piyasaya tanrının sözleri dahi dayanamıyor günümüzde.
ilk emir; oku!
ama nasıl okuyacağım?
parayla...
bir de dükkan dükkan gezerek satanlar vardır ki;
''hani tanrının sözleriydi? niye satıyorsun? almam ben parayla, ayıptır, günahtır.'' deyince küfrederek gidiyorlar ellerinde kutsal sözlerle.
tristan tzara, programsız, hiçbir şey istemeyen, hiçbir şey düşünmeyen, yalnızca sistemi yıkmak için saldıran dada'yı: ''saf aptallık'' olarak açıklamış ve eklemişti:
''zeki bir adam tamamen normal, sıradan bir tiptir. bizim, ısrarla üzerinde durduğumuz şey, şu anda önemli olan şey, çok değerli bir varlığın içerdiği, sıradışı özelliklere sahip ve işte bu yüzden de ulaşmaya çalıştığımız şey, 'dev anti-adam'ın özgürlüğü, işte bu şey aptallıktır. dada aptallığı her yerde kurmak için bütün gücünü kullanacaktır. bunu ağır ağır ama sebatla, aptallığın kendisine hizmet uğruna yapacaktır.''
allah dinozorları elbette yakıt olarak kullanabilelim diye yaratmıştır. ancak beni asıl düşündüren;
o kadar çevre dostu ve daha ucuz, doğaya zarar vermeyen geri dönüşümü olan enerji kaynağı varken;
doğanın anasını ağlatan fosil yakıt kullanmaya itti biz kullarını?
sonuçta fosil yakıt kullanmanın günümüzde tek mantığı, kapitalist sistem içinde sağlam bir yer edinmiş olmasıdır. şöyle sağlam bir yer edinmiştir;
verimsiz ve zararlı olmasına rağmen çok karlıdır. mevcut sistem onun üzerine kuruludur.
ne doğa, ne insanlık, ne başka bir şey. fosil yakıttan faydalanan sadece kapitalizmdir.
yoksa allah kapitalist mi?
faşizm propaganda uygular. uyguladığı propaganda yetersiz kaldığında şiddete başvurur. 2. dünya savaşı sonrası patlama yaşayan ve günümüzde hala değişmeden uygulanan propaganda tekniklerini öğrenmek ve bu propagandala karşı kendimizi korumak zorundayız.
gezi olaylarında, recep tayyip erdoğan'ın bu denli şiddet uygulanmasının nedeni artık yaptığı propagandanın yetersiz kalmasındandır. propaganda ile halkı bastıramadı. şiddete başvurdu. ve halkı yine bastıramayınca şiddetin dozunu çıkarabileceği en üst düzeye çıkardı. direnişin tamamen halka ait olduğuna da değinen şu yazıda erdoğan'ın propaganda tekniklerini nasıl kullandığını görebilirsiniz;
kuşaklar teorisine göre 'kahraman' olarak adlandırılan kuşak (yani yaklaşık 90-00 arası) doğumlu gençler sahnede. değişmeyen tek şeyin değişim olduğu dünyada değişmiş bir kuşak ve eskide kalmış bir iktidar...
anlayamazlar kahramanları. bu yüzden deli gibi propagandalarını uygulayabilecekleri bir muhatap arıyorlar.
ama bulamazlar. sokakta kahraman gölgeler var. faşizm tarafından ruhu emilmiş 68 kuşağı değil.
kahraman kuşak sahnede;
sanat kuşağının habercisi çiçek açtı.
faşizm propaganda ve şiddet uygular. genellikle ikisini aynı anda yürütür. propaganda ile işlerse şiddete başvurma gereği duymaz. propagandanın yeterli olmadığı noktada şiddete başvurur.
recep tayyip erdoğan uygulayabileceği şiddetin son noktasına vardı. ona izin verilen son noktada şiddeti uyguladı. ve şiddetin dozunu her artırdığında tepkinin de arttığını gördü. daha fazla şiddet uygulayamaz. asla gerçek mermilerle halkın üzerine saldıramaz. artık tüm dünya insanları iç içe. bugün brezilya'da 'burası türkiye' sloganları duyulabilir. tüm insanlık suçlarına tüm dünya insanları tepki gösteriyor. bunun yanında, başbakanı destekleyenlerin* de stabil bir türkiye istedikleri de bir gerçek. ta 2. dünya savaşında ortaya çıkan propaganda yöntemlerini hala uyguluyor başbakan. propagandanın 53 tekniği iyice deşifre olmuş durumda. her yerden bulup okuyabilirsiniz. bu bilgiye herkes ulaşıyor ve okuyup öğrenen insanlar bu propagandalara artık inanmıyor. ee elinde ne kaldı faşizmin?
artık başbakandan korkmaya gerek yok. o yapabileceklerini en son seviyede zaten yaptı, yapıyor. daha fazlasını yapamaz.
ve gördük ki, o ne yaparsa yapsın biz hala ayaktayız.
tek tehlike şudur;
tayyip erdoğan'a tapanlar ellerinde bıçaklarla ve silahlarla sokağa çıkar ve iç savaş başlatırlarsa işte o zaman bu ülkeye o dış güçler girer ve müdahale eder. o da bu ülkenin sonu olur. bunun olmamasını sağlamak başbakanın elinde. ama yaptığı propaganda iç savaş çıkarmaya yönelik bölücü ve kışkırtıcı söylemlerdir. bu oyuna gelmemek lazım. başbakanın gazına gelip ülkeyi dış güçlere işgal ettirmemek gerek.
hala insan olduğumuzun kanıtıdır başbakana acımak.
evet, acıyorum başbakana. sonuçta hepimiz dünyaya bir kez geliyoruz. kimimiz başbakan gibi şanssız oluyor ve daha küçüklükten itibaren faşizm aşılanarak bir tarikat ya da cemaatin eline düşüyor. bir kukla olarak yetiştiriliyor ve bir planı yürütmek için bir ülkenin başına getiriliyor.
ve her plan parçası gibi işi bitince en cani şekilde bir kenara fırlatılıyor.
artık dünya onu kara leke olarak anacaktır. belki bundan 50 yıl sonra, belki 100 yıl sonra. bilemem, ama bir gün tarih onu hiç iyi yazmayacak. hizmet ettiği şey bir gün çökecek ve yaptığı her şey boş bir uğraş olacak.
boşa yaşamış biri olacaktır recep tayyip erdoğan. işte bu yüzden acıyorum ona. keşke o da şanslı doğanlardan olsaydı da yetiştirilmeseydi;
yetişseydi.
kendisine sorsanız ne der bilemem ama şu bir gerçek;
asla bizim gibi olmayı öğrenmemiş biri o. asla empati kuramayacak şekilde eğitildi. kapitalizmin bir dişli olarak tasarlandı. bu yüzden kapitalizme maruz kalanları anlayamaz. bir dişli ne kadar özgür olabilir ki?
acıyorum başbakana;
keşke canavarın bir parçası olmasaydı da insanca yaşayabilseydi.
sonuçta bir kez geliyoruz dünyaya, insan olarak yaşamak hepimizin hakkı.
taksim meydanını işgal ettiğimizi söylüyor iktidar partisi ve yandaşları. unuttukları şu;
taksim zaten bizim. orada eylem yapan insanların büyük bir bölümü zaten sürekli orada takılan tiplerdir. asıl avm, topçu kışlası vs. düşüncesiyle işgal etmeye çalışan hükumetin ta kendisidir.
halk bu işgale karşı direniyor. bunun bilincinde olun direnişçiler.
standart bir regl dönemine oranla daha çok sancılı, ağrılı geçen regl döneminde, sancıları hafifletmek için sunulan çözümlerdir.
acil olarak öğrenilmesi gereklidir.*
edit: testler normal. doktor da bazılarının daha sancılı geçirmesinin normal olduğunu söylüyor. yani iş kocakarı ilaçlarına kalıyor. gerçekten varsa bilen yardımcı olabilir mi lütfen? regl olan ben değilim ama psikolojisi bozulan ben olacağım bu gidişle.
her türk vatandaşının ömründe bir dönem rap yaptığını düşünürsek;
doğrudur.
şöyle ki;
ilkokul, ortaokul ve lise yıllarınızdaki din kültür ve ahlak bilgisi derslerinizi hatırlayın. bu dönemlerin en az birinde hocanız 5 ya da 10 sure ezberleyip gelmenizi ve sınıfta okumanızı, buna göre not alacağınızı söylemedi mi? evdeki uzun çalışmalar sonunda sınıfta size sıra geldiğinde ayağa kalkıp bir makinalı tüfek edasıyla rap yapmaya başlamadınız mı;
Son zamanlarda günlerimin büyük bölümü,
belki hepsi,
yani yarı ölü uyku vakitlerimden kalan kısım,
atölyede geçiyor.
Belki arada bir kahve molası,
hoş bir manzaraya karşı,
düşüncelerle baş başa
Bazen rüyalarda gördüklerim,
atölyede işime ait soru işaretlerim,
bazen de ona dair soru işaretlerim olan kimselerim.
Belki dışarıdan görünen hırstır,
ya da acele,
belki de gösteriş,
mücadele
Atölyede bu denli büyük vakit geçirme nedenimin aslı ise;
Daha önce resim yaptım,
boyalar ve fırça ile bir dünya hazırladım.
Bir tuval üzerinde bir ben yarattım,
ama sadece o tuval üzerinde.
Oysa dünya o boyalardan daha renkli,
o tuvalden çok daha geniş ve özgür.
Hep bir şey eksikti resim yaparken benim için,
o tuvalin ardında olanlar eksikti hep.
Resim benim karşımda çaresizdi,
Çünkü ben bir tuvale sığmayacak kadar sonsuzdum,
bir fırça tarafından boyanmayacak kadar da renkli.
Daha önce müzik yaptım,
sözünü yazdım, müziğini besteledim, söyledim.
Bu bir süre sonra öyle mekanik bir hal aldı ki,
istediğim her an, her şartta müzik yapabiliyordum.
Müzik benim karşımda çaresizdi;
Ben ne dersem o oluyor, istediğim her an ona sahip olabiliyordum.
Hükmedebiliyordum müziğe,
Ama ben hükmedilmek istemediğim kadar hükmetmekte istemiyorum.
Benim kişiliğim olduğu gibi, karşımda da bir kişilik istiyorum.
Daha önce de yazdım, hala yazıyorum, yazacağım da.
Ama yazmak bir ihtiyaç benim için,
yaşam değil.
Kelimeler o kadar çaresiz ki karşımda,
istediğim her an, istediğim her kelime emrimde,
yazmasam bile aklımda tutsak hepsi.
Yazmak ise,
sadece bir kağıtta kelimeleri özgür bırakmak,
o da benim kağıdım.
Ve daha çok şey yaptım,
ve daha çok şey çaresizdi karşımda.
Heykel yaparken bazen kendimi o kadar eksik hissediyorum ki,
bazen sanırım ben bu işi yapamayacağım, sanki hiçbir şey bilmiyorum. diyecek kadar eksik hissediyorum.
Ve daha fazla sarılıyorum heykelime.
Ama hırsla değil,
gurur kırıklığıyla değil,
ğfkeyle veya küçük düşmüşlük duygusuyla değil;
Saygıyla sarılıyorum heykelime.
Belki saygıyla sarılabildiğim için sağlıklı bir sevgi duyabiliyorum heykele.
Aşırılık ve eksiklikten yoksun bir sevgi,
tertemiz bir sevgi.
Benim için heykel, benim için değerli olan birinden farklı değil aslında.
Arkadaşım, benim için değerli birini kastederek sordu bana:
Atölyede o çalışırken ne görüyorsun?
Dedim:
O narin insanın nasıl heykel yapabildiğine şaşırıyorum. Yanlış anlama, ne onu küçük görüyorum ne de heykeli gözümde büyütüyorum. Sadece iki güzelliğin uyumu beni şaşırtıyor. O an heykel yaptığı için o mu güzel yoksa onun tarafından yapıldığı için heykel mi güzel karar veremiyorum. Ama onu çalışırken görmek beni mutlu ediyor. Benim için değerli iki şey bir arada; heykel ve o. Üstelik onları bir araya getirmek için bir çabam olmuyor. Bu da hayatı benim için güzel kılan şeylerden biri; ben çaba harcamadan mutlu oluyorum.
Belki de heykelin bencesini anlatabilmem için, benim için değerli biri nedir onu anlatmam gerekir.
Benim için değerli birini anlatabilmem için, beni anlatmam gerekir.
Beni anlatabilmem için ise,
anlattığım kişide bir ben olması gerekir.
Çünkü beni anlayabilecek, beni tanıyabilecek tek kişi benim.
Benim için değerli biri de, beni anlayabilir.
Beni anlıyorsa, aslında bir parçasında bendir.
Ben ise bir parçamda o.
Mükemmel değildi yaptığım resimler, müzikler, yazılar. Zaten yaptığım heykeller de mükemmel değiller. Olmamalılar da. Çünkü mükemmel diye bir şey yoktur, mükemmelmiş gibi davranmak vardır. Bu da her haliyle riyakarlıktır benim gözümde. Bu şunun gibi, prenses yoktur, prenseslik vardır, ve her prenses hak ettiğinden fazlasını alır. Çünkü prenses insandır, ama prenseslik insanlığın üstündedir. Tıpkı mükemmel gibi. Mükemmel insan yoktur, mükemmel kavramı vardır bu dünya ve bu dünya insanlarına ait olmayan.
Eğer biri mükemmel gibi görünüyorsa eminim o yalancıdır. Çünkü mükemmel değildir kimse, olamaz ve olmamalı da. Olunması gereken ise tüm yanlışlarına ve eksiklerine sımsıkı sarılabilmektir, doğrularına ve fazlalıklarına sarılabildiğin gibi. Ancak bu şekilde değerli bir insan olabilir insan; ne olduğunun ve ne olmadığının farkında.
Bir insan için değerli olanların tümü, onun hayata bakışının izleridir. Onun için değerli insanlar, eşyalar, duygular... Hepsi kendi seçimidir. Hepsine kendinden bir parça vermiştir.
Aslında önemli olan ne kadar varsın, bu dünyaya varlığını nasıl duyurdun.
konuşarak kendini tam olarak ifade edebildin mi?
Müzik ile olduğun kişiyi ortaya koyabildin mi?
En 'sen' olabildiğin yer olan kafanın içindekileri dışarı vurabildin mi?
Anlaşılıp anlaşılmaması önemli değil;
Sen tam olarak kendini ifade edebildiğine inandın mı,
önemli olan bu.
Ben aradığımı buldum nihayet.
Beni tam olarak dış dünyaya aktarabilmenin yolunu buldum;
Heykel.
Benim iç sesimin dış dünyaya tercümesidir heykel.
Anlayan olmasa da umrumda değil,
ben 'ben'i tam olarak anlatabilmenin yolunu buldum.
işte bu yüzden atölyedeyim,
çünkü iç sesimi buldum.
umut etmemelisin; ulaşmak için çalışmalı.
boşa çalışmamalısın, boşa çalışmamak için ise;
imkansızın peşinden koşmamalı.
isteyebilmelisin elbet, ama yapabileceğini;
daha fazlasını istiyorsan şayet, daha fazla çabalamalı.
mesela umut etmemelisin, umuttansa her şeyi hesaplamalı.
hesapsız yaşamak istiyorsan eğer,
hedeflerin ve isteklerin olmamalı. çünkü;
istiyorsan, çabalamalı.
çabalamaktan aciz isteklerin varsa, mutsuz olacaksın.
mutsuz bir yaşam istemiyorsan;
ya iste ve çabala,
ya da isteme ve çabalama.
hayallerin olsun, hayal perest olma.
misal, ayakların yere basmalı, yüzün ise göğe bakmalı.
göğe bakıp uçmaya çalışmamalı.
insansın çünkü, senin doğan;
ayaklarının yere basması.
değiştirmeye çalışma sakın.
sen çalış, o zaten değişir.
o ne mi? o;
ne istiyorsan o.
anı yaşamak ister misin?
o halde dünü ve yarını unut.
kimdin, neydin, neredeydin...
neler yatın, neler yaptılar, ne yapmalı...
unut. hepsini unut.
konuşma, düşünme, isteme, istenme.
sadece sen ol. sen dediysem;
şu kadar kemik, şu kadar et, şu kadar yağdan oluşan sen.
bedenin ol. kişiliğin değil.
sana öğretilen her şeyi unut ve o an neler olduğunu yaşa. mesela;
kanının damarlarından aktığını hisset, kalp atışlarını duy.
rüzgarın yapraklarda fısıldadğı ses anadilin olsun,
bir karıncanın ayak sesleri ise yabancı dilin.
eğer sadece sen olamazsan, seni sen yapanların sana kattıkları ile yola çıkarsan 'o an'
sadece geçmiş anlar ile gelecek anlar arasında bir sen tekrarıdır.
ama şunu da unutma;
bitkiler bile bir amaç için yaşar ve o amaç uğrunda güneşe doğru uzar.
sen anı yaşayacaksan güneşin nerede olduğunu umursamadan uza, kuru ve öl.
kısa yaşa, öl.
ölmek istemiyorsan ölümden kaçma, ölüme koş.
hep ölecekmiş gibi yaşa, çünkü öleceksin.
inkar etme ölümü, yoksa ne kadar yaşarsan yaşa ölüm anı geldiğinde keşkelerin olacaktır cebinde.
keşkelerin olmasın istiyorsan;
ayakların yere basmalı, , yüzün ise göğe bakmalı.
göğe bakıp uçmaya çalışmamalı.
insansın çünkü, senin doğan;
ayaklarının yere basması.
yok artık, nasıl olur da bu başlık açılmaz bugüne dek?!
smallville dizisi ile patlama yapan, 22 nisan 1982 chicago doğumlu, gözleri müthiş amerikan oyuncu.
bir insan bu kadar mı güzel olur?
yeri gelmişken; smallville adlı dizide tess mercer karakterine can veren freeman,
ya nasıl desem, çok şirin.
pkk yandaşlarının ya dağda yolda öldükten sonra ya da hapse girdikten sonra geride kalan karılarının, kızlarının akıbetidir.
ama ne akıbet;
pkk'dan daha üst düzey biri gelir bu yandaşın karısını evire çevire, kanırta kanırta, yandan yandan, önden arkadan, uuuu-huuuuuu,
kan getirene kadar,
oy oy oy,
tek başına ya da arkadaşlarıyla aynı anda,
aman aman aman,
ne akıbet ne akıbet.
pkk yandaşlarının 20 çocuğu olur ya, yarısı kendinden yarısı da örgütten,
sonra o çocukları da 15'ine geldi mi,
of of of of of,
üretime başlatırlar.
ya bu pkk yandaşlarına pkk büyükleri kadar kimse işkence edemez,
baksana karısını kızını sike dizerler.
adalet ve kalkınma partisi iktidardan düştükten sonra şu günlerde krallar kadar rahat, padişahlar kadarastığı astık kestiği kestik akp'lilerin başlarına gelecek tahmini olaylardır.
Misal;
içerideki suçsuzlar dışarı, dışarıdaki suçlular içeri girecektir.
Yahut;
Şu an kaynağı belli olmayan sermayelerle zengin olmuş akpliler ve yandaşların halktan çaldıkları geri alınacak ve bu hırsızlara ağırlınca yıl hapis cezası verilecektir.
kadınların söylemlerini görünce anlaşılan gerçektir, maalesef...
misal 'saçımı süpürge ettim' sözü vardır ya, hani kadınlar erkeklere söyler. sen neden saçını süpürge ediyorsun? mecbur musun? ne demek ya saçı süpürge etmek? bu nasıl bir hizmetçilik, kölelik anlayışıdır?
yahut 'arkasında kadın olmayan erkekten bir şey olmaz' ne demek? sen bir erkeğin arkasında dolaşan yardımcı mısın? sen adam olsana, bırak erkek kendisi adam olsun. he dersen ki ben bir birey olmayı isemiyorum, bir erkeğin destekçisi ve arkasında kalan kişi olmak istiyorum; o halde sakın kadınların toplumdaki yerini yadırgamayın, çünkü kendileri istiyor.
ben ne isterdim aslında biliyor musunuz?
kadın haklarının olmadığı bir dünya isterdim. çünkü insan hakları varken kadın haklarının da olması kadınların eşit olmadığını, ekstra korunmaya ihtiyaç duyulan daha küçük insanlar olduklarını ima ediyor. bu yüzden kadın hakları olmamalı, kadın haklarına ihtiyaç duyulmadan eşit olarak yaşanabilir bir dünya olmalı.
ama bunu kadınlar istiyor mu acaba? çünkü bu ayrımı istiyorlar. ama unutmayın;
pozitif ayrım da, ayrım ayrımdır.