sinema da politik alanın bir parçasıdır. o yüzden elbette filmin iran filmi "gibi" tanıtılması boşuna değil. yeni bir vampir filmi diye sunmak var, bir de ilk iranlı vampir western'i diye sunmak var. hangisi merak uyandırdı? evet bunlar hep pazarlama.
sinema, bazılarının idealize etmeye çalıştığı kadar masum bir alan değil. çıkışından gelişimine her zaman parayla çok yakın dost olmuşlar, türkçe anlatmak gerekirse, kız alıp kız vermişlerdir. sinema, yapımı en pahalı alandır. tiyatrocuların içimi kıyan bir deyişi var: "iki kalas bir heves" diye tanımlarlar tiyatroyu. vıcık vıcık bir romantizm kokuyor ama haklılık payı var, zorlayınca biraz. sinema hiç kalasla hevesin yan yana gelmesine bakmaz. kamera diye bir gerçek var en başta. kurgu var, haliyle kurguyu yapacak bir cihaz var, bugün için konuşursak kurgu programı olan bir cihaz var. var da var. o yüzden millet, "malını" satmak amacıyla önce "malını" duyurmaya çalışıyor. bunun için de elinden geleni ardına koymuyor. artık ne kadarı kendi inisiyatifi bilemem ama ilk filmini yapan, sapına kadar da amerikan kodlarıyla çevrili ana lily amirpour'un bu konuda bir derdi olduğunu sanmıyorum.
film iran filmi değil, bildiğin amerikan bağımsız sinemasına dahil bir film. yönetmenin ana diline ya da senaryo diline göre film tasnif edilseydi hollywood'da film kalmazdı. zaten filmler yapıldıkları ülkeye göre tasnif edilir ki o da aynı ülkeyi gösteriyor.
filmin kendisine gelelim. western dediler diye western olacak diye bir kural yok. western'in ne olduğu belli, üstüne yazılmış tonla kitap var. kafasına göre adalet dağıtanların anlatıldığı her film western olacak değil ya da sırf müzikleri benziyor diye. daha neler. bu tür filmleri transnational cinema olarak incelemek daha makul olur. ne kadar dahil edilebilir bilmiyorum ama diasporic cinema olarak da adlandırabiliriz, kültürel mevzuları odak alacaksak.
tür açısından bakarsak, filmin postmodernlikten öldüğü malum. western, kara film, fantastik-gerilim, romance, drama allah ne verdiyse kullanmış. çorba etmiş hatta. bunun yanı sıra popüler kültür ikonlarını, amerikan ve iran kültürüyle harmanlayıp bombardıman yapmış. bunlar ille de kötü olmak zorunda değil. vadedilenle verilen arasında bir uyumsuzluk yok. film zaten fantastik ögeler üzerinde duruyor, o yüzden günlük hayat mantığıyla bakmak bir yere götürmez. o işi filmin dışına çıkıp kültürel çalışmalar tarafından bakarken yapmak lazım.
film basit bir hikaye üzerine kurulu. iki uyumsuzun aşkı. çiğnene çiğnene sakız olmuş bu konuyu yönetmen yeni bir bakışla anlatabilmiş mi, anlatamamış mı? işte bütün mesele. bence anlatmış, gayet de güzel anlatmış. film, resmen film okulunda öğretilen ve öğretilmeyip denenmesi için öğrencilere tembih edilen ne kadar biçimsel yöntem varsa kullanıyor, bozuyor, bazen sırf kullanmak için kullanıyor. ama bir ilk filmden bahsediyorsak, ki ediyoruz, bunları güzel kullanıyor.
film sadece biçim ya da sadece içerikten oluşmaz. güzel filmler ancak ikisinin birbirine hizmet etmesiyle oluşur. ama filmlere de ortaya koyduklarının ötesinde anlamlar yüklememek lazım. bu film, derli toplu bir film. 16-25 yaş civarını hedef almış gibi görünüyor. kullandığı öğelerse çok daha yaşlı. james dean'li rebel without a cause yapılalı 60 yıl oldu. ilk vampir filminin üzerinden 90 seneden fazla zaman geçti. drakula istanbul'da bile 60 küsur yıllık film. bu da öyle ya da böyle, filmi izlerken kurabilmek için bir aşinalık gerektiriyor. ilk bakışta göründüğü kadar yüzeysel değil. güzel tarafı da bu galiba. basit bir hikayeyi o kadar da basit olmayan bir sinema diliyle sunarak dengeliyor.
kültür üzerinden incelense, amerikan popüler kültürünün kullanımı, iran kültürünün temsili, çokkültürlülük, doğu/batı karşıtlığı, popüler kültür güzellemesi falan feşmek üzerinden gidilse, ilginç şeyler çıkacaktır ortaya. ancak bu bakış tam sinematik bir bakış değildir. filmin, salt film olarak da yani biçim-içerik ilişkisi bakımından güzel bir film olduğunu düşünüyorum. ikinci kez izler miyim? hah kritik soru bu. hikayeyi (ki biraz yavan evet) izlemek için değil ama filmin nasıl işlendiğini görmek için izleyebilirdim. iyi bir yönetmen geliyor olabilir.
not: kişisel izlenimimi yazacaktım aslında -zaten ekşiden buraya yapılan alıntılardan hoşlanmam-, fakat cidden bu işten iyi anlayan birinin yazısını okuyunca ve beğenince onunkini paylaşmak istedim denk gelen birileri buradan da okuyabilsin diye.
gece gece dertlendim durduk yere. geçen aklıma geldi baktım kızı da koskocaman olmuş. joker hayranlığı olan bi dünya insanı bilemeden gitti ölümünden sonra vizyona girdi malum. düşünsene yani bi oyuncu için karakterinin sevilmesinden güzel ne olabilirdi ki. güzel adamdı ya. gençken çektiği bi filmi var 10 Things I Hate About You diye valla izlerken burkuluyo içim. ay ölümlü dünya işte neyse.
bahanesi ''ben bahaneyim'' diye resmen bağrıyo insan daha düzgün bi kulp bulurdu. iyi yazar orası ayrı da bizde öyle yazarların çizerlerin istediği gibi düdük öttürebileceği genişlik yok şekerim adam da dayanamadı haliyle hep bi dava öte beri. ortalık durulsun yazarım demeye getirmiş ''2 sene boksla ilgileneceğim'' derken.
efsane kitapmış yeni okuduğum için kendimden utandım.
aklıyla bin yaşayasıcalar listemde yerini alan yazar kişisi ihsan oktay anar, kubelik karakterine şöyle bir çeviri yaptırmış kitabında :
(ren)e (de)s(car)tes ın > 'metot üstüne konuşma' sını
şunu bunu yazma iş bulamazsın şöyle sürünürsün diyenlere kulak asmayın insanın kısmetinde varsa yiyeceğini her türlü yiyor zaten merak etmeyin. eğer gerçekten ilginiz varsa ve seviyorsanız yazın gitsin yoksa o dört yıl hiç kolay geçmez.
"Birisini düşlerinize kattiginizda o kisi farkinda olmasa bile ruhunun derinliklerinde bunu aninda hisseder ve sizinle birlikte o düşü örmeye başlar"
Daha ne dialoglar var kitabin icinde de -malum alper beycigimin psikolojik analiz meraki- en son aklimda kalan bu oldu. Rüyalar dunyalar hepsi ic ice okurken keyfim yerine geldi resmen hemen. karakterlerden birinin adi da hector berlioz *
Beni mutlu eden ses. Biraz hüzünlü ama böyle şu saatte okununca sanki yalniz degilsin bak iste o var herkes uyur o uyumaz ne bileyim hep var olan ve hep her daim ama yaninda olacak olanin dusunsene sana bi seyler soyledigini. Guzel ya ne bileyim mutlu oluyorum.
tim burton ın bizi tanıştırdığı, birazcık tepesi çabuk atıp sinirli olsa da özünde kalbi domestosla yıkanmış kadar pak insandır.
yağmur çamur dinlemez yıldırım fotoğrafı çekmek için sahile iner, geceleri çizim masasına tüneyip sabahlara kadar uykusuz uykusuz çizim yapar sonra okula gider, okuldan sonra bi de işe gider matematik dehasını genç beyinlerin kullanımına sunar çünkü o idealist ve çalışkan bir baştır. bir şeyleri saklamayı pek sever; odası maket ve figürlerle doludur. sevmedikleri: -kendi deyimiyle-homolar, dedikoducular ve kusmuk tadı olan mide ilaçlarıdır.
kişisel: özürlerimi bir buket eşiliğinde size buradan iletiyorum efendim.
şöyle de bi gerçek var yorum kapasitesiyle konuşmaya değecek başlıkları baz alınca ivme ekşi sözlükte tabii ki daha yüksek.
olay bilgi içerikli entry girmek değil sadece iki tıklatınca her türlü bilgiyi googledan bulursun. online olarak her türlü gazete tek bi mail onayınla telefonunda, bilgisayarında. ama işte adamlar "iç güvenlik paketi şudur şudur ehen tanım girdim bilgi verdim"den ziyade sebep amaç sonuç ilişkisinde bildiğin konu irdelemesi yapıyolar. ha çok matah bi şey mi şahsen ben uğraşmam.
sanatsa sanat şimdi allah için. o kısmını eleştirecek kadar hadsiz değilim ama cidden beyin kanaması geçirecektim okurken az kalmıştı. hayır ilk bölüm yine tamam iyi hoş bi şeyler anlıyorum diyosun da periler nimfler sarpa sardı bitirene kadar canım çıktı bi de roman da değil zaten tiyatro olarak yazmış akıcılık diye bi olay yok hani okuması en zor kitaplardandı benim için. ben bu adam bunu nasıl yazdı onu merak ediyorum okurken bile insan bu kadar zorlanıyorsa.
‘’Osmanbey’de var mıdır öyle bir dükkan sen bilirsin?’’
kısmını işitiyorum sadece, kulaklığım olmasına rağmen benimle konuşan yetmişli yaşlardaki hanım teyzeyi geç fark ettiğim için.
‘’Efendim?’’
‘’Hırkanı çok beğendim nerede bulurum öyle bir tane?’’
Algımın geç açılışıyla birlikte bir de günün yorgunluğu üzerine eklenince anın şaşkınlığı, ‘’Bilmem ki arkadışımın hediyesiydi’’ deyip geçiştiriyorum. Tabii ki iç sesimin ‘’Osmanbey nereden çıktı burası Kadıköy metrosu, hem nereden ben bilirmiş oluyorum?’’ sızlanışını da duymazdan gelerek.
‘’Zamanında benim de çok arkadaşım vardı. Öyle bir durak için metroya binmek de yok o zamanlar kol kola yürüye yürüye gezerdik çarşı pazar.’’
Benim hiç çok arkadaşım olmadı ki? Elimden geldiğince nazik görünmeye çalışarak: ‘’Ne güzelmiş…’’ diyebiliyorum ancak. Yaşlılara yer vermenin dışında, yanında oturan yaşlılara da yolda sohbet servisi etme gibi bir yükümlülükleri de var genç nüfusun. Gönüllü ya da gönülsüz.
‘’Güzeldi tabii. Şimdi eş dost kimse kalmadı, yalnızlık çekiyor insan. Zor, çok zor.’’
‘’Çocuklarınız torunlarınız filan? Onlar da arkadaş sayılmaz mı?’’ üzerime ne vazifeyse artık. Belki kadın hakikaten yalnız? Mecbur sanki çocuk doğurmaya. Ama ben de haklıyım öyle öğrenmedik mi büyüklerimizden? Küçük kızlar büyür, evlenir ve anne olur. Neden? Çünkü öyle.
‘’Kapıyı kapatıp çekilince odalarına e sen yine yalnız. insan hele de zaman ilerledikçe daha çok arar oluyor. Çıksa karşıma da biri sevsem yeniden ben de’’ diyor rujlu dudakları, nemli ve buğulu yeşil gözleriyle.
(vize zamanı niye böyle bi işsizlik yaptım bilmiyorum )
International Taste & Quality Institute dediğimiz uluslararası kurum tarafindan ödüllendirilen maden suyu markası.
listede tatlıses lahmacun da vardı.
2014 ödülleri de şurada http://www.itqi.com/tr/aw...warded-products-2014.html
Alasu Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti. Bikarbonatlı Magnezyumlu Doğal Mineralli Su 3 TURKEY
Alasu Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti. C Vitaminli Limon Aromalı Mineralli Maden Suyu 2 TURKEY
Alasu Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti. Kahve Aromalı Mineralli Maden Suyu 1 TURKEY
tanıdığım ne kadar akrep burcu varsa hepsi depresyon eğilimli tuhaf insanlar. kafalarının işleyiş şekliyle ilgili olabilir bu sorun.
kimisi takıntılı olur çok özellikle geçmiş zaman kipiyle sorunları vardır önüne bakamaz aklı hep bi geriye gider. bazısı da tam tersi sürekli yeni olanla devam eder arkasına bakmaz ama bu konuda da uç noktadalar standart oldukları konular azdır.
istemediği sürece kimse içinden geçeni anlayamaz ketumlukta son noktadır bu yüzden davranışlarını kestirmek zor olabilir. isterse profesyonelce rol de yapabilir, yeteneklidir ancak bunun en başında kendini yıpratacağını bildiği için kalkışmaz olgun olanı. ruhen ergen olanlara ise kolay gelsin diyorum onlar için hayat çok zor kendi kendilerini yer bitirirler.
genelinde de çok duygulu olurlar. ağlaklık anlamında değil ama her türlü şeyde duygu işte bi kalemin kağıt üzerinde gezinişinde bile ayrı bi estetik bulup bunu seyretmekten haz alabilen insanlar. kimisiyle anlaşmak çok zor olur kimisiyle de tam tersine çok kolay.
ilginç olarak orijinalleri ve yan sanayileri olmak üzere ikiye ayrılırlar. piyasada sahteleri orijinallerinden daha çok sayıdadır. yani aslında gerçek bi akrep burcu, hııh çok zeki kıskanc ihtiraslı öteli beriliyim demeyecek kadar akıllı ve gizem sever olur.
çok yönlü olurlar yani ne tamamen bohem ne tamamen romantik ne tamamen komik ya da benzeri şekillerde kategorize edemezsiniz çünkü dediğim gibi birçok duyguya hakim oldukları ve diğerlerimizden farklı olarak bunları yaşamayı kendileri de sevdikleri için net bir profil çizmek mümkün değil. her türlü eğlenceliler ama orası net.
tanıştıkları insanları en ince ayrıntısına kadar tahlil edip zayıf noktalarını elinde tutma gibi tehlikeli eğilimleri olanlar vardır kimisinin de hiç umrunda olmaz uğraşmaz fuzuli işlerle.
sonuç olarak ise hepsi psikopattır sadece bazısı belli eder bazısı etmez.
Uyarı: yine de burçlardan çok karakterlere inanalım.
spoiler vercem ona göre bak
onu bunu bilmem de hani o elflerin cüce kalkanlarının tepelerinden yükselip orklara uçuşu,- ki o altın altın parlayan orduların görüntüsüne değinmiyorum bile- legolas beyefendiciğimizin taş köprüde estetik sekişleri uçuşları kaçışları, bi de thorin le bilbo nun veda sahnesi aklıma yerleşti. thorin in gülümsemesi çok güzel böyle içten içten adam ne oynadı filmde beh. ayrıca o altın deliliğinden dönüşü de nefsi mücadelede bence örnek teşkil ediyör. tauriel ın da gözünün önünde gitti o çocuk ona da ağladım yazık. kızda da ne çıkmaz can varmış arkadaş yerden yere vurdular da ölmedi bünyesine sağlık. o ejderhayı öldüren de aslında çok nitelikli işler yaptı ama star havası yok parlayamadı bi türlü insan diye mi artık niyeyse. devin üstüne tekerlekli at arabası şeysiyle uçuşu çok hoştu ama tam bir kahraman baba modeli brava. bi de o arken taşı en son kimde kaldı?
evvelinden takip ettiğim canım cicim yazar bey abim.
buraları okur musun bilmiyorum ama yeni kitap çıkar artık köşe yazılarınla mutluluğu bulamıyorum. mümkünse ruhi mücerret gibi değil ama tamam eğlenceliydi filan ama sen de biliörsün ki en afilli kısmı kapağıydı.
korkma ben varım gibi olsun kalitelisinden. dublörün dilemması da başka şimdi ilk göz ağrımızdı. yaz ama lüffen. sen yazarsın yahu okuyanlarını düşün azıcık de ki mesela imza günümdeki sevgili s bekliyordur mutsuzdur yaşam enerjisinin kaynakları tükenmiştir. ''iki cihan aşkım Şebnem'in jelibon dudaklarının arasından çıkan buhar, bana hayatın özü, özeti gibi görünüyor.'' gibi cümleleri başka nerede bulacaktır diye bir düşün ama lütfen.
filmi çıkmadan evvel de çizgi filmi vardı aslında michael bond kitabı zaten.
izlemesi çok keyifli mutluluk verici filmlerden bence. ayı teddy gibi o da gösterim tekniği olarak ama bu film çok daha sevimli bence. http://tr.web.img1.acsta....14/10/20/14/00/421523.jpg