disco kralında canlı performanslarıyla dikkat çekmiş kedi grubunun çıkış şarkısının ismidir.
bak yine bir yolun sonunda başladı ayrılık
tek yöne gitmeye aslında nasıl kararlıydık
geçmişe sormaya değer mi sildiğin anları
dönmeye kar yoksa demek ki kalbe zararlıydık
hem o söz ve gözlere güvenmiyormuş aşk
silinen o izlere direnmiyormuş aşk
kayıyorken ellerinden arama arama
kanıyorken ellerinden yarama yarama
bundan sonra zafer kalsın, bizim olmasın
kaybetmeyi senden öğrendim ve sen aptalsın
danstan anlayan insanların azra akın'ın muhteşem dansını beğenip 10 verdikleri bir ortamda, sırf muhabbet olsun diye oturan saba tümer'in daha düşük puanlar vermesi ile düşündürtmüş programdır. nesini beğenmiyor onu söylesin bari.
yeni albümündeki izmir isimli şarkısıyla şaşırtmış ve etkilemiştir.
bu da sözleridir.
yarına kalmaz yolun sonundayım,
yarına kalmaz izmir yolundayım,
uyuyupta kalma sakın sabret şafak söker,
yarına kalmaz canım yanındayım,
birkaç şarkı dinlersin zaman geçer,
acıkmadım hiç uğraşma bi çay yeter,
fazla hazırlanma sakın sende her şey güzel,
yarına kalmaz canım yanındayım,
uyuyupta kalma sakın sabret şafak söker,
yarına kalmaz kollarındayım,
gözlerin gözlerimde dursak öyle,
beni seviyormusun bi daha söyle,
dudağın dudağımda uyusak öyle senle,
ne güzel yakışmışız seninle,
mutluluğu tutmuşum ellerimde,
onu çok seviyorum izmir sende söyle,
söyle herkese,
bir kaç şarkı dinlersin zaman geçer,
acıkmadım hiç uğraşma bi çay yeter,
fazla hazırlanma sakın sende her şey güzel,
yarına kalmaz canım yanındayım,
uyuyupta kalma sakın sabret şafak söker,
yarına kalmaz kollarındayım,
gözlerin gözlerimde dursak öyle,
beni seviyormusun bi daha söyle,
dudağın dudağımda uyusak öyle senle,
ne güzel yakışmışız seninle,
mutluluğu tutmuşum ellerinde,
onu çok seviyorum izmir sende söyle,
söyle herkese,
uyuyupta kalma sakın sabret şafak söker,
yarına kalmaz kollarındayım,
gözlerin gözlerimde dursak öyle,
beni seviyormusun bi daha söyle,
dudağın dudağımda uyusak öyle senle,
ne güzel yakışmışız bak seninle,
mutluluğu tutmuşum ellerinde,
onu çok seviyorum izmir sende söyle,
söyle herkese,
izmir söyle izmir söyle herkese.
--spoiler--
uyan gönlüm hadi perdeni aç,
çilen doldu kafesinden kaç,
uyan gel uykundan dünya aşk görsün.
--spoiler--
umut vadeder. hem de en ihtiyacınız olduğu anda.. karanlıklar içinde bir ışık var!
bu filmi izleyince sanat filmi sevmediğimi anlamış olup, bir daha böyle filmler izlemeye yeltenmeme kararı aldırmış filmdir. ama bu demek değildir ki film kötüdür. bu film için sanat filmi severlerin, bu işten anlayanların yorumu önemlidir. ama diyorsanız ki ben birinin on dakika yürümesini, bir on dakika da uzaklara bakmasını izlemeyi kaldıramam, hiç izlemeyin.
mehmet aslantuğ'un yazıp yönettiği ilk filmdir, iyidir, hoştur, güzeldir diye bir heves gidilmiş bir filmdir. film arası olduğunda daha 10 dakika geçmişte bir sürü şey olacak hissi verdi film. sonra daha ikinci yarısı var, toparlar dedik. olmadı. ya da olmamış. artık bu kadar klişe hikayelere film çekildiğine inandıramayacak kadar klişe bir konusu var. aşkın ikinci yarısını ben göremedim. gören, bilen varsa dinlemek isterim çünkü kaçırdım o kısmı sanırım. duygusal dediler. çok daha duygusal filmler yapıldı bu ülkede, bu duygusalsa onlar neydi?
--spoiler--
tamam arif'in öldüğünü duyduğumuzda bir göz yaşarması, bir tüylerin diken diken olması durumu yaşandı ama geldi geçti bir anda. iz bırakamadı.
--spoiler--
zaten bir avuç insanın olduğu sinema salonundan kimse memnun ayrılmadı. oysa ki herkes çok sevdiği o adamın mükemmel işini izlemeye gelmişti. hayal kırıklığı oldu.
cem adrian sevenleri tatmin etmiş bir program olmuştur. daha önceki programlarına bu adamı çıkarıp neden 4 cümle kurdurup, iki de şarkı söyletiyorsun diye oldukça veryansın edilmişti. * bu programda aslında tüm taşlar yerli yerine oturdu. birbiriyle alakasız konuklar bi arada olduğunda, bazı konuklardan ya da en azından cem adrian'dan çokta kendisini anlatıp, ben bunu da böyle yaptım demesini beklemek biraz tuhafmış. kendisini iğreti gibi hissettiği bir programda en fazla şarkı söyleyerek kendisini ifade edebilmiş bu adam. aslında ondan bile çoğu zaman utanmış ola ki programın eğlencesini kaçırır diye. ama kral çıplak'ta noldu geçtiğimiz hafta? çıktı ben şunu yaptım, burdan geldim, böyle düşünüyorum, şurda yaşıyorum diye uzun cümlelerle kendini anlattı. müthiş şarkılarını seslendirdi. sevmeyenler elbette sıkılmış olabilir. ama cem adrian'ı severek dinleyenler bu programı zevkle izlediler.
ayrıca kralın çıplak kalması için bu programda illa çok uzun yıllar sanatla, medyayla alakalı bir şeyler yapmış biri mi olmalıdır bu tartışılır. sonuçta kimsenin çocukluğuna inilip yaseminin penceresi havası yaratılmaya çalışılmıyor.
--spoiler--
Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde geçen hikaye bir cariye ve bir harem ağasının iktidarı ele geçirme anlaşmasını anlatır genel anlamda. ama bunun yanı sıra haremdeki cariyeler arasındaki gözde olma mücadelesi, osmanlının zor dönemleri,sona erişi ve harem ağası ile cariyenin * birbirlerine duydukları aşk.
--spoiler--
konular tam anlamıyla iç içe geçirilip, çok güzel ve sakin bir duyguyla anlatılmıştır. oyuncuların performansları tartışılamayacak derecede güzeldir. ve müthiş bir kaç cümleyle de nokta konulmuş, izleyende güzel bir tat bırakmıştır film.
--spoiler--
'mühim olan hayatınızı nasıl yaşayacağınız değildir, kendinize ve başkalarına onu nasıl anlatacağınızdır. ancak bu şekilde hatalara, ızdıraba ve ölüme bir mana katabiliriz.'
--spoiler--
disco kralında 4 saat oturup 2 şarkı söylemiş, 5 tane de cümle kurmuştur. okan bayülgen'e sorarım ki bunun için bu adamı çağırdın programına? ayrıca bana yazık değil midir saatlerce televizyon başında oturdum bu adamı canlı dinleyeyim diye.
kalabalık bir kitle toplamayı başarmakla birlikte onları güzel, eğlenceli konserle ödüllendirmiştir. ayrıca sahnedeki görüntü efektleriyle de hayran bırakmıştır.
"Babalar, çocuklarının doğumuyla büyür; çocuklarsa babalarının ölümüyle... Bu genellemeyi bozacak her şey kural dışıdır. En çok da evladını toprağa veren babalar... "
diye başlamıştır yazar bugün kü babalar günüyle ilgili yazısına.
yayıncı ve taraftarlardan gelen yoğun şikayet üzerine yasaklanmasının an meselesi olduğu dünya kupası ceo'su tarafından açıklanan gereksiz gürültü aletidir.
Yani, öylesine ciddiye alacaksin ki yasamayi,
yetmisinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalir diye degil,
ölmekten korktugun halde ölüme inanmadigin için,
yasamak yani agir bastigindan.
leonardo di caprio'nun yadsınamayacak kadar iyi bir oyunculuk sergilediğini aynı zamanda da böylesine kötü bir filmde* bunu heba ettiğini söylemek gerekir. klasik amerikan filmleri listesinde yerini almakla birlikte, hafızalarda iz bırakamamıştır. izlenerek vakit kaybedilmemelidir.
redbull iki pilotuyla double yapıyor ve 2. olan pilotun suratından düşen bin parça. 1. olan adam senin takım arkadaşın webber. neden o tripler çözmüş değilim.
Daha gerçek yalanlarım doğrularından.
O yüzden boğuluyoruz bir bardak suda fırtınadan.
Zaman beni,ben zamanı öldürüyorken
tuttum nefesimi atmaya seni beynimden.
Ama o zaman da kalbim boşa dönüyor.
Hep sana atan bir yürek, nasıl inansın bunca...
Tesadüfler, nasıl açıklansın?
Bana bunca zaman sonra bunu hissettiren,
öylesine bir rüzgar
olamaz kalbime esen.
Dünle bugün arası
sanki daha uzun hayatımdan.
Hiç kimseye mektup yok,
ölmüş insanlar insansızlıktan!
bir film izleyip sonunda mutlu olmak istiyorsanız -ki film intihar hikayelerinden oluşsa da mutsuz edemiyor- mutlaka izlemelisiniz. bir film ancak bu kadar kendine has olabilir ve insanda ancak bu kadar hoş duygular oluşturabilir. *
geçmişe sığınarak yaşamayı tercih ettin. ondan çıkardığın dersleri öylesine beğendin ki; öğrenemediğin bir şey kalmadı sandın..
ya da öğrenemediğin şeyler de olduğunun o kadar farkındaydın ki sımsıkı sarılıp bırakmadın yakasını..
sen hala gecenin bir yarısı 'because i said so' izlerken; geçmişe dönmeyi mi hayal ediyorsun yoksa ondan tamamen kurtulabilmeyi mi umut ediyorsun onun ayrımına var önce!
o duvarlar.. o çizgiler.. öylesine net dururken..
sen sadece kendi derdinde, bir şeylerin deneyini yaparken bir zamanlar sana olanlar olur mu diye hiç düşünme..
gardını indirme asla! güçlüsün sen ya.. dimdik durabilirsin ya hayata karşı! aynen öyle davran. öyle davran ki kimse güçsüzlüğünü, çaresizliğini, yalnızlığını göremesin!
sonra birileri gelir belki, o taptığın geçmişini unutturmaya çalışır sana farkında bile olmadan.. yepyeni bir geçmiş yaratır ola ki kendinden. sakın müsaade etme. kırılmayacağım, incinmeyeceğim, güvenmeyeceğim diye diye..
cam bir fanusun içinde yaşa.. aman kimseler dokunamasın sana!
varlığınla yokluğun aynı şeyi ifade etsin hayatta.. sakın insanları sevebilme mücadelesi verme, sırf sonunda ola ki üzülebilirim diye.
sen sadece başarını ölç! hiç kimseyle paylaşamadığın, sonunda yine kendini mutsuz ettiğin başarılar biriktir içinde..
sonra da uzun uzun düşün! ben ne kadar kötü bir şey yapmış olabilirim diye.
baştan kitabın adı çekiyor sizi ' bin muhteşem güneş '. kitabı satın alırken ki merakınız, kitabı bitirdiğinizde bi iç acımasına, ya leyla ben olsaydımlara dönüyor. son sayfasını okurken ağlamaya hazır gözleriniz ve buruk gülümsemeniz size eşlik ediyor. betimlemeler, insan analizleri olağanın üstünde.. mutlaka okunmalı.
gerçek gibi bir film aslında. iki şeyi düşündürtüyor: bu benim ruh eşim dediğiniz kişinin, siz ruh eşi misiniz ve ruh eşi konusundaki sizin yanılma payınız..klasik hikaye, özgün bir anlatış ve beklenenin aksine bir son. izlenmeye değer bir film, en azından tesadüf diye bir şeye inanıyorsanız..
oyunculuğu bir kenara bırakırsak şayet * yıllardır okuduğumuz, dinlediğimiz lozan barış antlaşması sürecinden biraz daha farklı bir oyun sergilendiğini söylemek yanlış olmaz. tabi ki uzun bi süreci 2 saate sığdırmanın zorluğu yadsınamaz. ancak müthiş bir tarihi süreç beklentiseyle gitmemekte fayda vardır.
ne kadar gitmek istesen de o şehirden, o biriktirdiğin anıları kutuya koyma vakti geldiğinde kıymete biner o şehir.. yüreğine bir sıkıntı yapışır, oysa ki hayallerinin şehrine gidiyorsundur ama farketmez.. tüm anıları arkanda bırakmak, bi daha aynı sokaktan geçip o anı hatırlayıp muzipçe gülümseyememek.. yeni şehrine geldiğinde o anıları kutulardan çıkarıp koyacak yer bulamamak ve hatta nereye koyarsan koy iğreti durması. hayallerine kapılmak ama hepsinin bir hayalden ibaret kalması ve sonunda hayalkırıklığı..
bir zamanlar insana "nefes almak" buymuş dedirten, hayrete düşüren bir havası vardı.. ama ismini daha sık duymaya başladığımdan bu yana o havadan eser kalmadığını düşünmeden edemiyorum.