antalya sıcağında göt kadar klimanın altında 1.85lik bir adamın sığmasının mümkün olmadığı ilkokul sıralarında girdiğim sınav. bir de atatürk köşesi yapmışlar, hüzünlendim valla mini mini birler sizi.
akpnin kendi deyimiyle ustalık döneminin ilk icraatı, belli ki iş güvencesi açısından işçi sınıfının pratikteki en önemli mevziine göz dikmek, kıdem tazminatını kaldırmaya girişmek olacak.
bu hakkın kaybedilmesi, türkiye burjuvazisinin on yıllardır süren bir hayalinin gerçekleşmesi, omzundan büyük bir yükün kalkması anlamına geliyor. peki işçi sınıfının örgütleri olarak sendikalar, konfederasyonlar bu saldırıyı göğüslemeye, sadece göğüslemek de yetmez püskürtmeye hazır mı?
akpnin işçi bürosu gibi çalışan hak-i̇şi bir kenara bırakırsak, türk-i̇ş ve di̇sk için de bunu söylemek mümkün değil. hükümetin nabız yoklama ve ısındırma hamlelerinin ardından hızlı bir taarruz sürecinin başlayacağı şimdiden belli olduğu halde, henüz her iki konfederasyon cephesinde de ciddi bir hazırlık başlamış değil. daha da kötüsü, türk-i̇ş, örgütlü olduğu işyerlerindeki işçileri mücadeleye çağırmak yerine yatıştırmaya çalışıyor. 15 temmuzda türk-i̇ş genel merkezinde düzenlenen basın toplantısında mustafa kumlu, işçilere kıdem tazminatı kalkacak diye paniğe kapılmayın diyerek bu hakkın gasp edilmesine izin vermeyeceklerini söyledi. i̇şçiler mücadeleye atılmadan, evlerinde otururken konfederasyon yöneticilerinin bugüne kadar savunabildikleri bir mevzi oldu da, biz bilmiyoruz herhalde. kumludan öğrenmek lazım!
kumlunun hesabı farklı tabii. kıdem tazminatı bugün öyle bir noktada ki, işçi sınıfının sınırlı bir kesiminin bile bu saldırının içeriğinin farkına varması, çığ etkisi ile büyüme potansiyeli taşıyan, sendika bürokrasisinin dizginleyemeyeceği bir mücadelenin fitilini ateşleyebilir. bu nedenle türk-i̇ş yönetimi başından itibaren mümkün olduğu kadar kendi kontrolünden çıkmayacak biçimde süreci yönetme, yasak savma şeklindeki eylemlerle geçiştirme eğiliminde olacağının sinyallerini veriyor.
di̇sk ise özellikle tarihsel olarak kıdem tazminatı mücadelesinin merkezinde yer alan bir konfederasyon olarak o dönemin hakkını veren bir noktada değil. kıdem tazminatının, bugün özellikle kriz dönemlerinde toplu işten çıkarmaları ciddi bir maliyet haline getirerek fiilen işçilere iş güvencesi sağladığı gerçeğini görmezden geliyor. meseleyi anti-demokratik çalışma yasalarına karşı olma gibi sınıfsal temelden yoksun bir bakış açısıyla değerlendiriyor.
hükümetin sendika istatistiklerini açıklama kozu, en çok 70li yıllara oranla gücü kat be kat zayıflamış olan di̇ski etkileyecektir. i̇statistiklerin açıklanması, işkolu barajı üzerinden sadece yetkinin kaybedilmesi değil, sendikaların tepesine çöreklenen bürokrasi açısından elde ettikleri avantajları da kaybetmesi anlamına gelecektir. türk-i̇şe bağlı birçok sendikanın da benzer bir duruma düşmesi söz konusu olabilir. dolayısıyla hükümetin kıdem tazminatına direnenlere karşı bu kozu oynama ihtimali var.
buraya kadar çizdiğimiz tablo karamsar görünse de aslında değil. çünkü işçi sınıfı saflarında işyerlerinden başlayarak sınırlı da olsa bir hareketlilik var. bir dizi işkolunda, çeşitli yerlerde direnişler devam ediyor. i̇şçiler sendikal haklarına sahip çıkmak için mücadele ediyor. bazı sendikalar, konfederasyonlarını önümüzdeki dönemde daha fazla zorlayacaklarını, konfederasyon ayrımı gözetmeksizin işçi sınıfının dayanışması ve birlikte mücadelesi için çalışacaklarını gösteren adımlar atıyorlar. bu adımların yarıda kalmaması için, mücadele çağrısı yapan sendikaların bir an bile kaybetmeden işyerlerinden başlayarak bu mücadeleyi örmeye girişmesi ve tüm güçlerini seferber etmesi gerekir. konfederasyon yönetimlerini köşeye sıkıştırmak, geri adım atılmasının önüne geçmek ancak o zaman mümkün olacaktır.
di̇sk, konuyla ilgili olarak türk-i̇ş ile aynı gün gerçekleştirdiği basın toplantısında i̇şçi sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek kazandığı hakların elinden alınmasına asla göz yummayacağız. bu uğurda mücadele etmeyenleri de tarih önünde sorumluluklarıyla baş başa bırakacağız. şeklinde açıklama yapmıştı. di̇ske bağı işçiler bu sözlerin takipçisi olmalı, di̇sk yönetiminin mücadeleden geri durduğu bir an bile olsa onları sadece tarih önünde sorumluluklarıyla baş başa bırakmamalı, hesabını sormalıdır. türk-i̇şteki işçilere ise tekel mücadelesinin dersleri yeter.
ve gelelim keske. bugün kıdem tazminatı saldırısının kamu emekçileri üzerinde bir etkisi olmayabilir. ama bu mevzi kaybedilirse, bütün işçi sınıfı kaybetmiş olacak. yarın sıra kamu emekçilerinin iş güvencesine gelecek. kesk üyesi emekçilerin özellikle polis barikatlarının önünde sıklıkla attıkları bir slogan vardır: biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz? bugün kesk, kıdem tazminatı saldırısına karşı mücadelede var gücüyle yer almazsa, yarının işçilerinin tümüyle güvencesiz çalışması sorumluluğunun yükünü omuzlarında taşır.
o halde gün, kamu emekçisiyle özel sektör işçisiyle, ev kadınıyla emeklisiyle, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle bütün işçi sınıfının seferberlik günüdür. yeni kazanımlar elde etmek için son mevzii savunmak, örgütlülüğü arttırmaktan başk
o değilde iranlı bir iktisat öğrencisinin akdeniz üniversitesinde sanırım idt dersinde, hocanın iranın neresindensin sorusuna kürdüstan diye cevap vermesi aklıma geldi. çocuğa herkes "ööö biz öle demiyoruz aslında" mealinde bakışları sonunda çocuk ne yaptığının farkına vardı. işte böyle değiştirsek değiştirmesek de ahanda biri gelir, irandan, suriyeden, ıraktan, bütün anfiyi göt eder basar gider.
gençlik ya da lise yıllarında muhtemelen iron maiden gibisinden metalcilerin tişörtlerinin başına gelen vuku. yıllarca him'li, metallica'lı tişörtler giyilir. bazıları abartır üniversite yıllardında giyer. ancak işe girip büyüdüğünü ve babanın sana para yollamadığını fark ettiğin an, en sevdiğin metal tişörtleri sadece yatmak için kullanılan kıyafetlere dönmüştür.
çamur değil, taş atıyoruz. hopa'yı sindirseniz iyi olur. Polisiniz elinde son model silahlar varken, bizden size çamur atma inceliği beklemeyin. zira taş da yetmiyor artık. bak Metin lokumcu hocaya onu da öldürdünüz.
ee peki taş atanların hepsi ölüme mü mahkum olmak zorunda. bir gerizekalı böyle düşünebilir. ancak az çok akp, mhp, chp diyebilen, hopa'nın nerede olduğunu tahmin edebilen birisi ortalama bir zekadadır. Demek ki sorun zekada değilmiş. bir de sülalenin zekasına bakmak gerek, faşizm genleri oradan gelmiş te olabilir.
Dilşat Aktaş: Bir insanımız öldürülecek ve biz de bunu basite alıcaz!
Bunu bekliyordu, AKP yardakçıları, liberaller, aman olay çıkmasıncılar. Metin Lokumcu Hocanın öldürülmesinden sonra Ankara'daki eylemde panzerin üstüne çıkan Dilşat Aktaş'a kızmayın. Kızacaksanız o eylemde panzere çıkmayan oradaki yüzlerce insandan hesap sorun. Katillerin ensenine yapışmayan tırnak içindeki devrimcilerden hesap sorun. Bir insanın öldürülmesine bu kadar gaddar ve hayasızca cevap veren kendini insan zanneden RTE'nin yakasında yapışmayanlara kızın.
Ee peki, 6 ay işgöremez raporu almış, kaburgaları kırılmış bunu tabi de kınıyoruz kuzum. Ama kaşınmış kızcağız, polise el kalkar mı öyle? Anarşikliğin luzumu var mı şimdi? diye savunma mekanizması getirenlere karşı ne demeli? Herkesi ikna edeceğiz diye birşey yok. Ancak istanbul'da hemen hemen her gün rutinleşen GBT kontrolleri hiç mi rahatsız etmiyor sizi? En sikindirik bir basın açıklamasına polisin saldırması, ardından Zaman'ı, Yeni şafak'ı bilumum gazetesinin attığı "karıştırdılar", "dün şurda, bugün burda aynı kişiler provokasyon peşinde", "dün bilmem nerde eyleme yapanların ETÖ ile ilgisi!" gibi götümle güleceğim manşetlerin, haberlerin varlığı sizi hiç mi rahatsız etmiyor?
Bağımsızlar ve CHP ile uyumlu çıktığım anket. Anket yaptırarak onun sonuçlarına göre bilimsel makaleler yazabilen akademisyenlerin olduğu bir ülkede, yönlendirici cümleleri oylayarak chp'ye uyumlu çıkmam ilginç olmasa gerek.
Bir de bu sonuçlardan heralde solcu olduğum çıkıyor. CHP'nin zerre kadar solla bir alakası yokken (örn. ATO başkanı kapitalist işçi düşmanı Sinan Aygün'ü aday göstermesi ve onlarca neden) anketçinin siyaseti, grupları nasıl tanımladığı ve bakış açısına göre solcu çıkıyorum. Hem de CHP solcusu.
Kesin o kürtaj muhabbetinden.
bbc türkçe servisinin haber programlarını sunan bir beden büyük sunucu. mimik ve sunuş tarzından "bbc türkçe yetmez english'e atlarım" havasında olduğunu anlıyorum. banu güven'e yazılan methiyelerin ona da yazılması umuduyla...
işsizlik ile ilgili bir konferansta tanıdığım marksist yorumlar yapan ama asla Marksist olmayan akademisyen. işsizlik ile teknoloji, makineleşme arasındaki tezatlığı açıkladıktan sonra küçük emrah'tan "hey hey hey taksi" şarkısını sunumunda çaldıran bünyedir.
hes'ler ile ilgili uzun uzun uzadıya sohbetten sonra uzun saçlı solcu bir gencin "peki hocam ne yapmalıyız?" sorusuna valla ben bilemem cevabıyla... evet gerçekten bu adam bir akademisyen dedirtmiştir.