Mahsun çaldığı tavuskuşuna:
ancak seni alabildim.
seni diğerlerinden ayırdığım için özür dilerim.
hepinizi birden götürmek isterdim ama izin vermiyorlar.
artık hiçbir şeye izin vermiyorlar!
Ay ışığına yaslanmış ağır ağır yürürken duraksadı. Bir sigara yaktı. Anılarını yaktı , düşlerini de. Sonra hızlandı adımları. Kendine yetişmeye çalışan gölgesinde gördü benliğini. Siyah elmalar var mıydı gerçekten. Bunu sonra düşünecekti. Beyaz kar örtüsü üzerine her basışında içinden bir şeyler eksiliyordu sanki. Hafifledi. Karın neden beyaz gözüktüğünü de sonra düşünecekti. Uçurumun kıyısına geldiğinde boşluğa bir adım daha attı. Gölgesi uçurumun kıyısında kaldı. Artık hiçbir şey düşünemezdi.
Eski Türk adeti olan Yere diz vurup selamlama; toplumda kendinden üstün, statüsü yüksek kişilere saygı sunma kişinin üstünlüğünü kabul etme anlamında yapılır.
Hayat denen fazla engebeli ve boktan yolu birlikte yürüme kararını beraberce almış iki insandan erkeğin dişinin önünde diz çökmesi saçmadır. Ayrıca süsleyip püsleyip birleştirdiğiniz hayatlarınız çevrenizdeki üç beş kişi haricinde başka kimsenin şeyinde değil. Ha o üç beş kişinin bile pek şeyinde değil de o ayrı. Fazla abartmamak lazım.
Ortaçağdaki bekaret kemerinden esinlenerek tasarlanmış bileklik çeşidi. Bir de galiba kelepçe tarzı bir şey. anahtarı mı vidası mı ne var onunla çıkarılabiliyor. Kafanıza esince çıkmıyor öyle. Diye biliyom.
Uludağ sözlük te takılmanın kötü yönlerinden bir tanesi.
Mesela bayan memesi diye bir tabir öğrendim biraz önce. Altına kalem koyunca düşeni mi ne makbülmüş. E ben bundan sonra makbül mü değil mi anlamak için hep bi kalem bulundururum yanımda. E kötü tarafı kalemle makbüllük testi yaparken ters birine denk gelsek kalemi soksa bi yerimize.
"Dağlarda bilinmeyen bir bitkiyi yiyip de ondan gizli ve sürekli bir zehirlenmeyle yüzünün biçimini ve yaşamasının anlamını yitiren bir varlığa mı dönüştük? ilk soluk ve ilk ürperti anını ayırmak ne zor. Yabancı ve yalancı bir şafağın loş bir dudağa bıraktığı ilk kırağı, ilk çığ. Dışardan gelen soluğun belli belirsiz dokunuşu mu, yoksa iç ateşin dışarıya fırlattığı bir şüphe kabarcığı mı?"