üşenme oku orhan pamuk ermeni soykırımını kabul etmiştir Ermeni Soykırımı, Orhan Pamuk ve Nobel Ödülü
"Hepiniz cephe gerisinde Ermeni öldürmek için dolaşan katillersiniz.
Hiçbiriniz cepheye gelip savaşmazsınız." M. Kemal Atatürk
(Aktaran:Atatürk'ün arkadaşı Falih Rıfkı Atay, 1968 Dünya Gazetesi)
Burada tartışmak istediğimiz 1915de yapılan Ermeni Katliamı ve bu düzlemde yapılan tartışmalar olmadığından, bu meseleye yalnızca geçerken değineceğiz.
Bu mesele başlı başına bir yazı konusudur. Ama şu kadarını belirtmeliyiz ki, Türklerin tarihi, fetih ve katliamların tarihidir. Türkler de, egemen devlet olmuş, imparatorluk kurmuş diğer topluluklar gibi, başka coğrafyaları fetih yoluyla ele geçirmiş, ele geçirdikleri toprakların insanlarına kendi egemenliklerini dayatmışlardır.
Direnişleri ve başkaldıranları ise, vatana ihanet suçlamasıyla cezalandırmışlardır.
ingilizler Hindistanda, başlangıçta ispanyollar, daha sonra ise bir bütün olarak Batılılar Kızılderili yurdu Amerikada, Fransızlar Kuzey Afrika da ne yapmışlar ise, Türkler de Anadoluda ve adım attıkları diğer coğrafyalarda aynısını yapmışlardır. Toprakları işgal etmişler, işgal edilen coğrafyada yaşayanlara kendi egemenliklerini dayatmışlar ve karşı çıkanları şiddetle cezalandırmışlardır.
Özcesi; Türklerin Anadolu diye tanımlanan ve esasen Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların ve burada adlarını zikredemediğimiz başka toplulukların yaşadıkları coğrafyaya gelişleri, bu coğrafyaya egemen olmaları ve bu egemenliklerini bugüne kadar sürdürmüş olmaları zor yoluyla olmuştur. Ermeniler ise bu kanlı sürecin kurbanlarından yalnızca bir tanesidir.
Bundan dolayıdır ki Orhan Pamukun, isviçre'de yayımlanan Das Magazin adlı dergiye verdiği bir mülakatta, "Bu topraklarda bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü ve benden başka kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor" sarf ettiği sözler doğrudur ama eksiktir.
Orhan Pamukun sözünü ettiği 30 bin Kürt yalnızca son 20 yıllık savaşta öldürülenlerin bir kısmıdır. Peki ya daha öncekiler? Peki ya Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanlarında katledilenler? Salt Dersim isyanında onbinlerce Kürt süngülenip sulara atıldı. Değirmenlere, Ahırlara ve çukurlara doldurulup yakıldı.
Keza Süryaniler de aynı akibete uğradılar. 1915de iki milyonun üzerinde Asur-Süryani aynı güçler tarafından katledilmiş, sağ kalanlar ise sürgün edilmiştir.
Yani, öyle resmi tarihte anlatıldığı gibi bu coğrafya gerek Osmanlı imparatorluğu döneminde gerekse de onun mirasçısı olan Kemalist Burjuva Cumhuriyeti döneminde kültürler mozaiği falan değildi ve bu topraklarda insanlar barış içinde yaşamadılar.
Şurası kesin bir gerçektir ki, hiçbir sosyal topluluk, gönül rızası ile başka bir sosyal topluluğun egemenliği altında yaşamayı kabul etmez ve bundan dolayı mutlu olmaz.
işgalci ve sömürgeci Siyonizmin ideologlarından Vladimir Jabotinskyin 1923de kaleme aldığı ve Siyonizmin kilometre taşı olarak kabul edilen Demir Duvar adlı makalesinde bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
Ne şimdi ne de görünür gelecekte Araplar ile uzlaşmaya varmamız söz konusu bile olamaz. ...Her biriniz sömürgecilik tarihi üzerine az çok bir şeyler biliyorsunuz. Bir ülkenin, o ülkenin yerlisi olan insanların rızası ile sömürgeleştirilebileceğini kanıtlayan tek bir örnek gösterebilir misiniz? Böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. ...Kızılderililer sömürgecilerin iyisine de kötüsüne de aynı uzlaşmaz şiddetle direndiler. ...çünkü nerede, ne zaman, hangi biçimde olursa olsun, sömürge olmak yerli bir halk için kabul edilemez bir şeydir. ...Biz Filistine karşılık ne Filistinlilere, ne de öteki Araplara hiçbir şey veremeyiz. Öyleyse gönül rızası ile anlaşamayız.
Bu satırlar her şeyi açıklamaya yetiyor aslında. Evet, resmi tarihe göre Büyük Osmanlı imparatorluğu yönetimi altında bütün halklar barış içinde ve mutlu yaşadılar. Ama resmi tarihin barıştan kastettiği, bu halkların teslim alınması ve Osmanlı otoritesini kabul etmiş olmalarıydı. Ne zaman ki, bu halklar işgalci imparatorluğa karşı direnişe geçtiler, işte o zaman hep aynı klasik açıklama yapıldı: Yine Dış güçler içeriden birilerini satın almış ve kışkırtmıştı. Ve direnenler vatan haini idiler. Eğer insanların kendi yurtlarını işgalcilerine karşı savunmaları vatana ihanet ise, doğrudur, Ermeniler, Kürtler, Süryaniler ve diğerleri vatana ihanet ettiler. Beyazlar karşısında Kızılderililer ne kadar vatan haini idiyseler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler de o kadar vatan hainidirler. iyi ki de öyledirler.
Şimdi asıl tartışmak istediğimize, Orhan Pamukun Alfred Nobel adına verilen ödülü almasına ve bu ödülü kabul etmesine geçebiliriz. Ama önce adına ödüller verilen Alfred Nobelden ve Nobel Ödülünün tarihçesinden kısaca söz edelim.
Alfred Nobelin ve Nobel Ödülünün Kısa Hikâyesi
Alfred Nobel, 1 Ekim 1833te iflas etmiş bir iş adamının oğlu olarak dünyaya geldi. Tarihe dinamitin mucidi olarak geçen Alfred Nobel, patlayıcılara olan düşkünlüğünü babasından aldı. 1837de Alfred henüz 4 yaşında bir çocukken babası Immanuel Nobel, Saint Petersburga taşınır ve burada bir mayın fabrikası kurar.
Zaman içinde Alfred Nobelin patlayıcılara olan ilgisi artar. 1866 yılında yüzde 75 oranında nitrogliserini, yüzde 25 oranında emici bir toprak türü olan kieselguhr ile karıştırır ve dinamiti bulur. Bu buluşu, Nobelin kısa sürede bütün Avrupada dinamit kralı olarak tanınmasına neden olur. 1879da Paris yakınlarındaki Sevranda bir laboratuar kuran Nobel, buradaki çalışmaları sırasında dumansız barutu keşfeder. Bu dönemde Fransaya karşı kurulan bir ittifakta yer alan italya ile işbirliği yapan Nobel, aleyhine başlatılan kampanyalar sonucunda Parisi terkederek italyadaki San Remoya yerleşir.
Nobel, San Remoda 1896 yılında beyin kanaması sonucu yaşama veda eder. Vasiyetinde, servetinin 1 milyon kronunun yeğenleri ve bir dönem âşık olduğu Sofie Hess arasında paylaştırılmasını, geri kalan 33 milyon 200 bin kronunu da her yıl insanlığa hizmette bulunanlara sunulmasını istemişti. Bu ödüller fizik, kimya, tıp ya da fizyoloji, edebiyat ve barışa hizmet olmak üzere toplam beş dalda verilecekti.
Nobelin bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yaratır. Ancak 1900 yılında isveç Hükümeti Nobel Vakfını kurar. Bu yıldan sonra da Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlanır.
Nobel Edebiyat ödülleri her yıl Alfred Nobel'in sözleri ile bir idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazara verilmektedir. isveç Akademisi her yıl bu ödüle layık kişileri seçmektedir.
Ve adına kurulan Nobel Vakfını parası, Alfred Nobelin hissedar olduğu Bosfors silah fabrikası üzerinden gelmektedir.
Burada tartışılacak noktalardan biri Alfred Nobelin insanlığa hizmette bulunanlara ödül verilmesine ilişkin vasiyetidir.
Kimlerdir bu, insanlığa hizmette bulunanlar? Bilindiği gibi Alfred Nobel de dinamiti bularak insanlığa hizmette bulunduğu iddia edilen ve tarihe bu biçimde geçenlerdendir.
Birincisi, öyle bir çırpıda adlandırılacak bir insanlıktan söz edilemez. Çünkü insanlık kendi içinde bir bütün değil, uzlaşmaz çıkarlara sahiptir. Dolayısıyla da insanlığa hizmetten bahsetmek yalnızca bir aldatmacadır. Sınıflı toplumlarda yapılanlar ya sömürülenlere ya da sömürenlere hizmet eder.
Buradan hareketle hemen belirtelim ki, Alfred Nobel, dinamiti bularak insanlığa değil, insanlığın bir parçası olan burjuvaziye hizmet etmiş, onun gelişmesine unutulmaz katkılar sunmuştur. Onun bulduğu dinamit sayesindedir ki, kapitalistler aşılamayacak dağları yıkmış, madenlere ulaşmış ve savaş sanayinde muazzam ilerleme kaydetmişlerdir.
Tartışılacak bir başka nokta ise, bu zat adına verilen ödülün kimlere verildiğidir. Her ne kadar bu ödül zaman zaman rüşvet mahiyetinde Jean Paul Sartre ve Doktor Jivagonun yazarı Boris Pasternak gibi yazarlara verilmiş ise de, esasen ya Batı değerlerine dokunmayan, hatta onları yüceltenlere verilmiş ya da Batının düşman olarak belirlediği güçlere karşı propaganda aracı olarak kullanılmak istenen eserlere ve eserlerin sahiplerine verilmiştir.
Örneğin; 1958 yılında, Doktor Jivago adlı ünlü romanı dolayısıyla Sovyet yazar Boris Pasternake verilmişti. Bilindiği gibi, Boris Pasternak, ünlü romanı Doktor Jivago romanında o dönemin Sovyet rejimini eleştiriyordu. Soğuk Savaş dönemiydi ve Batılılar bu eleştiriye hemen sahip çıkıp, onu kendi savaşlarının silahı durumuna getirmek istediler. Bunun için de Boris Pasternaka Nobel ödülü verdiler ve ödülü alması için kendisini Batıya davet ettiler. Ama o gelmedi ve ödülü reddetti.
Aynı şekilde Jean Paul Sartre de Nobel Edebiyat Ödülü 1964 yılında kendisine verildiğinde bu ödülü hiç tereddüt etmeden reddetmiştir.
Jean Paul Sartrenin 1964 yılında Les Mots (Sözcükler) adlı yapıtıyla Nobel edebiyat ödülüne layık görülmüştü ama o, bu ödülü reddetmişti. Nihayetinde onun, sömürünün, savaşın ve sömürgeciliğin yarattığı kan ve gözyaşıyla beslenmiş bu ödüle ihtiyacı yoktu.
Aynı ödüle layık görülen bir başka şahsiyet ise ingiltere Başbakanı Winston Churchilldi. Winston Churchille ödül, yüksek insani değerleri savunan konuşmaları nedeniyle verilmişti. Ne garip değil mi, bir tarafta Jean Paul Sartre, diğer tarafta ise Winston Churchill.
Ve Orhan Pamuk
Orhan Pamuka gelecek olursak. Orhan Pamukun romancılığı ya da yazarlığı bir yana, Orhan Pamuk, yaşadığı coğrafyada olup bitenleri oldukça cesur bir biçimde dile getiren bir şahsiyettir ve iyi bir yerde durmaktadır. Yalnızca yaşadığı coğrafyada olanları değil, kendisi ve ailesi ile ilgili meseleleri tartışırken de oldukça iyi bir yerde durmaktadır. Bir söyleşide kendisine yöneltilen, Aileniz her dönem CHPye yakındı değil mi? sorusunu şu şekilde cevaplayabilecek kadar cesurdur: Halk Partisi yakınlığı ailede hep vardı. Tabii Halk Partisini sevecekler, çünkü Halk Partisi döneminde zengin oldular.
Orhan Pamukun asıl handikabı, yaşadığı coğrafyada olanları mahkûm ederken yüzünü Batıya dönüyor olmasıdır. Bu ise onu, daha ikinci adımda suç ortağı yapmaktadır.
Orhan Pamuk, resmi tarihin eleştirisini yaparken, bunu yaşadığı coğrafya ile sınırlıyor ve yaşadığımız gezegeni dünya yoksulları ve ezilenleri açısından tam bir cehenneme dönüştüren Batı Uygarlığının resmi tarihini, bu resmi tarih üzerine oturttuğu efsaneleri ve yaşadığımız coğrafyanın egemenleri ile suç ortaklığını hiçbir biçimde sorgulamıyor. Daha da kötüsü, yaşadığı coğrafyanın insanlarına Batıyı kıble olarak gösteriyor.
Orhan Pamuk, yaşadığı coğrafyada olanların ve yaşadığı coğrafyanın egemenlerinin Batı ile tarihsel ve siyasal bağını kurmadığı müddetçe, Batılı güçler onun üzerinden kirli ellerini yıkamaya, sömürgeci dünlerini ve bugünlerini temize çekmeye devam edecektir.
Batının dünya yoksulları üzerindeki ideolojik egemenliği o derece güçlü ki, yoksullar, kendilerini yoksulluğa, açlığa mahkûm eden ve kendilerine sürekli savaşı dayatan Batıyı örnek alabilmekte ve hatta Batıyı şikâyet mercii olarak görebilmektedirler.
Batılılaşmak, eğer tutarlı Müslümanları saymazsak, artık herkes için ulaşılması gereken yegâne merhale olmuştur. Ne büyük bir trajedi ki, yoksullar kendi katillerine benzemek için yarış eder durumdadırlar. Ezilenlerin bu duruma düşmelerinin tek sorumlusu, Batının propagandası ve resmi tarihi değildir elbet. Bunun sebebi daha ziyade, Orhan Pamuk gibi, kendisine Aydın diyen, yüzünü Batıya dönmüş ve adeta Batı değerlerinin Batı dışındaki propagandistleri gibi çalışan şahsiyetlerdir.
ilk bakışta Orhan Pamuk ve diğer Batı hayranı şahşiyetlerin, kendi coğrafyalarındaki insanlar için Batıda varolan zenginliği, sosyal hakları ve özgürlükleri istemeleri takdire şayan bir davranış olarak görülebilir. Ama hiçte öyle takdire şayan bir durum yoktur ortada.
Çünkü; Orhan Pamuk vb. şahsiyetlerin referans olarak aldıkları ve ulaşılması gereken uygarlık seviyesi olarak işaret ettikleri Batı Medeniyeti sayesindedir ki; her gün 24 bin kişi açlıktan ölüyor, 800 milyondan fazla insan yatarken aç karına yatağa giriyor. 2 Milyar insan açlıktan dolayı ölümle yüz yüze bulunuyor. Ve 2 milyar insan içecek temiz su bulamıyor.
Bu uygarlık sayesindedir ki; yeryüzünün 56 ayrı bölgesinde fiili savaş var. Ve bu savaşlarda her gün yüzlerce insan ölüyor.
Bu uygarlık sayesindedir ki; gezegendeki kirlilik dolayısıyla ozon tabakasında bir kıta büyüklüğünde delik oluşmuş durumda. Ve yağmur ormanlarının %60ı yok olmuş durumda.
Bu uygarlık sayesindedir ki; bugün üretilen değerlerin %80ini dünya nüfusunun yalnızca %20si tüketmektedir.
Ve bu uygarlık sayesindedir ki; sahip olunan mevcut silahlar dolayısıyla yerküre yok olma tehdidi altındadır.
işte Orhan Pamuk ve Batının yüzünü yeryüzünün yüzü yapmak isteyenlerin sahip çıktıkları Batı Uygarlığının yeryüzü çoğunluğu için anlamı budur.
Ama Orhan Pamuk ve Batının militanlığına soyunmuş diğerleri, Batıdaki zenginliğin ve özgürlüklerin yeryüzü yoksullarının içine itildikleri durumla doğrudan bağını kurmak yerine, bu bağı kopararak, Batının suçlarını temize çekmeyi yeğliyorlar.
Nasıl ki, beyaz işçilerin köleleştirilmemesi siyah dünya insanının köleleştirilmesinin önşartı olmuşsa; nasıl ki, Avrupada Helsinki insan Hakları Sözleşmesi esasına dayalı bir hukukun oluşturulması ve parlamenter rejimlerin kurulması Afrikada Apartheid rejimlerinin, Güney Amerika ve Asyada askeri diktatörlüklerin kurulmasının önşartı olmuşsa; aynı şekilde Batının zenginleşmesi de, Asya, Afrika ve Güney Amerikanın yoksullaştırılmasının önşartı olmuştur.
Orhan Pamuk, tarihi, tarihsel ve siyasal olguları tam da bu bütünlükten kopuk ele almak istediği içindir ki, yaşadığı coğrafyada olanların dünyaya egemen olan güçlerle bağını kurma gereği duymuyor. Dolayısıyla da bu coğrafyada yaşananları, dünyanın emperyalistlerce paylaşılması savaşından bağımsız ele alıyor ve işlenen suçların uluslararası burjuvazinin ortak suçu olduğunu söylemiyor.
Orhan Pamuk, gerek bu coğrafyada gerekse de yoksullaştırılmış ve işgal edilmiş başka coğrafyalarda yaşananların Batı Uygarlığı ile bağını kurmak yerine, Türkiyede aşırı milliyetçilik, aşırı islamcılık çoğalırsa ve askeri darbe olursa, o zaman istanbuldan sonra çok sevdiğim bir Avrupa kentinde yaşamaya başlarım diyerek, bu coğrafyada yaşananların Batı ile bağını kurmamakta ısrar ediyor.
Orhan Pamuk, pekâlâ bilir ki, bugün yeryüzünde yaşanan bütün kötülüklerin planlayıcısı ve yönlendiricisi Batılı egemen güçlerdir.
Hatta ve hatta Orhan Pamukun bu aralar çokça konuşulmasına vesile olan Ermeni Soykırımı meselesinde bile soykırımın arkasında Batılı bir güç olan Almanların olduğu aşikârdır.
ittihatçılar soykırım kararı aldı, Bütün işi Talat Paşa yönetti ve Almanlar ise soykırımı onayladı.
Alman Başbakanı'nın yazdığı notta şöyle deniliyor:
Bizim için önemli olan Türkleri ayakta tutmaktır, Ermeniler güme gitmiş umurumuzda değil.
(Aktaran: Taner Akçam)
Ama buna rağmen Orhan Pamuk diyor ki, giderim. iyi de, nereye gidiyor? Olur mu öyle sıkışınca gitmek? Peki ya gidemeyenler? Bırakalım bunları bir yana, Orhan Pamukun gideceğini söylediği o Batı değil miydi 12 Eylül 1980 Askeri Darbesini yaptıranlar? Ki, askeri darbe olursa Avrupaya giderim diyor. Yine aynı Batı değil miydi, bir taraftan insan hakları ihlal ediliyor diye Türkiyeye heyetler gönderip, diğer taraftan Darbeciler ile sıkı ilişkiler kuran? Önce darbe yaptırıp, ardında da AIHMde darbe mağdurları lehine davalar açan ve mahkûmiyet kararları çıkararak kendi suçunu gizleyen aynı Batı değil mi? Ki, Orhan Pamuk, Batıya gideceğini söylüyor ve bu söylediğiyle Batının kirli ellerini yıkamasına yardımcı oluyor.
Ödül meselesine ilişkin son birkaç söz
Adına ödül verilen ve Orhan Pamukun, layık görüldüğü için onur duyduğu Alfred Nobelin kim olduğuna ve icadıyla neye ve kime hizmet ettiğine yukarıda değinmiştik.
Orhan Pamukun bütün bunların üzerinden atlayarak, yalnızca aldığı ödül ile ilgilenmesi ve yaşadığı coğrafyada olanları Batının ve Batılıların durduğu yerden yargılaması onu, niyeti ne olursa olsun Beyaz Adamın yüzünü giyinmekten kurtaramaya yetmez. Temennimiz şudur ki, Orhan Pamuk, tarihi ve tarihsel olayları bir bütünlük içerisinde ele alır ve yaşadığı coğrafyada olanları yargılarken, bu coğrafyada ki katillerin uluslararası suç ortaklarını da sanık sandalyesine oturtma cesaretini gösterir. Eğer bunu yapacak olursa görecektir ki onun, Alfred Nobel gibi eli kanlı bir burjuva adına verilen ödülü reddediyorm demesine bile gerek kalmayacaktır. Çünkü Batılılar, kendi resmi tarihlerine saldıran, onların ipliğini pazara çıkaran birine zaten bu ödülü vermeyeceklerdir.
lütfen okuyun = evet Atatürk kurtarmadı zaten istanbulu Fatih fethetmedi Mısır ı Yavuz almadı Kanuni hiç birşey yapmadı değil mi ?????? siz gibi dar görüşlü insanlar Fatih fethetti diyorsunuz ancak Osmanlı ordusu demiyorsunuz ancak konu Atatürk e gelince iş hiçde öyle olmuyor nedendir ? Ayıptır sevmeyebilirsin ama saygı göster.
YENi FORD FIESTA
Yeni Ford Fiesta yenilenmiş modern tarzını günün en ileri teknolojileriyle bir araya getiriyor; tıpkı yepyeni bir akıllı telefon gibi... Ve gününüzü en iyi şekilde değerlendirmenize yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiş pek çok teknolojik özelliği size sunuyor.
Örneğin, Fiesta ile sunulan sunulan Ford SYNC sayesinde Türkçe sesli komutlarla USB ya da MP3/iPod® aygıtınızdan bir müzik parçasını seçebilir veya Bluetooth üzerinden sisteme entegre cep telefonunuzdan çalabilirsiniz. Sistem, yalnızca sesinizi kullanarak telefonla arama yapmanıza ve gelen çağrıları yanıtlamanıza olanak tanır. Aileniz ve arkadaşlarınızla iletişiminizi yoldayken de sürdürebilmeniz için yazılı mesajlarınızı bile size sesli olarak okur.
Sahip olduğu yenilikçi teknolojiler sayesinde Fiesta her yolculuğunuzda size güvenli, rahat, zevkli ve eğlenceli bir seyir sunuyor.
Yeni Fiesta'yı daha yakından tanımak için test sürüşü randevusu alın. Ya da tasarımı, sürüş deneyimi, performans, güvenlik ve emniyet özellikleri hakkında bilgi edinin.
1 pkk terör örgütünü desteklemek
2 bu ülkeyi bölmek istemek
3 asla bu ülkeyi sevmemesi
4 şeref yoksunu olması
5 vatan haini olması
6 @17 ye katılıyorum
8 9 10 ve daha fazlası için @5 ve @3 e bakabilir siniz.