1989 yapımı wes craven filmi. elektrikli sandalyede idam edilen bir seri katilin elektriği kullanarak geri dönmesini konu alıyor. karışık bir filmdi ama elm sokağı serisinden daha çok akılda kalan bu adamın açık kalan televizyonun içinden çıkması ve uyumadan önce bir ilüzyon gibi kel parlak kafasının gözümün önünden gitmemesiydi. anımsayan varsa o film bu film. mitch pleggithe x-files öncesi bu karakterle hafızalarda yer etti.
tercihen paso bunu yiyorsa bisküvilik diye tabir ettiğimiz kıvama gelebilcek insan. ancak sadece çocuklar için değil ; havuç, ceviz ve biraz portakal suyuyla birlikte şekil verilip hindistan cevizine bulanarak yapılan bir tatlısı vardır.
ellenmiş şekeri tekrar kullanılmasın diye içtikten sonra çay bardagının dibine atar bazıları da. kagıt kaplı şekerlerdense de çantaya atarsınız ki verdiginiz para boşa gitmesin.
özellikle öğrenci evlerinin vazgeçilmezi sınav zamanı demlik demlik yapılan kutsal saydığım içecek. tatil yerlerinde tirkayisi olanlar için en çok para çaya harcanır, bir gün içmezseniz olmaz. tercihen allahın çayı aromasız bildiğin çay en güzelidir.
"hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
hatırası bile yabancı gelir..
hayata beraber başladığımız
dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
gittikçe artıyor yalnızlığımız.."
'Yüzyılın yakışıklısı' çöktü Ünlü yıldız Kylie Minogue'un, görüntüsüyle herkesi kıskandıran eski sevgilisi Olivier Martinez, henüz 41 yaşında ama son görüntüsüyle herkesi şaşırttı.
New York'ta düzenlenen bir galaya katılan Martinez, neredeyse tamamen kırışmış yüzü ve bembeyaz olmuş saçlarıyla onu 'yüzyılın yakışıklısı' olarak tanıyan herkesi hayal kırıklığına uğrattı.
Martinez, sevgilisi Kylie Minogue'un göğüs kanseriyle mücadelesi sırasında yanından hiç ayrılmamıştı. Ancak ünlü şarkıcı iyileştikten kısa bir süre sonra ikili ayrıldıklarını açıklamıştı.
Bu ayrılığa Martinez'in, Minogue'u aldatmasının sebep olduğu ileri sürülmüştü.
Bu olayları da gözönüne alan Minogue hayranları, Olivier Martinez'in bu kadar erken yaşta çökmesini 'ilahi adalet yerini buldu' diyerek yorumluyor.
-dün gece rüyamda seni gördüm
-!?
-var mı
-ne
-dün gece rüy... var mı
-film mi o
-yani
uzun ugraslar sonunda anlattıktan sonra tezgahı karıştırır, yoktur.
You do not do, you do not do
Any more, black shoe
In which I have lived like a foot
For thirty years, poor and white,
Barely daring to breathe or Achoo.
Daddy, I have had to kill you.
You died before I had time---
Marble-heavy, a bag full of God,
Ghastly statue with one grey toe
Big as a Frisco seal
And a head in the freakish Atlantic
Where it pours bean green over blue
In the waters off beautiful Nauset.
I used to pray to recover you.
Ach, du.
In the German tongue, in the Polish town
Scraped flat by the roller
Of wars, wars, wars.
But the name of the town is common.
My Polack friend
Says there are a dozen or two.
So I never could tell where you
Put your foot, your root,
I never could talk to you.
The tongue stuck in my jaw.
It stuck in a barb wire snare.
Ich, ich, ich, ich,
I could hardly speak.
I thought every German was you.
And the language obscene
An engine, an engine
Chuffing me off like a Jew.
A Jew to Dachau, Auschwitz, Belsen.
I began to talk like a Jew.
I think I may well be a Jew.
The snows of the Tyrol, the clear beer of Vienna
Are not very pure or true.
With my gypsy ancestress and my weird luck
And my Tarot pack and my Tarot pack
I may be a bit of a Jew.
I have always been scared of *you*,
With your Luftwaffe, your gobbledygoo.
And your neat mustache
And your Aryan eye, bright blue.
Panzer-man, panzer-man, O You---
Not God but a swastika
So black no sky could squeak through.
Every woman adores a Fascist,
The boot in the face, the brute
Brute heart of a brute like you.
You stand at the blackboard, daddy,
In the picture I have of you,
A cleft in your chin instead of your foot
But no less a devil for that, no not
Any less the black man who
Bit my pretty red heart in two.
I was ten when they buried you.
At twenty I tried to die
And get back, back, back to you.
I thought even the bones would do.
But they pulled me out of the sack,
And they stuck me together with glue.
And then I knew what to do.
I made a model of you,
A man in black with a Meinkampf look
And a love of the rack and the screw.
And I said I do, I do.
So daddy, I'm finally through.
The black telephone's off at the root,
The voices just can't worm through.
If I've killed one man, I've killed two---
The vampire who said he was you
and drank my blood for a year,
Seven years, if you want to know.
Daddy, you can lie back now.
There's a stake in your fat, black heart
And the villagers never liked you.
They are dancing and stamping on you.
They always *knew* it was you.
Daddy, daddy, you bastard, I'm through.
"Every woman adores a fascist" sylvia plathin daddy adlı şiirinden bir dize. her kadın bir faşiste tapar değil de tapılan her erkek bir faşiste dönüşür daha yerinde bir genelleme olur sanırım.
mutfak güzel olursa yemek de zevkle yapılır bulaşık da zevkle yıkanır. hem ayrıca kalorifersiz evde kışın bulaşık yıkamak tadından yenmez diyeni görmedim.
"De ki: Değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan yıkılıp gitti. Zaten sahte ve tutarsız olan er ya da geç yıkılıp gitmek zorundadır."
Film Kur'an-daki bu ayet ile başlıyor...
Muharrem kendi haline yaşayan bir Dindar'dır. Kendi dünyasında mutlu ve mesuttur. Günleri hemen aynı ritimde atmaktadır. Dininin gereklerini yerine getirmektedir, o kadar. Geçimini sağlayacak kadar para kazanmaktadır ve fazlasında gözü yoktur...
işte bu sırada içinde bulunduğu tarikatin şeyhi ona tarikatin mallarının kirasını toplama görevi verir. Çünkü Muharrem'in dünya malında gözünün olmaması, onıu güvenilir kılmaktadır.
Ancak bu Muharrem için iyi olacak mıdır?
Kendi dünyasında; teknolojiye, şehvete, yalana, riyakarlığa kapalı bir hayat süren Muharrem'in hayatında cep telefonu, diz üstü bilgisayarı, özel otomobili, her gün gördüğü güzel ve çekici kadınlar ve dahi yalanlar dolanlar vardır...
Dış Dünyaya açılan Muharrem "Yalan"larla tanışmış ve yalan söylemeye başlamıştır. Bunun iç hesaplaşmasını yaşamaktan kurtulamamakta ve vicdani suçluluğunu duymaktadır. Hesabını verememektedir. Bu bir yana artık haram'da yemiştir ve ardı arkası kesilecek gibi görünmemektedir. Bunun hesabını vermek bir yana kendisine itiraf etmek bile onu incitecektir.
Her günah işleyişinde daha da agresifleşmekte, kendisini kaybetmekte, elinde titremeler belirmektedir.
Kısaca Muharrem, bulaşmaktan korktuğu tüm günahlara yavaş yavaş bulaşmakta ve bu korkusu yüzünden kendisi ile büyük bir çelişkiye düşmektedir.
Rüyasında "Cinselliği" yaşadığı kızı gerçek hayatta görmesi ise onu büsbütün bitirir...
Film;
Bir dini ya da inancı kötülememektedir.
Beyinlere kazınan "Tanrı Korkusu" ve "Günah işleme" kavramlarının ve bunlar temelinde "Hesap Verme/Verememe" iç duygusunun "Bastırılmışlık" karşısında ne gibi travmalara neden olabileceğini açıkça göstermektedir.
"Değişim"den haklı olarak belki de, korkmanın manidarlığını anlatır.
Çünkü değişim gerçekten zordur...
"inanç" açısından değişimin sancısını çekmemiş olan kimselerin, filmde anlatılmak isteneni, anlatıldığı haliyle anlayabileceklerini sanmıyorum açıkçası.
Lakin bu sancıyı hakkıyla çeken insanların, filmin her karesinden önemli anlamlar çıkaracağını adım gibi biliyorum...
Film başladığından öte Nazım Hikmet Ran'ın şu dizeleri ile biter:
"Çok alametler belirdi, vakit tamamdır.
Haram, helal oldu,
Helal haramdır.
Kendi kendimizle yarışmaktayız gülüm,
Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı,
Ya da dünyamıza inecek ölüm..."
Bence bu filmi izlememek eksikliktir.
Oyunculuğa tek bir kelime dahi edemiyorum zaten; Muhteşem...