bu ilişkiden beklentin nedir?
Beni tercih etmeni sağlayan neydi?
gelecekten beklentin nedir?
Biraz Kişiliğinden söz eder misin?
Biraz ailenden arkadaşlarından söz eder misin?
Sence güçlü yönlerin neler, zayıf yönlerin neler?
Hobilerin, fobilerin neler?
Aşk sence nedir? Aşık oldun mu hiç?
Bu sorular sorgular edalarla değil, yavaş yavaş sohbete yedirilerek sorulmalı ve bu soruları kendinizin cevaplamak zorunda kalacağınızı da bilmeniz gerekir sorunca.
Eğer karşıdaki kişi sizinle ciddi bir süreç için ümit duyoyorsa bu sorular hoşuna gidecektir zaten.
Varsa o tür kanaatleriniz; Gözlerin şöyle güzel, seni gördüğümde kalbim pırlıyor, çok farklısın vs vs cümleleri de içinde saklı tutarsan bir iş görüşmesine döner olay.
Evet, konu ciddi. Biri kıracak biri kırılacak bir süreç başlıyor olabilir. En baştan önlemler alınmalı.
israil zaten işgalci bir güç ve o gücün yavaş yavaş sindire sindire toprakları almasına karşı direnen hamas bir terör örgütü değildir. israil siyonizmi esas alan bir terör devletidir, amacı da güya vadedilmiş toprakları ele geçirmektir. Yani terörizmi filistin'le de sınırlı kalmayacaktır. Hamas veya başka bir şey bahanedir daima.
arkasında süper güç olan israil hiçbir uluslarası yasayı tanımayan, dünyayı terörize eden bir güçtür.
Hal böyleyken hamas vs suçlu aramak israil'in bahanelerine ortak olmaktır.
Nihayetinde bir tercihtir. Kaderdir, insanlardır, toplumdur, devlettir ve sair edilgen yaşamanın konfor alanında kalmak isteyen insan için bahane çoktur. Tercih etme hakkını yadsıyan kendini yadsımıştır. Her şeyin kendi tercihi olduğu zannına kapılanın kendini yadsıması gibi. Her an var olan yeni şartlara göre yeni tercihlerde bulunma zorunluluğu insanın kaderidir. Her şeyi tercihleri ile belirleyemese de yeni şartlarda yeni tercihlerini yadsımak, küsmek de tercihtir, yeni şartlarda yaptığı tercihlerin şartlara etkisini yadsımamak da bir tercihtir.
insanlar ikiye ayrılır, tercih ettiğinin farkında olanlar, farkında olmayanlar.
tercih edeyim, ama tercihlerimin sonuçları da olmasın diyen, tercihlerinin sonuçlarıyla yüzleşmeyi sevmeyen bırak oyunu. Oyunun kendine.
tercih etmemeyi tercih ederek ve sonra tercih etmediği zannına öcüsünü giydirmeyi de tercih ederek kısır döngüde savrulurken, bu fırtınayı besleyen şeyin nefesi olduğunu düşündüğü anlarda ağlarım gök boşalır, sonra yine güneş açar diye diye üretkenliğini hava durumuna müsavi kılarak uykuya dalıp güzel rüyalar görmeyi uman, Umma! Yadsıyorum.
Uzaklardan yazıyorum. Uzak dediğim aramızdaki mesafedir münevver. yandaki sandalyede oturup diğer yanındaki sandalyede oturanla kanaviçelerden bahsederken verdiğin karbondioksiti içime çekmeye çalışsam nedir ki nefes almak oksijenden ibaret. Yaşıyorsam bunu beceremediğimden münevver. Kulak misafiri oldum kanaviçende laleye yer vermişsin. ulan dedim münevver kanaviçe ile derin bir sembolizm amacı gütmüştür. Ulan dedim belkide kalbini avutmak için kanaviçeye dadanmıştır. Ulan dedim, ulan bu kızı hem sevesim hem aşağılayasım geliyor, gir kanaviçe muhabbetine, böyle münevver hiç umrunda değilmiş tavrını takınarak arkadaşlar, insanlığın ızdırabı için ağlayan easkolnikov bir katil, evet ama bu adamı anlamak gerekmez mi? Böyle şeyler tartışmak varken kanaviçe nedir, arkadaşlar bırakalım kanaviçeleri, aşkları meşkleri, yavru kedileri anne kediden ayıran, yavruları uzağa atan iç çamaşırcı arif efendinin kalbindeki yaraları eşeleyelim, psikolojk analiz yapalım, çocukluğunda ne yaşadı bu adam diyerek akıllar yürütülelim. Laleyse mesele gidip fakir semtlerin olmadık yerlerine laleler dikelim, kanaviçe nedir?
Sonra ulan dedim asıl böyle şeyler dersem umursadığım belli olur, hala delisi olduğumu düşünür münevver, oysa ne alakası var münevver. Umrumda değil karbondioksitin. Umursamaz tavırlarla, cool, free davramışlarla, miyav miyavv ben de kıymetliyim reddetsen de sen beni münevver tavrımdan ödün veririm.
Hem yanımdaki sandalyede arkası dönük de olsa oturmazsa, o gidince yerine bir miktar oturup münevverin baktığı yerden duvara bakmazsam, münevver olmazsam, ruhumu ne ile oyalarım?
Zaman geçiyor, münevver geçmiyor.
Ucundan az sevelim dedik, şarkılar şöyle bir tatlı gelsin, şöyle biraz hüznün de tadını çıkaralım, kavuşma anlarında kalbim biraz çarpsın, anlatacağım bir öyküm olsun, olmadı münevver. Sevmenin birazı olmazmış, seni değil kendimi kandırmışken sen de beni kandırmışsın. iki kere kandım, kanmışlıklara ayrı yokluğuna ayrı yandım.
Münevver, öyle bir an geldi ki Allah beni seviyor olmalı ki münevver'i kalbime koydu dedim, öyle bir an geldi ki allah beni sınıyor olmalı, münevver'i kalbime koydu dedim, öyle bir an geldi ki Allah beni cezalandırıyor olmalı dedim, münevver'i kalbime koydu dedim. Münevver, yıpratılarak okunmuş, gereksiz yerlerde altı çizilmiş, en son üstü çizili kenara atılmış, sahaf köşelerinde arka sıralara atılmış bir kitap gibi hissediyorum kendimi. Böyle münevverlik olmaz.
Dallama kısmına şerh koymakla birlikte bunun nahoş bir durum oluşturduğunu fark ettirebilecek samimiyet anını yakalayıp yüzleştirebilmelidir. Kırmadan, empati kurarak Şöyle bir geçiş yapılabilir; kedinle mutlu anlarını paylaşmanın seni çok mutlu ettiğini görebiliyorum, ama bazen bu benim için sıkıcı hale gelebiliyor. Evet böyle psikolog gibi cümleler kurarsanız, dallama demezseniz, o da dallamalık yapmaktan vazgeçebilir belki. Aksi takdirde gidip kedisini daha bir keyifle anlatacağı birini bulur.
Araba kayar mı kaygısı olmadan, görüş mesafesini dert etmeden dağlardan, ovalardan, şehirlerden, uçuşan beyaz kar taneleri içinden usul usul geçmektir. Gören gözler, hisseden ruhlar için ne güzel.
Özellikle üç beş günlük veya net iki gün tatilden sonra, tatilin son günü pazar sabahına canı sıkkın uyanmak durumu. Geçmişiyle, geleceğiyle, kaygısıyla yaşamayı adet edindiği için bugünün de tadını çıkaramayan kimi insanların işidir bu.
Radyo ekin sabah kuşağında Laz ağzı ile komiklikler yaparak ve bol bol reklama yer vererek program yapan kişi. Gerçekte Laz ağzıyla konuşmuyor da programda öyle yapıyor şüphem var. Bazen eğlenceli ama çok reklamcı yahu.
Kaç iyi oyuncu senaristinin, yönetmeninin, yapımcısının ihtirası yüzünden gözlerimizin önünde yitip gitti böyle. Daha bölümlere doyamadan koparıldı o dünyadan. Timsahın gözyaşları gibi bir de duygusal sahnelerle veda ederler.
Eser kalemden çıktıktan sonra artık yazanın değil izleyenindir. Protesto.
evrene kaos değil kanunlar hakimdir. evrenin matematikle açıklanabileceği ve küçük parçalara bölerek deney gözlemle anlaşılacağı fikri de Descartes'ın felsefesinden ileri gelerek modern bilimin yolunu açmıştır denilebilir. aynı descartes her şeyden şüphe edilebileceğini, fakat varlığımızdan şüphe edilemeyeceğini söyler ve o ünlü düşünüyorum, o halde varım önermesi ile ifade eder. yani bilincin varlığını bu mekanik düzenden ayırır. sonrasında mükemmel varlığa yönelik zihnimizdeki düşünce alanından hareketle tanrıya ulaşır. zira madde bozulmakla ve dönüşmekle kaimdir, yani mükemmel bir madde olamaz, çünkü bozulur, değişir. evrenin matematiğini de önce zihnimizde kurup varsayımlarla yola çıkarız, yani soyut, bilinç vasıtasıyla.
sokrates ve talebesi platon'un bilginin insanın içinde saklı olduğu ve dıştan yeni bir bilgi edinme durumunun söz konusu olmayıp insanda saklı bilginin hatırlanması için bunu harekete geçirecek uyaranlara ihtiyaç olunduğu üzere kurulu idealist bir yaklaşım. bu nedenle bilgi aktarılmaz, bilginin açığa çıkarılması için sorular sorulur. sokratik yöntemin özü de budur.