hristiyanlığın üzerinde hala tartıştığı bir söz. güya isa çarmıha gerildiğinde bu lafı söylemiş. "tanrım, tanrım, beni neden bıraktın" gibi bir anlamı var. burada bir sürü tartışma çıkıyor, isa tanrı'ysa neden "tanrım" gibi bir kelime kullanıyor diye soranlardan tutun da aslında böyle bir laf söylemediğine kadar. isa'nın tanrının oğlu olduğu inancına binaen, ihsan oktay isimli fırlama bu lafı kendi dünyasında şu hale getirmiş; "ah beybaba! ah be babalık! niye çamura yattın?". süper değildir de nedir?
hemmen alakalı bakınızlar;
(bkz: ihsan oktay anar)
(bkz: suskunlar)
(bkz: batın) ve (bkz: zahir)
istanbul üniversitesi'nde eski edebiyat profesörü bir zat. eski edebiyatı çok sever ve çok da iyi anlatır. ama bir türlü kurtulamadığı tanınma-takdir edilme kompleksleri yüzünden muteber bir hoca olamamıştır. nef'i ve fuzuli anlatırken kendinden geçer, eyvallah, ama gider olabilecek en fuzuli ve seviyesiz televizyon programlarına da kendini meze eder.
az önce kendisiyle ilgili bir tanım buldum ki, fantastik oldu. mikrofonum hıyar diyene tuzla koşar.
Şöyle bir bakayım, ne olmuş ne gitmiş diye düşünüp, entrikalar, fırtınalar, dedikodular, özel mesaj yoluyla falanlar filanlar görünce aklıma gelen fikir. Şimdi ben gerçek hayatımda pek öyle fırtınalı bir şeyler yaşayan biri değilim. Tabii arada bir arkadaşlarımla, o an orada olmayan bazı arkadaşlarımı çekiştiriyor, "yea bırak şerefsizin önde gideni işte, konuşmaya değmez bi sigara bağlasana hacı" diyorum ama yetmiyor. Bilgisayar başındayken de heyecanlı dakikalar yaşamak, dedikodulara dahil olmak istiyorum. Arkamdan konuşulsun, sonra bu benim kulağıma gelsin, gidip arkamdan konuşanların nick altlarına bu yaptıkları seviyesizlikle ilgili ayar vereyim filan. Ne güzel hayat yaa:((
Şimdi efendim, öncelikle belirtmek gerekir ki ben bu Hermann abiye pek ısınamadım. Aslında dili iyiydi, çeviren arkadaş da fena çevirmemiş gibi, romancılık tekniği olarak da usta bir adam olduğu kesin. Fakat, olmayınca olmuyor işte. Belki, "kendini tanı" zırvasından iyice sıkıldıktan sonra okumasam severim Hesse'yi, ne diyelim mukadderat.
Bu roman ve romanı yaşantısına katan insanlarda gördüğüm bir yanlışla ilgili iki kelam etmek niyetindeyim. Bozkırkurdu, aynı Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ında olduğu gibi, yanlış anlaşılıyor. Belki doğru anlaşılıyor ama yanlış içselleştiriliyor. Bu iki kitabı okuyup, hemen kendini bir tutunamayan ya da bozkırkurdu ilan etmek, bir okurun içine düşebileceği en büyük hatadır (Bundan bir şekilde imaj beklentisi olanlara zaten girmiyorum, evet kalabalıkların içinde yalnızsınız ve tutunamıyorsunuz, hadi asi marjinal gençlik olun). Bu iki romanda da yazarlar, çağın insanını anlatmışlardır. Yalnızlaşma, okurun (çoğu zaman) kendine yakıştırdığı öznel bir yıkım süreci değil, toplumu etkisi altına almış bir "çağ hastalığı"dır. Tutunamama, toplumun düşünen kesiminin tamamının hastalığıdır. Yazarlar, bu iki kitapta da yalnızca genel bir hastalığı teşhis eder. Rica edicem kendinize pay çıkarmayın, çünkü okuyan herkes aynı payı çıkarıyor zaten.
Herkes evinin önünü süpürse, on numara memleket oluruz valla.
Edit: ilk entry'miş bu. Tanım da yapalım; Hermann Hesse'nin en bilinen ve yanlış anlaşılan romanı. Fena değildir.
sekiz askerinin kaçırılmasını pkk'nın sitesinden öğrenmiş bir ülke için çok da önemli değildir. ama bu zamanda hala sansürle bir şeylerin öğrenilmesini engellemeye çalışıldığını görmek çok şaşırtıcıdır. şey de yapıyor bu sansür işlerini, myanmar, birmanya işte yav. şu güneydoğu asya'daki diktatörlük.
vietnam'a vj olarak gönderilan monica bellucci, televizyon izlenebilen telefonlara yayınlar yaparak gece programı sunmaktadır. tüm seksapelini sergileyen monica geceleri erotik erotik takılmakta, kah askerlerden gelen şiirleri şuh sesiyle okumakta kah turn the page'in klibini erotik bir edayla sunmaktadır. askerlerin takatten düştüğü ve zaiyatın arttığı görülünce vietnam'dan uzaklaştırılır. good morning vietnam'ın gölgesinde kalmış bir filmdir.
dizginlenemeyen yazma isteği, kandaki alkol oranı ve klozet üzerine entry.
neyin üzerine olduğu pek önemli olmamakla birlikte gereksiz entry gereksizdir. kandaki alkol, hepinizin yanlış bildiği gibi, kanı seyreltmez. yani aslında alkol kanda değildir. alkol, damarları gevşetir ve kanın daha hızlı akmasını sağlar. yani kandaki alkol oranı diye bir şey yoktur. (bak bir doktor falan gelip de yok o öyle diil demesin, buldururum lan sizi, dövdürürüm, köpeklerimi üstünüze salar, lazer tabancamla kafanızı patlatırım. kaybolun lan gözümün önünden!!!)
alkol, alırken güzel, kusarken çok kötü bir nanedir. nane likörü hepten beter bir şeydir ve içtikçe insanı hayattan soğutur. öyle acı bir şey ki, isot'un üzerine jalapeno biberi koyduğunuzu düşünün işte. ya da düşünmeyin, yazın. dizginlemeyin kendinizi olum, bir kere geliyoruz hayata ve sana. şarkı vardı böyle bir tane.
uludağ sözlük yazarlarının %90'ının bildiğinin aksine ayrı yazılır. kendinden önceki kelimeyle birleşik yazılmaz, adı üstünden kendinden önceki kelime. ses olaylarından etkilenmez. yani, "ev de yıkıldı ağaç ta" denmez, "ev de yıkıldı ağaç da" denir. hele hele "ev de yıkıldı ağaçta" hiç denmez.
arwen'in atası, luthien'in anası pek muhterem maia ablamız. lorien'de yaşarken sık sık orta dünya'ya seyatah eden melian bir gün thingol'le karşılaştı ve orta dünya'da kaldı. doriath'ı kendilerine yurt seçen çift, evlendiler ve sindarin'in kral ve kraliçesi oldular. tanırlarla hasbıhal etmiş, valar'ı sesinin güzelliğine hayran bırakmış olan melian, tanrısal gücüyle doriath'ın etrafını görünmez bir kalkanla sardı ve ülkenin sınırları korunmuş oldu. bu kalkana melian kuşağı denir. orta dünya'nın en güzel kadınları olan arwen ve luthien genlerini işte bu güzel abladan almışlardır.
kocası thingol ölünce valinor'a geçmiş ve bir daha da orta dünya'ya dönmemiştir.
anam anam. bomboş kalmış başlık. uludağ sözlük ve benim için utan verici bir an yaşıyoruz efendim.
tinùviel, gri elf dilinde bülbül demektir ve eru iluvatar'ın çocukları içinde en güzelidir. asıl adı luthien'dir. beren, şarkılar söylerken gördüğü luthien'e tinùviel ismini takmıştır. bundan sonra da luthien'in adı luthien tinùviel olarak geçmiştir.
alın lan size bir de kıyak. manitanız olduğunda 150 bin euro borcu da kabul edeceğinizi tahmin ettiğim dişi kişi;
http://my_magic.w.interia.pl/luthien1.jpg
bak şurdaki zerafete bak; http://home.agh.edu.pl/~e...nn/luthien%20tinuviel.jpg
ermenice. yavaş yavaş
12 ermeni ve 12 türk gencinin antakya'da beraber 10 gün geçirmesi üzerine düzenlenmiş etkinlik. birbirleriyle ilgili önyargılarla dolu gençleri kaynaştırma işini, türkiye'yi bölmekten başka derdi olmayan helsinki yurttaşlar derneği ayarlamış. beyinleri, her iki ülkenin resmi ideoloji saçmalıklarıyla dolu gençler açısından çok aydınlatıcı olmuştur eminim ki. etkinlğin adı yavaş gamats da olabilir. tam emin değilim.
türkiye'yi bölmek için uğraşan diğer bir organ olan bianet'te şöyle tanıtılmış mevzu, dilerseniz oturma odasına geçelim, üstünüze rahat bir şeyler alın; http://www.bianet.org/bia...gamats-gamats-yavas-yavas
ilk görüşte masumane bir batak tabiri gibi duran laf. halbuki bu cümle bir kahvehanede, aynı zamanda hem batak oynayan hem de pasaparolayı izleyen bir abinin dansçı kızlardan biriyle ilgili yorumudur. hey allah'ım neler oluyor, rölativite nerelere kadar nüfuz ediyor! allah sonumuzu hayır etsin.
bir çeşit dil sürçmesi. ama kuralları var. yani her dil sürçmesi bu guruba girmiyor. mesela "oo hasan abi naber" diyecekken "oo hasan götünü skiim" derseniz o spoonerism olmaz, freudien slip* olur ki konumuzla hiçbir ilgisi yok.
spoonerism ise hepimizin yaptığı, iki kelimenin harflerini biribirine karıştırma durumudur. şöyle;
kaçın sakırmayın. (sakın kaçırmayın)
tarık şara. (şarık tara)...
hani, fındık kırarsınız, sonra elinize alıp kabuğunu soyarsınız da çöpe kabuk yerine yenecek kısmı atarsınız ya, işte öyle bir şey.
efendim kendisi kötülerden kötü bir eski çağ örümceğidir. melkor'la birlikte hareket etmiş ve ak telperion ile altın laurelin'inin özünü emmiş, o ağaçları kurutmuştur. bu, orta dünya'ya yapılabilecek en büyük kötülüktür. melkor'un hizmetçisi sayılabilecek bu vala, ağaçların özünü emdikten sonra öyle bir şekil almıştır ki artık karanlığın efendisi melkor bile kendisine bakmaya cüret edememiştir. daha sonra silmarilleri istediği morgoth* tarafından balrog'ların önüne atılmış ve doriaht sınırlarına sürgün edilmiştir. y.e filminde gördüğümüz shelob'un anasıdır. anasına bak kızını al lafı burada da yerini buluyor. şerefsizler.
strider kelimesinin sindarin dilindeki karşılığı. böyle söyleyince anlaşılmadı tabii, dur açayım. aragorn'a bree civarında strider yani uzun adımlarla yürüyen deniyordu. aragorn yüzük savaşından sağ salim çıkıp krallığının başına geçtiğinde, kendine soyad olarak telcontar'ı seçmiştir. elessar telcontar'dır artık adı.
30 yıl önce fikirtepe'den arazi satın almak neyse bu da odur. o zaman dedeme demişler, al burdan iki-üç parsel demişler. zengin olursun demişler. şimdi kafasını taşlara vuruyor. bak, ben de size diyorum. andromeda galaksisinden ufak tefek de olsa bir yıldız, olmadı gezegen o da olmadı uydu muydu bişe alın. sonra kafanızı taşlara vurmayın.
çin porseleninden yapılan eşyalar demektir. tahmin edebileceğiniz gibi, eskinin prestijli mallarından biridir. geçer bazı kitaplarda, sonra ağlamayın bu ne diye.
"provokasyondan başka amacı olmayan, düşünce açıklamaktan ziyade tepki çekmeyi amaçlayan insanların ekmeğine yağ sürme" anlamında ingilizce söz. sözlükler çıkmazdan, insanlar kavramlardan çok insanlarla ilgili saçma fikirlerini başlık adı altında ortaya dökmezden önce, yaban ellerde de bu tip insanlar varmış ki bu kavram çıkmış ortaya. uludağsözlük'teki başlıkların yarısının altına bakınız olarak verilse yeridir.
birinci dünya savaşı ve ikinci dünya savaşı sırasında çekilen kıtlıkları yaşamış, hemen her yaşlının düsturudur efendim. kıtlık döneminde çocukluk ve gençlik yaşamış insanların kişilikleri de o şartlar altında oluşuyor tabii. misal, benim babaannem de ne zaman "cips alcaz para ver" desek, oturur bize patates kızartırdı. gene parayı da verirdi ama "arkadaşlarınız bişe alır, siz sakın mahçup kalmayın" diye. güzel insanlar o güzel atlarına binip gittiler efenim, artık yok öyleleri.
şu sözlüğe çok fazla katkı sağlayacağını düşündüğüm insan gruplandırması. isteyen gelsin, "aa benim lan bu" bakınızını versin kurtulalım arkadaş.
sol frame'den gün boyunca cinsellikle uzaktan alakalı, yakından alakalı onlarca başlık geçiyor. ben, ne zaman tüm cesaretimle bu başlıklardan birine tıklasam karşıma kesinlikle şöyle cümleler çıkıyor;
"tam abazanların yapacağı iş"
"memleket abazan kaynıyor"
"heh, bunlar da abazanların eğlenceleri azizim"
yav kardeşim tamam, sen abazan değilsin. hayatın boyunca hiç abazan kalmadın. tüm cinsel komplekslerini aşmış, kadınların poposuna bakmaz, göğüs çatalına zinhar bakmaz, asla kadınları rahatsız etmez, otuzbir çekmez, mükemmel bir insansın anladık. bu nasıl bir kendini var etme çabasıdır arkadaş, her başlığa gidip "bu abazanların haline acıyorum" havaları. aha bak, başlık burda, ver kardeşim nickini bakınız olarak, bir hatun kişisi senin yazdıklarından çok etkilendi, seninle seviyeli bir dostluk kurmak mı istedi gelsin baksın bu başlığa. "aaa alpertanga* abazan diilmiş" desin, mutlu bir geleceğe yelken açın. neymiş be arkadaş.
bir dönem yalçın küçük'ün kullandığı mahlas. yusuf'u jozef, çelik'i de aslen çelik adam anlamına gelen stalin olarak düşününce iş ortaya çıkıyor. resmen sabataycılık.
islam inancına göre allah, adem'i topraktan yarattıktan sonra, ona ruhunun bir parçasını üflemiştir. adem de bundan sonra hayat bulur zaten. işte allah, adem'e ruhunu, adem'in burnundan üflemiştir.
sanırım bu atasözü de, şeytan'ın emrine girmiş, şeytan'ın ruhunu taşıyan kimse anlamına geliyor. gülmek ve şeytan arasındaki kurulan bu bağlantı üzerinden toplumsal çıkarımlar yapılabilir ama nerde bende o birikim? nerde o erkek?