diğer bir adıyla "aslan krallığı" nat geo wild kanalının güzidesi. 3 bölümlük mini seri.
izlediğim onca belgesel arasında en iyilerinden. yemişim game of thrones'unu, breaking bad'ini... böyle bir gerilim, böyle bir macera, böyle bir destan yok.
herşey tanzanya'nın mwagusi nehrinin bir vadisinde the glade adı verilen vahada yaşanıyor. glade, kuraklık zamanında suyun bulunduğu ender bölgelerden birisi. suyun olduğu yere hücum eden manda sürüleri beraberinde avcıları da glade'e getiriyor. bu da avcıların arasında tehlikeli ve kanlı karşılaşmalar doğuruyor.
taraflar ise şöyle;
Glade sürüsü: yaşlı ve bilge 2 dişi aslan ve yavrularından oluşan küçük kendi halinde bir sürü.
incia sürüsü: dişilerde ve erkek genç aslanlardan oluşan göçebe bir sürü.
baubab sürüsü: 30 dan fazla aslandan oluşan büyük ve güçlü bir sürü.
ve aynı anda uzaktan onlara doğru ilerleyen 4 başıboş yetişkin erkekten oluşan aslan koalisyonu.
belgesel/dizi sırasında yaşanan savaşlar, ölümler, vazgeçişler, avlanma sahneleri, hiç umulmadık ittifaklar, ihanetler...
uzun süreli bir çekim yapılmış belli büyük emek var. tabi ki kurgu ama izlemesi o kadar keyifli ki anlatamam.
-1-
Sırandan insanların sıran hikâyeleri olur sanılır. Bu çok yaygın bir yanılsama. Zira en sıra dışı hikâyeler sıradan insanların başından geçenlerdir. Sıradanlık, tek tiplik, monotonluk; tüm bunlar hayatınızdaki ufacık bir değişiklikle yerini kaosa, öngörülemezliğe dönüşebilir. Denkleme eklemeniz gereken tek şey biraz kötü şans. Ve iste evet artık sıra dışı bir hikâyeniz var.
Lanet olası pazartesi. Pazar akşamı sekizinci biranızı yudumlarken aslında o kadar uzak gözükür ki pazartesi. Televizyon, internet ve bira üçgeni içeresinde hayat o kadar hızlı akar ki. Fakat hesaba katmadığınız birkaç şey vardır. itaat etmek zorunda olduğunuz mesai saatleri. Kızdırılmaması gereken bir patron. Kira bekleyen bir ev sahibi. Doğalgaz, su ve Elektrik idaresi. Kızgın patronunuzdan zorla aldığınız paraları, her ay kızgın olan sizden zorla alan kurumlar. Bu çok ilginçtir aslında düşünsenize, parayı, elektriği ve doğalgazı insan . Telefonu ve interneti de. Kendi kurduğumuz dev bir monopoliyi oynuyoruz ırk olarak. Yataktan zorla kalktı. Sabahları uyanmak için bir sebebi yok. Tek sebebi; alışkanlık. Alışkanlıktan yaşıyordu artık. Alışkanlığından kahvaltı ediyordu, alışkanlığından işe gidiyordu. Alışkanlığımdan nefes alıyordu. ikigai. Japonların kavram adlandırmalarından birisi. “yaşam sebebi” anlamına geliyor. Daha geniş anlamda insanı sabah yatağından çıkartıp yaşamasına sebep olan, yaşamasını istemesine sebep olan şey. Ne yazık ki onun bir ikigai’si yok. Sadece alışkanlıktan yaşıyor. Devren alınmış bir dükkan gibi, müşterisi hazır, mamulü hazır… sadece kepenkleri açıyor o kadar.
Dairesi sessiz. Önceki akşamdan kalma bulaşıklar ve çöpler, bira şişeleri, akşam içtiği ot, sigara çarşafları… dağınıklık onu rahatsız etmiyor. Masanın üzerindeki onlarca paketin içinde bir dal sigara arıyor. Ağzı çamur gibi. Bir yudum bira. Sabah aç karna. Üstüne sigara. Nefes. Nefes. Sakin ol. Dingin ol. Psikoloğuna göre bu boş vermişlik onun için iyi değilmiş. Kendisine bir hobi veya bir dost edinmeliymiş. Yoksa bunun sonu pekiyi olamayacakmış. Onun için buluşmalar, davetler, konserler ayarlıyor. Grup terapilerinde yeri her defasında hazır. Ondan ümidi tek kesmeyen o sanırım. Bilmedi- hayır hayır… anlamadığı şu; kırkıma yürüyordu. Her gün daha az insan tanıyor, daha çok insan kaybediyordu. insanlar artık birbirlerinden bıktı.
Otobüs durağına koştura koştura yürümeye başladı. Kış mevsiminin ortası. Kaldırımlarda dün gece yağan karın kalıntıları var. Koştururken ayağı kayıyor ve sırt üstü düşüyor. Pazartesi :1-Yavuz:0. Durak mahşer yeri gibi. Tıka basa otobüse zorla da olsa bindi. nefes alamadan geçirdi onca durak sonra güçlükle indi. Onca koşuşturmaya rağmen geç kaldı. Pazartesi:2-Yavuz:0.
Daha ilk dakikadan iki gol yediği pazartesinin ona insaflı davranmayacağını anlıyordu. Ofis şimdiden hareketli. Geniş cam kapıdan geçip masalarla dolu dev odada birbirinin tıpatıp aynısı olması katı kurallarla korununan 48 masa var. Tam bir simetri hastası olan patronları tarafından feng shui kurallarına göre düzenlemiş olan çalışma alanı. Çalışanlara huzurlu bir ortam vaat etmek için tepedeki kolonlardan kuş ve su sesleri geliyor. Etraflarındaki saksılarda envaiçeşit çiçekler ve bitkiler vardı. Suni bir doğa. Şehrin ikiyüzlülüğü doğanın acımasız ve kati kurallarından saklanmak için inşa edilmiş şehirlerde doğadan kopmama çabasının samimiyetsizliği.
Masanın başında onu bekleyen, önce saatine, ardından duvardaki ofis saatine, sonra cep telefonun saatine bakan bir adam. Geç kaldığını belirtmek için imkan dahilindeki tüm jestlerini, mimiklerini kullanıyordu.
“yine geç kaldın!” dudakları birbirine geçmiş vaziyette kaşlarını çatmış. Kelimeleri dudaklarının arasından güçlükle çıkıyor.
“hava çok kötü durumda Erdal Bey. Otobüs güçlükle geldi.” Bu onun için bir bahane değil tabi…
“bu benim için bir bahane değil. Taksiyle gelseydin! Neyse. Şu an bununla vakit kaybedemem. Bunun hesabını bana vereceksin. Şimal! Şimal! Gel buraya.”
Tanrı dünyayı yedi günde yarattı. Cenneti, cehennemi. Okyanusları. Dağları. Engin denizleri. Peki onu?! Onu kaç günde yarattı! Kömür siyahı parlayan saçları boynundan aşağı dümdüz bir at kuyruğu gibi kalçalarına kadar uzanıyor. Kahvenin en güzel tonu gözlerinde. Her adımı tabiata bir armağan. Stiletto ayakkabıları ofisin zemini dövüyor. Onlara doğru ilerliyor. Yüzünde anlamsız bir gülümseme?!
“şimal, seni Yavuz’la tanıştırayım. Kendisi stajın boyunca sana eşlik edecek. Onunla beraber çalışacaksınız.”
Pazartesi 2- yavuz 1. Bastır oğlum. Bu maç döner.
“merhaba ben yavuz. iş geliştirme uzmanıyım. Çok memnun oldum.” Elini uzattı. Rüya mı bu?
“memnun oldum”sadece dudaklarına bakıyordu. Odaklanamıyordu . Sakin ol oğlum. Sakin ol. Neden gülüyor?
“şimdi sizden isteğim; bir ay boyunca Şimal hanım’a yardımcı olmanız. Eğer Şimal hanım da hazırsa başlayabilirsiniz.”
Siyah kalem etek üzerine beyaz gömlek kemik çerçeve gözlükler tek bir tokayla tutturulmuş saçlar. iri elmacık kemikleri. Sen nerden çıktın şimdi kadın!
“isterseniz önce sizinle bir şirket turu atalım?”
-2-
Öğlen yemeği. Durum hala 2-1. Mücadeleye devre arası verildi. Üstüne bulaşan çamuru temizlemek için erkekler tuvaletine gitti. Bunca saat Şimalin yanında bu çamurla oturmuştu. Nedense yanından kalkmak hiç içinden gelmemişti. E Şimal de yemek için dışarı çıktığına göre artık temizlik zamanı. Lacivert çamuru pek gizlemeyen bir renk. Ceketini çıkartıp biraz kağıt havlu ıslattı. Öğrencilikten beri hep kendi çamaşırlarımı kendim temizlemişti. ilk değil. Alışkındı. Sırtı komple çamur olmuş. Temizlemesi uzun sürecek. Pantolon desen harap halde. iç çamaşırına da biraz kar suyu kaçmış.
Erkekler tuvaletinde altında sadece ıslak boxer ve gömleğiyle elindeki pantolonun çamurunu temizlerken kapı birden açılıyor.
“Şimal!?”
Harika bir manzara. Teşekkürler pazartesi. Tribünler ayakta. Durum 3-1.
“çok özür dilerim! Seni arıyordum şirkette. Kapıdan seslenecektim! Dışarda bekliyorum! Tekrar çok özür dilerim!”
O kadar esmer olmasına rağmen yüzünün kızardığını görebiliyordum.
“önemli değil…?” önemli değil mi? Ne demek önemli değil? Sapık mısın oğlum sen? Teşhirci misin?
Kapıyı kapatıp onu tekrar kirli pantolonuyla yalnız bıraktı. Soyunma odasında gol yemek tabiri böyle bir şey olsa gerek.
****
Yaklaşık on dakikanın ardından. Tüm kirlerinden arınıp kafasına soru işaretleri ekledikten sonra tuvaletin kapısını araladı. Şimal orda bekliyor. Tedirginlikten tırnaklarını yemeye başlamış.
-3-
Ne düşündüm acaba kapıyı açarken! Salak kız. Erkekler tuvaleti orası! Ya birisi görseydi. Sakin ol. Sakin ol. Sadece bi soru soracaktın. Derin nefes al. Alt tarafı boxerlı bir erkek. Daha önceden de gördün. Boxerlı, boxersız…
Kötü başlayan bir gün, daha kötü hale nasıl gelir diye sormak yersiz. Bırakın yuvarlansın. Kümülatif bir şekilde daha da kötüye gitmeye devam edecektir.
****
Bulaşık. Çamaşır. Etrafımdaki gereksiz eşyaların temizliği. Tek başıma yaşadığım halde nasıl bu kadar çok eşyam olabiliyor aklım almıyor. Bu tavayı ne zaman aldım ben? Yada bu minderi? Ne düşündüm alırken acaba? “hey! Hadi şu minderi alayım da diğerleriyle beraber tozlanınca temizleyene kadar canım çıksın!” salak kız! Saat gecenin üçü. Yarın sabah yeni işimde staja başlayacağım. Zerre uykum yok. Heyecanlıyım. Nedeni olmadığı halde heyecanlıyım. Bu başvurduğum dördüncü staj programı. Diğer üçü pek başarılı geçmedi. Sözlü ve fiziksel tacizleri hiçbir iş veren iş sözleşmesine eklemiyor çünkü. Dik dik gelen bakışlar. Yakın temaslar. Öğlen yemekleri. Akşam yemeği teklifleri. Kimse konuşmasına dahi izin vermiyordu. Bıraksalardı belki biriktirdiği onca şeyi anlatacaktı. Göğüs çatalına dikilen bir çift göz. Yüzüne bile bakmadan mal varlıklarından bahseden adamlar. Gerginlikten sırılsıklam terleyen orta düzey yöneticiler. işin komik tarafı artık bir uzman olmuştu. Mesela üst düzey yöneticiler açık açık metreslik önerebiliyordu. Para onları o kadar güçlü yapıyordu ki etini satın alabilirlerdi. Orta düzey yöneticiler genelde evli olduğu halde kaçamak yapmaya çalışanlardı. Vaat ettikleri tek şey yarısı sertleşme problemi ile geçecek bir ‘mutluluk gecesi’ ‘kaçamak’ ertesi gün bütün ofise anlatılacak –belki de hiç yaşanmamış – pozisyonlar. Üst ve orta düzey yöneticiler hariç diğer çalışanlar muhtemelen sadece bakmakla yetiniyorlar. Kadın olmak ne kadar zorsa, iş hayatında bir kadın olmak iki katı zordu. işte bu yüzden tutunmalıydı. Koca bir şehir ağzını sonuna kadar aralamış onu yutmayı bekliyordu.
Eski flörtleri geldi aklına birden. Yaşanmış, bitmiş. Bir savaşın ardından vücudunda kalan yara izleri gibi aklına kazınmış. Yorgun bitap bir savaşçı. Çok yorgundu uyumalıydı. Saate göz ucuyla baktı. Hazırlıklarını tamamlamamıştı ama saat nerdeyse dört olmuştu. Bu gece uyku yoktu. Bir kahve yapmak için mutfağa gitti. Su ısıtıcıya biraz su ilave etti. Bir şarkı mırıldandı.
Saatler sonra arabasını saplandığı kar yığınından çıkartmaya çalışırken kadınlığın gücünü düşündü. Tabi ki kadın en az erkek kadar güçlüydü ama elli kiloluk bedeni 3 tonluk arabayı oynatmaya yetmiyordu. Uykusuzluk zaten onu yeterince sersemletmişti. Taksi aradı. Bulamadı. Durağa gitti. Otobüste oturacak bir yer bulduğunda, kulaklıklarını takıp sıradaki şarkıya kafasında video klip çekmeye başlamıştı çoktan. Kar kalıntılarının arasında insanlar ağır aksak ilerliyordu gri soğuk bir istanbul haftasına başlamaya çalışıyordu bin yıllık şehir. Kimlerin ayakları yürümüştü bu yollarda. Kimler aşındırmıştı, arşınlamıştı. Ve hala yürümeyi bilmeyen malla mevcuttu. Güldü. Adamın biri gerisini geriye düşmüştü. “işte bu lekeler zor çıkar” dedi kendi kendine.
Uzun bir yolculuğun ardında tam on dakika erken iş terine varmıştı. Erdal bey onu kapıda karşıladı.
“hoş geldiniz şimal. Buyurun yavuz bey birazdan gelir. Size o eşlik edecek. Stajyerlerin eğitiminden kendisi sorumludur. Aynı zamanda iş geliştirme uzmanımız. Biraz dağınıktır, disiplinsizdir ama işini iyi bilir.sizi de şimdiden uyarıyorum mesai saatlerine riayet ediniz mesai saatleri içerisinde iş yerinizde olduğunuzu unutmayınız. Aksi davranışlar düzeltiyorum, aksi ‘ısrarlı’ davranışlar stajınızın hemen sona erdirilmesi ile sonuçlanacaktır.”
Yüzümde kocaman bir gülümseme ile “anlaşıldı Erdal Bey” ağzına sıçtığımın ukala dümbeleği. Bir işe başlamak için mükemmel bir yol.
Ufak bir tanıştırma faslının ardından bir kahve molası. Anlaşılan yavuz bu sabah geç gelecek.
Biri adımı sesleniyor. Bu Erdal bey. Beni yanına çağırıyor. Yanında bir adam var. Sanırım yavuz. Ama Olamaz. Bu… gülmemek için zor tutuyorum kendimi…
-4-
“ ya gerçekten özür dilerim tekrar. Kapıdan seslendim ama durmadın.”
“sorun yok daha kötüleri de olmuştu” ne dedin tam alarak acaba. Neden dedin. Biraz sakin olmayı dener misin lütfen?
“daha kötüleri?”
“daha kötü pazartesilerim de olmuştu demek istedim.” Sessizlik. içinden bana gülüyor sanırım. Kadınlarla konuşma konusunda hiç kötü değilim aslında. Ama şu an biraz kontrol sorunları yaşadığım doğrudur. “unutalım istersen yoksa bu sessizlik daha da uzun sürecek.” Gülümsedi yine. “ne soracaktın bana bu kadar önemli?”
Göz bebekleri büyüdü. Biraz duraksadı.
“şey, aslında tam olarak bir soru değil. Dürüst olmak gerekirse bir soru yok ortada. Seni aradım sadece. Bi kahve içer miyiz? Hem biraz daha işten bahsedersin bana?”
Uzun koridorda öylece dikilmiş bana bakan güzel kadına şaşkınlık içinde bakıyordum. Kahve? Gerçekten mi? Hayır dersem kendime ihanet etmiş olurum. Evet dersem prensiplerime.
“çok üzgünüm şimal. Henüz yemek yemedim. Aç karna da kahve içemiyorum. Başka bir zaman içeriz umarım.”
Bana hayır dedi. Zaten utancımdan yerin dibine girdim. Ve üstüne bana hayır dedi. Bir tüfekle beynimi dağıtsaydı sanırım daha insaflı olurdu. Giyotin de olurdu. Yada tırnaklarımı çekebilirdi. Ne diyeceğim şimdi?
“tamam güzel, ben de yemedim henüz. Beraber yiyelim o zaman? Sakıncası yoksa?”
Pazartesi 4 - Yavuz 2 sanırım bu gol şikeli oldu zira ben az önce bir prensibimi çiğnemek zorunda kaldım. Asla ama asla iş yerinden bir kadın ile görüşme, ilişki kurma. Yakınlaşma. Hissettiğin anda uzaklaş. ikinizin iyiliği için. Hemen yangın alarmına bas, acil çıkış levhalarını izle, yangın merdiveninden tüy. Ardına bile bakmadan koş. ikinci defa hayır dersem sanırım benden nefret edecek.
“olur”
--
devamı #37803522 hemen altta... sığmadıysa demek....
bir sebepten ötürü hediye olarak sevilen birine verilen kitaplardır.
bir kitabı okduğunuzda bazen sadece bu yatmez size, istersiniz ki o kitabı birileri daha okumuş olsun. o kitap hakkında uzun uzun konuşmak istesiniz. irdelemek, incelemek, tartışmak.
yada;
bazen, o kişiye verilebilecek en güzel hediyenin kitap olduğunu bilirsiniz. tamam çok pahalı göz kamaştırıcı bir hediye değildir ama kitap içindeki dünyayı vaad eder okuyana.
bazen sadece kitabı sevdiğiniz için hediye edersiniz. istersiniz ki o kitap okunsun. birilerinin daha ufkunu genişletsin.
ne olursa olsun, hediye edilen kitap okunası kitaptır. kitabın içindeki dünyanın ve kitabın içindeki hikayenin yanı sıra, hediye edildiği andan itibaren, artık kitabın da bir hikayesi vardır. "falanca'dan hediye gelmişti" dersiniz mesela " bilmem ne akşamında hediye etmişti." der ve uzun bi anı anlatmaya başlarsınız kim bilir?
biraz subjektif olacak ama benim bu güne kadar en çok hediye ettiğim 3 kitap şunlardır;
2017 yılında vizyona giren ve hugh abimizin wolverin'e vedası olan logan filminin siyah - beyaz olarak tekrar vizyona (bizim buralarda yok tabi) girmiş halinin adıdır.
son günlerde hakkında türlü ve asılsız dedikodular yapılan, über süper mükemmel kişilik murat boz'un yaptığı, kimselerin bilmediği kahramanlıklardır.
ikinci dünya savaşının sonlarına doğru hitler sığnağında son neferleri ile kendisini savunurken rus ve amerikan kuvvetleri berlin'i kuşatmıştı. bu kuşatmanın tam ortasında hitlerin mükkemmel bir kaçış planı vardı. önce tüm askerleriyle ittifak güçlerinin kuşatmasına doğru bir püskürtme saldırısında bulunmak, ardından da karışıklıktan istifade edip rus birliklerinin arkasında bir manga asker ile güvenli bölgeye geçmek ve ordularını yeniden toplamak.
planın uygulanması için tüm gerekenler yapdı kalan tüm alman birlikleri cephanelerini yüklendi. yeminler edildi. tek beklenen şey hitlerin sığnağındaki özel odasından çıkıp harekatı başlatmasıydı.
o sırada sığnakta bulunan alman nazi subayı Josef Kramer yıllar sonra bulunan güncesinde olayı şöyle anlatmaktaydı;
" artık iyice köşeye sıkışmıştık. son yeminlerimizi de edip führerimizle beklide öleceğimiz bir operasyona çıkacaktık. operasyon planına göre saat 16:22 de sığnaktan çıkması lazımdı. ancak on iki dakika geçmesine rağmen halen eva braun ile içerdeydi. endişelenmeye başladık. subaylar daha fazla gecikemeyeceğimizi söylediğinde odasına doğru yöneldik. birden içeriden iki el silah sesi duyuldu. hemen alarm durumuna geçildi. tüm mevcut birlikler hitlerin odasının kapısına yığıldı. silahları kapıya doğrultup elleri tetikte beklemeye başladı. önden ben gittim. kapının kolunu kavradım. tahmin ettiğim gibi kilitliydi. kapıyı kırmak için gerekli techizatın getirilmesini emrettim. derken odanın kapı kilidinin açılma sesini duyduk. herkes tekrar kapıya nişan aldı.
kapı açıldı. içeriden bir delikanlı çıktı. elindeki luger p08'i bize doğtultmuştu. üzerinde sığnağı 2 defa havaya uçuracak kadar patlayıcı vardı. arkasında cansız yatan führerin ve eva braun'un cesetleri vardı.
'bu iş buraya kadar. daha fazla bunu yapmanıza müsade etmeyeceğim. adolf'u bu konuda iki defa uyarmıştım.' dedi...
çektiği veya oynadığı filmlerin hepsi iyi, veya ortalamanın üzerinde olan oyuncu ve yönetmenlerdir.
sinema çok riskli bir sektör. bir filmde yakaladığınız başarıyı diğer bir filmde de yakalamanız tamamen kalitenizle alakalı bir durum. işte bazı yönetmen ve oyuncular her filmlerinde aynı tempoyu yakalayamamakta. mesela şöyle örnek vereyim;
scott adkins: yuri boika rolü için on numara bir adam. ama diğer filmleri boş... tim robbins: esaretin bedeli filminde tartışmasız mükemmel oynamıştır. (belkide bu yüzden) diğer filmleri pek tat vermemiştir. peter jackson: yüzüklerin efendisi üçlemesinde bizi gerçekten orta dünyaya sokmayı başaran yönetmendir kendileri. hobbit üçlemesinde de bunun ekmeğini yemiştir kendisi.
gibi..
bazı oyuncuların veya yönetmenlerin de hiç boş/ıskarta filmi yoktur. afişte onların ismini gördüğünüzde tereddüt etmeden, konusuna bakmadan, gönül rahatlığıyla izleyebiliriniz.
binbaşılaurence barnes, raptor takımı komutanı ve nano suit kullanıcılarındandır. bilinen en son nano suit ona aittir.
ilk oyunda raptor takımını ve doğal olarak bizi komuta etmiş, ikinci oyunun başında nano giysi yüzünden intihar etmiş, oyunun sonunda alcatraz'ın vücuduna zihnini nakletmiştir. ki bu onu teknik olarak ölümsüz yapar. son oyunda bitti zannedilen uzaylı istilasını deşifre edip, alpha ceph'i durdurmayı başarmıştır. oyun sonunda kendini daha da aşıp, daha önceden zihnini birleştirdiği nano suit ile vücudunu da birleştirmiştir.
--spoiler--
gerçekten on numara bi abimizdir. sözlükte adını bile doğru yazıp başlık açılamaması bizim ayıbımızdır.
yakın zamanda yayına girecek logan filminde x-23 ü canlandıracak genç oyuncu. 2005 doğumluymuş kendisi... büyük umutlarımız var kendisinden filmle ilgili...
menemenin acısı yerinde ise ve siz yanınızdaki adamı tanımayacak kadar acemi bir asker iseniz. çok normal bir olay.
ilk çarşımız hacı uçuyoruz havalardayız. ayaklarımız yere değmiyor. iki ay sonra insan görücez lan! mesela yeşilden başka renk de varmış. insan aslında iki cins miş...falan... oha normal arabalar falan var.
neyse, biz dedik ki, bizim birliğin tam karşısında bir menemenci var, gidelim bi menemen yiyelim. sonra da çıkar ne yapacağımıza karar veririz. menemenciye bir girdik. ohooo tüm tugay orada amk... zar zor sipariş verdik... bu arada yanımızdaki masaya üç kişi oturdu. biz pek takmıyoruz tabi yiyoruz içiyoruz. derken bizim ibo yanımıza oturan amcalardan şeker istedi.
lan bi gerildi ortam. amcanın yanındakiler birden el etti "durun" "aman efendim" falan bişeyler bi panik havası falan sonra amca şekeri uzattı... ibo da aldı şekeri kullandı neyse falan. biz çıktık. kapıda sigara içiyoruz hakan'la. ibo ve diğerleri içeride.
amcalar çıktı bi siyah laguna mı ne ona bindiler. içerde bi koşuşturma oldu. koştur koştur bakkala girdi çıktı adamlardan biri. sonra hoop yok oldular.
tabi biz hala muhabbet makara... sonra dışarı ibo geldi. ibonun suratı bembeyaz!
s.g.a.: lan ibo! nooldu olm?
ibo: dur lan dur... yak şu sigarayı...! (eli ayağı titriyor)
hakan: noldulan bi haber mi aldın?
ibo: yok amk ne haberi! az daha yakıyormuşum kendimi haberim yokmuş!
s.g.a: lan ne diyorsun olm!
ibo: lan hadi şekeri istedim niye attım çaya ya... bi de karıştırdım onu içtim yaa...! (yeminlen böyle diyor)
s.g.a.: lan ne çayı ne şekeri?!
ibo: hadi şekeri aldın madem niye atıp karıştırıyon... ya bi de içtim ya....!
işin aslı sonradan anlaşıldı. yanımızda oturan amca k.k.k. (kara kuvvetleri komutanı) 'ymış. (isim vermeyeyim) biz tabi s*ktr lan ordan dedik. ama işin aslı sonradan anlaşıldı.
lokanta sahibi ile görüştük. hafta sonları uğrarmış arada. çarşıdaki askerle kahvaltı edermiş. hatta açtı resimlerini gösterdi.
s.g.a.: o koşuşturmalar neydi lan peki?
ibo: adamlardan biri (adam dediği de en az albaydır.) hesabı ödemiş, komutan da ben ödeyecem dedi.
s.g.a.: ee?
ibo: ee ne adam karttan çektirmiş. geri alamam falan der gibi oldu.
s.g.a.: ee?
ibo: artık adam elini pos makinesine sokup nakit mi çıkarttı o heycanla bilemedim. bi şekilde hallettiler...
s.g.a.: ahahahah
ibo: oğlum çok ince bi çizgide yürümüşüm lan... verilmiş sadakam varmış...
koro: ahahahahaha
hani böyle anlatınca pek etkili olmadı sanırım şöyle düşünün.
bir iki ay sonra haber geldi k.k.k. taburu teftişe gelecek diye. lan bir koşuşturma... asfaltı yıkadık, misket büyüklüğündeki taşlara kadar tek tek elle topladık. ağaçlardaki yaprakları falan sökücez o derece... zaten sabahın 4'ünde kalkmışız. akşam üstü olmuş hala temizlik yapıyoruz. general geldi gelecek...
sen bizim ibo da gariban telsiz operatörü. yakalanmadan telsizpark'a gideyim de şu paniği atlatayım diye tabur binasının arkasından götüm götüm kaçmaya çalışıyor... tabur binasının arkasındaki yol üst yola göre bi yarım metre alçak kalıyor.
yukarından bir ses....
ses: evladım!
ibo: (yukarı doğru kafasını kaldırır ve yıldırzlar... galaksiler... kara delikler... bir orgeneral... tuğgeneraller.. albaylar...) ibrahim bilmem ne mersin! emret komutanım!!!
ses: birinci tabur binası bu mu?!
ibo: (ses bitmiş zaten tekmilde.) evet komutanım!
k.k.k. (ses): tabur komutanını bi çağır bana bakayım...
ibo: emredersiniz komutanım!
ibo topuk... hani şöyle diyeyim bir erin 3 km. 16 dk da koşması standart. ibo, 16 km 3 dk'da koşuyor. o derece...
köşede taburun binbaşı'sı ile karşılaşıyor, patlatıyor tekmili anlatıyor vaziyeti. koskoca binbaşı... kocaaaa binbaşı, köşeden duvarın kenarından kafasını çaktırmadan uzatıp gözünün ucuyla bakıyor ve "gelmiş lan gelmiş lan!!" diye koşa koşa tabur komutanına gidiyor.
ankara'nın göbeğinde yapınca kantinde bile orgeneral görmüşlüğüm vardır... onbaşı olunca tabi sıkıntı olmuyo... neticede bana zimmetli kantin!? yok lan yok... şaka... imrit komitinim...!
çok enteresan bir durumdur. acemi birliğinde bir arkadaşın başına gelmiştir. "nereye geldik biz lan?" dedirtir.
--
sabah beş buçukta koğuş nöbetçisinin "kalkunlan amuğa koyayum" demesiyle kibarca uyandım. kafamı bir kaldırdım yüz kişi tosur tosur uyuyor. çok sesli senfoni gibi. üflemeliler vurmalılıar... horlayanlar bi yanda çok afedersiniz tosuranlar bi yanda. koğuş böyle eşşek götü ile yasemin çiçeği arasında bişey kokuyor. (eşek götü nasıl kokuyor nerden bildiğimi şimdi sorma.....)
içtima-kahvaltı-içtima-mıntıka-içtima-eğitim için hazırlık-içtima... içtima manyağı olduk... artık nasıl beceriyorsak her içtimada da farklı sayıda çıkıyoruz o da ayrı bir fantastik olay....
neyse fazla uzatmayalım.
dediler ki eğitim var. tek-er muharrebe eğitimi. düşman ateşi altında ilerleme teknikleri. anam! kal of düti! lan nasıl heyecanlandım! aha dedim sonunda ömrüm boyunca aradığım aksiyonu bulacağım! tek-er muharabe deyince ilkin almamıştım da sonradan anladım onuda laf aramızda... teker nealaka diyordum. e tabi girişte bıraktık bazı şeyleri... silahlığa koştuk benden 13 yaş büyük (ki ben 87'liyim düşün!) öküz gibi ağır silahımı aldım.
eğitim düzeni alındı. yüz elli kişi bizim takım. diğer 3 takım da orada. toplam altı yüz kişi var. dev bir çember oluşturduk. bir kaç eğitim çavuşu ve bizim takımın takım komutanı astsubay kıdemli üst çavuş serkan komutan. işte anlattılar gösterdiler. en sonunda düşman ateşi altında ilerleme teknikleri kısmına geldik..
serkan kom.: evet arkadaşlar! şimdi tek erin muharebe esnasında düşman ateşi altında nasıl ilerlemesi gerektiğini işleyeceğiz! iki kişi yanıma gelsin!
tutamadım kendimi atladım.
s.g.a.: siyah giyen adam istanbul! emret komutanım!
serkan kom.: bi kişi daha...!
piyade: ali veli konya! emret komnutanım!
komutan: şimdi s.g.a. sen sol tarafa geç diz çok nişan al. piyade, sen de sol tarafa diz çök nişan al... piyade sen yer değiştirmek istiyorsun. s.g.a. ile iletişim halinde bunu yapacaksın.
seneryo şu yani özetle; eleman: "s.g.a yer değiştiriyorum!beni destekle!" diyecek. ben: "tamam ateşimle!" diyecem. ateş edecem. o da yer değiştirecek....
komutan: hadi oğlum.
piyade: s.g.a.! yer değiştiriyorum!
s.g.a.: tamam ateşimle!
komutan: ateş et oğlum!
s.g.a: emredin komutanım?!
komutan: oğlum ateş etsene adam yer değiştirecek...
s.g.a.: (riski göze alarak) anlamadım komutanım?
komutan: yavrum ağzınla ateş etsene...
s.g.a.:....!?...
600 kişi izliyor usta. sap gibi o kadar adamın arasında bok var öne atladım al sana aksiyom mk...
komutan: hadi oğlum seni mi beklicez adam öldü orda!
s.g.a.: (günah benden gitti) ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta...
lan acemi bölüğündeki 600 adam aynı anda bir gülmeye başladı... tutamıyorum kendimi... ben de gülmeye başladım arada...
s.g.a.: ta ta ta ahaha ta ta ta ahaha...
komutan: (gayet ciddi) evladım gülmesene ateş et...
yanımdaki asker de hayvan oğlu hayvan gülmekten yer değiştirmeyi de unuttu... mal gibi ta ta ta ta yapıyorum hala nefes falan kalmadı...
sonunda komutanlardan biri dürttü de yer değiştirdi lavuk ben de rahatladım.
neyse sağolsun komutanlar, bi ara verdik. sigara içiyoruz. millet yanıma geliyor. "aga o silahtan öyle ses çıkmaz" falan diyor... lan mal değnekleri ben nasıl ağzımla g3 sesi çıkarayım mk... yerimize geçtik. serkan astsubay devam ediyor performansına.
komutan: şimdi size uçak taarruzu esnasında yapılması gerekenleri anlatacağım! sen ordaki! yenima gel.
piyade2: emret komutanım.
komutan: geç ortaya!
piyade2: emredersiniz komutanım!
komutan: kollarını iki yana aç!
piyade2: .... (kollarını kuş gibi iki yana açar)
komutan: sen şimdi uçaksın!
gariban piyade2 ders anlatıldıktan sonra yerine geçti. sulu sulu esprilerden acemilik boyunca kurtulamadı.
"aga bi tur binelim mi?"
--
o değil de, acemilikten, hala bana "o silahın sesi öyle çıkmaz" diyen adam tanıyorum. arada görüşürüz. adam tezini hala savunuyor. ne olsun istiyorsun amk pat pat pat diye mi bağıraydım!
dünyamızın dört bir köşesine dağılmış bunca tehlikeli varlık varken, her sabah güne umutla uyanan biz türklerin aksine, elin avrupalısı, amerikalısı "acaba bu gün hangi doğa üstü varlık şehrimize saldıracak" diye düşünmekte... her fırsatta ecnebi ülkeleri istila eden, gerek bireysel gerek kitlesel saldırılar yapan yaratıklardan biri de kurtadamdır.
efendim, bu kurtadamlık, vampirliğin aksine daha bi halk işidir. daha bi bizdendir. vampirlik ne kadar aristokratikse, kurtadamlık da o kadar ayaklardadır. hani vampirlik, "tükenmişlik sendromu"ysa, kurtadamlık "fıtık"dır... vampirlik bir ömür boyu, kurt adamlık ayda bi gece... tam fakir işi yani...
her neyse konumuza dönelim...
bu kurt adamlar günün birinde bizim ülkemize de gelir, gece karanlık ıssız izbe bir sokakta, dolunay varken ve siz evinize yürürken (siz kaşınıyorsunuz belli) aniden arkanızdan size saldırırsa diye, yapılması gerekenleri anlatacağız.
1-) panik yapın. ciddi ciddi yapın zira bu yaratık dönüştüğünde seri, çevik, atik ve zeki oluyor. ama bağırmayın. daha da sinirlendirisiniz. ilk bulduğunuz eve camdan pencereden dalın. saklanın.
2-) kokunuzu alması onun için çocuk oyuncağı. o yüzden onu yanıltın. mesela ucuz parfüm sıkın saklandığınız evde. elinizden geldiğince farklı kokular sürün, etrafınıza dökün. kafası karışsın.
3-) bulabildiğiniz en kesici delici yaralayıcı- ne varsa işte bulun fakat kahramanlık yapmayın. saldırı değil, savunma amaçlı kullanın.
4-) kalabalık bir grupsanız, en hızlı koşan siz olduğunuz sürece sorun yok...
5-) sizi yakaladığında; ya sizi yaralayıp sizi de kurtadam yapacaktır, yada akşam yemeğine yahni. bunu bilemediğinizden kumar oynamayın "bende kurtadam olayım, azıcık kas yapmış olurum..." demeyin...
6-) tanıdığınız birisi sizin yanınızda kurtadam'a dönüşmeye başlarsa hemen kaçın. zira bunlar anasını babasını yiyor, tanımıyor dönüşünce. "benimle kal, beraber atlatacağız" gibi film konuşmaları yapmayın iyice tepesi atar. bi rahat bırakın lan adamı...
7-) diyelim sayı olarak fazlasınız ve kurtadam'ı öldürmek istediniz... bütün silahlar vücuduna işler. öyle vampirler gibi havalı yetenekleri yoktur. ama iş garanti olsun diye kalbini yerinden sökmeniz gerekir.
bu tedbirler sizleri kurtadam saldırısından kurtaracak, en az zararla atlatmanızı sağlayacaktır.
bir de söylenti var "kurtadamlar gümüş kurşunla ölür." diye. asılsızdır. vampirler gümüş kurşunla ölür. niye? zenginler diye. altından aşağısı bozuyor adamları. kurt adamlar ise altın kurşunla ölür. bünyesi kaldırmaz fakirin. ama maliyeti yüksek diye bunu önermiyoruz.
bir daha ki saldırı veya istilaya kadar; sağlıcakla kalın...
her sabah yeni ve tehlikeli bir güne uyandığımız şu dünyada insan oğlunun başı binbir türlü musibetle belada... halkı bilinçlendirme ve bu belalardan asgari hasarla kurtulmalarını sağlamak için başladığımız ve sonlara yaklaştığımız, serinin üçüncüsündeyiz...
vampirler. biraz vampirleri tanıyalım. vampir, kan emerek yaşantısını sürdüren, gün batımından şafağa kadar uyanık kalan, sivri dişli ve gerektiğinde yarasaya dönüşebilen bir yaratıktır. çok havalı olur bu vampirler. hep smokingiyerler. gece hayatına pek düşkündürler, o bar senin bu bar benim günlerini gün ederler, hesabı da asla ödemezler, arıza çıkartırlar pezevenkler. bir zenginlerdir ki dudağınız uçuklar. ölümsüzdürler. genelde gotik kalelerde yaşarlar. tim börtınla sürekli görüşürler. hatta bir iki film de çekmişlikleri vardır. bi de erkekleri yakışıklı, kadınları bakımlı olur. ulan aynada kendilerini göremeyen yaratıklar o saçı sakalı nasıl ayarlıyorlar, o makyajı nasıl yapıyorlar anlamam da... neyse işte... bu kadar şaşalı hayatlarının olduğuna bakmayın, kana susayınca anasını babasını tanımaz itler. o yüzden bir çok coğrafyada görülen bu varlık bir gün bizim memlekete de uğrayıp size de saldırabilir! bunlar olağan şeyler!
1-) panik yapmayın. panik yapmayın dediysek öyle mal mal da durmayın en yakın manava doğru koşmaya başlayın. bir bağ sarımsak işinizi görür.
2-) tahta bir kazık bulup kalbine saplayın.
3-) biraz şartları zorlayıp, gümüş kurşun, gümüş bıçak, gümüş kılıç kullanarak onu yaralayın. annenizin gümüşlerini de kullanabilirsiniz.
4-)eğer gün doğumuna az bir süre varsa onu oyalayın. iki ihtimal var; ya normal bir vampir gibi ölecektir, yada anormal tıvaylayt vampiri gibi parıldayacaktır...
5-) blade'i arayın...
6-) van helsing'i arayın...
7-) yada karşı koymayın vampir olun... düşününce cazip bile geliyor hani... zaten orta çağdan beri adamların çekmediği kalmamış, bi de biz vurmayalım yazıktır.
alternatif plan isteyenler;
- bir kase bol sarımsaklı cacık yiyin, size saldırdığı anda dudaklarına yapışın.
özellikle 80 ve sonrası olan neslin görmediği hiç bir felaket kalmadı çok şükür. darbesi, terörü, afeti, felaketi... hani bir kulağımızın arkası kaldı...
büyük abimiz amerikanın çok gizli labratuarlarında her allahın günü bir uzaylı otopsisi yapılıyor. e tabi bu uzaylı ecnebice alien arkadaşlar da her fırsatta amerikayı işgal etmeye çalışıyorlar. mesele öyle gözüktüğü gibi değil yani. yok medeniyetlerin istilası yok doğal kaynakların sömürülmesi. aslında mesele bir kan davası. tabi bu gibi durumlarda bu uzaylı mahlukatlar sürekli amerika'ya gidiyorlar. yok efendim beyaz saray yanarken önünde hatıra fotoğrafı çektireyim, yok özgürlük anıtını patlatıp meşaleyi eve götüreyim... klişe cümleleri "biz dostuz" ama pek inanmayın siz onlara ilk fırsatta kan alırlar sırtınızdan valla benden söylemesi.
peki bu yaratıklar kazara koordinatları şaşırıp, yada amerikayı gerçekten elegeçirdikten sonra "lan bu filmlerdeki gibi değilmiş dünya'da amerikalılardan başka insanlarda varmış." diyip bizim ülkemizi de istila etmeye kalkarsa ne yapacağız?
bu ve bu gibi durumlarda yurdum halkını bilinçlendirmeyi, onlara önceden plan yapma ve hazırlıklı olmayı öğütlemeyi bir misyon olarak devam ettiriyoruz. serinin ilk eseri için (bkz: olası zombi istilası esnasında yapılacaklar)
ilk olarak bu uzaylılar nedir? nerden gelir? neden gelir? gibi soruları cevaplandıralım.
efendim bu uzaylılar, milyonlarca ışık yılı uzaktan da gelirler, bir adım öteden mars'tan da gelirler. atmosferin dışındaki her yaşam formu dünya'da uzaylı olarak adlandırılır. işte bu nokta biraz saçmadır. arkadaş dünya uzayın kenarında köşesinde yada dışında bi yerde mi? teknik olarak her dünyalı aslında bir uzaylı değil midir?! bu ayrımcılık niye?
neyse konudan sapmayalım.
bunların geliş amacı bizim elimizde avucumuzda ne varsa almak ve bizi köleleri haline getirmek... bi dakka ya... bu tanıma göre uzaylılar zaten gelmiş olur!? neyse... biz dünya dışından gelecek başkalarından bahsediyoruz.
uzaylıları yeterince tanıdığımıza göre yapılacaklar listemize başlayalım.
olası uzaylı istilası esnasında yapılacaklar:
1-) sakin olun. ellerinizi havada savurarak koşmanız size bişey kazandırmaz. uzaylıların dikkatini çekip sinirlerni bozarsınız anca. ileri teknoloji lazer silahlarıyla beyninizi pişirirler. hatta benim yakınlarımdaysanız benim bile sinirlermi bozar, uzaylılardan önce ben vururum sizi. adamlar o kadar yoldan gelmşiler, biliyorsunuz malum durumlarda şemsiye açılmazmış. o yüzden panik yapmanın bir faydası olmaz.
2-) malum yiyecek ve ilaç stoklarınızı yapın.
3-) en az üç olmak üzere bir çok sığnağınız olsun. yer değiştirerek kullanın. ortalıkta fazla gezmeyin. yakaladıklarına çip takıp köle olarak çalıştırıyorlar en iyi ihtimalle, demedi demeyin.
4-) boşuna silah falan depolamayın. zira bu yaratıkların teknolojisi bizim teknolojimizi yirmiye otuza katlar, illa bir yolunu biliyorlardır. bu maddeyi şöyle de düzeltebiliriz; elinizdeki eğer nükleer silah değilse boşuna kullanmayın. en havalı silahlar hep onlarda çünkü.
5-) cep telefonu, internet, radyo... ne kadar haberleşme yöntemi varsa duman olacak. genelde bu gibi durumlarda kısa dalga telsiz ve radyo kullanılır ama bunlar ülkemizde pek yaygın değil. bulabilirseniz bir polis veya taksiden telsiz alın. periyodik olarak haberleşmeyi deneyin. bu da kesmezse güvercin besleyin. bu yaratıklar güvercinleri o şekilde kullanabildiğimizi düşünemezler diye umuyorum.
6-) uzlaşmayı siz denemeyin. bırakın önden birileri bunu denesin. niyetlerini kestirmek zor. o kadar yolu bir merhaba demeye gelmedikleri kesin!
7-) savaşmak istiyorsanız bu gibi durumlarda hep olduğu gibi ilkel yolları deneyin. ok, yay, mızrak, kılıç... bunlar tüfeklerden ve tabancalardan daha etkili. adamların onca teknolojisi var ama kılıçla ölüyorlar tavuk gibi.
8-) deneysel davranın. uzaylıları arada çaktırmadan deneyin. zaaflarını bulmak için. üzerlerine su atın mesela. gözlerine ışık tutun. tiki varmı diye bi el şakası yapın. ajdar dinletin. mutlaka bir açıkları vardır. bunu kullanın.
bu tedbirler size olası bir uzaylı istilası esnasında hayatta kalmanıza ve insan neslinin devamını sağlamanıza yardımcı olacaktır. iyimser olun. daha kötüsü de olabilirdi. kaynak sömürmek ve köle yapmak için değil de üremek için de gelebilirlerdi!?
gün geçmiyor ki bir amerikan eyaletini daha zombiler istila etmesin. zaten bu zombilerin amerika'yla ne alıp veremediği var anlamış değilim. ne zaman peyda oluverseler, pat! amerika istila aldında... hayır zombi de olsa insan nihayetinde, hep aynı mekan hep aynı mekan, insan sıkılır...
neyse meselemiz o değil. aslında meselemiz tam olarak ne onu bilmemekle beraber, ilerde bir gün bu zombi denen yolsuzlar güzel istanbul'umuza turistik amaçlı bir seyahat yaparlarsa ve burayı istila etmeye kalkarlarsa ne yapacağız onu anlatacağım.
efendim bu mendeburların tam olarak ne olduğunu bilmek zor iş. iyisi mi siz önce bir zombi başlığını inceleyin. üşengeçseniz ben izah edeyim dilim döndüğünce.
şimdi bunların oluşmasının türlü yolları vardır.
1-) kimyasal deney.
2-) kendiliğinden oluşan bir virüs.
3-) dünya dışından gelen bir madde.
4-) yere düşürdüğü ekmeği öpüp, başına koyup, yüksek bir yere bırakmama.
bu ve bunun gibi sebeplerden ötürü, bu yaratıklar ölü oldukları halde ortalıkta dolaşmaya devam ediyorlar. kendilerinden olmayanı çok iyi ayırt ediyorlar ve onları hemen ısırıp zombi yapıyorlar ya da tümden afiyetle yiyorlar. aşırı derecede salak, çevik ve ahlaksız oluyorlar. bazıları çok hızlı hareket edebiliyorken bazıları yavaş bile gitse sizi yakalıyabiliyor. uyumuyorlar, bugda kalıyorlar. hele birde istikametlerinde kapalı bir kapı varsa tamam... sonsuz bir kısır döngü içinde ona kafa atıp duruyorlar!? teknik olarak ölü oldukları için onları öldürmek de saçma ve bir o kadar da zor oluyor.
burda kafama takılan bir nokta var arkadaş. lan bu yaratıklar öldükleri halde yaşamaya devam ediyorlar? e madem böyle bir lüksleri var, madem ölümsüzler, neden son insana kadar hepimiz zombi olup kurtulmuyoruz? neyse konudan sapmayalım.
1-) bulabildiğiniz en büyük ulaşım aracını bulun. otobüs şiddetle tavsiyemdir. zeytinburnu sanayii'de camlarına demir parmaklık, onüne damper yaptırın. bir de ilave benzin deposu koydurun. tekerlikleri bulabilirseniz dolma tekerlikle değiştirin ki patlayıp sizi zombi ordusunun arasında bırakmasın. arabadan aldıklarına konserve yiyecek muamelesi yapıyorlar benden söylemesi.
2-) arabanızı hazırladıktan sonra hemen bir markete gidin. erzak depolayın. bol bol çekirdek alın. çok vaktiniz olacak panzehir üretilene kadar.
3-) alışverişten hemen sonra, bir silah dükkanına (hani şu av malzemesi satanlar) uğrayın. ne kadar poppalı tüfek varsa alın. bu çok önemli. zombilerin karşı koyamadığı tek silah pompalı tüfek. öööyle gördük biz.
4-) yolda gördüğünüz herkesi arabaya almayın! sizi yem diye atar onlara haberiniz olmaz. tanıdığınız bildiğiniz insanları alın. neslin devamını düşünerek güzel kızları almanızda bir sakınca yok.
6-) tüm malzemeleri temin ettikten sonra artık savaşmaya hazırsınız demektir. onları öldürmenin birden fazla yolu var.
- ortadan ikiye ayırın. (dikine olması gerekmekte.)
- yakın.
- kafasını koparın. (şefin spesiyali)
- ezin.
dikkat edilmesi gereken hususlar:
- ısırılmayın.
- sevdiğiniz birisi zombi olunca "olsun beslerim ben bunu" demeyin. sıkın kafasına mundar olmuş o zaten.
- ekibiniz varsa, kalabalıksanız, kalabalık dolaşın! öyle "sen şuraya bak, ben buraya bakayım" falan demeyin! leblebi gibi ölüyorsunuz -aman zombi oluyorsunuz sonra!
tüm bu uyarıları dikkate alırsanız istila esnasında hayatta kalabilir ve olanları torunlarınıza anlatabilirsiniz.
baktınız bunlar çok geliyor. bi de b planı size müesseseden;
kalabalık bir taksi durağına gidin. "abi sizin duraktan birini araya almışlar dövüyorlar" diyin. tüm taksiciler ellerinde levyelerle (bkz: madde 5) olay yerine intikal edecek ve istilayı başlamadan bitiricektir.
günümüzün vakit öldüreçi facebook'da mutlaka bulunan tiplerdir. bazısı insanı sinir eder bazısı katil.
1-) sevgi böcükleri: bu tüpler genelde çiftlerdir. sevgilisiyle attıkları her adımı yazar gerekirse imkan dahilinde resimlerini facebook'a eklerler. hani onlardan mutluları yoktur facebook'ta... sinir olmanız için birebirlerdir. "sefqilimle kahvaltı keyfeee :^)" gibi durum güncellemerini gözünüze sokarlar...
2-) evde kalmışlar: ha bunlar da sürekli doğru erkeği/kadını tanımlayan paylaşımlar yaparlar. onlara göre doğru kişi milyonda bir bulunur. "kız dediğin istanbul gibi fethi zor fatihi tek olmalıdır." yada " erkek olmakla adam olmak arasında dağlarkadar fark vardır." ironik olan kısmı ise muhtemelen doğru diye tarif ettiklerinin tam zıttı ile evleneceklerdir.
3-) resmimi beğenir misin tayfası: aha işte sizi cinayete en çok yaklaştıran grup... malın önde gidenleri. "qanqa benim paylaştığım resmi begensee" derler. adamı ayar ederler. her türlü resim müzik durum güncellemelerini mesaj yoluyla zorla beğendirirler... bunların katli vacipdir...
4-) facebook safları: en çok acıdığım grup. "resime tıkla l ye bas bak neler oluyor!" dediğinizde ışık hızıyla resme tıklar ve l ye basarlar... her paylaşım için 1 beğeni için 0.50 bağış yaptıklarını sanarlar... gariplerimin zaman tüneli spamlarla doludur.
5-) anneler: bu konuda uzun uzadıya yorum yapmaya gerek yok. şahsen kendi annemden biliyorum ki facebook da ne kadar oyun varsa hepsini en az bir kere oynamışlardır. bazısında sizin erişmeye üşeneceğiniz dereceleri vardır. sürekli oyun isteği yollarlar, kazara can isteğini yollamazsanız terlik yemek kaçınılmazdır. bi de resimlerinizin altına "yakışıklı oğlum" ya da "güzel kızım" gibi yorumlar yazarak utansanız mı sevinseniz mi bilemeyeceğiniz duygulara sürüklerler sizi...
6-) facebook devir daim müdürleri: bak bu çok enteresan. herkesin profilinde mutlaka vardır bu tip. aylarca facebook'a girmezler. sonra bir girerler pir girerler... facebook'da geçirdiği vakit içeriside ne kadar video müzik resim yazı varsa hepsini ama hepsini paylaşırlar. yüzlerce grup ve sayfaya üyedirler. hepsinin paylaşımlarını kendi profilinde paylaşırlar. bir nevi facebook içeriğinin devir daimini sağlarlar. bu gün içerikler yayılıyorsa bu arkadaşlara borçluyuz...
7-) aktivite insanları: bu elemanların/kızların yapmadığı spor yok gibidir. tırmanma, eksrim, güreş, masa tenisi, kick boks... ayrıca dans; salsa, rumba, tango... hepsini yaparlar ve bunları sürekli paylaşırlar. ulan resimlere bakarken ben yoruluyorum hiç mi üşenmiyorsunuz?!
8-) siyaset bağımlıları: bu topa girmeyecem, politika sevmem, seveni de sevmem... akşama kadar o parti puşt, şu parti ibne.. sizin götünüz büyük muhabbeti yapar, adamı bezdirirler...
9-) gizemli kullanıcılar: bunlar hakkatten insanda merak uyandırır. ulan akşama kadar hergün, günlerce online olarak sitede gözükürler ancak bir kelime paylaşmazlar... ne yaparlar belli değil... lan n'apıyorsunuz merak ediyorum olm... hayır bişey yapmayacaksınız madem, neden giriyonuz lan siteye? kasıyo...
10-) facebook sevap toplama ekibi: ya tabi inançlarını sorgulamıyorum... çok da ezmeyecem mevzuyu da; bu arkadaşlar sürekli hadis ayet meali paylaşırlar. samimi olana lafım yok... ama bi tayfa var ki reel hayatta ne bok olduğunu bildiğimiz... işte onların sürekli bunları paylaşması bana bi garip geliyor.
11- ambalaj abiler ve ambalaj ablalar: bunların facebook profillerini aç sanırsın bill gates'in öz yeğeni! marka arabalarla verilmiş pozlar, pahalı mekanlarda yapılan check in ler efendime söyleyeyim sıtarbakıs bardakları hügo bos göynekler bilmem neler. marka marka marka. özetle bu. ama ambalajı açıncaaa.... lays... içi hava dolu....
oha lan ne kadar uzun olmuş... daha bi ton tip var da neyse şimdilik dağınık kalsın sonra toparlarız...
Her geçen gün artan ve günden güne şehirlerde daha çok görülen terör eylemlerinde sırandan vatandaşın hayatta kalmasını sağlayabilecek tavsiyeleri içeren rehberdir. Sözlük yazarlarının katkılarıyla büyür. Belli mi olur. Belki bir can kurtarır.
Öncelikle son zamanlarda yapılan saldırıları gruplandırmamız gerekir;
1-) Bombalı saldırılar
- Canlı bombalar
- Bomba yüklü araçlar
- Tuzaklamalar/zaman ayarlılar/ uzaktan kontrollüler (hani şu şüpheli paketler)
2-) Silahlı saldırılar
- Açık mekan
- Kapalı mekan
Öncelikle Bombalı saldırılar;
Canlı bombalar:
a-) Etrafınızda gördüğünüz şüpheli tipleri mutlaka kolluk kuvvetlerine haber verin! Ancak haber verirken şüphelinin dikkatini çekmeyin. eğer gerçekten bir canlı bomba ise eylem yeri ve zamanını umursamadan kendini patlatacaktır."ya adam masumsa!?" diyorsanız eğer. Bu ayıp değil! En kötü ihtimalle bi kimlik kontrolüyle serbest bırakırlar. ama haklıysanız sizinki de dahil bir çok can kurtarabilirsiniz.
b-) Canlı bombalı eylemlerin bazıları önce silahlı saldırı, ardından (yakalanmaya yakın) kendilerini imha şeklinde gerçekleşmiştir. Yani kargaşa esnasında yaralı ve hatta ölü bir terörist görürseniz sakın yaklaşmayın!
c-) Şu sıralar kış mevsimini yaşamaktayız ancak canlı bombalar üzerlerinde taşıdıkları "Bombalı Yelek"i saklamak için bir kaç kat fazladan giyinebiliyorlar. Bu durum ayırt etmek için size yardımcı olabilir.
d-) Bazı canlı bombalar eylemlerinden önce kısa bir bağırış bir konuşma son söz gibi şeyler söyleyip kendilerini öyle patlatıyorlar. işte tam bu esnada anlarsanız olabildiğince uzağa kaçın. Cam kenarı, Ahşap dekorasyon gibi siperlerden uzak durun. sadece başka çareniz yoksa kullanın. şarapneletkisini unutmayın! En ideal siperler bulabiliyorsanız çukurlardır. Kaldırım eşiği bile siper almak için idealdir. yere yüzükoyun uzanın ve başınızı ellerinizin arasına alıp koruyun.
e-) Canlı bombaların üzerlerinde taşıyabileceği patlayıcı taşıyabilecekleri ile sınırlıdır. bu yüzden belirli menzilin ötesine erişemezler. özetle mesafenizi koruduğunuz sürece, güvenli mesafede kaldığınız sürece hayatta kalma olasılığınız yükselir.
Bomba yüklü araçlar;
a-) Öncelikle bu araçları ayırt etmek bizim gibi istihbaratı olmayan siviller için çok zordur. Çok zayıf bir ihtimalle bir şüpheniz olursa; mesela semtinize ait olmayan bir araç dikkatinizi çekebilir. Karakol devlet dairesi askeriye gibi kritik noktalarda park halinde bir araç olabilir. kısacası şüpheniz olursa mutlaka kolluk kuvvetlerine haber verin!
b-) Eylemi gerçekleştirmeden önce kural ihlali yapmaları büyük olasılık. eğer aracınızda ilerlerken böyle bir şey dikkatinizi çekerse güvenli bir şekilde sağa yanaşıp saklanacak bir yer bulun arabada kalmayın. eğer yaya iseniz uzaklaşın.
Tuzaklamalar/zaman ayarlılar/ uzaktan kontrollüler (hani şu şüpheli paketler);
a-) Şüpheli gördüğünüz paketleri mutlaka ama mutlaka kolluk kuvvetlerine bildirin!
b-) Kesinlikle paketi açmayın! dokunmayın! yaklaşmayın! Bu oyuncak değil!
c) bir şüpheli paketi imha etmeye çalışan uzmanın etrafında toplanmayın! Uzaklaşın!
neden mi?
ca- paket gerçekten bomba olabilir.
cb- etrafta tuzaklanmış bir paket daha olabilir.
cc- uzmanın dikkatini dağıtabilirsiniz!
2-Silahlı Saldırılar
Açık mekan
a-) ilk fırsatta kolluk kuvvetlerine haber verin!
b-) Eğer saldırı açık mekanda gerçekleşiyorsa ilk silah sesini duyduğunuz anda hemen yere yatın. yerdeyken göz ucuyla etrafı izleyin ve ateşin geldiği yönü kestirmeye çalışın. eğer kestire bilirseniz en yakın siper niteliği taşıyan şeyin arkasına koşun. buna sıçramadenir. sipere karar verin ayağa kalkın ve sipere doğru koşun.koşarken sayın; bir bir, bin iki, bin üç, bin dört bin beş dediğiniz anda sipere varsanız da varmasanız da yere yatın. bir insanın siz koşarken size nişan alıp vurma süresi budur. bin altı da ölüsünüz. bin beşte yaşarsınız. yere yattınız. siperle aranızda kısa bir mesafe varsa eğer sürünün. mesafe uzunsa ilk fırsatta tekrar sıçrayın.
c-) Siper aldınız, eğer durduğunuz nokta yeterince güvenli ise sakın kımıldamayın. eğer süpheniz varsa sıçrama yaparak siperden sipere geriye doğru değil boş olan tarafa (sağa yada sola) doğru kaçın. saldırganın önüne durduğunuz sürece geri çekilmenin bir manası yoktur zira ellerindeki silahlar en iyi senaryoda ak-47 olacağından etkili menzili 400 metredir. geri çekilmek anlamsızdır. boş olan tarafa kaçmak, dağılmak, kalabalık grup olarak kalmamak en mantıklısıdır.
d-) Siper aldığınız cismin sağlamlığından emin olun. kullandıkları mermiler 7,62'lik mermiler ve tahrip olarak azımsanamazlar.
merminin delemeyeceği bir siper bulamıyorsanız saldırganın görüş alanından çıkmak için arkasına saklanacak bir şey bulabilirsiniz.
Kapalı mekan
a-) Kapalı mekanlarda çıkışa yakın yerlere oturmaya özen gösterin. Ve özellikle gittiğiniz mekanın yangın çıkışını (acil çıkışını) mutlaka önceden nerde olduğunu öğrenin.
b-) ilk silah sesini duyduğunuzda hemen siper alın.
c-) ilk fırsatta kolluk kuvvetlerini arayın!
d-) acil çıkışa ulaşmak için siperden sipere seri bir şekilde ilerleyin. etrafta panik olacak. bu gibi durumlarda soğuk kanlı düşünen ve hareket edenler kazanır.
e-) eğer bulabiliyorsanız ve güvende olacağınızdan eminseniz(!) mekanın temizlik odası, tuvalet, havalandırma boşluğu hatta varsa panik odası sığınak gibi yerlerine sığının! son silah sesini duyduğunuzdan emin olamadan sakın çıkmayın! kolluk kuvvetlerinden olduğuna emin olmadığınız kimseye kapıyı açmayın!
f-) kahramanlık yapmayın!
Saldırı sonrası yapılması gerekenler;
Saldırı şekli ne olursa olsun mutlaka kısa süreli bile olsa bir şok yaşayacaksınız. öncelikle nefesinizi toparlayın. sakinleşmeye çalışın.
- yaralanıp yaralanmadığınızı kontrol edin.
- yaralanma ihtimalinize karşı önceden mutlaka ilk yardım dersi alın! (bu bir tek terör olayları için değil. her durumda lazım olabilir)
- eğer yaralı değilseniz, etrafınızdaki yaralıları tespit edin, sayısını dikkatinizi çekiyorsa yaraların ciddiyet durumunu. ve hemen acil yardımı arayın. mekanın adresini net bir şekilde belirtin. yaralıların sayısını da. yaralanma şekillerini de.
Ne olursa olsun unutmayın;
- ateş edilirken kaçmak sizi hedef yapar. önce siper alın sonra siperden sipere sıçrayın!
- şüphelendiğiniz kişi, araç, paket ne varsa mutlaka kolluk kuvvetlerine haber verin!
- iç güdülerinize güvenin. unutmayın; binlerce yıldır iç güdülerimiz sayesinde hayatta kaldık. bir mekan, bir kişi sizi rahatsız ediyorsa huzursuzsanız uzaklaşın.
son sürat ilerleyen hayatın tam beşinci vitesdeyken birden geri vitese takmasıdır. şanzıman motor her şey dağılır elinizde direksiyonla kalakalırsınız.
hafta başı...
daha ilk iş günününde işe geç kaldım. patronum sinirden kıpkırmızı olmuş. yediğim kalay karşısındaki tek tavrım dişimi sıkmak. üstüne, artık cumartesileri de çalışacağımızı müjdeliyor patronum üstelik aynı maaşa hatta bir adım daha atıp eğer işe bir kez daha geç kalırsam tüm günümün ücretini maaşımdan keseceğini söylüyor. çenemi hissedemez hale geliyorum. toplantı masası önümde büyüyor.
sigara arası.
işyerindekiler benden nefret ediyor. tavırlarım agresifmiş. çok ukala ve bilmiş biriymişim. bana ait olmayan işler bir bir bana ihale ediliyor.
öğle yemeği...
telefonum çalıyor. arayan banka. abim çalışmadığı için ödemelerini aksattığım senetler için son ikazını yapıyor diyor ki telefonun ucundaki bayan; haciz işlemlerinden önceki son evredeyiz. tabi. son evredeyiz.
sigara arası.
üzerime gelen kapı duvar yetmezmiş gibi yoğunluktan tuvelete dahi gidemez olduğum halde müdürlerden birisi araya iş sokuyor çok acil! diyor. dikkatimi toplayıp çok acil olan o boş işi yapıyorum.
on dakika sonra diğer müdürüm bozuk atıyor. her fırsatta işi aksattığımı söylüyor. işi bölenin ben olmadığımı aslında diğer müdürün isteği olduğunu söylüyorum bu bir bahane değilmiş o zaman öğreniyorum.
akşam çıkışı.
yanlızlık. eve kadar müzik dinliyerek gidiyorum. arayacak kimsem yok. arkadaşlarımın hepsi evli-mutlu-çocuklu. kız arkadaş? hayır hayır... tanıdığım tüm kızlar da evli... ben? sap.
akşam yemeği.
güzel haberler gelmeye devam ediyor dayım son evre kanser. doktorlar az zamanı kaldığını söylüyor.
sigara molası.
hoşlandığım kızın facebook hesabına bakıyorum. ondan hoşlanmamın sebebi etrafımda kalan tek kız olması mı yoksa gerçekten hoşlanıyor olmam mı anlamaya çalışıyorum. anlayamıyorum. anlamadan da konuşmaya niyetim yok.
sigara molası.
yirmi senelik arkadaşımı facebooktan siliyorum. neden mi? beni görmezden geldiğinden...
hayalet gibi yaşıyorum.
aynı insanlar,
aynı sokaklar,
aynı güzergah,
aynı sohbetler,
aynı kederler,
aynı sahte kahkalar...
87 kilo 187 boyum var. karşımdaki hayat'ınsa 110 kilo ve 190 boyu var. durmadan karaciğerime yumruklar çıkartıyor. terden sırılsıklamım. ağzım burnum dağılmış halde. gonk sesini duymak için yalvarır vaziyetteyim. ve bir kroşe... iplere tutunuyorum...
işe geç kalıyorsan o metroyu asla yakalayamacaksın,
hayır o ceketin sana olan bedeni kalmadı,
evet şemsiyeni unuttuğun için yağmur yağacak,
mısır gevreği var ama süt yok,
sınavda kalemini kaybedeceksin,
beklediğin sıra tamamen yanlış,
eğer değilse bile sıra sana geldiğinde o gişe kapanacak,
tabi ki o da seni terk edecek,
ve emin ol geri dönmeyecek,
mutlaka buluşalım diyen arkadaşın bir dahaki sefere yolunu değiştirecek,
durum çok acil ama telefonun şarjı bitti,
uzun yola çıkacaksın ve kulaklıklarını kaybettin,
çikolata kabının içinde kızartma var,
en sevdiğin filmden bir kare gördün ama reklamlardan sonra birmiş olacak,
faldaki o "birisi" aslında telve,
kulak çınlaman birisi seni andığı için değil tansiyon probleminden,
gün gelecek en az bir konu için pişmanlık duyacaksın,
evet o lafı asla söylememeliydin,
kimse seni düşünmüyor sadece saat ve dakika aynı denk gelmiş,
güzel bişey olacak gibi hissediyorsun ya? şimdi geçecek merak etme...
haftabaşı...
daha ilk iş günününde işe geç kaldım. patronum sinirden kıpkırm.......
O, halkın adamı...
sith gibi sith...
millettin sithi!
galaktik imparatorluğun bekası için! join to dark side! https://galeri.uludagsozluk.com/r/675110/+
son dakika: 10 ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplam 2 oy alan darth vader önümüzdeki seçimlere kadar dünyayı havaya uçurmayı planlıyor... Rakipleri ned stark ve batman karşısında hezimete uğrayan darth ilk yaptığı açıklamada "pıhhh... pıhh... pıhh..." dedi...
bu zaten göze sokula sokula yapılmış bir alıntıdır. bir ayrıntı değildir. jedi silahı olan lightsaber ile geleneksel japon kılıcı olan katana şekil olarak birbirlerine çok benzemektedir. tıpkı katana gibi lightsaber'da prensip olarak bir kesme kılıcıdır. (lan manyak mısın tabi kesme kılıcı olacak! demeyin... kılıçların hepsi kesme kılıcı değildir. büyük kılıçların bazıları kesmeden ziyade kemik kırma, koparma ve parçalama gibi amaçlarla kullanılabilir. katana ise sadece kesme ve biçme işi yapar...) https://galeri.uludagsozluk.com/r/590921/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/590922/+
felsefeleri;
tıpkı samurailar gibi jedilar da iyi ve doğru olana hizmet etmeye baş koymuşlardır. sakinlik, durgunluk, gerekmedikçe can yakmama, durumu iyi değerlendirme, strateji inşaa etme samurailar gibi jediların da öğretileri arasındadır. ikisi de bir görev peşinde uzun seyahatler eder. ikisinde de usta ve öğrenci ilişkileri derindir. bilgi ve eğitim ikisinde de oldukça önemlidir.
tıpkı samurai olmak gbi jedi olmak da bir ayrıcalıktı. topluluk tarafından çok saygı duyuluyordu her iki gruba da.
tabi bazı noktalarda samurailar jedilar'dan ayrılır.
jedilar bir jedi konseyi aracılığıyla yönetime bağlıdır. bir aradadırlar.
samurailar ise kendi beyliklerine bağlılardır. devlet veya yönetimle özellikle son yıllarında barışık değillerdi.
jedilar yetenek ile seçilirdi.
samurailık ise tamamen soyla alakalı bir durumdu.
bir diğer ilginç anektod ise;
samurailer'den onurunu (kılıcını) satıp suikatstçilik/tetikçilik yapanlara (yani kötü taraf) ninja
jedilardan karanlık tarafı seçenlere ise sith denir. (daha doğrusu jedi'ın zıttına)
edit: bissürü şeyler ekledim... daha da eklerim...
sözlükte saçma sinir bozucu bir entry görürsünüz, sinirden elliniz ayağınız dolaşır aman buda'm bir insan bu kadar mı salak olabilir!?. yazarı eksileme isteğiyle değil öldürme isteğiyle basarsınız eksi butonuna! seri halde eksi verilemediğini bildiğiniz halde, ısrarla "öl ulan öl! öl!" diyerek mausun sağ kliğini kırmak suretiyle eksi butonuna defalarca basarsınız. aslında aldığınız haz; entry sahibinin kafasına çekiçle vurmaya eşdeğerdir...
olm valla bazen sinirden kendimi s...sevesim geliyor... tamam trolsünüz de kaliteli trol olun lan bari... bu ne lan!?
dört yaşımdayım, hayal meyal, kare kare resimler halinde hatırlıyorum annanemin beykoz'daki bir çıkmaz sokakta olan evini. pencereden görünen bahçesine marul, maydanoz ve domates ekerdi dedem. evin içi daima kısa maltepe ve anason kokardı. duvarı kaplayan vitrinde benim ve abimin fotoğrafları vardı çerçevelerde. apar topar gelmiştik zaten o gün. annem doğum yapacaktı ve babam amcamlarla kavgalı olduğundan bırakamazdı bizi başka bir yere. "siz burada bekleyin, biz size kardeş getircez." demişti. ilk hatırladığım koşuşum o zamandı işte. çıkmaz sokağın aşağısına babamın magirüsü park ettiği yere kadar koştum. görmediler beni arkalarından ağladım çocukluğumla...
sek sek ve top oynayarak geçen bir kaç gün içinde, tam da bizi bırakıp gittiklerini düşünürken sokağın aşağısından gelen minibüsün sesine koştum sonra...
yedi yaşımdayım, okula başlayalı bir kaç olmuştu. mahallede oynamaktan sıkılmış, sıkı arkadaşım mustafa'yla beraber okulun bahçesine gitmiştik basketbol oynamaya. okulun piçleri geliyordu uzaktan. aldırmadık. oynamaya devam ettik. ufacık boyuyla ağzındaki sigarayla "ver bakayım topu!" demişti. vermemiştik haliyle. kasılklarıma inan tekmanin acısıyla yerde kıvrandım. zırıl zırıl ağlıyordum. topu kaptırmanın ve canımın acısıyla ayağa kalkarkalkmaz koşmaya başladım. yeterince uzaklaşında bir küfür savurup tekrar koştum mahalleye kadar... ciğerlerimin yandığını hissettim.
on sekiz yaşımın ilk günlerindeyim. sıcak hava nefesini kurutuyor insanın. bakırköy'ün göbeğinde son bahçeli ev bizimkiydi. incir ağaçları, elma ağaçları, çeşit çeşit erik ağaçları... babamın bağırmasını duydum. siniri sesinden anlaşılıyordu. sonra küçük amcamın bağırışları ve üzerine eklenen büyük amcamın bağırışları... "gidin burdan! defolun!" diyordu babam. küçük amcam bizim orda olmamıza aldırmadan bağırıyordu babama... bir baba çocuğunun yanında azarlanmamalı... babam sinir krizi geçiriyor, sağa sola vuruyordu. sakinleşmek için kafasını soğuk suyun altına soktuğunda, havlu almak için yatak odasına koştum... sakin ol baba... değmez...
iki gün sonra laf anlamaz halam, babamın sinirinin geçmediğini bildiği halde kapımıza dayandı. babam bir sinir krizi daha geçirip en dış kapının camını kırdı. kırık cam kolunu baştan başa yardığında, oksijenli su ve gazlı bez almak için eczaneye koştum...
aylar sonra annem, ciğerparem, dayanamadı bu baskıya... hergün yaşanan sinir harbi bozmuştu asabını. bir akşam işten eve geldiğinde annemin akıl hastanesine yattığını öğrendim... ben babamı hiç böyle ağlarken görmemiştim. dağ gibi adam derlerdi ya hani... babamı da yanıma alıp hastaneye koştum hemen. evimiz yakındı. gecenin bi vakti ziyaretine gittik mütemadiyen... bir hafta sonra açık görüşte "içerde sigaraları tek tek veriyorlar oğlum" dediğinde, gözlerim dolu, boğazımda bir yumruk, sigara almaya koştum. babam, güzel insan, ona getirdiğimiz kıyafetlerin arasına dal dal saklamıştı sigaraları. annem nasıl da mutlu olmuştu...
sonra, ilaçla tedaviyi sürdürelim dediklerinde önce annemi almaya hastaneye, ardından ilaçlarını almaya eczaneye koştum...
sonra işe koştum aralıksız dört sene... baban çalışamaz, tedavi olmadan kalbi dayanmaz dediklerine...
ardından üniversiteye koştum. gecenin bir yarısı ev sahibi beni kirayı veremediğim için kapıya koyduğunda, velizlerimle beraber kar yığının içinde, ankesörlü telefona koştum. "üzülme oğlum, hepsi geçecek..." derken sesi titriyordu babamın "ayarlayıp hemen para yatırıyorum sana..." derken ağlıyordu adam... babam... paranın yattığını öğrenince bankamatiğe koştum. valizlerden daha ağırdı babamın ağlaması...
derken bir telefonla istanbul'a koştum bilecik'den... "baban..." dediler, "öldü..."
...
tabi arada peşinden koştuğum cins-i latifler de oldu... onların da peşinden koştuğum oldu...
iş peşinde koştuğum oldu...
yirmi yedi senelik hayatım boyunca hep koştum... nefesim kalmadı artık... ama biliyorum ki eğer durursam, benim gibi koşan herkes, üzerime basıp geçecek.
koşmaya takatim yok, durmaya cesaretim... yavaşladıkça dürtüyor zaman elinde ki mızrakla...
V-22 Osprey, müşterek kullanımlı, çok görevli askeri rotor döndüren (tiltrotor) hava aracı. Helikopter ile uçak arasında bir geçiş formuna sahiptir. Dikey (VTOL) ve kısa (STOL) kakış yeteneği vardır. Konvansiyonel helikopterlere uygun görevleri turboprop uçaklardaki gibi daha uzun menzil ve yüksek hızlı seyirle gerçekleştirmek için tasarlanmıştır. Bell Helicopter Textron tarafından, Boeing Helicopters partnerliğinde geliştirilmiştir. En büyük kullanıcıları kullanıcıları ABD Deniz Piyadeler ve ABD Hava Kuvvetleri'dir. *
Ayrıca Call of duty modern warfare 3 de kullanması en keyifli killstreak budur. osprey gunner ( yani osprey nişancısı) olursunuz. bi bu bi ac 130 gunship zaten... haritayı komple temizleyebilirsiniz...
sony'nin playstation 4 ile beraber piyasaya süreceği yeni move eye'ın ne işe yaradığını anlamamızı sağlayan zımbırtasyon.
move eye sayesinde kendinizi televizyonun içinde görüyorsunuz etrafınızı uçan kaçan robotlar falan sarıyor. bi nevi xbox'ın kinect'i gibin bişey olmuş, geç olmuş ama hoş olmuş...
300 filminin devamı niteliğinde olduğunu tahmin ettiğim 2013 yılının ortalarında vizyona girmesi beklenilen film. 300 filminden bir çok oyuncuyu bünyesinde barındırıyor. henüz ön-prodüksiyon aşamasındadır. resmen ilan edilmemiştir.
tadında bıraksalar iyiydi... senaryo sıkıntısı çekiyorlar diye, çekilen her film seri oluyor artık holivud'da... halbuki finali zaten yeterince destansıydı...
edit:
gösterim tarihi 03.07.2014 olarak yazıyor ilk fragmanında...