türkçe'nin esnekliğine ve zenginliğine sığınarak, kullanılıyorsa bile bilmediğimden telifini kendimde gördüğüm, hatun cinsi yaratılmış iki ayaklı insan modeline karşılık gelir tanımlayıcı ifadedir.
kezban tayfa tarafından çatur çutur yendiği halde,
"ıyykk koca parası mı!!!111" diyerek yerilen,
evin "koca" etiketi yapıştırılan zavallısının ne şartlarda, hangi it-uğursuz ile uğraşarak, ne gerizekalılara ne laflar anlatmaya çalışarak, sırf evini geçindirmek için asla yutmayacağı neleri yutmak zorunda kalarak kazandığı,
aslında evin bereketi olan paradır.
kadının çalıştığı durumlarda "ben de para kazanıyorum taammıı!!!11" cümlesindeki "para"nın evin hiç bir giderine gitmemesi, ne mutfağa, ne bir ödemeye faydası olmaması, üzerine yine de "koca parası"ndan borç! adı altında para tırtıklanmasına rağmen *, yine de vakur olan paradır.
bir de henüz ağzına sıçmaya bi' adet koca edinememiş tayfanın yermesi vardır ki evlerden ırak. hatun daha koca yokken koca parasını ezikliyor; bir de edinince ne olacağını siz düşünün sayın dertli "koca" yazarlar.
ahanda işbu durumu "harbiden lan, böyle bişi var amk" nidalarıyla zihnime zerk eden, tanımdaki ikinci model tayfadan bi' adet dişikişinin biraz önceki paylaşımı:
call of dutyblack ops hikayesinde nazilerin geliştirdiği ve hardal gazı etkileri gösteren bir kimyasal silah. gerçekte nova 6 olarak dünyada bilinen karşılığı yoktur. karşılığı sovyetlerin sinir gazıdır.
gözlemlediğim kadarıyla uludağ sözlüğe özgü bir durumun betimleyicisi ifade. ekşi biraz daha elit, daha formatize ulu'ya göre. burada dönen atraksiyon orada yok bu net. diğer sözlüklerde de iş ya tamamen goygoy, ya da tamamen sözlük. bizim dükkanın harmanı iyi diyorum diğerlerini gördükçe. buna da sözlüklenmek diyebiliriz sanırım. zira bir çok yazar canı çekerce, ihtiyaci geliyor takılıyor sözlükte.
mcirosoft'un visual studio team services olarak verdiği hizmetleri günümüzde topladığı platformu. en dikkat çeken hizmeti, free bir hesapla verdiği scm hizmetidir. git ve tfs desteği ile, agile, scrum metodolojilerini destekler. limitsiz private repo desteğiyle birlikte, visual studio entegrasyonu harikadır.
irili ufaklı tüm yazılım projelerinizi, private olarak limitsiz azure devops hizmetinde saklayabilirsiniz.
yazılım projelerinde hataların bildirilmesi, not edilmesi, görevlendirilmesi ve düzeltilmesi süreci. jargondaki türkçe'siyle: hata takibi.
tester kullanıcılar veya son kullanıcılardan bug bilgileri toplanır. bug tracking sistemi olarak kullanılan sisteme aktarılır. düzeltme ile ilgili ekipten personel görevlendirilir. düzeltme uygulanır ve ilgili bug kaydı düzeltildi olarak işaretlenip kullanıcıya bilgi verilir. bu şekilde hataların haritası, arşivi oluşturulur ve başka bir kullanıcı benzer bir hatayı aldığında hata veritabanında çözüme ulaşabilir.
yazılım projelerinde, projenin merkezi bir scm hizmeti üzerinde (git, svn gibi) yayınlanarak, geliştiricilerin proje aşamalarına farklı yetki ve katkılarka katılmasını sağlayan, versiyonlama, test, bug tracking, feedback gibi mekanizmalarla projeyi destekleyen süreçtir.
açık kod felsefesinin temel taşıdır. yazdığınız ve yayınladığınız bir projeye, hiç tanımadığınız bir yazılımcı tarafından destek sunulup, düzeltme/geliştirme yapılmasını, sizin onayınızla projenizin güncellenmesini, belirttiğiniz lisanlar dahilinde projenizin başka projeler içerisinde kullanılmasına imkan verir.
github günümüzde git scm üzerinde hizmet veren en büyük scm hizmeti firmasıdır. yazılımcıların sosyal medyasıdır. google'ın google code, microsoft'un codeplex'i vardı eskilerde, github karşısında tutunamayıp kapandı ve projeleri github'a devrettiler. github haricinde en ünlüleri sourceforge, atlassian bitbucket.
microsoft'un 8 nisan 2019 tarihinde preview sürümü yayınlanan ide'si.
yeni sürümde daha fazla scm, ci/cdağırlıklı, azure entegrasyonları artırılmış, intellicode özellikleri geliştirilmiş, yazılım projelerinde zamandan tasarruf ve odaklanma araçları iyileştirilmiş. php'yi, arduino'yu, web projelerini, eklentilerle kendisi üzerinde yazan ben için tadından yenmez hale gelmiştir. ayrıca kendisiyle beraber dotnet core 3 de yayınlanmıştır.
microsoft'un raspberry pi 3 ile eş zamanlı piyasaya çıkardığı, arm, arm64, x86, x64 çekirdek destekli windows 10 sürümüdür. free license ile dağıtılır. raspberry pi 3'ün henüz dağıtıma başlamadan ön talep patlaması yaşamasını sağlamıştır. ilk versiyonlarına göre günümüzde headed uygulama becerilerini ve uwp ile birlikte arayüz bileşenlerini çok fazla geliştirip, 30 usd'lik bir cihazda windows uygulamaları çalıştırıp endüstriyel ortamlarda proje üretmeye imkan vermektedir.
microsoft'un dotnet ekosistemi üzerinde, öncelikle uap (universal app platform) ismiyle geliştirdiği cross-platform uygulama geliştirme platformu. daha sonra isim değiştirerek uwp olmuştur. windows phone 7 işletim sistemi sonrası wp7 uygulama geliştirmeye başlandıktan sonra uap yapısı geliştirilmeye başlandı. windows phone 8 ve windows phone 8.1 ile uwp ismine evrilen platform, windows 10, windows 10 iot core ile singleboard donanımları (raspberry pi, minnowboard vs.) da desteklemeye başladı.
an itibarıyla yazılan bir uwp uygulaması, windows phone 8 ve üstü olan tüm windows çalıştıran cihazlarda (tablet, pc, singleboard) çalışabilmektedir.
bir uwp uygulaması aynı zamanda xamarin desteğiyle ios/android platformlarına da port edilebilir. özetle dotnet ile tüm platformlarda çalışan uygulama yazmanız günümüzde mümkün.
(#41371537) inandığı dinin ilk emrini bilip bilmediğinden, biliyorsa anlayıp anlamadığından, anlayıpta bu yorumu yapıyorsa troll olup olmadığından emin olamadığım yazar.
şöyle en dual dilinden, lirikleri de yapıştıralım:
--spoiler--
Where is the world?
I saw in your eyes?
It lived through the night
Then whispered goodbye
Gözlerinde gördüğüm,
o dünya nerede?
Geceyi geçirene kadar kaldı,
Ardından hoşça kal diye fısıldadı
The cuts on your skin
The red in my eyes
This winter inside
Is crushing me now
Derindeki kesikler,
Gözlerimdeki kızarıklık...
içimdeki kış,
mahvediyor beni şimdi
"I am alone, I am scorn
I can't remember to forget you
I just weather the storm"
"yalnızım, küçümsendim
seni hatırlayamıyorum unutmak için
Sadece fırtınayı atlatmaya çalışıyorum"
The love that I had
It drowned in the tide
Stirring the waters
Where hearts lay bare
içimdeki aşk,
Gel gitlerin arasında boğuldu
Azgın suların içinde
kalplerin açıkça gömüldüğü yerde
The cuts on your skin
The red in your eyes
Enfolding this shame
Into despair
Derindeki kesikler,
gözlerindeki kızarıklık
Bu utancı,
Hüznün içinde gizlemek...
Let me take the noose
From our necks and carry us home
Still so alive even after your die
Transcending with time
Bırak şu ilmeği çıkaralım boynumuzdan
ve eve gidelim
sen öldükten sonra bile hala canlıyım,
zamanla alıştım...
We're just two cripples
Who fail to belong
Yes we're just two cripples
But we need to hold on
Biz sadece iki sakatız
kaybetmeye mahkum
evet biz sadece iki sakatız
ama dayanmalıyız
From this flesh my spirit longs to break away
Did you ever feel this cosmic circustance
was never enough?
şu derimden sıyrılmak istiyor ruhum.
Hiç bu kozmik boyut,
yeterli değilmiş gibi hissettiğin oldu mu?
Wake me slowly if ever at all
Wake me slowly
Or watch me fall
Watch me fall
Eğer uyandıracaksan beni, yavaşça uyandır
yavaşça uyandır beni
ya da düşüşümü izle
beni düşerken izle
The life that I had
Is gone with the tide
Watch me fall
Another deception
I whisper goodbye
The cuts in my flesh
The red in your eyes
Watch me fall
These demons inside
They die with me now
Bana ait olan hayat,
zamanla kayboldu
başka bir aldatmacaydı,
hoşça kal diye fısıldayışım
derimdeki kesikler
gözlerindeki kızarıklık
Düşüşümü izle
içimdeki şeytanlar,
benimle birlikte ölüyorlar şimdi...
--spoiler--
Hey
I'm your life
I'm the one who takes you there
Hey
I'm your life
I'm the one who cares
They
They betray
I'm your only true friend now
They
They'll betray
I'm forever there
I'm your dream, make you real
I'm your eyes when you must steal
I'm your pain when you can't feel
Sad but true
I'm your dream, mind astray
I'm your eyes while you're away
I'm your pain while you repay
You know it's sad but true you
You
You're my mask
You're my cover, my shelter
You
You're my mask
You're the one who's blamed
Do
Do my work
Do my dirty work, scapegoat
Do
Do my deeds
For you're the one who's shamed
I'm your dream, make you real
I'm your eyes when you must steal
I'm your pain when you can't feel
Sad but true
I'm your dream, mind astray
I'm your eyes while you're away
I'm your pain while you repay
You know it's sad but true hate I'm your hate
Hate
I'm your hate
I'm your hate when you want love
Pay
Pay the price
pay, for nothing's fair
Hey
I'm your life
I'm the one who took you there
Hey
I'm your life
And I no longer care
I'm your dream, make you real
I'm your eyes when you must steal
I'm your pain when you can't feel
Sad but true
I'm your truth, telling lies
I'm your reason alibis
I'm inside open your eyes
I'm you
Sad but true
eylem aktaş'ın dalgakıran parçasından vurucu bir dizedir.
özlemi yaşatır bir ses.
--spoiler--
aşk herkesi kırar biraz
eksilmesin acısı şükret
varsın ağlasın dalda kiraz
herkes kendine sürgün biraz
çocuk gülüşün dünden bir yara
aşk bize sıla
günler gelir ve büyürüz elbet
aşk bize gurbet
ayışığı dalgakıran
yarada tuz aşktan kalan
ayışığı tende bıçak
giden sürgün kalan kaçak
aşk bize sıla
aşk bize gurbet
kapansın yarası şu gecenin
ayrılıklar örtsün üstümü
kimim kimsemdi ah gözlerin
gidecek yeri yok kimsenin
--spoiler--
mastürbasyon bağımlılığı hastalığının yaran yanlış okumama kurban gitmesiyle ortaya çıkan bakanlıktır. gerçi türkiyedeyiz. çocuk sayısından sevişme şekillerine kadar devlet müdahale ediyor. yakında kurulur bu bakanlıkta. muhalif şekilde boşalana 6 ay hapis!
--spoiler--
Parayı neredeyse “ananı sikiyim” diye alan, para üstünü “babanı sikiyim” diye veren, yolda karşıdan karşıya geçerken ne kadar yavaş yürür, insanların hayatlarını ne kadar kötü hale getirebilirse bu küçücük eylemiyle o kadar mutlu olan, yaptığı her işten tiksinen ve kabalığın, duyarsızlığın, “siklememenin” ve hatta diğer insanlara mütemadi bir “önce BENiM dediğim olacak” diyen koskoca bir hıyar tarlasına 3 haftalık tatile geldim.
Bu üç haftalık tatilin istisnasız her gününde “allah hepinizin toptan belasını versin amına koyduğumun insanları” diye sinir krizleri geçirdim. Girdiğim her dükkandan çıkarken benzin döküp yakmak istedim.
Her şeye bahane bulan, her şeyi kendi istediği gibi yapmaya çalışan, otoriteye başkaldırıdan bihaber olup yaptığı işin doğrusunu anlatmaya çalışan herhangi birine “heaaassiktir len :-)))” tavrının muhteşem zekice ve “witty” olduğunu düşünen bu pislik milletin bu hale nasıl geldiğini, nasıl bu kadar bireysel zekanın artık işleyemez olduğu bir cehalet seviyesinde hayatta kalabildiğini düşünüyorum duruyorum.
Gözlükçüye gidiyorum. “Bakın” diyorum, “Bu gözlük benim için pek kıymetli ancak yamuldu. Camlarını değiştirmeden önce düzeltebilir misiniz öğrenmek istiyorum.” “Pek tabii ki Güven Bey!” diyorlar. Yani kendine o kadar güveniyor ki ben anında anlıyorum olmayacak bu iş. Bu kadar özgüven, işini iyi bilen ve yapan birinde olamaz. Olmamalıdır. Ama ben gerizekalı olduğum için “Peki. Ama yapamazsanız size ödeme yapmayacağım” diyorum. “Öyle birşey olmaz Güven Bey merak etmeyin.” diyorlar. Çünkü biliyorlar sike sike ödeyeceğimi. Çünkü biliyorlar, bu millet ya “lanet olsun tamam allahın aşkına al ve sus” diye ya da “hööh dödödödö öl pörömö” diye verir parasını.
Olmadı. Yapamadılar. Anasını siktiler gözlüğün.
Bir çanta aldım ortamların en kalburüstü diye bilinen dükkanlarından birinden, çantanın bir parçasını torbaya koymamışlar. Aradım dedim “Bu parça yok?”, “Güven Bey çok özür dileriz. Hemen ilgilenen arkadaşa ulaşıp 10 dakika içinde arıyoruz sizi.” Aramadılar. Ertesi gün 2'ye kadar oyaladılar. Çünkü benim ekstra çanta parçasına ihtiyacım vardı ve onlara yalan söylüyordum.
“Abi tarhanam…Offff…” diyor, “Ey maşallah ver abi!” diyoruz. Bir tanesi yarım iki kase geliyor. Soğuk. Geri gönderiyorsun, “başka yok” abi diyorlar. Yani zaten dibini vermemiş olsan böyle olmazdı ki bu işler… Neden bana yalan söylüyorsunuz? Niçin işinizi ciddiye almıyorsunuz amcık ağızlılar?
Gazete alırsın gazetenin muhabirinin sorduğu yarrak gibi soruları görürsün, kampa gidersin “telefon çekiyo mu” dersin, göz göre göre yalan söyler. Çünkü zaten gelince sen sike sike kalacaksındır orada.
Araba sürersin birileri seni hep öldürmeye çalışır.
Bişeyi 1 söylersin 2 gelir. 3 söylersin 1 gelir. Bir ağaç keserler kafana düşer, bir film izlersin sesi kısıktır ilk 5 dakika, yalan söylerler, yanlış söylerler, “beğenmiyorsan taksiye bin”dir, monşerler demokrasisidir. Güzel ve doğru olan her şey “elit”tir. Düzgün çalışmak “artislik”tir. Çalışkanlık “ineklik”tir. Doğruyu söylemek “ispiyonculuk”tur. Kavga etmemek, konuşalım anlaşalım demek “ibnelik”tir. Şikayet edene “ağlama lan”, rica edene “ne yalvarıyosun eaaamına koyum”, “Seviyorum” diyene “iyice karı oldun”dur. Her şeyi alaya alan bu milletin, koca koca adamların ağzına bütün sosis sokan Mehmet Ali Erbil’e HÂLÂ gülmesi çok mu şaşkınlık verici?
Tembel, vahşi, sistematik hiçbir eğitimin kıymetini bilmeyen ve bilakis bu tip şeyleri aşağılayan bu kültürün, bu milletin sürekli yalan söyleyen, çalan çırpan, yakalanınca gülen, rakipleriyle alenen dalga geçen, kaba saba bir amcık ağızlıya 12 sene oy vermiş olması şaşılacak birşey değil.
Türk eğitim ve aile sisteminin her anında, yani insanın çıkamadığı yaklaşık 19 senelik bir cam kavanozun her santimetreküpünde öğretilen şudur: her şeyin kolay bir yolu vardır. Hiçbir şeyi tam olarak yapmak zorunda değilsin. Kurallara uymak birkaç “yalaka”nın dışında kimse tarafından yapılması gereken birşey değildir çünkü müeyyideler hiçbir zaman o kadar ağır olmayacaktır. Çünkü müeyyidelerin uygulanmasını sağlayacak sistemi yürüten kişiler de aynı siklememezliktedir. Onlar da birilerinden tırsmakta, onlar da birilerinden nemalanmaktadır.
“Anne bunu alıyım mı” — alma. “Anne bunu alıyım mı” — alma. “Anne bunu alıyım mı” — alma. “Anne bunu alıyım mı” — al allah belanı versin. Neden? Çünkü bu çocuk bebekken ağlamasın diye istediği her boku yapmışsınız. Önemli olan doğrunun ve aklın, bilimin gösterdiği şeyin yapılması değil, o an o kişilerin rahatsız olmamasıdır. Yeter ki sussun o çocuk. Anlık bir bireysel tatmin üzerinden hareket eden tüm eylemler, bunların bir araya gelişi, hiçbir zaman saygın bir toplum yaratabilecek ivmeyi kazanamayacak, “şunun şurasında bilmemkaç yıllık ömrüm kaldı” bilgisinin sürekli aklın arkasında bir yerlerde “bu yüzden ben olmayan herkesin anasını sikiyim.” algısıyla Türk milleti asla refaha eremeyecektir.
ANASINI SiKTiMiN ORRRRRRROSPUÇOCUKLARI YOLA SECCADE SERiYO YA YOLA YOLA. BiLDiĞiN ARABA YOLU VAR YA YOLA SECCADE SERiYO.
Laf söyleyince de “Kaaaardeeşşim cuma cuma benim asabımı bozma hadddi canım karrrrdeşimmm” diyor. Ne olacak şimdi? Anlıyorsunuz değil mi? Herkes biliyor değil mi bir sonraki serzenişimi? “Polis (ACAB) çağırsan ne olacak?”
ÇÜNKÜ bu ülkenin polisi (ACAB) de işini sikinin ucuyla yapar, yola seccade seren mü’minden rahatsız olan şehirliyle taşşak geçer, “noooldu eaaamına koyum ssosssyeteee misin?” diye keser atar kendi içinde şikayeti duyar duymaz.
Kelimenin tam anlamıyla, eğer bir sorun “benim” başıma gelmiyorsa bu sorun o kadar da önemli değil, o kadar da çözülmesi gereken yahut “benim” eyleme geçmem gereken bir şey değildir.
Bunun da nedeni elbette yine Türk eğitim sisteminin “bütünlük” algısını veremeyen hatta bunu anlamayan bir sistem oluşudur. Şeylerin ve sistemlerin birbirine derinden bağlı olan kavramlar olduğunu, her şeyin bir türlü birbirinden etkilendiğini, kolaborasyonun ve topyekünlüğün önemini bir türlü anlatmayan anca “olayları” yahut “formülleri” öğreten bir eğitim ve toplum sisteminden “bunu böyle yaparsam bilmemneye zarar verir” diye analiz edebilen insanların çıkmasını beklemek abesle iştigaldir.
Her şeyle dalga geçin. Her şeyi aşağılayın. Her şeyi sikinizin ucuyla yapın.
Çünkü sonuçlar hiçbir zaman sizin tüm hayatınızı etkileyecek kadar büyük olamaz. Her şeyden yırtmanın bir yolu vardır. Her şeyi yarım yamalak yapmak günün sonunda hiçbir şey yapmamaktan iyidir.
4 yanlış bir doğruyu götürmeseydi soruların hepsini sallayacak koskoca bir “eğitimli insan” kütlesinden bahsediyoruz.
“Beğenmiyorsan siktir git” derler. Çünkü önemli olan güzel bişeyler yapmak değildir. Adalet değildir. Sistemin yürümesi değildir. Önemli olan “ben”liğin olduğu gibi kalması ve kişisel çıkarlarıdır.
Geldim. 13 gün oldu. Bugün kafamı duvarlara vurmaya başladım artık. Kusuruma bakmayın… Gideceğim yakında yine. Kusuruma bakmayın.
--spoiler--
Eski bir aşkımı arıyordum.Hatıraların tozlu sessizliğine gömülmüş küçük bir antikacı dükkanından içeri usulca girdim.Dükkan sahibi kır saçlı ihtiyar,bir köşeye oturmuş el dokuması büyükçe bir saray
halısının güve yemiş taraflarını tamir ediyordu,özenle"Hoş geldin"dercesine başını salladı uzaktan.
Kendimi terk edilmiş yalnızlıklar müzesindeymiş gibi hissettim bir an.Tarih kokuyordu her yer,naftalinlenmiş
bir tarih.Gözüme ilk çarpan bir kenarda hurdaya dönmüş bir daktilo oldu.Siyah renkli,iri bir şey markası bile doğru dürüst
okunmuyordu.Yorgun tuşlarına hafifçe dokundum,çoğu sağlamdı tuşların;fakat üç harfi eksikti:"A,Ş,K"Gürültü
yaparsam sanki tarihin büyüsü bozulucaktı.Ürkek adımlarla dolaşıyordum antikacı dükkanında.Bir köşede öksüz kalmış
küçük bir ağaç resim çerçevesine ilişti gözüm.Uzandım,içi boştu çerçevenin.Önce elimin tersiyle üzerindeki tozu
sildim,sonra heyecanla cüzdanımdaki siyah beyaz resmi çıkarıp çerçeveye yerleştirdim.Fotoğrafa renk geldi çerçeveye
hayat,çerçevenin yanında Çin işi toprak bir vazo duruyordu.Vazoya solmaya yüz tutmuş umutlarımı koydum.Su
beklemeden mutluluk tomurcukları açıverdi,yeşillendi umutlarım.Cam vitrindeki fildişi saplı mektup açacağını kılıfından
çıkardım,eski sevgiliye yazamadığım birikmiş bütün mektuplarımı açtım oracıkta.Ben yazamadığım mektupları yüksek
sesle okudukça antikacı ihtiyar gözlüklerinin üzerinden gülümsüyordu.Duvar dibindeki pas tutmuş denizci pusulasını
görünce anladım,bende pusulasız sefere çıkmış kaptandan farksızdım antikacı dükkanında.Fırtınalı bir gecede,anılar
okyanusunun ortasında azgın dalgalara tutulmuş gibiydim.Sessiz,sakin bir liman arıyordum.Eski sevgilimin gözleri deniz fenerimdi.
Yanmasını bekliyordum gün ışımadan.Zifiri karanlıklardaydım,gece lambasının fitili ha bitti ha bitecek.Masa üstündeki
gümüş işlemeli tabakadan bi rsigara alıp yaktım.Lambanın son ışık damlasında güç bela,dumanı ciğerlerime inmemişdi ki
antikacı ihtiyar seslendi:"Ordan bir cigarada bana yak,evlat!"hava kararmak üzere,yeter bu kadar nostjji,fazlası yarınımıda
zehirler.Duvarda asılı,akrep ve yelkovanı çoktan tedavülden kalkmış,camı kırık cep saatine baktım.Vakit epey geç olmuş,
ufak ufak kaçmalı.Kapıya doğru yöneldim iğnesi sesizliğin üzerinde pinekleyen tozlu bir gramafon duruyordu kapının
arkasında.Tozlarını üfledim ve yanındaki taş plaklardan bir tanesini rast gele koydum.Ses hiç yabancı değildi,şarkıda
"Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini,yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara".Eski sevgili gözlerimin
rengini unutmuş olsa bile ben onun lenslerinin rengini hala hatırlıyorum,ah şu şarkıların gözü kör olsun,diyerek başka bir
plak koydum gramafona.Nereden sevdim o zalim kadını,zehretti bana hayatın tadını.iğnesi yüreğime batmadan kapattım gramafonu.
içimi efkar sokağı karanlık basıyordu.Geldiğim gibi usulca çıkıyordum ki kapıdan,antikacı ihtiyar ardımdan koşturup gazete kağıdına sarılı
bir paket tutuşturdu elime."Bu ne?"dedim,şaşkın bir vaziyette"aradığın"dedi.Bilge bir ses tonuyla aradığın.Hemen oracıkta gazete
kağıdına sarılı pakedi açtım.imzasız bir ressamın fırçasından çıkma yağlı boya bir tabloydu.Tablo o aradığım o eski sevgilimin bir portresiydi.
Evet,o ta kendisiydi.Dudaklarından gülen gözlerinden tanıdım onu heyecanla kekeleyerek sordum:"Siz,siz bunu nerden tanıyorsunuz?"Acı acı
gülümsedi antikacı ihtiyar: