kaş'ın sevilen yüzü eğlence sektöründe de adından söz ettiren dostum serdar mjk tepe'yi kırılmış bir burun ve göz altı morluklarını gördükten sonra, aşırı sinirlenip üzüldüm ve bu başlığı açma ihtiyacı duydum. kendisi de çaylak olarak olayları anlatmak istemiş ama çok duyulmamış. kısacası tipini tarzını beğenmediği için kendisine günlerdir sosyal medya üzerinden saldıran mekan sahibinin sonrasında eylemini fiziksel olarak gerçekleştirmesi hadisesi.
küçük bir bilgi daha vereceğim. halihazırda burak aydemir denilen şahıs, öfke kontrolü problemi sebebiyle, devam eden bir sürü davası da olduğu bilgisi gelmekte. sanki ceza almadıkça, daha da ileri gidebiliyor diye düşünüyorum. zaten kite hakkında yapılan yorumlar da çok parlak değil.
serdar mjk tepe'nin açıklamasından sonra enteresan bir hikaye paylaşarak, kendisine hiçbir şey olmayacağından emin olduğu bir foto paylaşmış.
buyrun foto, sonra serdar'ın açıklaması ve serdar'ın darp edildiği fotoğrafları paylaşacağım.
o kadar emin ki bir şey olmayacağına
serdar'ın kırık burnu
--- ortak arkadaşımızın açıklaması ---
bir kaç gündür sosyal medyada dönen mevzuyu anlatmak için yazıyorum. hukuki süreç başlatıldığı için mekan şahıs isimleri verilemeden anlatılan olayları bütün isimleri vere vere yazıyorum arkadaşlar. olay 12 eylül cumartesi günü saat 20.00 sularında çeşme flyinn beach'de oldu. serdar mjk tepe, yapılan eventin hem koordinatörü hem dj’iydi. eventi düzenleyen firmalardan biri olan ankara kite’in sahiplerinden burak aydemir’in saldırısına uğradı. kıyafetleri, kimliği, ilaçları, dj ekipmanları, bilgisayarı gasp edildi. kıyafetleri ve ayakkabıları dahil hastaneden çıktığında hicbir şeyi yoktu.
şu an bir dünya ameliyat olmak ve bu ay çalacağı mekanları ve düzenleneceği organizasyonları, etkinliklerini iptal etmek zorunda kaldı. kendisine iade edilen bir kaç ekipman dışında yaklaşık 20 bin liraya yakın eşyası gasp edildi. cüzdanı, kartları yanında olmadığı için maddi olarak da bu kadar önemli bir surecte arkadaşlarından ve ailesinden destek almak zorunda kalarak maddî özgürlüğü kısıtlandi. instagram’dan binlerce kişi paylaşım yaptı ve sonuç olarak hesabını hacklediler. şu an serdarmjktepe olan kullanıcı ismi bunicknemq halinde ve iki hafta boyunca değiştiremiyor ve bu insanın en aktif olduğu mecra instagram.
sebebe gelince; sırf dış görüntüsü onlara uymuyor ya da farklı diye, turuncu kimono giyiyor, arkadaslariyla arasindaki eglence anlayisi karsi tarafa uymuyor diye gelip "sen nasıl takılıyorsun lan burada, ne ayaksın sen" diye çocuk kendinden geçene, bayılana kadar dövdüler. fotoğrafları gördüyseniz eğer durumun vehametini anlarsınız. eğlence mekanı sahibi olup, sırtını karanlık güçlere dayayıp kendilerini mafya diye lanse edip, sırf onlardan daha çok ya da farklı eğleniyor diye birine bu şekilde saldırmak ve bu hale getirmek tarifsiz bir kötülüğün işareti.
*not: flyinn bu konuda fazlasıyla destek göstermiş neyse ki.
fylinn beach her konuda serdar mjk tepe'ye destek olup, kişinin on gün önce geçirdiği mide ve bağırsak ameliyati için kullandığı ilaçları kendisine ulaştırmış, gerekli desteği göstermiş ve mağduriyetini azaltmaya gayret etmiştir. olayın tarafı ya da suçlusu asla değildir.
--- ortak arkadaşın açıklaması ---
ilhan irem'in don kişot şarkısında bahsettiği, yel değirmenlerine karşı savaşan, yeri geldiğinde uçup pilot olabilen büyük halk kahramanı. bir ara idiot falan diyor ilhan abi ama vardır bir bildiği.
yel değirmenlerine karşı don kişot muyum,
uçuyorum durmadan ben pilot muyum
dilimde hep aynı şarkı, idiot muyum
hastalık, bağımlılık derecesinde dinlenilen the mayan factor şarkısı. yok abi, bir kere dinlerseniz kurtulmanızın imkanı yok.
sözleri,
rain falling around me.
can't tell if weather is warm
or why i am cold?
fame falls all around me.
can't tell if i should just hide or run.
some people hold onto their misery,
a token of their lives.
painted faces, warlike, they march on.
feel the end near, blinding and screaming.
for blood they'd do anything.
got two tickets to peridon,just can't sleep.
i've got no reason to worry 'cause it's just a dream.
on my way to the classroom,
lit the fire.
it's a burning desire,
murder.
water is needed.
hate seems always following.
can't tell if i can run, can't find my way outside.
hate seems always following,
can't tell if i should just run or hide.
some people hold onto their misery,
tokens of their lives.
painted faces, warlike, they march on.
feel the end near, blinding and screaming.
for blood they'd do anything.
got two tickets to peridon, just can't sleep.
i've got no reason to worry 'cause it's just a dream.
on my way to the classroom,
lit the fire.
it's a burning desire,
murder.
water is needed.
i'm burning inside adlı parçalarıyla şu sıralar beni oldukça meşgul eden berlin imzalı kaliteli bir elektronik müzik grubu. jay haze önderliğinde kurulan grupta özellikle minimal alt yapılar tadından yenmiyor.
tool'a kulluk eden benim gibilerin kulağına iyi gelecek bir grup. Kalite bir kadroları da var. opeth'in eski davulcusu martin lopezi bass konusunda allah sayılabilecek steve digiorgio ve vokalini cidden beğendiğim, maynard'a benzettiğim joel ekelöf
Bu yılın başında çıkardılar albümlerini, savia ve delenda gibi öne çıkan şarkıları var. Ama favorim ideate acoustic versiyon. kesin dinlenmeli,
adalet yok kalkınma yalan başlığı okunduktan sonra tarafımdan başlatılan hashtag. Neden mi ? Çünkü amına koyduğum yerinde bütün gün instagramdan fotoğraf çekmek ve sözlük yazarlarının itrafları başlığına yüzlerce entry girmekten daha fazlasını yapmamız gerekiyor ! adalet yok kalkınma yalan başlığı dünün en beğenilen entrysi oldu, demek ki farkındasınız neyin ne olduğunun. çoğunuz da twitter kullanıyorsunuz. o zaman yapın abi şunu ? çok mu zor amınakoyim binlerce kişinin kullandığı sözlükte herkesin okuması gereken böle bir şeyi hashtag yapamamak ? allah aşkına biraz sorumluluk ! harcayacağınız sadece 60 saniye !
Çıplak ayağımın yanına damlayan bir su damlası. aradaki orantısızlık canımı sıkıyor. ayağımı oynatıyorum oturduğum yerden. klozette oturuyorum. Sıçmam gerekiyor. sıçıyorum. kahverengi bir fayansa basıyor tırnakları uzamış ayaklarım. ayaklarıma bakıyorum ve iğreniyorum.
banyoyu inceliyorum. defalarca girip çıktığım banyo bu değil sanki. rengi pembeye çalan ve sanki büyük olması zorla dayatılmış gibi görünen devasa fayanslar kaplıyor ayaklarımın altını. "çizgilerine basmadan yürümeye çalışsam, bacaklarımı bir akrobat gibi açmam gerekir" diye düşünüyorum kendi kendime.
Düşüncelerimden gerçek hayata yani banyoya geri dönüyorum. Önümde duran, içi su dolu plastik kap dikkatimi çekiyor. Çocukluğumdan bildiğim bir kap bu. Çevire çevire takılan ve bazen takarken diş atlayan, annemin takamadığında sinirlenip söylendiği mavi bir kapağı var. Küçüklüğümden biliyorum bu kabı. Turşu koyulurdu içine. "Ama ne işi var ki banyoda" diyorum.
Kendimi bildim bileli düşüncelerim hep böyle kesik kesik ve daldan dala atlayan cinsten oldular. Bu paronayaklıkla beraber keskin ve derinlemesine düşünebilme yeteneği de sağladı bana. Ama tam da bahsettiğim gibi bunu düşünmem de sadece saliselerimi alıyor.
Sigarayı bırakmam tuvalette kalma süremi uzattı mı kısalttı mı bilemiyorum. Sadece sıçarken sigara içmeyi sevdiği için sigarayı bırakmamakta direnen bir serseriydim bir zamanlar. Hala serseri miyim ? Bilemiyorum.
Kimi zaman severek giyecek bir şey bulamadığımda imdadıma yetişen kirli sepeti tam karşımda duruyor. Koyu kahverengi ve hasırdan. Aynı renk ama üzerinde annelere özel bir örtü bulunan kapağı da hasırdan yapılmış. anneleri, sırf her şeyin üzerine örtü örtme hastalıkları yüzünden asla tam olarak sevemeyeceğimi düşünüyorum. Ama annemi aslında ne kadar sevdiğimin muhasebesini, kulağımda çalan archive - again şarkısı "without your love, you're tearing me apart" diyene kadar sonlandırıyorum. kendim de dahil hiç kimsenin üzerinde uzun süre düşünmüyorum. insanlara değer vermemek işime geliyor.
Bu şarkı bir zamanlar intihar şarkımdı benim. Mutfağın ortasında üzerine yattığım iki tane yastık, bir büyük votka ve birkaç bira ile sarhoş olduğum gün kendimi öldürmeye karar verdiğimde "hayatımın soundtrack'i olmalı" diye düşündüğüm ölüm şarkısı.
Bir ölüm şarkısını hayatla bağdaştırmış olmam tiksindiriyor aslında beni. Bu ironi benlik değil. Ben daha keskin, daha net düşüncelerin adamıyım oysa. intiharın eşiğinde bile bunları düşünüp kendimi haklı çıkartacak kadar ego doluyum. Egomdan kurtulmak için soyunmam gerekli diye düşünüyorum, soyundukça artan bir egom var. Çıplak halimi seviyorum, çıplak halimi kadınlar seviyor. kadınlar benle sevişmeyi seviyorlar, ben onlarla sevişmeyi seviyorum. Sanırım becerebildiğim tek şey de bu. iyi olduğumu sırtımda biriktirdiğim tırnak izleri söylüyorlar. kalbime iz bırakamayanların vücuduma bıraktıkları izler.
Oldum olası şiddeti sevdim. Kız arkadaşlarımı dövdüğüm zamanlar da oldu hatta. Lisede bayılacak derecede dayak yediğim ve bilincimin kapanıp, öndeki üç dişimin kaplama olmasına sebep olan o müthiş dayağı yedikten sonra, tyler durden gibi güldüğümü de biliyorum. oysa ki fight club'ı izlememiştim o zamanlar.
kahrolası düşünceler. Sizi, sürekli bir şeyler düşünmek zorunda bırakan bir beyin dünya üzerindeki tüm hakaretleri hak ediyor. Bir boka yaramayan kahrolası sikik beynim. Düşünmekten dolayı bir ay boyunca uyuyamadığım zamanlar geliyor aklıma. Verdiğim kilolar, küllüğün boş kalabilen yanında söndürdüğüm ve her biri birer cesedi andıran sigaralarım. Ve tabi ki God is an Astronaut.
the end of the beginning çalıyor ve ben düşünmeyi bırakıyorum. Tuvalette işim biteli hayli olmuş. Bunu geç fark ettiğim için kızıyorum kendime. Kıçımı siliyorum, herkes gibi ben de bakıyorum acaba sildiğim şey neymiş diye tuvalet kağıdına. Sonra klozete atıp sifonu çekiyorum.
Ayağa kalkıp şortumu çekiyorum. 140 sayfadır aralıksız okuduğum bunker tepesi düşleri'ni alıp tuvaletten çıkıyorum. Ellerimi neden yıkamadığımı soruyorum kendime. Ne zamandan beri ellerimi yıkamadığımı, bu alışkanlıktan ne zaman, niçin vazgeçtiğimi düşünüyorum. Ve mogwai çalmaya başlıyor. Koca bir şarkı süresi boyunca bunları düşünmüş olduğuma şaşırıyorum. Halbuki tuvaletten daha yeni çıktım. bu aradaki anlamsız farklılık beni şaşırtan. Ya sarhoşum ya da yine çok az uyudum.
Take me somewhere nice diyor mogwai. Neresi olduğunu biliyorum. Avustralya'da empire of the sun'un klip çektiği çöller de olabilir, izlanda'da küçücük bir kahve dükkanı da. Ya da adını bile telaffuz edemediğim, insan ırkının uğramaya üşendiği yem yeşil düzlükler.
Nihayet düşüncelerden sıyrılıyorum. Kendimi, yapmayı en çok sevdiğim şeyi yaparken buluyorum. Fotoğraflarım. Fotoğraflarla uğraşmak beni gerçekliğe iten en büyük şey. Kafamı tamamen düşüncelerden uzaklaştıran ve işime konsantre olmamı sağlayan yegane uğraş. iyi de, madem beni düşüncelerde uzaklaştırıyor, o halde satır satır, kelime kelime hala beynime kazınan ve sanki bir iç sesin durmaksızın, dikte edercesine söylediği bu siktiğim cümleler de neyin nesi ?
Gerçekle düşü birbirine mi karıştırıyorum yine ? Yoksa yazmak için sığındığım bahanelerden biri daha mı ? Ahh. Derin bir nefes alıp arkaya yaslanma zamanı. Alkolü ve sigarayı bırakalı uzun zaman oldu. Ama böyle anlar için her zaman akıl danışacağım bir şişe havana club'um aylardır beni beklediği yerde hazır duruyor. Dolaptan, kardeşimin bağımlı olduğu ve evden hiç eksilmeyen kolayı alıyorum. Kola bağımlısı olan birini hatırlatıyor bu bana, "hayır" diyorum. Bu kez düşünmeyeceğim. Az buz, az kola ve çok rom. işte en sevdiğim kokteylim.
Her zaman çok iyi içen biri oldum ve hayatımın büyük çoğunluğu içerek geçti. hangi akla hizmet alkolü ve sigarayı bıraktım inanın ben de bilmiyorum. hayatıma giren problem kadınlardan dolayı sanırım. O kadar çok bağımlıyla uğraştım ki, onların o lanet, sadakatsiz, kendini bilmez halleri beni uyuşturucunun ve alkolün suni mutluluğundan çekip aldı. Hem minnettarım hem de öfke doluyum her birine. Telefonun çalması yine düşüncelerimden uzaklaştırıyor beni. Çok fazla düşünüyorum. Düşünmemeliyim, biliyorum.
- uyandın mı
+ yok hala uyuyorum.
- cafedeyim ben. ne zaman geleceksin ?
+ giyinip çıkarım şimdi. yemek yedin mi ?
- yok sen gel beraber yeriz.
+ tamam.
tamam deyip kapatıyorum telefonu. şarkı en can alıcı yerinde şu an. arkama yaslanıp long drink bardağımı çalkalıyorum. Buzların sesi metronoma tam uyuyor. birkaç kez daha tekrarlıyorum şarkıya uydurmak için. uymuyor. Canım sıkılıyor. Bardağımı dipleyip bitiriyorum en sevdiğim kokteylimi. Giyinmek için sağa sola bakıyorum.
Hiçbir şey yakıştıramayınca kendime banyoya gidip kirli sepetinin hasır kapağını açıyorum. En üstte duruyor dün attığım amerikan bayrağı desenli en sevdiğim t-shirtüm. Kolunda kemal atatürk imzası olan biri için fazla ironik. ama dünya kapitalist. ve ben bu dünyada bir şey ifade ettiği düşünülen hiçbir simgeye, hiçbir dini sembole ve renge itimat etmiyorum.
Elli dokuz milyon verip aldığım yeşil şortum, üzerimde amerikan bayraklı t-shirtüm portmantoya doğru gidiyorum. Aynaya bakma gereği duymuyorum. Yakışıklı olduğumu edindiğim sonsuz kasık tecrübelerimden biliyorum. ama bir arkadaşımın da dediği gibi, "kasık tecrübesiyle gönül tecrübesi bir değil"
"haklıymış kız" diyorum bu kez düşünceleri dışa vurarak sesli bir şekilde. Anahtarımın olup olmadığını bile kontrol etmeden, aylardır yanımdan ayırmadığım tek şey olan fotoğraf makinamı omzuma asıyorum. kaykay kaymadığım halde hiçbir zaman giymekten vazgeçmediğim etnies'lerimi giyip, kim bilir kimlerle neler yaşayacağım güne doğru evden çıkıyorum. ve kulağımda the notwist - pick up the phone diyor.
edit : Bu entry yazarın başlamış olduğu bir hikayenin çatısını oluşturmaktadır. adı geçen kişi, kurum ve düşünceler hayal olmakla beraber falan filan inter milan.
wiz khalifa şarkısı. ulan bir kere de sözlerine bakmam gereken bir şarkıyı sözlükte bulayım be !
it's the champagne pourin'
big joint rollin'
bombay sippin'
no blunt smoking
bad bitch gettin'
thick and she got some friends with her
i take 'em out pourin' shots of liquor
drinkin' out the bottle, smiling in all my pictures
the marijuana loud so them hoes follow like twitter
n-gga, you know everything taylored
don't rush to the bar fool, if you aint got no paper
that's the rules, high as f-ck, sloppy drunk when i'm passing through
rollin' doobies up, ya hoe who we pass 'em to
hit the club spend this money up, roll another one, drink, act a fool
thats what i have to do
[chorus]
see after drinking champagne all night
never worry bout a damn thing, y'all might
homie i'm on my level (yeh)
i'm on my level (yeah)
i'm on my level (yeh)
i'm on my level (yeaah)
so let me take one shot to the brain
and i order three more shots
i'm going in, ayy
i'm on my level (yeh)
i'm on my level (yeah)
i'm on my level (yeh)
i'm on my level (yeaah)
spent a couple dollars on my engine
motor roaring when i back out the garage
gin got me drunk as f-ck stumbling out the bar
plus i'm struggling tryna find the keys to my car
cause i be going hard, roll the camera
life just like a movie, i'm the star
wish you was in my position
you too broke to play the part
of course i keep some bad women with me in the back
sippin' rose with some hash twistin'
all about a dollar, my team in the cash gettin'
straight out the burb, we drinking we smash n-ggas
so when i say i'm balling, that don't mean that i'm playing mate
all my diamonds talkin', you can see what they sayin' mayne
[chorus]
in the middle of the night, early in the mornin'
from the streets to the sheets with some freaks, i aint yawnin'
i'm wide awake, we aint eatin', we aint sleepin'
these b-tches so high man, we aint even speakin'
we just freakin'
you rollin' with short dog baby
she was high on that pill so i f-cked yo lady
come to my house i give 'em everything they want
i might not dot it, but i give to ya women
cocaine, mushrooms, ecstasy, ghb, marijuana
she can suck it if she wanna
i got tequila, ciroc and two freaky friends
and this a wednesday night, this aint the weekend
[chorus]
man i'm high as f-ck
man i swear i'm on my level
man i'm sloppy drunk
man i swear im on my level
i finna pass out
man i swear im on my level
a n-gga get smashed out
man i swear i'm on my level
man i'm high as f-ck
man i swear i'm on my level
man i'm sloppy drunk
man i swear im on my level
i finna pass out
man i swear im on my level
a n-gga get smashed out
man i swear i'm on my level
işte bir ayıp sebebi daha. Temelleri 2006'da atılan, sae istanbul kökenli iki abinin başlattığı ve yardır yardır devam eden harika müzik grubu. 2011'de batteries not included adlı albümleri çıktı. Şimdi ne desem boş, 2-3 şarkı dinleyin zaten bir bakmışsınız 2-3 saattir dinliyorsunuz. Adamlar iyi
Böyle bir adamın başlığının bile açılmamış olması, elektronik müzik konusunda ne kadar kısır bir sözlük olduğumuzu gösteriyor resmen. Kaldı ki çok güzel bir mix'ini paylaşmak için aratmıştım sözlükte.
"Böyle bir adam" dediğim adam, sadece 21 yaşında bir velet aslında. Ama yakaladığı soundla şu an öyle bir yere geldi ki, en iyilerden biri olarak anılıyor ve çok önemli müzik olaylarına da liderlik ediyor. Bunlardan biri clown and sunset adlı bağımsız prodüksiyon oluşumu. Ki bu gerçekten önemli bir şey demek.
Nicolas jaar müziği diye bir şey var artık ve sağlam kulaklar onun yapmış olduğu mixleri ayırt edebiliyor resmen. Çok kendine özgü, ritmiyle, soundluyla, metronumuyla, kullandığı samplelarla hatta be hatta duyunca oha dediğim parça içlerinde kullandığı kendi vokalleriyle çok çok farklı bir şey dinletiyor size.
internet üzerinden her şeyin ücretsiz paylaşılmasını öngören ve bunu kutsal sayan bir din. Evet din. Ve hatta bugün itibari ile isveç'te resmi din olarak kabul edildi.
üçüncü duyuşuydu babamın yanında oturan kadının bunu. ne cevap vereceğini şaşırdı, bana baktı soran gözlerle. ne mimik yapacağımı, ne şekle gireceğimi bilemeden, yanaklarım kızararak öyle alelade bir boyun eğdim özür diler gibi. geçen haftaydı, sağlık raporu almak için sağlık ocağındaydım babamla beraber. onla vakit geçirdiğim çok nadir anlardandır belki de.
izledim babamı.. gözleri boş bakıyor artık, sakalları beyazlamaya yüz tutmuş, yüzünde kırışıklıklar öylece boş bakıyor. 25 yaşıma geldim artık ve kendimi bildim bileli babam yaz sonundan yaz başına kadar hep bu ruh halindedir. Bütün gün evden çıkmaz, çalışmaz, yemek yemez, sadece haber izlemeye kalkar sonra tekrar yatar. sessizleşir. zaten hiç konuşmadığımız yetmezmiş gibi iyice susar, herkese mahçup bakar, aile hekimliği için girdiğimiz doktorun karşısında bile elpençe divan durur.
Ben alışlıktım aslında onun bu rahatsızlığına ya beş dakika içinde üç kez aynı şeyi yanında oturan kadına sorması nasıl bir hissiysat verdi bana bilemezsin sözlük. bundan aylar önce evde durduğum nadir günlerin birinde kavga etmiştik babamla. komşular girmese araya tekme tokat girecektik birbirimize resmen. sakinleşmek için komşuya çıktığımda beni kenara çekip, "oğlum baban iyi değil, biliyorsun sinirlerinin bozuk olduğunu alttan al, kendine kendine konuştuğunu görmüş yusuf abin geçen gün" demişti en üst kat komşumuz. kendi kendine konuşacak düzeye gelmişti demek ha? ben inanmadım buna, inanmak istemedim sözlük. Gelip geçiciydi çünkü, her sene yaşadığımız gibi yine havalar düzelir ve babam düzelirdi.
bu sözlüğe baba ile alakalı sayısız entry girdim çoğu da yaran diyaloglara. çevremdeki herkese babamı anlattım hep, ne kadar makara bir adam olduğunu, ettiği küfürleri, anlattığı hikayeleri, yaşadığı olayları. herkes babam bildi 15 yıldır benim de öz babam gibi bildiğim, kendi evimden çok şu an bunu yazarken bile evinde olduğum en yakın arkadaşımın babasını. hayatım boyunca öz babamla hiçbir şey paylaşamadım ben sözlük. hiğçbir şey. bir kez bile beraber dışarı çıkmadık, bir kez bile evde otururken futboldan konuşmadık, siyasetten bahsetmedik, bana hiçbir zaman kız arkadaşın var mı demedi, nasıl gidiyor demedi. Hala 2 yıl önce ayrıldığım kız arkadaşımla görüşüp görüşmediğimi soruyor bana eve uğradığım zamanlarda. sanırım sonsuz kez cevapladım bu soruyu. hala "hangi bölümden mezundun sen?" diyor bana arasıra aklına estiğinde. O kadar alakasız ve o kadar uzağızdır birbirimizden. Ama babadır yine de, babamdır.
Fakat dedim ya 15 yıldır kendi evimden çok ev bildiğim, bana her zaman daha sıcak gelmiş, belki de daha çok uyuduğum, daha çok mutlu olduğum evden yazıyorum bunları diye. Ben bile karıştırdım artık baba kavramını gerçek anlamda. babam dediğim zaman aklıma hep kenan amca geliyor normal deyişiyle. Ama ben yıllardır ona baba diyorum. Şu an o evdeyim, evde kimse yok, benim anahtarım var, evde tekim ve bunu yazıyorum. Bunaldım artık sözlük, bir şeyler yazmam, bir şeyleri birilerine anlatmam lazım yıllardan sonra. Sıkıldım artık bu durumlardan, yaşadığım bu problemlerden.
Çok sorumsuz bir adamım ben, bugüne kadar adam gibi çalıştığım tek dönemde kendime yaşadım yıllarca. Ne aileme bir katkım oldu ne de başkasına. Yıllarca kendi evimde, kendi sikimin keyfine yaşadım. Uyuşturucu kullandım yıllarca, eğlendim sadece, ailemle hiçbir zaman sıkı olmamıştım zaten, hepten uzak kaldım onlardan. Onlar beykoz'da ben beylikdüzü'nde uzak bir hayat yaşadım hep. kendi evimden ayrıldığımdan beri çok nadir geliyorum ailemin evine. Birkaç ay çalışmıştım yazdan önce ve sadece o dönem beraber yaşadık son 1 yıldır. ondan öncesi de yine sadece işe girdiğim zaman o da arada gelir kalırdım. 2004'ten beri hep böyle oldu bu. 4 yılı bilfiil ayrı, geri kalan süresi de ayda yılda bir eve uğrayarak eğer çalışmıyorsam.
hiçbir işe yaramayan bir adamım ben. Annemin de iki saat önce falan dediği gibi, ne işe yarıyorum ki ben? üstüne üstlük bir de cep telefonundan mesaj atıyorum kız arkadaşıma hakkım olmadığı, sanki kendim yüklemişim o kontörü gibi. Hak etmiyorum yaptığım hiçbir şeyi ve annemin bu sözleri can yakıyor sözlük, içime oturuyor, kanıma dokunuyor. Kendi evim gibi hissetmiyorum orayı ben, kendimi onlara ait hissetmiyorum. Biliyorum ki o da üzüldü söylediği, söylendiği için. Sanki iş adamıymışım da mesaj atıyormuşum bir de. haklı sözlük. Bir bok katmadım ki ben onlara ne alabilirim geri? Babamı anlattım az çok size, baba parantezi altında bir de anlatılması gereken anne var sanırım.
annem.. kaç kişi başarabilir okuma yazması yokken çocuk yetiştirebilmeyi, çocuğuna harfleri öğretebilmeyi, alfabeyi ezberletmeyi? bazen o kadar kızıyorum ki kendime bu kadın için bir şeyler yapamadığımdan dolayı. ne babam, ne de ben bugüne kadar annemi bir kez bir yere götürüp adam gibi bir yemek yedirmemişizdir. yaklaşık 50 yıldır yaşadığı hayatın dışında bir şey yaşatmamışızdır. Ve buna rağmen hala annelik yapar o. Bana, babama, kopuk olan ailemize. Ne mübarek kadınsın sen be? Nasıl ödenir ki senin hakkın? ben şimdi nasıl kızayım sana, nasıl hak vermeyeyim kızmana? yıllardır hastalıklı bir adamı çekip sinir hastası olduğun yetmezmiş gibi bir de benim gibi sorumsuza katlanıyorsun yüzümü gördüğün zamanlarda. ayda 280 lirayla ev geçindiriyorsun sen kadın. Fatura ödeyip, yemek yapıyorsun, karın doyuruyorsun. bir emekli maaşının, babamın sikik işleri yüzünden her ay kesilen kısmın geri kalanıyla bir ev döndürmeye çalışıyorsun uzun zamandır. ve uzun zaman daha devam edecek bu. çünkü baba aynı baba, kafa aynı kafa. Anladığı tek şey zarar, anladığı tek şey hiçbir şey. gözümün önünde gitgide ufalıyor, eriyorsun yavaş yavaş anne. ne güldürebilmişim seni bugüne kadar bir kez, ne de başka bir şey. ama sen benle mutlu olup, hala evladın olarak sayabiliyorsun beni. anne de kabaca tamam gibi değil mi? kendi işe yaramaz hayatıma geleyim o zaman sözlük..
ben.. açıköğretim harç parasını bile kız arkadaşından, arkadaşlarından zar zor toparlamış ben.. çalışmaya çok ihtiyacı olduğu halde yaz geldi diye arkadaşlarıyla tatile gitmek uğruna işinden ayrılan ben. Sırf sabahladığı için başka bir işi mesaj atarak bırakan ben. Evinden çok arkadaşlarında kalan, orda burda yaşayan, adı homeless'a çıkmış ben. Aslında çok iyi referanslarım, çok iyi iş geçmişim var, güzel bir okul, bölüm bitirdim. ama hiçbir zaman aklımı çalıştıramadım, elime geçen fırsatları hep tersiyle ittim. intel'den gelen supervisorlık teklifini sırf pazar günü izni olmadığı için kabul etmeyen ben. Cuma ve cumartesi günleri sabaha kadar taksim'de arkadaşlarıyla sürten ben. hiçbir şeye bir şey anlatmayan, hep alkole sığınan ben. kafası hep güzel olan, çareyi beynini uyuşturmakta bulan ben. cebinde aylardır yol parası hariç tek kuruş parası olmayan, hatta çoğunlukla yol parası bile olmayan ben. utanmna sınırını da geçtim sanırım artık. alıştım bu sürüngen, leş hayata sözlük. artık ilk zamanki gibi koymuyor yakın arkadaşlarımın yol parası vermesi, yemek ısmarlaması ya da beraber çıktığımızda hep onların bir şeyleri ısmarlaması. alıştım amınakoyim artık. yalama oldum. iki aydır sevgilim var sözlük, çok güzel bir beraberliğim var hem de. iki aydır yaptığımız hiçbir şeyi ben karşılamadım. neler yaptık hem de. tek kuruş para çıkaramayıp buna razı olabilmek ne demek sözlük biliyor musun? dönerken kız arkadaşından yol parası almak ne demek? onlar vermediği zaman sen hatırlatamadığın için defalarca şoförlere, muavinlere param yok deyip bir şekilde bir yerlere gitmek ne demek? deniz otobüsüne binmek için kaç kez yalan söyleyip "cüzdanımı çaldırdım karşıya geçmem lazım" demek ne demek?
böyle hayatın ben ta amınakoyim sözlük. böyle yaşantının da, bu zihniyetin de amınakoyim.. Ne ben hak ettim bu hayatı, ne ailem ne de çevrem. Külliyen zarar bir adamı kimse hak etmedi hayatında..
uzun oldu biraz tam ihtiyacım olduğu gibi. daha neler anlatılır da gerek yok klavye başında daha fazla gözyaşı dökmeye. sikerim. nokta.
bloody beetroots ve diğer örneklerinden sonra fena şekilde inanmaya başladım artık buna. işte bu gençler de beni fazlasıyla inandıran diğer yetenekler. bu gece indigo'da olacaklar daha önce de wtf'da çıkmışlardı. şiddetle tavsiye edilir. özellikle i needed to GO !