ben mi yavaş yazıyorum sol frame mi çok hızlı akıyor bilemediğim durum.
aslında ilk bakışta bu bir serzeniş olarak algılanabilir tabii ama aslında bu uludağ sözlük yazarlarının ne kadar aktif olduğunun da bir göstergesi.
tır ve dorse imalatı yapan şirketin, adını bu şirketin sahibi "hasan" dan alması sonucu ortaya çıkmış komik bir durumdur. sekreteri düşünmek lazım tabiii
"hastır buyrun... size nasıl yardımcı olabilirim?"
öncelikle tanım: yazarlar hatırlamasa bile onlara anlatılan sıradışı doğum hikayeleridir.
senee 1991 ocak ayı soğuk ve de karlı!!! tam da körfez savaşına denk gelmişim düşünün!
annemi zorla hastaneye yetiştirmişler! hastanede bir annem var bir de murat kekilli kıvamında bıyıklı bir ebe! zar zor doğmuşum neyse ama ağlamamışım! normal! çünkü çıktığım yer çirkin, dışarda gördüğüm şey çirkin falan şok olmuşumdur yani! çok doğal! başlamış ebem popomu tokatlamaya! "hardcore sex"ten neden hoşlandığımın da temeli burdan geliyor! o tokatlamış ben ağlamamışım o mıncıklamış ben gıkımı çıkarmamışım! "hardcore baby, slap me harder!"... taze ete o kadar vurulur mu? annem diyor doğum lekesidir o! beş parmak diye doğum lekesi mi olur canım? sonra bakmışlar ki ben ağlamıyorum kadının biri gamze olsun diye yanaklarımı sıkıcam diye yanlışlıkla "bıngıl"ıma baştırmış.
o gün bugündür 21 senedir tüm tuhaflıklar peşi sıra geldi! siz de doğar doğmaz ebenizle sado-mazo bir ilişkiye girseydiniz sizin de hayatınız hep böyle tuhaf olurdu!
tanımdan önce şunu belirtmek isterim ki sözlüğün mehmet öz'ü ben değilim. zaten o dallamaya da inanmayalım arkadaşlar. ben amerikan mangosu, bilmem nerenin üzümüyle değil; her an her marketten bulabileceğimiz malzemelerle nasıl sağlıklı zayıfladığımı anlatacağım.
(kaç kişinin evine mango giriyosa... pis herif...)
herneyse... efendim on kiloyu nasıl sağlıklı bir şekilde verdim hemen tarifini yazıyorum.
sabah uyanır uyanmaz yarım litre (yaklaşık iki su bardağı) suyun içersine bir yaprak lahana atıp bunu iyice kaynatıyoruz efendim. lahana haşlanınca güzel kokmaz ama tadında hiçbir gariplik yoktur. bunun içersine arzuya göre bir iki damla limon sıkıp hafif ılıklaşınca da içiyoruz. ardından kahvaltımızı az ekmekle ama güzel bir şekilde yapıyoruz.
kahvaltı yapmazsak mide bütün gün kendini aç hissedeceği için; akşam yemeğine saldırırsınız. bu da lahana suyu diyetini anlamsız kılar.
günde iki öğün yedim ben mesela ; bir kahvaltı bir de akşam yemeği. ama akşam yemeğini asla 6-7 den sonra yemedim. düzenli beslenmek çok önemli. çok fazla çay tüketiyorsanız
limon eşliğinde yapın derim. limonlu çaylar aynı zamanda kış ayları için de oldukça sağlıklıdır.
spor yapmayı uzun süre önce geçirdiğim sakatlık nedeniyle bıraktım. fakat uyandığım da bir kaç bacak egzersizini mutlaka yaparım. bu kilo vermenize yaramaz belki. ama kilo verirken sarkmaları yahut çatlak riskini azaltır.
benden bu kadar. ben yaptım ve çok olumlu sonuçlar elde ettim.
denemesi bedava...
karşınızdaki insanın çirkinliğini görüp kusmamak için söylenmiş bir sözdür efendim.
ama bu çirkinlik başka tür bir çirkinlik!
yüz çirkinliği değil...
ikiyüzünün çirkinliği...
yaratanın en aciz halinde yarattığı, yeryüzündeki en çirkin mahluk!
sana diyorum evet!
seni terkedene kadar sakın çıkarma o poşeti...
yeterince kirletmedin mi etrafını?
sana yaklaşan herkes görecek birgün ne kadar çirkefler içinde olduğunu!
o çirkeflerin bile senden daha değerli olduğunu bil!
kırmızının en orospu ruhlusu seni!
renklerin en çirkini!
dudaklarını öpmek yerine, bir eşşeğin kıçını yalamayı yeğlerim bundan böyle!
öyle çirkinsin ki!
sakın çıkarma! sakın!!!
tanım: köşe yazılarında, haberlerde, magazinde, günlük hayatımızda, kısacası her yerde karşılaştığımız; teoman'ın müzik hayatını bırakıp bırakmadığı konusunda yaşanan kaostur.
teoman!
baba!
nedir bu bir bıraktım bir bırakmadım
yok bir şiir okuyup gidecem
yok bıraktığımı söylemeden önceki projelerimi salıverdim
yok bir arkadaşa bakıp çıkacam...
bu ne tavır?
biz seni her halinle seviyoruz zaten...
ilgi çekmeye çalışan ergenler gibi...
müziği bıraktım dediğinde çok üzülmüştüm,
ama şimdi görüyorum ki bırakmasan seni daha az görecekmişiz ekranlarda şurada burada...
bir karar ver! seni takip edemiyor, hızına yetişemiyoruz...
yıllarca "yakışıklı" denildiğinde aklımıza gelen ilk millet italyanlar olmuştur...
genç kızların hayalinde hep bir italyan vardır...
ya bir filmden, ya da bir magazin programından görmüş beğenmiş, arzu etmiştir...
tanıdığım, gördüğüm, gözlemlediğim binlerce italyan erkeğinden sonra
hayatımda bu kadar hödük, cahil, bizim tabirimizle "apaçi" bir millet tanımadım ben...
bu bir yazar tespitidir...
adam 7/24 içerde dışarda her koşulda güneş gözlüğü takıp, ağzını eğdire eğdire konuşuyor(şarkıcı "pitbull" misali dudağının bir ucu bir kulağıyla birleşene kadar)...
sözün kısası yakışıklı, sempatik, seksi değiller...
aksine itici ve çok kabalar...
ispanyada benimle yaşayan iki türk arkadaşım dün ortadan kayboldular...
8-9 saat haber alamadım, telaş yapıyorum bir yandan, sinirleniyorum derken
pat diye damlayıverdiler odaya...
ikisinin de yanaklar pembe pembe 1.80 lik herifler çocuk gibi gülüyolar odanın ortasında.
biri diğerine diyor ki; oğlum tencerenin arkasındaki şeytana bak lan dil çıkarıyo pezevenk...
diğeri de karşılık veriyor; oğlum saçmalama tencerenin arkasında bişey yok bu sihirli mantarı çaktın kendini kaybettin iyice...
..diyene bak...
ortada tencere bile yok...
bu konuşmadan "magic mushroom" bulup yediklerini öğrendim tabi... derken çıkarıp cebinden bir paket verdi...
ölümüne merak ediyorum ama ne tür bir bok diye...
bir yandan verdiğim sözleri düşünüyorum...
hayır yapma diyorum kendi kendime...
savaşıyorum...
sonunda hayır diyebildim...
yemedim...
gecenin ilerleyen saatlerinde türk arkadaşlarımdan biri bana popkek verdi.
yedim...
sonra...
....
...
sonra tencerenin arkasındaki şeytana "kahve içelim mi" demişim...
aslında bunu itiraflar bölümüne yazmalıydım...
hayatımdaki en büyük itirafım bu...
acınacak haldeyim...
yalnızım...
bir sürü kilo verdim...
yüzüm gözüm çöktü...
bir gözümü kaybetmek üzereyim...
ilaçlar, içki, ve bazı şeyler daha...
4 gün hastanedeyim 3 gün sokakta...
ellerinizden kayıp gider ya bişey tutamazsınız...
öyle bişey işte..
tutamıyorum hiçbirşeyi ellerimde...
akıl hastası gibi, ruh hastası gibi dolanıyorum...
ölümüm de an meselesi artık...
bir an kalbim duracak...
bir an nefesim kesilecek...
bu hayattan kurtulacam deme lüksüm yok...
bu hayat benden kurtulacak...
geri dönüşümüm bile yok...
bir plastik, bir teneke kutu kadar haysiyetim yok...
bir köpek kadar değerim yok şu sokaklarda...
hayatımın en kötü günleri...
kendim seçtim...
hakettim çoktan...
yazarı çıldırtan durumlar karşısında söylenen söz...
--spoiler--
penise dokunan dudaklarla babasının elini öpen kız
kıçını yıkadıktan sonra elini öptüren baba
babasının penisini sürdüğü memelerden süt içen kız
--spoiler--
yıllarca gelen giden misafirden,
sabahın köründe kalkmak zorunda oluşumdan,
eve gelen kilolarca etin kokusundan
ve daha milyon şeyden şikayetçi olup durdum...
bu bayram ne şikayet edecek bir sebebim, ne elini öpecek bir büyüğüm var etrafımda...
uzaktayım...
geçirdiğim en buruk bayram...
sabah gözümü açtığımda ısrarla duymayı beklediğim "kızım kalk artık birazdan baban gelir"
cümlesi...
kapım bile çalınmıyor ki...
ölüyorum yalnızlıktan...
keşke diyorum...
keşkelerim her geçen gün daha da çoğalıyor...
devleşiyor...
bu bayram bana eşlik edecek 3 dal sigaram...
daha da param yok alacak...
annemin kavurması da yok...
ne yıyecem bu bayram onu da bılmıyorum...
keşke diyorum...
yanımdayken daha sıkı sarılsaydım hepinize...
hepinizi çok özledim diyorum
duymuyorlar...
ver elini öpeyim yalnızlık
bayramın kutlu olsun...
baktığınız hiçbir yüz tanıdık değil...
kimsenin dilinden anlayamazsınız..
üşürsünüz...hem de çok...
sarılacak kimse bulamazsınız...
dar, karanlık sokaklar...
kadınlar çırılçıplak...
aç, hasta, yorgun gözlerle etrafı tanımaya çalışırsınız...
şimdiden çok yoruldum anne...
seni özledim...
seni çok özledim....
açım ve hastayım..
beş param yok sesini duyamıyorum...
tek duyduğum çan sesleri...
ben bittim anne..
ben bittim...
--spoiler--
Dünyamız uzun yıllardır yeni bir süreçten geçiyor: Küreselleşme. Bu süreçte, felsefe, toplumbilim alanlarında karşılaşılan yeni kavramlar, yeni düşünceler, tanımlamalar ortaya çıkıyor, konuşuluyor, sorgulanıyor ve tartışılıyor. Üretilen yeni bilgiler, deneyler, yaşanan olgular bir anlamda eski bilgileri ve görgüleri altüst ediyor, insanlık sonu alınmamış, sonuçları belirginleşmemiş kaotik bir ortam içinde kendine yollar arıyor.
Bu kaotik ortamda, insan kendi yerini ve konumunu da irdeliyor. Eski değişiyor… Peki yeni ne? Küreselleşen dünyada (küresel dünya bir yanılsama değil sahici bir olguysa) insanın gündelik yaşamını kuşatan ve bu yaşam içinden üretilmiş bulunan kimi kavramların, yapıların, olguların bugüne tekabül eden biçimlerinde meydana gelen değişiklikler ne? Böylesi değişiklikler var ise, bunlar ne anlama geliyor? Kaybettiğimiz güne kadar, bağımsız bir düşünür olan Aydın Köymen, hep bu sorunsalların içinde ve ortasında oldu. Düşündü, sorguladı, tartıştı, üretti ve yazdı. Pek çok aydınımızla birlikte.
Aydın birlikteliği kendisinin bu çabalarını anlamlı kılmak ve sürdürülmesini sağlamak üzere Aydın’ı seven aydınlardan oluşmaktadır.
Bu sitenin kurucusu var demek, tam anlamıyla mümkün değil. Sadece Aydın’ı seven birçok insan oluşumuna katkıda bulundu : Sinem Özgün Köymen, Can Özgün, Asaf Köksal, Engin Demirci, Ege Özgün, Seda Özbulut (Zeta . Reklam Tasarım), Eser Özgirgin ve Kavaklıderem Derneği.
--spoiler--
Destek veren Sivil Toplum Örgütleri : Mülkiyeler Birliği, SODEV (Sosyal Demokrasi Vakfı), TÜSES (Türkiye Siyasal Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı), Ankara Alzheimler Derneği, Atölye Çamurdan, Ankara Sosyal Demokrasi Derneği, Ankara Enstitüsü Vakfı.
ikimizin tanışma yıldönümü...asla olmadı...
küçüklüğümden beri yanımdaydın çünkü..
küçükken günleri, ayları bilmiyor insan.
saatlerin nasıl aktığını bilmiyordum sen yanımdayken. ama biz senınle bırgün belirlemiştik ve o gün bugündü.yirmiüç ağustos. özür dilerim sevgilim az daha unutuyordum bugünü.
ama unutmadım.asla unutmadım seni...pembe güller aldım sevgilim. birazdan rüzgarla savurup denizin tuzlu suyunda sana göndericem.
ulaşınca haber ver olur mu? merakta bırakma beni...
bu gece güzel bir masa hazırlar seni beklerim belki..
belki ışıkları kapatmadan uyuyakalırım gelebileceğin ihtimaliyle...
gelirsen, bi de üstüm açılmışsa örter misin sevgilim? sonra bütün gün mideme ağrılar saplanıyor...
parmaklarının ucuna basarak yürüyemedin hiçbir zaman...
bu gece de yürüme sevgilim.
senin için bi gece daha uykum bölünse bişey olmaz.
aşkımızı tarihlendirdiğimiz günü saygıla anıyorum bitanem.
nur içinde yat...
tanım: özellıkle erkeklerde görülen bır durum olup, bir takıntı hatta takıntının ötesinde hastalıktır.
benım alt komşumdur efendım kendısı. havalandırma denen olay yüzünden duyduğum seslerden bazı çıkarımlarda bulundum. önce piiişşşş diye işerken sonraları ses daha derınden gelmeye başlar... şooorrrr gibi...