genellikle çocuklarda görülen ve hoş bir tebessüm bırakan hadiselerdir.
canı yanınca ağlamaya başlayan çocuğu teskin etmek isteyen baba, yavrusuna şirinlikler yapmaya çalışır. o anda çocuk ağlamayı bırakıp birden gülmeye başlar. ve o gülünce de sanki dünya güler...
gözünün önünde büyüyen biricik kızının bebekliğine, küçüklüğüne, çocukluğuna doyamamıştır.
onun hiç büyümesini istemez, büyüdüğünü gördükçe yüreği burkulur.
zamana kanca atılmıyor işte! ama babadır onu her zaman o sevimli haliyle hatırlar. herşeyini onun için feda etmeye hazırdır. öper, koklar doyamaz...
yanlış temeller üzerinde inşa edilmiş bir toplumun yanlışlıklarından sadece biridir.
ruh maddenin esaretinden kurtulmadıkça; madde manada kendi değeri ve kıymet hükmünü bulmadıkça bu ve buna benzer yanlışlık ve sapkınlıklar artarak devam edecektir.
her kazanış, "az" telakki edilir, biraz daha fazla olsa mutluluk yakalanabilecektir. uğraşılır, strese girilir, mücadele edilir... biraz daha kazanılır.
hayret! yetmemiştir. az bişey kalmıştır mutluluğa. ama yetmemiştir. biraz daha uğraşmak gerek o halde...
uçsuz bucaksız bir ummanın toprakta bittiği yer.
daha doğrusu; topraktan gelenler için bitip; uçsuz, bucaksız, ötelere doğru uzayıp giden bir deryanın başladığı yer.
ıssız bir kıyıda bir insan düşünün! yalnız ve hafakanlar içinde...
görünüşte, uzayıp giden bir mavilik...
duyuşta, suyun içinden fırlayan su öbeklerinin toprağa kavuşmaları neticesinde çıkardığı dalga sesleri...
hissedişte, sanki denizin kendisine serinletici bir armağan gibi hediye ettiği ılık bir rüzgar...
bazen de, kıyıda çaresizce duran insana nispet yapar gibi su üstünde süzülen ve "an"ın keyfini çıkaran kuşlar...
dekorun başka bir ayrıntıya yer vermediği, böyle bir atmosferi solumakta olan bir insan için huzur veren nedir?
belki, ıssız bir köşede sıkışıp kalmış ve hapsolmuş bir esirin kendisine gönderilen bir haberi veya kendisini alıp götürecek bir kurtarıcıyı beklerken hissettiği hazzın aynısını yaşıyordur.
belki de ruhunun derinliklerinde çözemedeği girift bilmecelerden, çıkmazlardan, kalablıklardan ve kalabalıkların sahteciliğinden bunalmış, sonu olmayan bir mozaik gibi önünde serili duran, uçsuz bucaksız ummana bakarken bu ummanı aşmanın ve bütün çıkmazlardan kurtulmanın hayalindedir.
hatta belki de önünde uzanan maviliği büyük, çok büyük bir kapı gibi görür. içeri girilince her sıkıntının yerini huzura bırakacağı bir mekana açılan sırlı bir kapı... kendiside o kapının eşiğinde içeri girmeye bekleyen bir yolcu... bekleyişin hazzını içine çekmektedir.
sanki karşısında duran heybet abidesini aşıverince bütün meseleleri çözülecektir.
zaten böyle bir ruh halinin peşinden gelen aksiyon neticesinde yapılmadı mı bir sürü keşif?
tarihin sır dolu sayfalarında sayısız insanı, erişilemez bir güzellik gibi asaletli duruşuyla, kendisine aşık etmedi mi bu gizemli derya?
böylece dalar gider insan...
maviliğin ve dalga seslerinin büyüsü ara ara kendine getiririr...
derinlerden bir ses: "dalıp gitme, kendine gel ve şu anı yaşa" der. o anda havadaki bütün oksijeni içine çeker gibi bir nefes alır...
aldığı nefesi bütün organlarının en ücra köşelerine kadar hisseder...
o atmosferin her anını yaşamak ister, bitmesin ister; denizde duran gemiler misali zamana bir kanca atıp durdurmak ister...
ama uyumakta direnen bir bebeğin derin ve tatlı bir uykuya dalıp mışıl mışıl uyuması gibi, yine dalar ötelere...
gün biter... lanet olası ayrılış vakti gelmiştir... sonsuzluğa bakar gibi son bir bakış... veda...
hareketsizliğe doğru yaptığı hareketle, hem hareketi hem de hareketsizliği bayraklaştıran muhteşem avcıdır.
hayvanlar içinde bir hayvan simgeleştirilmek istense örümcekten daha iyi bir örnek bulunamaz!
hareketsizliğin olduğu her yerde örümcek ağı; temizliği yapılmamış oda, kullanılmayan eşya, giyilmeyen ayakkabı ve elbise, girilmeyen ev, hareketsiz olan her şey...
tıpkı insan ruhunun derinliklerinde terkedilmiş, çürümeye yüz tutmuş soylu duygular gibi...
tıpkı geçmişimize güzellik katan ancak bir kenara itilen kültürel ve ahlaki değerlerimiz gibi...
tıpkı artık sahip çıkmadığımız ve bir zamanlar hayatımıza değer katan akrabalığımız, komşuluğumuz, kardeşliğimiz, dostluğumuz gibi...
tıpkı kullanmadığımız için kaybetmeye yüz tutmuş insanlığımız gibi...
nereden geldiği belirsiz bir örümcek; artık kullanmadığımız, unuttuğumuz, kaybettiğimiz maddi ve manevi bütün değerlerimizin üzerine bir ağ örüvermiş, eskitmeye ve zamanla yok etmeye namzet göstermiş... hem teşbihte hem hakikatte!
sadece hareketsizliğin mi? aynı zamanda hareketin de şaheserini örümcek yazar!
hareketsizliğe doğru ilk hareketi bile ibretliktir. kullanılmayana, zayıflamış veya zayıflatılmışa doğru; sessizce, farkedilmeden, hızlıca ve sinsice geliştirilen ani bir aksiyon keyfiyeti... bazen hiç ummadığımız bir yerde aniden karşımıza çıkıverir örümcek ağları.
ama asıl hareketi avcılığında gösterir. hiç bir örümceği avlanırken gördünüz mü?
avı, onun menzilindeki en uygun mesafeye gelinceye kadar;
o bir buz kütlesidir!
o bir sabır taşıdır!
o bir heykel abidesidir!
tek bir hareket görseniz ya! göremezsiniz. sanki zaman donmuştur onun için.
hareketin içine bile hareketsizliği kamufle etmiş müthiş bir aksiyoncudur.
sonra?
ani bir hamle! ama ne hamle! ani, isabetli, kendinden emin ve soğukkanlı... sanki biraz önce taş kesilen o değildi! ve birden o korkunç bacaklarının arasına alıvermiştir kurbanını... o anda o kurbanın rolündeki bir sinek olmak istemezsiniz. onun bacaklarının arasında çırpınarak can vermek insanoğlunun en son hayal edeceği şey olsa gerektir.
göreceli olduğu için; insanın ona baktıkça görüntüsünün verdiği korkutucu asalete hiç değinmiyorum. ama her insana az veya çok tesir etme istidadına sahip olduğu da inkar edilemez.
insanın bildiğini sandığı söz ve davranışlarının hakikati ile karşılaştığında yaşadığı ruh halidir.
insanoğlunun ruh dünyası irdelenmeyle bitmeyecek bir derya gibidir. yaşadığı andaki, fikirleri, dünya görüşü, verdiği kıymet hükümleri sanki "mutlak doğru"lardan kendisine verilmiş bir ilham kaynağıdır. kendini tatmin ettiği bu doğrularla birlikte içinde biriktirdiği hırslar, bazen insana hiç tahmin bile edemeyeceği öyle yanlışlıklar yaptırır ki, bunlar bazen felaketlere yol açar.
yine insana ait bir duygu beliriverir: pişmanlık! bilinmeze doğru açıldığı fikir ve hırs teknesi, kendi doğrularının deryasında batmıştır.
pişmanlık, insana ait bir vasıf ve bir erdemdir. her insan eninde sonunda yaptığı hatanın pişmanlığını duymaya mahkumdur. yeter ki yerinde ve zamanında olsun. teknesiyle yol aldığı ummanın çıkmazını farkedebilme kabiliyeti de insanın vasfıdır. işte gerçek pişmanlık ki orada başlar. insanı olgunlaştırır ve hayatın rotası yeniden belirlenir.
tekne devrildikten sonraki ruh hali de pişmanlık mefhumunu açıklar. ancak başına "faydasız" sıfatını kullanmak gerekir.
yaşadığımız hayatın her kademesinde karşımıza çıkabilecek kaçınılmaz bir hakikattir pişmanlık.