kendiniz yaparsanız sertliğini glikoz miktarı ile jelatini doğru orantılayarak ayarlayabileceğiniz yenilebilen süsleme amaçlı olarak pasta , cupcake ve kurabiye türevi gıda maddelerini kaplamaya yarayan kullanımı maharet isteyen hamurdur. hazır alınırken de markadan markaya sertlik ve şekillenme kapasitesi değişiklik gösterir. sıcağa ve soğuğa duyarlı olduğu için detaylı ve büyük figürler dekor hamuruyla yapılmalıdır.
sözlük kurallarına uymayan entryler giren , manasız kısaltmalar ve gereksiz trip atan yeni nesil yaşı küçük yazarları gammazlamak için sözlüğe eklenmesini istediğim butondur.
taksim'e yapı yapılmasına değil cami yapılmasına karşı çıkıldığını izah eden gayet manalı bir yazıdır. bir ülkede demokrasi varsa egemen ve elit bir zümre olamaz.aynı ülkede yaşayan çoğunluğun istediği hukuk çerçevesinde uygulanır. kaldı ki papaz örneği birçoklarının canını yakmış belli ki kötüden emsal vermeye çalışanlar olmuş. bu düşüncelere sahip kişilerin vatikan'ın yönettiği paraya ve güce bakmasını öneririm bir imam da yanlış yaparsa yargılanır papazda ancak hangi kesimin siyasi ve parasal gücünün dünya üzerindeki etkisinin ne olduğunu izan sahibi vicdanlara bırakıyorum.
Şekerci Hafız Mustafa, Osmanlı Devleti döneminde Sultan Abdülaziz'in saltanatının ilk yıllarında günümüzde Bahçekapı-Eminönü'nde Hamidiye Caddesi olarak bilinen caddenin seksen altı numaralı dükkanında Çankırı'nın Orta Beldesi'nden istanbul'a sarraflık yapmaya gelen ismail Hakkı Zade tarafından 1864 yılında kurulmuştur.günümüzde de renkli ve lezzetli tatlarıyla nostaljik atmosferinde hizmet vermektedir.
ABD Gıda Standartları Enstitüsü (FSA), pişirme veya kızartma esnasında gıdalarda kendiliğinden oluşan akrilamid adlı kanserojen bir maddeyi yüksek oranlarda içeren 13 yiyeceği açıkladı. Piyasadaki 248 ürünün incelenmesi sonucu hazırlanan listede, bebe bisküvisi, hazır kahve ve cips gibi sık tüketilen gıdalar da bulunuyor.Bu gıdalar arasında hazır kahve bile var ne yazık ki. http://www.sabah.com.tr/Y...3-yiyecekte-kanser-alarmi
Akrilamid pişirme veya kızartma esnasında gıdalarda kendiliğinden oluşan bir kimyasaldır. Bu kimyasalın evde veya büyük işletmelerde ızgarada pişirilmiş veya kavrulmuş gıdalarda oluşması da muhtemeldir. Çiğ veya kaynatılmış gıdalarda kayda değer miktarda bu kimyasala rastlanmamıştır. Bununla birlikte hala bu kimyasalın nasıl ve niçin ortaya çıktığı ile ilgili çok az şey bilinmektedir.
Yaygın olarak pişirilmiş ve fırına verilmiş gıdaların içinde bu kimyasalın oluştugu görülmüştür, insanlar muhtemelen çok eski zamanlardan beri bu yollar ile bu kimyasala maruz kalmıştır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylere dayanarak ve onun biyolojik etkilerinin anlaşılması sonucunda akrilamid'in insanlar üzerinde kanser yapıcı etkisinin olabilecegi düşnülmektedir. işleri gereği bu kimyasala maruz kalan insanlarda sinir hasarları gözlenmiştir. Erkek hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki, akrilamid onların doğurganlıkları üzerinde anormalliklere neden olmaktadır.
Akrilamid bizim sağlığımız üzerinde olumsuz etkileri olan ve gıdalar vasıtasıyla maruz kaldığımız birçok maddeden bir tanesidir. Yiyeceklerimizin bir çoğu belirli seviyelerde kansere neden olabilen maddeler içermektedir, fakat pratikte potansiyel kanser etkisi görülmemiştir ve akrilamid'in insanlar üzerinde tam anlamıyla kansere neden olduğuna dair bir vaka ile karşılaşılmamıştır. Buradan şu çıkarılabilir ki akrilamid'in gıdalarda bulunmasıyla insan sağlığı üzerinde risk oluşturması sadece uzun süre bu kimyasala maruz kalınması ile olabilir.
Akrilamid'in gıdalar içinde bulunması bütün gıdalar çiğ tüketilmedikçe önlenemez, ve bu da gıdalardan bulaşabilecek hastalık risklerini ve enfeksiyonları arttıracaktır. Bu nedenle beslenme alışkanlıklarımızı değiştirmemiz çok anlamlı değildir. Endüstride kristal beyaz toz şeklinde üretilmektedir ve polyakrilamid jellerin üretiminde kullanılmaktadır.
zeki ve farklı bir bilim adamı olduğu belli olan ancak kitaplarında bir yaratıcı olmadan süre gelen bu hayatta neden hiç ara formlarda, vasıfsız bir işe yaramayan kalıntılar saptanamadığını canlı ya da cansız ayrımını sistemin ya da sistemsizliğin neye göre belirlediğini anlatamayan veya anlatmayan kişidir.
En maharetli baklava ustalarının Saray'da bulunduğuna kuşku yok. Saray'da baklavanın önemi, konaklardaki gibi sadece zenginlik ve ince zevk alâmeti sayılmasından değil, aynı zamanda devlet törelerine girmiş olmasındandı. 17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan baklava alayı geleneği, bunun en belirgin örneğidir. Ramazan ayının ortasında, padişahın askere iltifatı olarak, Saray'dan Yeniçeri Ocağı'na baklava giderdi. Her on askere bir sini baklava hazırlanır ve Saray mutfağı önünde dizilirdi. Silahtar Ağa, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına ilk siniyi teslim aldıktan sonra, diğer sinilerin her birini ikişer asker nizamî olarak yüklenirdi. Her bölüğün âmirleri önde, baklava sinilerini taşıyanlar arkada, açılan kapılardan dışarı çıkarak kışlalara doğru yürüyüşe geçerlerdi. istanbul halkı, baklava alayını seyretmek için sokaklara dökülür, padişaha ve askere sevgi gösterilerinde bulunurdu. Baklavayı Osmanlı saltanatının bir sembolü haline getiren bu gelenek, Yeniçeri Ocağı ile birlikte tarihe karıştı. En son baklava alayı, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından iki ay önce yapılmıştı.
Osmanlı imparatorluğu'nda bir devlet törenine adını vermiş olan baklavanın, kökeni hangi etnik topluluğun geleneksel mutfak kültüründe olursa olsun, Osmanlı kültürüne ait sayılması, bir hakkın teslimi olur.
Kaynak : BAKTAD (Baklava ve Tatlı Üreticileri Birliği) - Ümit Sinan Topçuoğlu
Baklavanın kökeni ister antik Yunan'da, ister Bizans'ta, ister Türkler veya Araplar'ın göçebelik dönemi geleneklerinde olsun, günümüzdeki klasik baklava diye tanımlanabilecek gösterişli ve incelikli şeklini Osmanlı döneminde aldığını kabul etmek gerek.
Baklava ile ilgili en eski Osmanlı kaydı, Fatih dönemine ait Topkapı Sarayı mutfak defterlerindedir. Bu kayda göre, hicrî 878 yılı (1473) şaban ayında Saray'da baklava pişirilmiş. 17. yüzyılın ortalarında, istanbul'dan çok uzakta, Bitlis Beyi'nin konağına konuk olan Evliya Çelebi, baklava yediğini yazar. Sultan 3. Ahmed'in dört oğluna 1720 yılında yapılan görkemli sünnet düğününü anlatan Vehbi'nin "Surnâme"sinde, bütün konuklara baklava ikram edildiği yazılı.
Bunlar gibi kayıtlardan, Osmanlı imparatorluğu'nun hemen her yöresinde bilinen baklavanın, daha çok Saray'da, konaklarda, ziyafetlerde, şenliklerde tüketildiği anlaşılıyor.
Zor beğenen servet ve mevki sahiplerini hoşnut etme çabasının, baklavayı basit bir hamur işi olmaktan çıkarıp ustalık gerektiren incelikli bir mutfak ürünü haline getirdiği söylenebilir.
Bamberg Üniversitesi'nden Bert Fragner gibi bazı araştırmacılar, Osmanlı imparatorluğu'nda yeme içme eğilimlerinin, istanbul sosyetesinin damak zevkine ve tercihlerine göre biçimlendiğini kaydederler.
Saray'da ve konaklarda, baklava yapımında usta olan aşçıların tercih edildiği ve baklava yufkasının çok ince açılmış olmasına önem verildiği biliniyor. işe alınacak aşçıya, sınama olarak, pilavın yanı sıra baklava da yaptırılırmış. Aşçının usta olanı, hamuru kesişinden anlaşılırmış. Kesilen pazılar açıldığında, hem çok ince hem de tepsinin içini tam kaplayacak boyutlarda olursa, aşçının ustalığı kabul edilirmiş. Burhan Oğuz'un Türkiye halkının kültür kökenleri ile ilgili kitabında anlattığına göre, eski istanbul konaklarında yapılan baklavalarda aşçının bir tepsiye en az yüz kat yufka sığdırması istenirmiş. Bu kadar ince yufka açabilen bir aşçı bulundurmanın övünç kaynağı olduğu da, yine Burhan Oğuz'un anlattıklarından anlaşılıyor. Baklava tepsisi fırına girmeden önce konak sahibinin huzuruna getirilirmiş; o da, bir Hamid altınını yarım metre kadar yükseklikten dik olarak baklavanın üzerine bırakırmış. Altın yufka katlarını delip tepsinin dibine değerse, aşçı başarılı sayılırmış. Tepsi içindeki altın da bahşiş olarak aşçıya gidermiş. Eğer, altın yufka katları arasında kalırsa, baklava tepsisi mutfağa geri gönderilirmiş. Bu gösteri konukların huzurunda yapılır da başarısız olursa, ev sahibi kendisini rezil olmuş sayarmış.
Baklavacılığın, aşçılıktan ayrı bir zanaat olarak gelişmesini de, zengin mutfaklarındaki bu önemine bağlamak yanlış olmaz. 19. yüzyılda loncada örgütlenmiş Sakızlı ustaların, istanbul'daki konaklara baklava yufkası açmak için çağrıldığını Sula Bozis yazar.
Kaynak : BAKTAD (Baklava ve Tatlı Üreticileri Birliği) - Ümit Sinan Topçuoğlu
internette baklava hakkında bilgi ararsanız, karşınıza sadece Türkler değil, Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Balkanlar'ın neredeyse bütün kavimleri çıkar. Yunanlılar, Bulgarlar, Ermeniler, Yahudiler, Araplar, baklavayı kendi geleneksel tatlıları olarak takdim ederler.
Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Balkanlar'ın bir zamanlar Osmanlı coğrafyasını teşkil ettiği düşünülünce, baklavanın bir Osmanlı tatlısı olarak nitelenmesi da düşünülebilir. Ama, "Osmanlı"nın "Türk" olarak algılanmasından dolayı, özellikle Yunanlılar ve Araplar tarafından bu niteleme hiç de hoş karşılanmaz.
Baklavanın kökeni Bizans'ta mı?
Yunanlılar, Türkler'in baklavayı Bizans'tan aldığını iddia ederler. Bu iddiayı kanıtlamaya çalışanlardan Profesör Speros Vryonis, Bizans'ta çok sevilen kopte veya kopton (koptoplakous) adlı tatlının baklavaya benzediğini yazar.
Baklavanın Bizans değil, Orta Asya kökenli olduğu tezini savunanlardan Amerikalı gazeteci Charles Perry'e göre ise, kopte, baklava gibi bir hamur işi değil, bir tür şekerleme... Dövülmüş susam ve kaynatılmış bal karışımı macundan çıkarılan iki tabaka arasına ceviz, fındık, badem veya haşhaş ile karıştırılmış bal koyularak yapılıyormuş.
istanbullu bir Rum olan Sula Bozis, istanbul Rumları'nın mutfak kültürü ile ilgili kitabında, iki kalın yufka arasına havanda dövülmüş ceviz, susam ile bal karışımı koyularak yapılan kopti adlı bir Bizans tatlısından bahsediyor. Bu tatlının tariflerine Rumlar'dan kalan eski yemek defterlerinde rastlamış.
Susam macunu esaslı bir şekerleme olan kopte, yufka esaslı bir hamur işi tatlıya dönüşmüşse, daha sonra da çok katlı yufka esaslı baklavaya dönüşmüş olabilir. Ama, yufkanın Bizans mutfak kültürüne nasıl girdiğini de açıklamak gerek.
Baklava, göçebe Türkler'in buluşu mu?
Profesör Speros Vryonis, göçebe Türkler'in mutfak kültürünü fakir bulduğunu ifade ederek, onların besledikleri sürülerden elde ettikleri ürünler, bulabildikleri sebze ve meyveler ve basit sac ekmeği ile karınlarını doyurduklarını söyler. Göçebe Türkler'in fırın kullanmadıkları için dolgun ekmek yapamadıkları; taşınabilir sac üzerinde pişirdikleri yufkaları ekmek olarak yedikleri bilinir. Bugün bile Türkiye'nin bir çok yöresinde ev ekmeği olarak sac üzerinde yufka pişirilir.
Yufkayı temel gıda bilen göçebe Türkler'in tek tek açılmış ve pişirilmiş yufkalar arasına çeşitli harçlar koyarak katmerli hamur işleri oluşturmuş olmaları kabul edilebilir. Kaymak ve bal gibi tatlandırıcıları harç olarak kullanıp çok katlı yufkadan hamur tatlıları yapmış olmaları da muhtemeldir. Bunlar da, baklavanın kökeni sayılabilir.
Charles Perry, Azerbaycan'da Bakı pahlavası diye bilinen geleneksel tatlıyı, Orta Asya bozkırlarında çalı çırpı ateşi üzerine oturtulmuş sacda pişen yufka ekmekten klasik baklavaya varışı sağlayan evrimin bir işareti olarak görüyor. Bakı pahlavası, erişteden ince olmayan sekiz kat yufka arasına fındık fıstık koyularak yapılan bir tatlı.
Azerbaycan'ın Orta Asya'dan Anadolu'ya göçenlerin yolu üzerinde olduğuna dikkat çeken Perry, baklavayı, göçebe Türkler'in bu bölgedeki yerleşik iranlılar ile temasının bir ürünü olarak görüyor. "Baklava, sanki iran geleneğindeki fırında pişirilmiş, fındık fıstık dolgulu hamur işleri ile Türkler'in çok katlı ekmeğinin bir bileşimi gibidir." diyor.
Bu, bir varsayım sayılsa da, Yunanlılar'ın iddialarından daha akla yakın geliyor.