platon'un, en üst düzey gerçekliğin evrensel "form"lar ya da "idea"lardan oluştuğunu iddia ettiği teori. jeff hawkins ise "zeka üzerine" de, söz konusu ideaları fazla uzakta aramamak gerektiğini söylüyor.
şurdan başlayayım; bilgisayar, bilgileri bire bir doğrulukta saklayıp işliyor. hafızamız ise duyduğunu, gördüğünü, hissettiğini aslına uygun saklamıyor. aralarındaki önemli ilişkileri hatırlıyor sadece, anıları çağrışım yoluyla hatırlıyoruz.
bi arkadaşımızın yüzünü görünce, korteksimizde görsel verileri alan v1 denen bölgedeki hareketlilik; gelen veriler değiştikçe, farklı açılardan baktıkça filan değişiyor. fakat yüz tanıma bölgesindeki hareketlilikte bir değişiklik olmuyor. yani arkadaşımızın yüzü görüş alanımızda kaldığı sürece, o bölgedeki belli hücreler sürekli aktif oluyor; ateşleniyor. hatta, o yüzü sadece hayal ettiğimizde bile devam ediyor bu. yüz tanıma gibi işlemlerde pek başarılı olamayan bilgisayarların yapamadığı da bu. sabit temsil* deniyor buna da.
yani formlar, idealar varsa bile fiziksel dünyanın dışında değil "kafamızın içinde" diyor.
yine de, plato nun "sezdiği" şey bana dilin evrenselliğiyle de alakalıymış gibi geliyor. şeylerin zihinde doğuştan önce var olması 'evrensel olması', sonradan insanın aklına gelmesi filan derken, çocukların dili ne kolay öğrendiğini, grameri öğrenmek için ayrıca yardıma ihtiyaçları olmadığını chomsky den önce farketti belki de... ama "konuşamayacağımız konularda susmalıyız" diyebilmek için de, erkendi henüz.
felsefe diye bildiğim şey; bir "hayatı anlama çabası" ve bunun için de günümüzde, felsefe tarihinden çok nöroloji, evrimsel psikoloji gibi, alanlara bakmalı; antikacılığa düşmemeli diye düşünüyorum.
....
skopofil - (togasını omzuna savurarak) şimdi zeus hakkı için söyleyin dostlarım; öylece oturup sırf düşünmekle, gerçekliğe mi ışık tutulabiliyor; yoksa dildeki açıklar veya primatlardan insan türünün iç dünyası, düşünme yöntemleri üzerine mi?
platon - evet haklısın, bu açıkça ortada. bunları bilemezdim elbette, yine de...
skopofil - o haldee... (ona, "seni severim, ama gerçekleri daha çok severim" anlamında bakarak) insani zaafların, mantık hatalarının ayırdında olmak, insan beyninin nasıl çalıştığını bilmek; yani psikoloji, felsefe yapmanın ön şartı olmalı.
consensus - evet, evet pek tabii.
vaginismus - benim içime tam sinmedi... nası yani, hayatı anlamaya çalışmayıp, insanla mı uğraşacağız?
skopofil - ilkin, evet. çünkü hayatı anlamada kullandığımız araç, insan. ayrıca, ben de sanrıladım o zili.
vaginismus - ne zili?
skopofil - size demedim.
platon - ohoo, muhayyel diyalog dediğinin de bir adabı vardır. niye verildiği, alınıp alınmadığı bile belli olmayan referanslar, saçmasapan isimler... koca platon bunlara alet edilmemeliydi. ayrıca çok yavaşsın.
skopofil - acil bi durum yok zaten. belki de hiç bişi yok, olamıyor. oyuna benziyor.
vaginismus - peki, bu uyduruk isimlerimize uygun mu davranmamız gerekiyor şimdi? biraz daha beklersek, celsius gelip havadan söz edecek. bu ne ucuzluk.
"müzik hakkında konuşmak, mimari hakkında dansetmeye benzer" diyen adam güzel söylemiş. iyi de bi yazar değilseniz söyledikleriniz trt samimiyetsizliğine yol açıyor. belki de daha fazlası mümkün değil, bozmamalı;
değerli okurlar, zaman zaman hepimiz hislerimizin ağırlığını kaldıramayıp çıplak ellerimizle göğüs kafesimizi parçalayıp kalbimizi söküp çıkarmak ve atabildiğimiz kadar uzağa atmak istemez miyiz? işte bu hislere yol açan bir müzik yapan kaliforniyalı sanatçılarımız 12 ekim'de Blood Bunny / Black Rabbit isimli yeni albümlerini çıkaracaklar. falanca yerde konserleri var, bilmemne bilmemne... beyniniz dağılana kadar kafanızı duvarlara vurarak parçalamamanız dileğiyle, esen kalın...
içinde bulunduğu pink floyd dönemiyle aramda pek bağ kuramadığım şahıs. yine de söylemeliyim ki, "no fair you can't hear me / but i can you"* demiş adama deli demeden önce, insan bi durup delilik hakkında düşünür.
hayat öyle tuhaf haller alabiliyor ki, bazen bildiğim herkesin birden hep beraber ortaya çıkıp "nasıl kandırdık ama, hepsini yuttun sen de. hayat böyle olabilir mi, ilahi skopofil" demelerini bekliyorum (truman show misali). ben de, hafif bi utançla karışık gülerek "siz de iyi oynadınız ama bunca yıl" diyeceğim. "bütün o savaşlar filan neydi öyle, dünya yuvarlakmış da, big bang miş de hepsini de yedim yahu, zürafalardan şüphelenmedim değil gerçi ama..." biraz şakalaşıp eğlendikten sonra da, yaşadığım bütün travmalar için hepinize dava açıp, mahkemelerde süründürücem. (adalet sistemi gerçekmiş diyelim)
-yağmurdan hep şüphelendiydim zaten, yukarıdan su dökülüyor yahu, hah hah...
-öhm! o gerçekti... ama neyse evet, hayat böyle değildi tabii ki, hepsi seni denemek içindi. fakat sen de tam bi orospu çocuu çıktın be skopofil.
-nası ya, ben... ben iyi bi insandım bi kere.
-diyosun... ama adamlar açlıktan ölüyo afrika da dedik, çıt yok... saçmasapan savaşlarda masum insanlar ölüyo, dünyanın şu kadarı sefalet içinde, hop kafanı öbür yana çeviriyosun. sanat, müzik... bilmemne. insanlar ölüyor diyoruz, madem mastürbasyondu derdin eroine başlayaydın...
-iyi de ben napim?.. üzüldüm, çok üzüldüm ama bunlar, dedim beni aşan sorunlar, ben ne yapabilirim, birey ne yapabilir? temel, sistemik sorunlar... greenpisçi mi olaydım, komünis mi? sosyal olayların yapısı kaotik gibi bişi, ilerde daha kötü sonuçlanmayacağı ne malum. neyle sonuçlanacağından bile emin olamazken kendini bişeyler yapabildiğine inandırmak asıl mastürbasyon olmuyor mu? bana karakterle ilgiliymiş, ego tatminiymiş gibi geldi hep bunlar. mücadeleci değilim ben, oy vermeye bile söylenerek giderim...
-buyur... tek yaptığın halihazırda yapmakta olduğun her şeyi rasyonalize etmeye çabalamak. mantığın ucunu sırf açık bıraktık ki, ne retorikler dönecek, ne bahaneler icat edilecek görelim, gün gibi ortada olan şeyler için...
-zamanla teknoloji esas belirleyen olunca hepsi hallolur dedim.
-oldu... sen yat, adamlar bişey icat etsin de, sorunlar çözülsün, ...
-peki feng şui, o da mı yalandı?
-yeter. testi geçemedin... sadece hayattan şikayet edip durdun, sürekli sızlandığın dünyanın mızmız bi parçası oldun. insan, vejetaryen de mi olamaz be skopofil?
-bak ya! o da mı şey, ama... ama bilmek, farkındalık da bişeydir, netten bile olsa insanlara bişeyler anlat...
-google kullanım istatistiklerini verdi, 700 kere "hot teen" aratmışsın, bi tane "wage slavery" var, o da otomatik tamamlama.
-google? biliyodum, vay orzbu çocukları!
-yeter! bitirin entriyi, atın bunu gerçekliğe!
-ne, neye?
-evet, cezan; böyle bir insan olduğun bilinciyle yaşama devam etmek.
yaşlanmama belirtilerine odaklanmak da bundan sayılabilir belki. misal, kendi kıstasım smaç basabilmektir, smaç basabildiğim sürece kimse yaşlı diyemez. ille de genç işi olmasından da değil, smaç basabilen biri olma cüretiyle baya, bildiğin tehdit ediyorum yani. yoksa ki biri çıkıp "deve gibi biri elli yaşında da smaç basar" diyebilir. ben de "iyi ama kıstas olarak böyle bişi almanın kendisi biraz naif, havai değil mi, genç ruhumu ele vermiyor mu" derim, o da "asıl bütün bunlara takmanın kendisi yaşlılık belirtisi zaten" der, ben de oeahh...
hurma sevmeyen yazar. ancak gerekli vitaminleri başka besinlerden elde etmeyi ihmal etmez elbet. çünkü sorgulama, kuşku duyma, hayalgücü vs. gibi bilişsel aktiviteler için dengeli beslenme önemli. misal; "atatürkçülükle ilgili soruları varsa kesin dincidir" türü genellemeler sağlıksız beslenen bir zihni işaret ediyor olabilir. o kadar yemek seçilirse olacağı bu tabi.
farklı bi boyutta varolan bitakım yavşak varlıklar var, yerçekimi hoşlarına gittiği için evreni yaratmışlar. biz de hasbelkader kenarda türemişiz mantar gibi. bizi bilseler, çok şaşıracaklar, sevinecekler belki. ama kültürümüzü, dinleri filan öğrenince de, muzip şeyler tanrı ayağına yatacak ve üstün teknolojileriyle hakkaten bi kısmımızı cennete, bi kısmımızı cehenneme gönderecekler. sonra da ateistler cehennemde "ama... ama, nassı ya?" diye yanarken de taşaklarını tuta tuta gülecekler, ya da taşak yerine ne varsa artık. (ilahi komedya)
evren aslında zeki bir varlık tarafından yapılan bir tür deney. (bir; çünkü bi noktadan sonra birleşiliyodur bence artık)
peki böyle bir deneyde nerede olabiliriz?
bi kere canlı organizmalar, hayat müthiş bi ilerleme, bilinç çok daha müthiş, ben? fiuw... ama "o" bunun farkında değil *, farkına varsa, dünyaya gelip "vay biliyodum, çak bi beşlik" diyecek. veya bizim onu bulmamızı bekliyor; ancak o seviyeye gelebilirsek deneyi geçmiş sayılacağız.
ya da deneyin amacı, aslında kara delikleri filan incelemek, biz sadece yan ürünüyüz. farketseler anlamsız varoluşumuzu bitirecekler, "uyutacaklar" bizi. durum böyleyse sağa sola radyo sinyali yollamasak iyi olcaktı ama, işte...
varoluş sadece kafamızın içinde... onun için kafayı en güzel tutanlar, yani sadece eroinmanlar hak yolda. bi kez eroin kullanan geçiyor sınavı, öte aleme gidiyor. geriye sadece posası kalıyor. o yüzden zombi gibiler, gerçekten öyleler çünkü.
döngüsel evren kuramı doğru (cyclic universe theory ****) ve zamanla kaçınılmaz olarak bir süper-uygarlık ortaya çıkıyor her seferinde, ama big crunch ı önlemek için geç kalınmış oluyor. onlar da, maddenin evrene dağılımını o şekilde düzenlemeye çalışıyor ki; bi dahaki big bangten sonra canlı yaşam, aminoasitler filan daha çabuk oluşsun ve big crunch ı onlar önlesin *. ama evrendeki madde, uzay-zaman miktarı da öyle ki, her zaman geç kalınıyor. şu an mesela, geçmiş onüç milyar yıl daha süper uygarlık olacağız da, evrendeki maddeyi ohoo... bu nafile çaba da sonsuza kadar devam ediyor, edecek, ve etmiş. (sonsuzluk bir acayip)
(Dead Man's Bones - My Body's A Zombie For You)
bütün olay 'tanrıya inanmıyorum ama bir güç var' geyiğindeki 'güç'te. tanrı gibi değil de bu, 'güç' işte, öyle duruyo. yaptırımı, taptırımı, ötedünya vaatleri filan yok. evreni var etmiş ama ederken de güçten düşmüş, müdahale edemiyor. evren başıboş... evren şaşkın... kaos içinde. peki zamanla toparlayabilir, eski günlerine dönebilir mi? güç'ün gücüne gitmesin ama bu biraz güç. varlığının, sadece insanoğlunun inanmaya yatkın oluşunun bir kanıtı gibi durması daha da güçleştiriyor çünkü her şeyi... ama bi güç, tabi var.
bi tanrı var hakkaten. bayaa bildiğin tanrı, peygamber filan da yollamış anasını satayım. fakat takipçileri eline yüzüne bulaştırmış hep, "bu sonuncu bak" diye gönderdiği adamınkiler bile mezheplere ayrılmış filan. böyle olunca kutsal kitaplar da aslından çok sapmış. aslında adamın dediği, "iyi olun, domuz yemeyin pis, hasta olursunuz" filan gibi şeyler...
kitabın ilk halinde her şey gayet mantıklı, anlaşılır... tanrı yarattığı için neredeyse özür diliyor, anlayış bekliyor filan, ama aslı değiştikten sonra inanılcak bi tarafı kalmasa da bir çok insan bunu kullanıp, inançlı olmayı, inançlı görünmeyi "seçip" bunu mantığa oturtma çabası, retoriği içinde kayboluyor, farkına bile varamadan karanlık tarafa geçiyor...
böyle olunca oyunun kuralları değişiyor tabii ve onca lagalugaya rağmen kendi mantıklarının sesini dinleyen, adam öldürmemek için çatık kaşlı bi tanrıya ihtiyaç duymayan ateistler cennete gitmeye hak kazanıyor. buna rağmen cennete girmeyi reddedecek kadar ateist olanlar, cennetin bi üst katına, daha üst katına gönderilecek her seferinde. sürekli inanmayı reddedip en üst kata kadar gelebilenlere de, tanrı bi zahmet kendisi gelip izah eder durumu en baştan artık, ben üstünkörü anlattım.
-tamam, bak şimdi önce hiç bişey yoktu, sonra ben "ol" dedim...
-sebep?
-öyle icabetti, senin aklın almaz.
-tamam işte, aklımın almadığı şeye niye inanıyomuşum, hem kötülüğü niye yarattın?
-o olmasa iyilik de olmayacak, o zaman niye yaratayım? düşündüm taşındım en iyisi böyle, bu kadar oluyor.
-her şeye gücün yetiyor sonra bana özgür irade veriyon, dediğini yaptıramıyon?...
-vermez olaydım. geçtin sınavı diyorum, cennet diyorum yahu...
-hmmm... peki, huriler... huriler aybaşı oluyolar mı?
-huri, muri yok? bunlar sonradan girdi hep, ben öyle bişey demedim. ötedünya, kutsal mutsal diyoruz, sikiş sokuşla alakalı olabilir mi hiç?
-rüya olmadığı ne malum? şimdi girsem cennete, uyanınca kendime olan saygımı kaybederim.
-bak şimdi.
-kendisine saygısı olmayan bi insan mı olayım?
-olma tabi de...
-(yok olur)
-ups!
evrende anlamlı olan tek şey müzik... bu string teorisi her şey titreşim mitreşim demiyo mu; e, ses titreşim değil mi kardeşim? onunçin "müzik evrenin esas dili, ayrıca bu kadar titreşim tesadüf eseri dedirtemezsiniz bana" diyerek müzikal eskatolojime geçiyorum:
bir gün, bi deha evrende o zamana kadar yazılmış en iyi müziği yazacak (yaylılar için olması muhtemel) ve bu seslendirilince de her şey son bulacak. müzik zevki iyi olanlar; o müzikten zevk alabilenler, daha onu dinlerken birer notaya dönüşüp birlikte müzik olacaklar filan... müzik zevki kötü olan, geliştirmek için hiçbir çaba sarfetmemiş, onu sadece karşı cinse ulaşmak için kullanmış, kimliklerinin, vitrinlerinin dekorasyonu yapmışların cezası da, dünyada kalmak olacak. ağlamaklı bi şekilde ıslık çalarak müzik yapmaya çalışcaklar ama artık çok geç olacak tabii. ama biz (biz?) çok iyi olduğumuz için içimizden bazıları kıyamicak, "olsun, onlar da gelsin" diyecek mozart'a (başmelek), o da; "böyle diyeceğinizi biliyodum ama olmaz, ahengi bozuyorlar" diyecek.
(Zbigniew Preisner - Van den Budenmayer Concerto en Mi Mineur)*
yokluk yok, varlık var; sadece var, niyesi yok -nedensellik yalnızca zihnimizde... yaşam ise, kötü bir şey. evrende belli koşullar bir araya gelince ortaya çıkan bir tür hastalık, sadece var olma ve varlığını devam ettirmeye yönelik anlamsız bir dürtüye sahip karmaşık yapılı organizmalardan ve toplamda acıdan ibaret. bir tür kölelik. ve evrende bir uygarlık ortaya çıkıp bunu anlayabilecek bir seviyeye geldiğinde her seferinde kendini, canlı yaşamı yok ediyor; gelir gider tablosunda acı daha ağır bastığı için; durdurulabilecek olsa bile anlamsız bir varoluş içinde acı çekebilme ihtimali ortadan kalkmadığı için.
bu yüzden belki de yapabileceğimiz en iyi şey kendimizi yok etmek ve diğerlerini de düşünüyorsak önce evrende dolaşıp rastladığı bütün canlı yaşamı yok edecek bir teknoloji üretmek. belki de birileri bunu zaten yaptı ve yok edecek yaşam arıyor.
bu yüzden uzaylılara rastlamıyoruz. hiç bir zaman gelmeyecekler.
hayatın içindeki küçük keyifleri, hayatın kendisine tercih etmek esasına dayanan protesto şekillerinden biri. açlık grevi yapar gibi, kendi vücuduna zarar vererek. genelde sonuç alamaz ve azalan ortalama ömür beklentinizle kalakalırsınız.
ayrıca protesto edilen şeyin belirli bir hayat, birinin hayatı değilde bütün yaşam olduğunu vurgulamakta yarar var. sigara içerek varoluşu protesto etmek diye mi açsaydım lan başlığı yoksa, neyse... (bkz: neyse)
şampiyon olarak, şampiyon olma yolunda oldukça önemli bir adım atmış takımdır. ancak burası türkiye kardeşim, üç büyükler bunu ona yedirmez; zamanda yolculuk, beyin yıkama vs... bişiler yaparlar mutlaka. yine de bu da azımsanmayacak bir başarı sayılır, tebrikler bursaspor (gerçeklik hala değişmemişken).
hamlet'te, hamlet'in deli rolü yapması hakkında birilerinin söylediği söz. çok güzel bakınızı olur bunun, ondan yazdım. misal; tuhaf, tuhaf davranışlar sergileyen, gizli bi niyeti olduğunu düşündüğün bi politikacı mı var? hop, hemen bi bkz. buraya. bütün zırvalamaları içinde, iki de düzgün laf edebilmiş bi yazar mı var, tak! anında bkz. (bu ben olcam sanki, hissediyorum)... gözlemle, tespitle mi uğraşcaksın, iki sayfa entry mi yazıcaksın, bi prim için? hem ingilizce, hem shakespeare, üstüne zekice; günümüzde oldukça geçerli bir dil olan ingilizceyi bildiğiniz intibaı uyandırın! çevrenize sağlıklı genlere sahip olduğunuz mesajı yayıp, çiftleşme şansınızı artırın! doğru kullanıldığında, tek başına bile bi kızı yatağa atma kapasitesinde bir bkz.dır bu. (diğer entylerimizde, gizli bkz. çeşitlerimiz de mevcuttur.)
son olarak, buraya verilecek bakınızın faydalarının unisexual niteliği hakkında şüpheye düşebilecek kızlara, erkekleri yatağa atabilmek için zihinsel bir çaba, hatta herhangi tür bi çaba gerekmediğini hatırlatır, cinsel hayatlarında mutluluklar dileriz. (başlıklarımız garantilidir)
genelde, bezgin bir şekilde kafa sallanarak yapılan evetleme türü. "iyi, iyi... tamam, uyar bana. zaten hayatın da bi anlamı yok, anasını satayım. senin dediğin gibi olsun, nolcak" anlamında.
belki de mümkün olmayan şey. soğuk savaş zamanında kaç kez ve ne şekilde nükleer savaş eşiğinden dönüldüğünü izlemiştim de, böyle düşündüm; belki de, adamlar (uzaylılar, tanrı, bi güç vs.) dünya yok olma aşamasına gelince bunu her seferinde önlüyorlar da, biz bilemiyoruz sadece...
ayrıca, teorimi yanlışlayabilmeniz için dünyayı yok etmeniz gerekiyo ki; yapabilseniz bile, "yanılmışın" diyebilecek kimse de kalmayacağından gayet başarılı, savunulabilir bir teori. sonuma kadar arkamdayım, yok edin de göreyim.
ingiliz bilim tarihçisi ve yazar james burke tarafından hazırlanıp sunulmuş olan ve ilkin bbc'de 78'de yayınlanmış olan belgesel dizisi. sonradan devamı da gelmiş.
tarihin gidişatı ve dünyanın seyrine gizli toplantılar yapan mason örgütlerinin karar verdiğini iddia edenlere gülüyoruz, peki o zaman nasıl oluyor? connections'da james burke, bilim ve teknoloji tarihine, icatlar ve değişimlerin tarihine odaklanırken; tarihin bireylerce, liderlerce yazıldığını, yapıldığını iddia eden doğrusalcı, erekselci tarih tezini reddediyor, belgeselin altbaşlığı da zaten "değişime alternatif bir bakış". herhangi bir materyalin gelişiminin diğerlerinden bağımsız, yalıtık bir şekilde düşünülemeyeceğini öne sürüyor. modern dünyanın bütünlüğünün birbiriyle etkileşim içinde olan ve her biri kendi saikleri (kazanç, din vs.) doğrultusunda hareket eden insan veya insan topluluklarının neden olduğu olaylar ve değişimler ağından oluştuğunu ve sonuçların etkileşiminin de tarihi oluşturan şey olduğunu bunun da, bu öznelerce önceden öngöremeyecek şekilde geliştiğini söylüyor. bunu gösterebilmek için de, her bölümde geçmişteki bir olayı ya da icadı, yeniliği ele alıp en temellerine kadar iniyor. mesela bir bölümünde plastiğin icadıyla ilgili olarak okyanus-aşırı taşımacılığı kolaylaştıran, daha fazla yük taşıyabildiği halde daha ucuza imal edilebilen 16.yy'da hollandalılarca tasarlanmış olan bir gemi türü olan fluyt'un icadına kadar iniyor.
tarih, sadece teknolojik gelişmelerin değil kendi eylemlerinin sonuçlarını öngörebilmeleri mümkün olmayan, gelecekle ilgili ancak tahmin yapabilecek olan bireyler tarafından belirlenmiyor. belgeselde sunulan geçmişteki bütün bu değişimlerin günümüzle nasıl bir ilişki içinde oldukları, nasıl sonuçlandıkları bizi bu kadar şaşırtabiliyorsa bugünkü olayların gelecekte yol açabilecekleri şeyler de eşit derecede şaşırtı olacaktır.
eğer tarih geçmişteki olaylar ve yeniliklerin etkileşimi sonucu ilerliyorsa, tarih ilerledikçe bu icatlar ve değişimlerin niceliği ve karmaşıklığı da artacak, sadece devam etmekle kalmayacak bunlar giderek de artan bir hızda olacak. burke bu değişimin ortalama insanın başa çıkabilmesi, takip edebilmesi için çok fazla olmasının, bireysel özgürlük, güç ve mahremiyet için ne gibi sonuçları olabileceği soruyor.
ve "bütün dünya, geliştirilmesi ve sürdürülmesi yıllarca eğitim almış uzmanlar gerektiren bu icatlarla, değişimlerle örülüyken, bu eğitimden yoksun olan sıradan insanın nükleer enerji ya da kök hücre araştırması gibi teknolojik konularda sağlıklı kararlar verebilmesi mümkün müdür?" gibi sorular soruyor.
peygemberimizin göğe yükselişini çekemeyenlerin uydurduğu teori olan yerçekiminin ne kadar baştan savma olduğu dikkatli gözlerden kaçmayacaktı elbet. baştan aşağı gediklerle doludur bu teori, ne de olsa teoridir sonuçta; mesela taş atıyosun, taş düşmüyomuş da yer çekiyomuş onu, bak bak. gafiller taş yere düşecek tabi çünkü göğe yükselmesi için bi sebep yok ortada.
evlidir büyük ihtimal, çünkü psikologların dediğine göre erkekler kendileri ortayaşa girdikleri için değil, eşleri de onlarla beraber orta yaşa girdikleri için bunalıma giriyorlarmış.
hayvanlar için üzülür, yanlış yaptığını düşünür ama bütün bu hayat gailesi içinde de proteini nerden alıcam, yok şunda hayvan ürünü var mıdır, bilmemne diye kasmak istemediğinden vejetaryen olmaz. bütün bunların hiç farkında olmayan ya da hiç ilgilenmeyen insanlardan daha kötü durumdadır aslında çünkü bilinçlidir, başka bi deyişle sırf tembelliği yüzünden hayvanların sistematik olarak katledilmesine göz yumar. sempati duyduğu görüş bağlamından bakıldığında tabi.
bu kadar çok insanın karşı çıkabiliyor olması gerçekte olmadığını değil de çok yavaş işlediğini gösteriyo olabilir belki de, yani inanmayanlar şöyle de savunabilir;
"bize bakın 21. yy dayız, bilim, teknoloji müthiş ilerledi, bilgi elinin altında vs. ama biz evrimi bırak daha teorinin ne demek olduğunu bilmeden karşı çıkabiliyoruz buna, gerçekten evrim olmuş olsa bizim daha zeki olmuş olmamız gerekmez miydi?"
gibi, ya da ünlü düşünürlerimizden immanuel tolstoyevskinin de ifade ettiği gibi, maymundan gelmedik ama maymuna doğru gidiyoruz anasını satim.*