yüzleşirsem, düşünürsem çok üzülürüm, yıkılırım dediğim konular var, konuyu kendi içimde bile açmıyorum. acılarıma yokmuş gibi davranıyorum, belki bir gün sahiden yok olurlar.
2000lerin başında falandı, misafirliğe gittiğimizde meyve yedikten sonra ellerimizi silelim diye ortaya tabakta iki örgü lifimsi bi şey gelirdi biri köpüklü diğeri ıslak. Yemin ederim yaşlandım.
Beni bambaşka biri yaptılar. insanlar, yaşanılanlar… kahrımdan öleceğim şeylere bile kayıtsız kalabiliyorum. Ruhum çekilip alındı içimden. Günü kurtarıyorum, mesai saatleri dışında uyumayı seçerken, uyandığımda düşündüğüm tek şey nihayet uyuyacağım o ana kavuşacağımı bilmek. Niye böyle oldu ki?
Günümün 10 saati işyerinde geçiyor. Hayatımı öyle kaplıyor ki işten çıkınca da işi düşünüyorum artık. Tam bir işkolik manyak oldum. Başka konuşacak hiçbir muhabbetim de kalmadı. Bok gibi.
bilmiyorum, hep suratle gelen bir arabanın bana çarpıp havalandırma suretiynen uçarak bir ölüm hayal ediyorum. o kadar vizyon fakiriyim ki uçak kazası ne ileyim paraşütle atlama falan yok, trafikteki bir şahinin havalandırması suretiynen...
psikolojik olarak beni yıpratan seçenekler arasından, en zoru ne? Diye düşünüyorum. içinizden sen düşünme diyenler çıkacaktır, önemli değil, nadiren yapıyorum zaten aksi çekilmez oluyor.
Benim için en zoru sinirden kafamı duvarlara vuruyorken, bunların hiçbirini yaşamıyor gibi yapmak. Dün de üzüntüden ölüyordum mesela, o kolaydı, alıştım ona.
yorgunum, yalnızım, kendimi eyleyemiyorum. tutunduğum bir şey yok gibi hayata dair. kendime de sarılamıyorum. hapsolduğum bir beden, kendimi hapsettiğim bir hayatı sürdürüyorum. cümlemi ''...hayatı yaşıyorum.'' şeklinde devam ettiremedim bile, öyle yalandan. vaktimi dolduruyorum, belki bir gün dolmadan, yarıda keseceğim.
Neden diyorum, büyük harflerle, neden? Soru cümlesi olarak değil, düpedüz isyan. Kendimi silmek mi istedim ben? Bu kadar mı vazgeçmiştim kendimden, problem sandığım basitlikler uğruna. Aptal kadın.
Yakın zamanda görüntüleri hakkında fikrini sorduğum bir adam, konu hakkında şimdiye kadarki, bence, en dürüst cevabı verdi. “Sana çok yakışmış diyemem, bu taktığın bir takı değil. Ama fark etmez bana” gibi bir şeydi işte.
Bana fark ediyor da fark edişi fark etmiyor. Görüntünün her şey olduğu bu dünyada başımıza gelenlere de bakın.
Ürpert bizi soğuğunla. Umutsuzluğumuza yenilerini ekle. Arası boşa düşmüş kaldırımlara doldur sularını, basalım, keyifsizliğimiz paçamızdan akan çamurlu su ile taçlansın.
birkaç gecedir düştüğüm batak. içim çıkana kadar ağlamak istiyorum, aşırı ağlamaktan ölen ilk insan olmaya da varım. ha bir de bana öyle geliyor ki insan ağlayacaklarını anlattığı insana ait. kimsesizim.
Ya senden çok uzak olmalıydım
Aramızda aşılmaz engeller olsun istiyordum
Büyük dağlar, derin denizler olsun istiyordum.
Sana gelmeye gücüm yetmemeliydi
Çaresizliğimin bütün hıncını mesafelere yüklemeliydim
Dağda yanan bir çoban ateşi gibi
Gökte bir yıldız gibi
Seni görmeli
Seni yaşamalı ve senden çok uzaklarda olmalıydım
Biliyorum güzelliğin yer altı nehirlerine benzer
Biliyorum bir sır gibi güzelsin
Hani anlatılmaz duygular vardır
Hani şarkılar vardır
Sevip söyleyemediğimiz
Şiirler vardır unuttuğumuz
Aşina çehreler vardır hani
Zaman zaman hatırlayamadığımız
işte sen o kadar güzelsin
Ve ben o kadar karanlıklar içindeyim ki
Şunlar ellerindir diyorum, tutamıyorum
Şunlar gözlerindir diyorum bakamıyorum.
Düşün kahrımdan ölmeliyim artık
Ölemiyorum.
Sarı gülleri seversin
Sarı karanfilleri seversin
Sarı kasımpatılarını
Sarı bir dünyayı seversin
Ben sende olan bütün renkleri seviyorum
işte tek farkımız bu
Yoksa hiçbir şey önemli değil bu dünyada
Senden başka.
Ne zulümler
Ne kavgalar
Ne günler ne geceler hiçbiri önemli değil
Sen yaşadıkça.
Ve yaşamak hiçbir zaman
Bunca güzel olmayacak
Sen yaşadıkça.
Bir kalbim var et, kan, sinir
iki gözüm var seni görür
Ayaklarım sana gelir
Ellerim seni arar
Bir dünya ki kocaman
Bir evren ki sonsuz
Sen olmasan neye yarar
Şimdi söyle bana bütün çirkinliğimi
Yalanlarımı
Kötülüklerimi yüzüme vur artık
Utandır beni yaşadığıma
Çaresizliğimi suratıma bir tokat gibi indir
Yanağımda beş parmağının izi kalmalı
Sonra geç karşıma
Olanları unutalım
iki eski dost gibi
Her şeye yeniden başlayalım
Yeniden yaşayalım geçmiş, gelecek bütün yılları
Bütün keder ve sevinçleri paylaşalım
Sana sevinç düşsün, bana keder
Benim ellerimde kanlı diken yaraları
Senin ellerinde kanlı güller.
Bir yere yaklaşıyoruz
Kulağıma sesler geliyor
Bir gemi demir alıyor olmalı
Belki bir adam ölüyor
Ne biliyorsun
Belki de bir sona yaklaşıyoruz
Yum gözlerini her şeyi zamana bırak
Yum gözlerini nasılsa akşam olacak
Korkma yaklaş karanlığa
Orda ben varım
Çaresizliğimize, zavallılığımıza
Gel, beraber ağlayalım.
Mesela ombre yaptıramazsın bu saça. Yaptırırsın da yani kıvırcıkken hiç bir anlamı yok, saçın yanması ve eskisi gibi kıvırcık olmaması da cabası. Bu kıvırcıklar hep sevimlidir, dişil olamaz hep bi minnoşluk kahretsin. Her gün duş ister bu saç, zor bir parça.