlerinin faltaşı gibi açılmış olduğundan emindim. zaten kalbini tutuyor, bir takım anlamsız hareketler yapıyordu, sanki kendinden geçmişti...
o sırada deniz atlarının neden alışılagelmedik bir hareketlilik içine girdiğini de anlamış olduk.
meğersem deniz atları safları sıkılatırıyorlarmış, o sırada anladım.
lüfer benzeri bir balık kafilesi saygıyla çevrelerinde dönerken, deniz atları 12' li sıkı saftan oluşan, 12 muntazam sıra halinde kıbleye doğru döndüler.
ezan sesi derinlikle muhteşem bir uyum içinde, içimizi ürperten bir yücelikle okunmaya devam ediyordu. allah' ü ecber telaffuzundan anladığım kadarıyla ezanı okuyan of' lu bir müezzindi. anlaşılan karadenizli' ler burada da bulmuştu beni.
ama nasıl olabilirdi ki bu!
nasıl bir mucizeyle karşı karşıya kalmıştık ? bilinen tüm fizik kurallarını alt üst eden bu fenomen normalde bir insanı çıldırtabilirdi, fakat thomasson' la ben; o ilk şokun ardından müthiş bir dinginlikle adeta kaskatı kesilmiş, bir mucizeye tanıklık ediyorduk şimdi...
denizatları namazlarını eda ederken, thomasson' la ben ilahi, bilinç dışı bir etkiyle önce rükuya, sonra secdeye vardık.
bir süre sonra ezan bitti, deniz atlarının hareketleri normale döndü. 5 dakika sonra thomasson' la beraber yüzeye doğru yol almaya başladık. 150 metre derinliğe ulaştığımızda nihayet kafilenin diğer elemenlarıyla karşılaştık.
anladığımız kadarıyla ne olup bittiğinin farkına varmamışlardı.
tekneye ulaştığımızda thomasson gözlüğünü ve tüpünü çıkardı, güverteye sereserpe uzandı...
ben de benzer işlemleri tekrarladıktan sonra, thomasson' un yanına gittim. kırmızı suratlı danimarkalı' nın yanaklarına sağnak halinde gözyaşları iniyor, belli belirsiz bir şeyler mırıldanıyordu.
kulağımı ağzına yaklaştırdım, artık duyduklarımdan emindim;
sözlükte sayıları hızla artan ve neredeyse bir virüs gibi sözlüğü ele geçirmek üzere olan, yüzde 95' i 8. nesil ve 9. nesil yazarlardan oluşan ironiden anlamayan, ironi kelimesini duyunca bomba ihbarı yapacak kadar da sözcüğün anlamına yabancı olan, insan ırkı içinde ancak beyinsiz hasta bir zombi klanı kadar kıymeti harbiyesi olan bu vebalı nesli komple zehirlemek suretiyle itlaf gerekliliğidir.
peçeteden kendi imkanlarıyla doğmuş bu nesil kayıp nesildir. bu yüzden aldıkları her nefes haramdır kendilerine...
'' sizin ben a... '' demek isterdim kendilerine ama ironiden anlamadıkları için demiyorum.
başlık sınırlamasına takılmadan önceki başlığın hali tam olarak şu şekildedir.
'' karması troll olan çok ünlü bir yazarı hunharca fofeynklemek ''
evet efendim...
bugün özel mesaj yoluyla ismini vermek istemediğim bir yazardan aldığım oldukça bekaretsiz bir teklifinden sonra yapılan hede.
dün sabah erken saatlerde, üst komşunun su borusunda gelen büyük bir gürültüyle uyanıverdim. uykumu böldükleri için oldukça sinirlenmiştim. üst komşunun yeni evlendiği hanımını hedef alan bir takım çirkin küfürler savurdum yüksek sesle.
hülasa biraz sakinleşmek için yüzümü yıkamadan sözlüğe girdim.
o da nesi!! özel mesaj hanem gün ışığı gibi parıl parıl parlamaktaydı.
hemen tıklayıverdim.
ismini vermek istemediğim yazardan gelen mesaj aynen şu şekildeydi.
--spoiler--
sevgilim yok, hiç de olmadı. entrylerine bakılırsa kaslı, iri penisli ve damarlı dindar birisine
benziyorsun. ateşim cehennem azabı gibi çetin boyutlara ulaştı :(
beni hoyratça fofeynklemeye ne dersin ?
--spoiler--
bir an donakalmıştım. kararsızdım... cevap yazmadan önce uzun parliament marka sigarama uzandım ve bir sigara yaktım. bir yandan oldukça eşcinsel boyutta,bekaretsizce bir günahla yüzyüze kalabilirdim, diğer yandan über müslüman dindoş kardeşimin bir darlığını giderme konusunda büyük bir sevap kazanma fırsatı da olabilirdi bu.
hemen zekeriya beyaz hocamı aradım, fikrini aldım ''ameller niyetlere göredir'' dedi.
bu fetvada aradığım cevabı bulmuştum.
özel mesajına;
evet sevgili dindoş kardeşim tam tahmin ettiğin gibi kaslı, damarlı kelle hariç yirmi cm' si olan birisiyim. hislerine sana doğru yolu göstermiş, ateşini dindirmeye seni sikintindan kurtarmaya geliyorum inşallah, adresini ver dedim.
avcılar denizköşkler de metruk bir binanın adresini verdi hemen.
50 nc kapalı kasa kamyonetime atladığım gibi, verilen adrese gittim.
verilen adrese yetiştiğimde kapıda, sandaletlerini sıvazlar vaziyette beni bekler halde buldum kendisini.
bir takım özel toplantılar için hazır tuttuğum kamyonetimin kasasının kapısını açtım usulca davet ettim kendisini içeriye,
allah için çok çirkin, cılız kara kuru bir herifti, ama sevaptır diye bir kere kabul etmiş bulunmuştum. sözümden dönemezdim artık...
kendisini hafifce öne eğdim leke jeans marka kumaş pantolonunu hafifçe sıyırttım. ve kendisin hunharca fofeynkledim.
çığlıklarının avcılar sahil şeridinin en ucundan duyulduğuna yemin edebilirdim. işim bittiğinde hareketsiz yatıyor,keyfin verdiği hezeyan dalgasıyla bana belli belirsiz mırıltılarla dualar ediyordu.
bacakları ayrık ve ağır hasarlı olduğu için hareket edemiyordu, ve ben yoğun bir insandım işim gücüm vardı, daha nice sevap işleme fırsatı beni bekliyor, telefonum; '' tedbirsiz nerede kaldın canım, gel ve beni doyur'' minvalinde kızların mesajlarıyla dolup taşıyordu bile.
hareket edemeyeceğini anlayınca kendisini avcılar sosyal tesislerinin yakınındaki çöp konteynırının yanına bıraktım, bırakırken alnına bir öpücük kondurdum.
ben oradan ayrılırken, hareketsiz yüzünde minnetar bir gülümsemeyle sessizce hoşçakal diyordu...
insan ezilip mahvedilmek, ona, en korkunç bir katili bile duyunca titretecek kadar ağır bir ceza verilmek istenirse, gördüğü hizmetin tamamiyle anlamsız, tamamiyle faydasız olduğu duygusu verilmelidir.
işte uludağ sözlük' ün en büyük cezası budur; burada yazan insanların yüzde 90' ının entryleri mezbeleden ibarettir. okur kitlesi de yoktur dolayısıyla.
tamamiyle faydasız olduğunu hisseden bu yazar güruh, sözlükten ayrılmak kendisini önemli hissetmek adına tutunduğu son dalın kırılması manasına geleceği için ve bu kararı alarak kendisiyle yüzleşemeyecek kadar yüreksiz korkaklar oldukları için müthiş bir çelişkiye düşerler. sonuçta bu çoklu vektörel kuvvet öyle korkunç bir vicdan azabına dönüşür, öyle bir çöker ki üzerlerine, futbol temalı başlıklar altında, ucuz siyaset güdülen başlıkların altında birbirlerine sataşmak suretiyle vicdanlarını rahatlatma, yansıtma ile rahatlama yoluna giderler.
şüphesiz bu bir aptala en çok yakışan, en berbat seçenektir.
arif' im manchester' a ttığı golü ararken rastgelmenin olanaksız olduğu videodur. fakat songül karlı' nın olduğu videoların birçoğunun içinde uğur aslan' a rastlamamız olasıdır ve alayından sütyensizdir kendisi.
uludağ sözlük çatısı altında genelde eski nesillerin açmış olduğu ve düzeyli geyik için müsait entrylerin olduğu başlıklara ilgi olmamasıdır.
ilgi uyandırmak için illa dövlet bize bohmiyör diyen x minvalinde düzeysiz, ergen mizhaından enstantenelerin bolca sunulduğu yavşakca, hakaret içeren, insanlık suçu barındıran ilk entrynin altında bolca sövülen sayılan geyiklerin dönmesi gerekiyor bu çatı altında.
şimdi biz şöyle yazarız, böyle yazarız diye martaval okumayın! düzeyinizin yerlerde olduğu, buradan bile rahatça anlaşılıyor.
''ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.''
aşırı milliyetçi, ırkçı ve dinci yobazların acınası mantık kurgularına, insanlık dışı beyanlarına kızıp, 1915 olaylarında ataları sürgün edilmiş diaspora ermeniler' inden oluşan ve sık sık siyasi konulara eğilen, yapılmış ve halihazırda yapılmakta olan haksızlıklara müzikleriyle yanıt veren; system of a down grubunun fanı olmaktır.
son zamanlarda severek yaptığım eylem, açıyorum son model müzik sistemimle tüm binayı inletiyorum soad dinleyerek.
bu söz konusu faşist gruplara acıyan veya ifrit olan herkese de öneririmbu yöntemi, zira harika bir terapi oluyor.
emin olun rahatlayacaksınız...
müziklerinin ruhu gereği, sövüyor mübarekler bu ibişlere sanki.
sabri adındaki milyon dolarlarla oynayan ve bunca yıl türkiye' nin büyük takımlarından birisinde futbol oynama başarısı gösteren futbolcuyla; '' sabri vurdu ve bakııyoruz top uranüs' te ahahaha'' minvalinde içler acısı mizah anlayışıyla adeta g.tünü açarak gülen bünyelerin, sabri kadar aklı olmadığı gerçeğidir.
mide bulandırıcı ve zavallısınız ibneler!
ekleme: kendisine yazdığım bi bir şiiri de paylaşmak isterim bu vesileyle;
çaresizim mecbur bu veda
kokun üzerimde gidiyorum uzaklara
sığınıp anılara bu hasrete dayanırız elbet
ümidimiz muradına erecek sabriii!
sabriii, sabri inci tanem
bekle beni.
döneceğim mutlaka sabri;
ağlama ne olur, vazgeçme bekle beni
döneceğim mutlaka sabri...
vız gelir dağlar denizler yaban eller
sevmeye engel değil mesafeler
geçici bu ayrılık bir rüya farzet
sonunda zafer bizim olacak, sabriii!
sabriii, sabri inci tanem
bekle beni...
döneceğim mutlakaa sabrii
ağlama ne olur, vazgeçme bekle beni
döneceğim mutlaka sabri...