kunduram su aldı da yürüyemiyom
diyorlar yar senden vazgeçmiş inanmıyom
içime korku düştü derdimi dökemiyom
kunduranı yama, dertlerini yama
ne şan şöhret isterim
ne servette aklım kalır
sen gidersin can gider, gerisi burda kalır
parası da pulu da yerin dibine batsın
sen bana ben sana hasret mi öleceğiz?
düşümde seni gördüm
uzanmış yatıyordun
bal dudaktan öptüm
sandukamda potur var, göynek var giyemiyom
menzilim uzaktır yanına varamıyom
dertlerin birini saysam birini sayamıyom
bir sevda türküsü tutturdum da gidiyom
düşümde seni gördüm
ayazda yatıyordun
koştum üstünü örttüm.
zembilimde katık var ekmek var yiyemiyom
lokmalar dizilmiş boğazıma yutamıyom
yıldızları görsem, denizi göremiyom
bir özgürlük çayına hasret mi öleceğiz?
düşümde seni gördüm
için için ağlıyordun
al yanaktan öptüm....
ah,
koruyabilseydim böylesi zamanlar için eşkıyalığımı,
çapraz fişekliklere mermi diye sürerdim yalnızlığımı.
sonra da bir dağ başının pusatında,
sisin gümüşten yatağına çekerdim geri kalanımı.
meğer teslim etmişim dürbünlerin uzağı yüreğimi,
iki çıplak silah gibi üzerime çevrilen,
bakışını ağzına sürmüş gözlerine.
şimdi böyle çaresiz,
lal,
bilmediğim bir dille
nasıl konuşur, nasıl korurum kendimi?
yolu yok, serde eşkıyalık var
gelir en yanında kendimi öldürtürüm…
deli gönül, ahmak gönül,
bıkmadın mı boşluktan?
o yar seni terk eyledi
uyan deli gönül uyan.
seni seven terk eyledi,
nedir kapanmayan yaran?
umut bazen işkencedir,
bitmeyen zalim gecedir
yüz çevirmek, "bitti" demek
bilemezsin yar, nicedir.
"bitti" deyip çekip gitmek
bilemezsin ne acıdır.
susuz güllerin kederiyim bu gece
o kadar!
gerisi masal,
gerisi leyl-i lal..
dikenleri budanan güllerin kederi..
görecek günlerin mi var,
ömür dediğin kaç bahar?
her hayat özgünün sayar,
uyan deli gönül uyan.
her hayat özgünün yaşar,
nedir kapanmayan yaran?..
şiracinin şahidi, bozaci birleşmis milletler'in yargi organı olan divan.
merkezi hollanda'nın lahey kentindedir, ki zaten birlesmis milletler tarafindan bariş icin yollanan hollandali askerler elleriyle teslim etmemis miydi srebrenitza halkini sirp kan emicilere? sonra da kanli madalyalar almislardi hani?
simdi de bir soykirimi, bir tarihi yok sayarak; bosna'nin, tecavüze ugrayan, cocuklari erkekleri öldürülen kadinlarinin, ve bütün insanligin gözlerinin icine bakarak diyorlar ki; srebrenitza'da katliam olmamis.
srebrenitza katliami'ni yok saymasiyla ne menem bir halt oldugunu, kimin cikarlarina hizmet ettigini ispatlamis divan. daha 10 yil önce bosnaklari sirplara peskes ceken sanki bu ve benzerleri degilmis gibi kapilarina dayanip, bir sans daha verip, bütün bagislayiciligimizla adalet dileniyoruz..
sonuc; serefsiz kararlar, salyali, insan kani soslu adalet kitaplari..
evet ermeni soykirimi vardir, srebrenitza soykirimi yoktur.
adalet böyle bir sey midir ulan??? taraf mi tutar???
ışığın sustuğu yerde gülüşlerin aydınlatır
payımıza düşen keder sevinçlerimizden kalır oy
bir daracık yerde kaldım sensiz dağlarım devrilir
uçarken yollarda ölen kuşların çığlığı kalır oy gitme dağlar öksüz kalır, gitme yıldızlar azalır gitme bu şarkı yarım kalır, gitme gitme yüzün bende kalır, gitme çiçek susuz kalır gitme bu şarkı yarım kalır, gitme..
hazan şimdi genç ömrümüz bir temmuzun ortasında
geçeriz bu kıyametten gönlümüzde sızı kalır oy
bu şehri seninle sevdim sevgim ateş ortasında
beni sensiz bir başıma koyup gitme yazık olur oy
gitme dağlar öksüz kalır, gitme yıldızlar azalır
gitme bu şarkı yarım kalır, gitme
gitme yüzün bende kalır, gitme çiçek susuz kalır gitme bu şarkı yarım kalır..
[...]
ondört asir evvel, yine böyle bir geceydi,
kumdan, ayin ondördü, bir öksüz çikiverdi!
lakin, o ne hüsrandi ki: hissetmedi gözler,
kaç bin senedir halbuki beklesmedelerdi!
[...]
On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler! Göremezlerdi tabi'i:
Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kere de, ma'mûre-i dünya, o zamanlar
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zeminin,
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma'suma bütün bir beşeriyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Örgüt, 'Cemiyetül ihvan-ı Müslimin' adı ile 1929 yılında misir'da, hasan el benna tarafından kurulmuştur. Örgütün görüşü, dinsel inançlara tam bağlılığı sağlayıp, islam ülkelerinde, sosyal ve siyasi yaşamda islamın emirlerini kabul ettirmek üzere faaliyette bulunmaktır.
Örgüt 1952 yılında misir'da nasir yönetiminin başa geçmesi ile yasadisi ilan edilmiş, liderleri ile üyeleri diğer müslüman ülkelere kaçmışlardır.
1970 yılına kadar suriye'de de legal faaliyet gösteren musluman kardesler, hafiz esat'ın iktidara gelmesini takiben yasadışı ilan edilmiş ve örgütün ileri gelen üyeleri tutuklanmıştır.
Örgüt üyeleri suudi arabistan, urdun ve irak'tan maddi destek saglamakta olup, ürdün ve lubnan'daki egitim merkezlerinde egitilmektedirler.
sözlük yazarlari tarafindan sahislarina özel araba imkani saglandi da onlar mi tenezzül etmedi kadinlari..
hem güzel ülkemde güne giden bu tip kadinlar var oldugu sürece o leziz kısırlar da yapilmaya devam edilecek.. bu teyzelerin bindigi toplu tasima araclarini kullanan şoförler memleketin gelecegi icin nasil ulvi bir is yaptiklarinin farkindalar mi acaba??
yasasin otobüsle güne giden teyzeler, yasasin kısır cenneti türkiye..
not: adile teyzem takima haber ver, haftaya cumartesi bendesiniz..
"zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik...
devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, allah'ın kur'an'ında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...
gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik...
emekçiye "benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın!", kapitaliste ise "allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!", ihtarını edecek... kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...
birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, türkün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin islâm'da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna islâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...
"kim var!" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...
can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...
büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...
bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tekbaşına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...
annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik...
tek cümleyle, allah'ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...
bu gençliği karşımda görüyorum. maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür allah'a hamd etme makamındayım. genç adam! bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.
surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..