Polis Akademisinde görev yapan öğretim üyesi. isveçin güneyindeki Linköping Üniversitesinde master yapıp birincilikle bitiren ve genç yaşta Ankara da bir üniversitede doktora yapan ve söylentiye göre bitirmek üzere olan genç ve dolu bir beyin. Lisansta da Çap yapıp iki bölümü aynı anda derece ile bitirmiş. Akademideki öğrencilerin en çok sevdiği hocalardan birisi. Bilhassa diksiyonu ve beden dilini kullanma yeteneği ile derslerini hayranlıkla izlediğim bir hoca. Göç, sınır yönetimi ve liderlik çalışır. Ha unutmadan, sınavda sadece iyi çalışan yüksek not alabilir. Biraz zorlar *
kadını yaratmanın hata olduğunu itiraf eden tanrının, bazı vesileleler -rüya- ile insanoğluna belirttiği gerçek. Kadın kusurludur kabul etseniz de etmeseniz de, yaptığınız erkeklerin yaptığından daha iyi, ama gereksiz. olması gerekenden fazlasını yaparak zaten kısıtlı olan kaynakları ziyan ediyorsunuz.
küçüklüğünde sorunları olan kişinin yaptığı eylemlerden yalnızca biridir. bunlar aşk şiiri yanında film quote leri de paylaşır. Halbuki ne söylediği hakkında hiç bir fikri yoktur. bunları paylaşanlara gelsin;
(bkz: hasktirrrr) diyorum
(bkz: oh rahatladım)
kadınların bir numaralı düşmanıdır. amaçları fal bakmaktan tamamen uzak, kimyasal madde alışverişi ile ilgilidir. tabi bir de bunların uçkursuz olanları vardır, tehlikesiz sayılabilir tedbiri elden bırakmamak gerekir.
tanrının itiraf ettiği bir tümcedir. kadının ne kadar tehlikeli olduğunu gördükten sonra, hatasını telafi de edememektedir. belki nötrler düşüncesiyle şeytanı salıvermiştir dünya üzerine, ancak o da etki etmemiş, kadın yine yapacağını yapmıştır.
iki arada bi derede kalır insan. çünkü karar veremessin ne yapman gerektiğine. yukarı tükürsen bıyık aşşağı tükürsen sakal misali, ama kendini de çekip alamaz malum çokta güzeller kendileri, öyle bir durum da en iyisi bulunduğunuz ülkeden ayrılmak ya da aşık olmadan yakınlaşmak.
son zamanlarda çok fazla şehit veriyoruz, başımız sağolsun, vatan sağolsun. ancak bu şerefsiz piçlerin birilerinin maşası olduğunu hepimiz biliyoruz. ülkede dirayet varken, istikrar varken devam eden bu ortamı yıkmak isteyen odakların; topyekün saldırısı altındayız. birilerinin yandaşı olarak değerlendirmeyin hemen, türkiye nin istikrarını istemeyen tarafların saldırısıdır. tabii ki üzgünüz, ancak başkalarının istediğini yapmayalım. 82 darbesine sebep olan olaylar sırasında yaptık bu hataları, şimdi bu oyuna gelmeyelim. toplumsal çatışmayı daha da derinleştirmeyelim.
neredeyse bir yıldır kürt açılımı furyası gitmekte, söylemde bir açılım politikası izlenmektedir. ancak şu sıralar büyük bir kıskaçtadır kanımca hükümet. başbakan medyaya sanatçılara açılımı anlatadursun, pratikteki olayların üstünü kapatsın. yok öyle üç kuruşa beş köfte...
amaç gerçekten demokratikleşmekse her iki taraf içinde söylüyorum; oturun şu masaya, konuşun, olmuyor öyle taciz ateşleriyle.. yok ben sizin derdinizi biliyorum, savaş için silah üreten firmalara çalışıyorsunuz siz, amacınız "özgürlük" ya da "milli birlik" değil.
hükümet açılım açılım diye ağaçları kesedursun, diğer tarafta kck operasyonları yapıp ortamı gersin. bdp'li belediye başkanlarını tutuklasın. pkk nın ekmeğine yağ sürsün. kardeşim anlamadığım nokta şu; amacınız masaya oturup anlaşmak mı yoksa bir taraftan demokratikleşiyoruz söylemleri diğer taraftan benim istediğim şekilde demokratikleşilecek anlayışıyla bdp'li başkanları tutuklamak suretiyle, aslında hem açılımı baltalamak hem de silah tüccarlarının rant elde etmesini sağlamak.
Şekle takılıp kalan kemalistlerin kendilerini biraz geriye çekmesi gerektiği düşünülmektedir toplumda: 80 yıldır başörtülü giremessiniz, olmaz, ben mahmut hocayım tavırları artık hasır altı edilmek isteniyor. Malum 80 yıldır şekle takılan statükocu kemalistler biraz akıllanıp alt-yapıyı tasfiye etseydi, şu an kendilerinden nefret edilmezdi, en azından. Türkiye'de durum aynen şu şekilde : Aileden gelen bir gaz ile Türkiye laiktir laik kalacak şekilciliği ile kendilerini politik sanan abi, abla ve kardeşlere sahibiz. Sokakta başı kapalı görünce örümcek görmüş gibi kaçar bunlar yok örümcekten korkmuyorsa bu durumda da iğrenir.
türkiye'nin küresel üretime eklemlenme sebebinden doğan doğal olgudur. küresel üretim sürecinin ne olduğuna bakarsak; örneğin nike markası bir t-shirt tasarlıyor ve bunu üretmek için üçüncü dünya ülkelerinden fiyat alıyor ve en ucuz maliyet veren ülkeye siparişi veriyor. ve diyelim ki bizim denizli tekstil fabrikalarımızdan birine sipariş ediyor. dolayısıyla denizli'de üretim yapan tekstil fabrikası nike için fason üretim yapmaya başlıyor. işte tam bu noktada işçi maliyetleri devreye giriyor. o fabrikada ki işçi maliyetlerinin yüksek olmadığı durumda nike'a fiyat verirken yüksek fiyat vermek durumunda kalır. dolayısıyla siparişi alamaz sipariş alınamayınca işçi maaşlarını vermek zorlaşmaktadır, tahmin edileceği üzere. sadece bunu tekstil olarak değil tüm sektörlerde düşününüz. asgari ücretin çok yüksek olması durumunda sermaye sahibinin sipariş alamayacağı açıktır. dolayısıyla türkiye bu durumda üretimden düşecektir.
diyeceğim şu ki ; asgari ücretin düşük olması iktidarlar sebebiyle olan bir durum değildir. tamamen dünyadaki üretim sürecine dahil olup olmama ile ilgilidir. yok diyorsan biz girmeyelim bu sürece, bu durumda zaten sanayileşememiş bir ülke de yaşıyoruz. afrika ülkeleri gibi açlıktan ölürüz alimallah
herkes olduğu gibi bu düz adam da yolsuzluklara karşıdır. yoksa sözlük yazarları da karşıdır, sokakta sigara içen adam da, aynı zamanda fahişe de karşıdır, yolsuzluklara. adam sanki ampul bulmuş gibi göklere çıkarılıyor.
akıllanın yahu adamın bi .ok bulduğu yok. sonra birileri birilerine neden böcek diyor ! peh
fener yönetiminin bile iplemediği gururdur. hele lig tv haberi doğru ise, sırf futbolcular uğruna bu anons yapıldı ise, zaten yönetim dahi kimse iplemiyor demektir fenevlileri.
(bkz: gurur ne arar la ezikte)
bu akşam şahit olduğum olaydır. hani şu melisler diyordu ya ; yok sizi renkten renge sokarız vs.. işte kendi yaptıklarının başkalarına çamur atma halidir. beşiktaş bursaspor maçının 2-2 olduğunu öğrenen bir takım fenevli taraftarlar, beşiktaş lehine tezahuratta bulunmak suretiyle sevindiler. tabii çok olmadı iki dakika sonra göz yaşları içinde sustular
etnik kökenle -ırki ayrımın- doruğa uraştığının göstergesidir. bir gösterinin olduğu yerden geçerken, milliyetçi faşist bir "insanın" sarfettiği cümledir. arkadaşım sende nasıl bir beyin var ki, ermeni kürt ve zenci etnilerini bir araya getirme kabiliyetine sahipsin. yok yok cidden demek istemiyorum ama faşistsiniz lan.
faşizm, burjuvazi sınıfının var olduğu dönem içerisinde, bu sınıfın çıkarlarının, kendisinin krize girdiği ve çıkmazda olduğu zamanlarda ortaya çıkmıştır. dolayısıyla faşizm, öncelikle ve en basitinden, kapitalizmin ve burjuvazinin ürettiği bir ideolojidir. burjuva sınıfının olmadığı dönemin iktidarları, faşizmin bazı özelliklerini, en bilinen temelde şiddeti, taşıyor olması faşist iktidardan söz edilebileceğini işaret etmez. çünkü faşist rejimin en önemli özeliği bir burjuva sınıfının var olmasıdır. bu sınıfın var olmadığı dönemler için faşizmden söz edemeyiz. araştırmamızın konusu; faşist bir iktidardan bahsedebilmek için yalnızca şiddetin ölçüsüz ve sınırsız kullanımının yeterli olup olmamasıyla ilgili olduğundan, öncelikle şiddetin tanımını ve şiddeti kullanan iktidarların, tarih içinde, faşist bir sistem amacı içinde mi kullandığını açıklamamız konumuz itibarı ile yararlı olacaktır. ardından da faşizmin kelime anlamını tanımlayarak, bu sistemin özelliklerinden bahsedeceğiz.
liberal kurama göre, insanlar doğal yaşam gereği birbirlerine güvenmemekte ve her bir insan kendi çıkarını maksimize etmeye çalışmaktadır. insanlar bu güvensizlik ortamı içerisinde yaşayamazlar. tam da bu sebeple her biri kendi çıkarını maksimize edebilmek ve yaşayabilmek için devlete ihtiyaç duyarlar. devlet de içinde barındırdığı her bir insanın çıkarını çoklaştırmaya çalışır. ancak bu noktada kendi sınırları içerisinde şiddet tekeline sahip olması gerekir. insanların birbirine karşı güvensizliği ve kendi mülkiyetini koruma çabasını, kendisinin vekili olarak, devlet yerine getirir. diğer şekilde devlet, toplumdaki güvensizliği ve huzursuzluğu bitiremeyeceğinden, devlet olma vasıflarından birini kaybeder. dolayısıyla devlet, bu kurama göre, mülkiyet hakkını korumalı ve kendinden başka şiddet gücünü ortadan kaldırmalıdır. devletin şiddet kullanmaması, açık olarak bu yola başvurmaması, şiddeti kullanmadığı ve bunu terk ettiği anlamına gelmemektedir. çünkü devlet, bireylerin aykırı bir hareket etmesi durumunda şiddet kullanılacağını gösterebilir, ancak bunu yaparken açıktan şiddet kullanmak zorunda değildir. topluma bu korku verildiği ölçüde, şiddet kullanmaya gerek kalmayabilir, fakat şiddet tekeli elinden bırakmaz. ancak yalnızca modern devletlerde görülmez, şiddet tekeli tabiî ki. şiddet, yunan şehir devleti iktidarlarının, iskenderin ve romadaki neron iktidarının kullandığı bir araçtır aynı zamanda. toplumu bir düzen içinde bir arada tutabilmek için kullanmışlardır. kendi egemenliklerini hiçe sayan kişileri toplumun gözü önünde infaz etmişlerdir. bu şekilde kendi egemenliklerini topluma kabul ettirebilmişlerdir, hükmedebilmişlerdir. bu şiddeti bireye yöneltirken gizliden değil, fakat aynı zamanda toplumun gözü önünde yapmıştır. bu zulümlerin hiç biri seyircisi olmadan gerçekleşmemiştir. bu iktidarlar şiddet aracını kullanmakta sınırsız hakka sahiplerdir. onlar tanrının yeryüzündeki gölgesi veya kılıcı idi. toplumu yönetme gücüne kuşkusuz sahiptiler. bu yüzden kendi egemenliklerine karşı çıkan birine veya gruba karşı sınırsız veya ölçüsüz şiddet kullanabilirlerdi. modernite öncesi dönemlerde kullanılan şiddet ve zor gücü, modern devlet biçimlerinde olduğu gibi, üretim ilişkileri sistemini düzenlemek için kullanılmıştır. modernite öncesi iktidarların egemenliğine karşı çıkan gruplar temelde, o iktidarın ekonomik sistemine karşı çıkmaktadır. ancak iktidarlar, bu grupları din bağlamında topluma sapkın biri ya da egemenliklerini zedeleyici bir eylem olarak göstererek toplumda meşru bir zemine oturturlar. bu konuya ilişkin gösterilebilecek örneklerden biri osmanlı imparatorluğudur. osmanlı imparatorluğu 14. yüzyıllarda kurulmuş, asker-reaya ilişkisi olan bir düzendir. ilk kurulduğu yıllar içerisinde, beylerin yönetimi merkezi bir yapıyı barındırmıyordu. ancak yıllar geçtikçe, beyliğin toprakları genişledikçe halkı merkeze bağlı kılma gerekliliği ve toplumu yönetebilmek için onlardan ayrı bir kul sistemi yaratma gerekliliği doğdu. bu kul sistemi, modern devlet içinde bürokrasi olarak tanımlanabilir. merkezileştirmeye bağlı olarak, toplum içerisinde bazı gruplar bu sistemi ve bürokrasiyi reddetme eğilimi içerisine girdiler. osmanlı hanedanlığını asabiyasına karşı ihanet ile suçluyorlar ve bu hanedanın dayattığı ekonomik ve idari yapıyı kabul etmiyorlardı. osmanlı imparatorluğu kendisine tabi olmayan bu kitlelere karşı açıkça şiddet uygulamaktan kaçınmamıştır. bu kitle kimseye tabi olmak ve vergi vermek istemiyordu. çünkü daha önce böyle bir alışkanlıkları yoktu. fakat osmanlının en önemli koşul olarak gördüğü şey; onları merkeze tabii kılmaktı. ayrıca onlar, yerleşik düzeni simgeleyen sünni mezhebini de kabul etmiyorlardı. osmanlı merkezinde ise durum tam tersiydi. osmanlının tek amacı kendisine tabii olan yerlerdeki bireyleri merkeze bağlamanın yanı sıra, yerleşik düzeni temsil eden sünni mezhebini de kabul etmiştir. bu noktada bu gruplar ile osmanlı merkezinin çatışması kaçınılmaz olmaktadır. iktidar onları merkeze tabi kılmak ve vergisini alabilmek için ölçüsüz şiddet uygulamıştır. aynı zamanda bunu uygularken halk gözünde meşrulaştırmak osmanlı iktidarı için çok zor olmamıştır. yavuz sultan selim, alevilere ölçüsüz ve sınırsız güç kullanırken dini sembolleri hiç eksik etmemiştir. aynı şekilde diğer padişahlar da sisteme karşı gelen grupları, ya öldürmüşler ya da bulundukları bölgeden zor ile göç ettirilmişlerdir. görüldüğü gibi modern devlette de, modernite öncesi devlette de şiddet; sistemi devam ettiren bir araç olarak kullanılmaktan kaçınılmamıştır. şiddet tarih içerisinde bu yolların yanı sıra bir de, sistem bekasının tehlikesi durumunda kullanılmıştır. iktidarlar bulundukları sistemin devamını tehlike içinde görürlerse, durumu bastırabilmek için en acımasız şekilde şiddet e başvurabilir. bu durumda şiddet kullanılması iktidarın zayıflamaya ve meşruiyetini yitirmeye başladığını göstergesidir. bunun da en acımasız örneğini 1918 kasım-1919 ocak ayları arasında almanyada başlayan sosyalizm dalgasının bastırılmasında görebiliriz. örneğimizi biraz açmak gerekirse; kasım 1918de almanyada merkezin ateşkes çabalarına rağmen deniz kuvvetleri komutanlığı, ingiliz donanmasına son bir saldırı yapmak ve kahramanca ölmek istiyordu. ancak savaştan bıkmış olan erlerin bu kahramanca ölüşe hiçte niyeti yoktu. gemilerdeki erler, subay ve komutanlarına karşı ayaklandılar ve kiele geldiler. erler, buradaki işçilerle beraber dayanışma gösterisi yaptılar. bu noktada kielde subaylar işçilere ateş açınca, erlerle beraber karşı koydular. işçiler ve askerler konsey kurdular ve 4 kasıma gelindiğinde tüm şehrin yönetimi kiel işçi ve asker konseylerinin eline geçmişti. merkezi hükümet ise durumun tehlikeli noktalara ulaşabileceğini anladığı anda duruma şiddet ile müdahale etme ihtiyacında bulundu. bu tarihten sonra kielde başlayan bu ayaklanma diğer şehirlere de yayılmaya başladı. merkez bu durumu fark etmesiyle birlikte, elinde bulunan şiddet araçlarını bu ayaklanmayı bastırabilmek için kullanmıştır. sistemin devamını isteyen iktidarlar her zaman ve her durumda, eğer yönetimleri tehlike altına giriyorsa, şiddetin ölçüsünü ve derecesini düşünmezler. o an için onların amacı, o ayaklanma ve hareketlenmeyi bastırmaktır. bu noktaya kadar anlatmaya çalıştığımız, şiddetin tarih içinde faşizm dışında ne amaçlarla kullanıldığını göstermekti. bu noktadan sonra şiddet kullanımı faşizm için yeterli mi sorusuna cevap arayacağız. ancak bunu anlayabilmek için öncelikle faşizmi tanımlamaya çalışarak, faşist düzenlerin özelliklerini anlatacağız. burjuvazi, elverişli koşullar içinde gelişebildiği her yerde, demokratik düzenler kurmuştur. ancak çok elverişsiz koşullar içinde kaldığı ve şiddetli bunalımlara düştüğü dönemde, kendi olağan yönetim biçiminden vazgeçip bunun tamamen karşıtı olan başka bir yönetim biçimine başvurmuştur. burjuvazinin, demokratik düzenin bütün ilkelerini reddeden bu zor ve baskı düzeninin adı faşizmdir. faşizmin sınıfsal temeline bakılırsa, öncelikle iki nokta dikkati çekmektedir. ilk olarak faşizm burjuva sınıfının yönetimidir. dolayısıyla, her türlü şiddet ve baskı yönetimine faşizm demeye olanak yoktur. kapitalizm öncesi daha ilkel düzenlerin egemen olduğu toplumlarda, yönetim istediği ölçüde baskıcı olsun, faşist bir düzen yoktur. aynı biçimde, işçi sınıfı diktatörlükleri de faşizm olarak nitelenemez. ikincisi, faşizm gerileme çağına girmiş burjuvazinin yönetimidir. dolayısıyla burjuvazinin devrimci çağında kurduğu baskıcı ve şiddet içeren yönetimlere faşist denemez. buna örnek olarak; fransız devrimi sırasında robespierrein kurduğu yıldırı yönetimi, faşist bir düzen örneği oluşturmaz. feodalizme karşı savaşımında burjuvazinin uyguladığı zor yöntemleri, faşizm tanımına girmez. faşizm, dara düşmüş burjuvazinin artan emekçi sınıflar karşısında, kendi sınıf egemenliğini sürdürebilmek için, uğrunda uzun yüzyıllar boyunca savaşım verdiği en temel siyasal ilkelerini bir yana attığı, zor ve baskı düzenidir. işte faşizm bu biçimde anlaşılırsa, faşist düzenlerin tarihe çıktığı dönem ilk olarak, dünya kapitalist sistemini, büyük bir bunalım içine sokmuş olan birinci dünya savaşından, özellikle de bu savaş içinde patlayan sovyet devriminden sonra ortaya çıkış olması kolaylıkla açıklanabilir. faşist sistemler bu tarz açıklamalarla kavranabilir. ayrıca italyada başlayan, ispanya ve almanyada devam eden bu faşist hareketin her üçünde de ortak olan bazı özellikleri vardır. ilk olarak bu üç faşist ülkede de çok şiddetli bir toplumsal kriz görülmektedir. faşist akımlar büyük ölçekli geçimsel ve toplumsal sorunlarla boğuşan kapitalist toplumlarda, kendilerine uygun bir ortam bulmaktadırlar. toplum kargaşaya sürüklendiği ölçüde, sınırsız yetkisi olan bir yönetime duyulan özlem kamçılanmaktadır. ikincisi, bu üç ülkede de, yalnızca sözde kalmayan, eyleme dönüşen, çok ciddi bir sosyalist tehdit yaşanmıştır. böylece burjuvazi, büyük bir korkuya kapılmış, toplumsal egemenliğini koruyabilmek için siyasal üstünlükten vazgeçmeye hazır hale gelmiştir. üçüncüsü, yine bu ülkelerin hepsinde, sosyalistler ve komünistler yığınlarda yarattıkları umutlara karşılık verememişler, devrimci girişimde başarısız kalmışlardır. sosyalizmin başarısızlığı, bunalımdan kurtulmak için otoriteci bir çözüm arayan yığınları, faşistlerin arkasından gitmeye itmiştir. bu ortak özelliklerle beraber faşizmin toplumsal tabanı konusunda da bir takım sonuçlar çıkarılabilir. faşizmin büyük sermaye tarafından desteklendiği araştırmacıların genellikle üzerinde birleştiği ortak bir gözlemdir. ikinci dünya savaşından sonra özellikle almanyada ele geçirilen belgeler, bu görüşü tamamen kanıtlamıştır. almanyanın öndegelen kapitalistleri, 1930ların başından başlayarak, nazi partisine büyük paralar akıtmışlardır. ancak yine de bu sistemi bir avuç sermayedarın devimi olarak tanımlamaya yoktur. çünkü bir diğer tartışılmaz gerçek de, bu düzenin arkasından milyonlarca insanın gittiğidir. faşizmin böyle büyük bir yığın desteği kazanması çeşitli sebeplerdendir; ilk olarak yukarıda da belirtildiği gibi, faşizm kapitalizmin büyük bunalımlara sürüklendiği dönemlerin ürünüdür. bu bunalımların ortak özelliği toplum içindeki sınıf ayrımlarını uçurum haline getirmeleri dolayısıyla da topraklı köylü küçük esnaf küçük memur vb. olan küçük burjuvazinin en büyük korkusu, her şeyini yitirerek işçileşmektir. bu sınıflar, ekonomik yaşamın doğal görünen yasalarına dur diyebilecek güçlü kurtarıcılara özlem duyarlar. bu, yığınların faşizme sürüklenmesinin sebebi olmuştur. bunun yanı sıra başka nedenler de düşünülebilir ; faşizmin, demokratik düzenlerin uzun bir geçmişi bulunmadığı dolayısıyla da demokratik kurumların henüz kökleşemediği toplumlarda daha kolaylıkla yeşerdiği görülmüştür. dolayısıyla, feodal kurumların etkisi henüz canlıdır ve bunlar faşizmi destekleyici bir rol oynarlar. örnek olarak kilise, italya ve ispanyada böyle bir rol oynamıştır. öte yandan faşist düzenlerin belli bir işçi desteği bulabildikleri de göz önünden kaçmamalıdır. köylülükten kurtulamamış olan işçilerle köylülük bağlarını koruyan sonraki kuşak işçileri, işçi egemenliğini savunan sosyalist devrimden korkmakta ve küçük mülk sahibi yığınlarla birlikte faşistlerin düşüncelerini uygun bulmaktadır. faşist düzenin bu ortak özelliklerinden sonra konumuzla ilgili olan faşizmin şiddeti nasıl kullandığını açıklamamız gerekiyor faşist ideoloji, yalnızca karşı çıkışlarla tanımlanmaz. kendisinin benimsediği bir dizi değer de vardır. bunların başında, güce tapınma gelmektedir. güçlünün zayıfı ezeceği kuralı, doğanın ve toplumun en önemli kuralıdır. üstün insanlar güçlüdür. zayıfların bunlara boyun eğmesi hem doğaldır, hem de gereklidir. şiddet, en güçlünün, dolayısıyla da en değerlinin ortaya çıkmasını sağlayan bir yöntemdir. bunlar; faşizmin şiddeti kullandığını ancak, yalnızca şiddetin olması faşist iktidarı ortaya çıkaramayacağını gösterir niteliktedir. bu konuda da şu örneğimiz gayet yerinde olur ; ilk olarak stalinin şiddet aracını acımasızca kullanmasına rağmen faşist bir düzeni yönettiğini ya da faşist olduğunu iddia etmek yanlıştır. stalinin sovyetleri faşist bir sistem olarak nitelenemez. çünkü stalinin yönettiği sovyetler birliğinde, en azından teorik olarak bir burjuvazi ve onun yönetim şekli olan liberal demokrasi veya türevleri yoktu. bu sebeple sovyetler yönetimi ne kadar ölçüsüz şiddet kullanırsa kullansın, sovyet yöneticilerini ya da sovyet rejimini faşist olarak adlandıramayız. genel olarak baktığımızda, faşizm bir ideoloji olarak karşımıza modern dönem sonrası çıkmaktadır. ancak modern dönem sonrası kullanılan her ölçüsüz şiddeti faşizm olarak nitelendirmekte yanlış olur. faşizm, en nihayetinde burjuvazi devrimininin ürünüdür, ancak faşist rejimlerinde kendilerine has özellikleri bulunmaktadır. burjuvanın devrimci dönemlerindeki şiddet kullanımı faşizm olarak adlandıramayız. aynı şekilde burjuvazisi olmayan modern sonrası dönem devletleri, sovyetler birliği, de faşist olarak nitelenemez. bu konuda horkheimer şu şekilde görüş bildirmektedir, kapitalizmden söz etmek istemeyen kişi faşizm kelimesini de ağzına almamalıdır. bu ifadeden de anlaşılacağı gibi son tahlilde faşizm için öncelikle kapitalizmin çağı, daha sonrasında da buhrana girmiş bir burjuva sınıfı gerekmektedir.
güzel bir tespittir, ancak oluşması için, proletaryanın "kendi için sınıftan", "kendisi için sınıf" bilincine varması gerekir. yani kendini gördüğü sınıf yerine , emek-sermaye ikileminde olduğu sınıf bilincinde hareket etmelidir. yoksa zaten faşizm için gerekli koşullar isteseler de istemeseler de, doğacaktır.
bugün x için ne yaptın cümleciğinin başka bir formatıdır. evet tabii saçma bir düşüncedir. ancak kendini solcu marksist komünist veya troçkist vs. olarak lanse eden arkadaşların gece uykuya dalmadan önce, yastığa başlarını koyduklarında kendilerine sormaları gereken sorudur ; yani bu soruyu sormalılardır ; "ne yaptınız lan bugün komünizm için ! çıldırtmayın adamı. inin sokaklara devrim yapın," cevabını gaipten duymaları olağandır.
evet efendim ; doğrudur. sözlükte fazla entry girmekten kaynaklı yanlış başlıklar açıldığından ; sözlük sorumluluğu çerçevesinde, doğrusunu yazmak gerektir. türk değil, türkiye'dir atatürk'ün kurtardığı. türk diyen bunu da der ;
kaldı ki sözlükte katılmayan arkadaşlar olsa da, şartlar insanı belirler ; dolayısıyla şartlar atatürk ü doğurmuştur ; yoksa mustafa kemal değil de mustafa ömer de olabilirdi.
efendim; bir okuduğum görüşü doğrultusunda mantıklı gelen önermedir. çünkü akp tabanı nedir diye düşündüğümüzde ; islami muhafazakar kesim; muhafazakar kesimin çoğunun oyunu almaktadır zaten. ancak oy puanını artırmak için ya da gidenlerin yerine ikame edebilmek için farklı politikalar izlemesi çok mantıklı gelmektedir. zira eğer kürtlerin oylarını alırsa ; %47 olan oy puanını artırabilir ya da muhafaza edebilir.
dtp ya da pkk taraftarız olan kürtleri yanına çekmesi aslında mantıklı bir politikadır. düşünün kürtlerle sıfır sorun istiyor ; aynı zamanda sermaye sahipleri de sıfır sorun istiyor; çünkü yatırım yapmak istiyor. bu politikayla bir taşla iki kuş mantıklı değil mi ey sözlük?
evet efendim bir çoğumuz yaparız bunu. ancak birazcık düşünürsek neyin ne olduğunu gayet iyi anlayabiliriz. nedir kız ile kadın arasındaki fark bir et parçası mı, bu mudur onu level atlattığını düşündüğün ? ayıptır. ayrıca kız diye nitelendirdiğin kadın arkadaşlar da sana oğlan diye hitap etmesini kabul edebilecek misin? bir de şu var tabii; hegemon gücün bize öğretmeye çalıştığı bu anlayışı reddetmek gerekir. kadın arkadaşlarımız vardır; kız arkadaşlarımız değil. aksi taktirde hepiniz oğlansınız lan..
şu sıralar için doğru olan bir önermedir. ancak olmamasının sebebi kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz meselesi değildir. önceki darbeler milattan önce mi oldu diye sorarlar adama. darbe olmamasının sebebi olarak; şartların oluşmadığını söyleyebiliriz. abd hegemonya olarak ortadoğu'da karışıklık istemiyor, tabii atlamamak lazım öyle, sadece abd değil büyük güçler istemiyor. istendiğinde nasıl olduğunu görüyoruz;
din ülke vatandaşlarının manipüle edilmesi ve sistemin korunması için kullanılan bir araçtır. kimsenin dinine küfretmek değil amacım, ama birazcık düşünürseniz* anlayabileceksiniz gerçeği. devlet dini kontrol eder. öyle bazı zırvaların açıkladığı gibi devletle din işleri birbirinden ayrı şeyler değildir. devlet isteyerek, bilerek dini kullanmak ister. dün, bugün yaptığı ve yarın yapacağı gibi..
duruma türkiye açısından bakarsak ; islam dinine mensup vatandaşlardan oluşuyor. bir de diyanetimiz var allah a şükür. sonra birileri de çıkıyor diyor ki laik olmalıyız. din devlet işlerinden çıkmalı vs.. çıkamaz kardeşim, çıkmaz olmaz öyle şey. devletin felsefesine aykırı. ilk önce askeriye için bakalım ; asker sınırı aştığında komutan acaba ne diye gazlıyor o erleri ? lan saldıracaksınız diye mi , yoksa şehit olacaksınız en yüksek rütbe bu diye mi ? sonra da sokmazlar gata dan içeri türbanlıları. ayıptır.
ikinci olarak sistemi kontrol altında tutmak için devletin dine nasıl baktığını görelim ; cuma namazlarına gidiyoruz hamdolsun; hocanın okuduğu hutbeyi dinliyorsak, görürüz aslında.. tabii düşünerek dinlemek gerekir. devletin amacı nedir öncelikli ? güvenliği sağlamak, e madem güvenliği sağlamaksa amaç; okunan hutbede sürekli tekrarlatacaksın ki ; korksunlar yapmasınlar..
bir de şu var ; hocalar hutbeyi okurlar ; kendi içlerinde çelişkiye düşerler, hoca diyor ki ; "muhterem cemaat emek çok yüce bir şeydir, emeği ile kazanılan paralar helaldir, başkasının emeğine göz dikmeyin." ula madem böyle düşünüyorsun be adam, işveren-işçi arasındakini hiç mi görmüyorsun, yoksa kör müsün afedersin. biri diğerinin emeği üzerinden para kazanmıyor mu ? tabii hocaya söyleyince bunlar kâfir ilan edildim.. tövbe tövbe..
duyuorum şimdi sesleri ; "adamında sermayesi varmış ki iş vermiş." ben daha ne diyeyim size ? ..
1900 lerin başında ortaya çıkan türk milliyetçiliğinin neferlerinin devlet aygıtını ele geçirdikten sonraki yarattıkları, bugünde ortada kargaşaya sebep olan varlığın aslında daha önce bulunmama durumu. efsane olduğu gibi türk ulusu binlerce yıl öncesine falan dayanmaz, o uydurmadır. milliyetçilik sonucu ortaya çıkan bütün uluslar gibi türk ulusu ve milleti de sonradan yaratılmadır. kaldı ki başarılı bir süreç oldıuğunu iddia etmek dahi tartışmaldırı. o sizin bahsettiğiniz türk ulusu ya da türk milleti değil, orada bir bağ var dediğin gibi ama o kandaşlık, yani senin anladığın türden bir milliyetçilik yok ortada ey milliyetçi arkadaşım anla bunu artık. o kandaşlık ki; kürt olan birini içine alıp bir nesil sonra türk kandaşı haline getirebilmektedir.
ayrıca sonradan icat edildiğini görmek için ; nation kelimesinin kökeni 1900 lerde bulunmaktadır, ancak publica kelimesi çok daha eskidir nation a göre. daha yeni yetme sözcüğü çıkmış bir kavramı nasıl olur da binlerce yıl öncesine götürürsün anlayamamaktayım.
bazıları öldürün, vurun bebek katilini tarzında cümleler sarfetti, haklıdırlar o anki öfkelerini yansıtmaktadırlar. ancak şöyle bir durum var öldürüldükten sonra neler yaşanabileceğini göz önüne alıyor musunuz ? kimse size korktunuz falan demedi, hele dur yegenim. idam ettiniz diyelim hiç mi bunlarda başka bir baş yok, o kanı temizlemek için toplamayacak mı tekrar örgütü. şu anda apo'nun yaşaması pkk'da çok başlılığın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. kimse bunu inkar edemez. idam ettiniz ne oldu mutlu mu oldunuz. yoksa yeni bebek katilleri asıl siz mi oldunuz ?
kaldı ki bir de dünya konjonktürü var, öyle kolay kolay adam idam edemezsiniz, sizin tiklemediğiniz ülkeler size kök söktürür alimallah ? ben sizi düşündüğümden diyorum, yoksa çokta tikimeydi idam ettiniz etmediniz..
tsk nın çıkar grubu olduğunu düşünmek bile hakareti gerektirmektedir bu ülkede. söyleyecek başka sözleri yoktur çünkü diğerlerinin. ana bacı dan başka söz bilmezler, düşünenlere karşı, neyse biz büyüklük gösterelim, "hoşgörelim".
tarihe baktığımızda doğru olabileceğini gördüğümüz önermedir. öncelikle ve ilk başta ; mustafa kemal ve onun çevresindeki insanlar darbe yapıp kurmadılar mı cumhuriyeti? yoksa kuran kadro vahdettin tayfasıydı da biz mi yanlış gördük. askeri bürokrasi kurmadı mı bu devleti? tabandan bir hareket vardı da ben mi yanlış gördüm.
ikinci olarak bu da yetmedi diye düşünürsek, yapılan darbeleri düşünelim ; 27 mayıs 1960 darbe'yi yapan güruh sanırım fetoculardı, 1980'de de zaten cemaatciler tarafından yapıldı. güldürmesinler insanı efendim, latife yapıyor iseniz de bilelim. 1960'ta da 1980'de de elinde silah olan yaptı bu darbeyi. askerimize öğretilen buyrukta şuydu değil mi(!);
(bkz: rahman ve rahim olan allah'ın adıyla)
pkk ile barışmamak yalnızca tsk'nın değil, pkk'nın da işine gelmektedir, zannımca. zira pkk ile barışıldığını düşündüğümüzde ; pkk için çok büyük kayıplar demektir. pkk'nın varlık sebebi ve bunun üzerine inşa ettiği kürt milliyetçiliği safsatası kaybolacaktır. türk devleti içinde nasıl elitist insanlar var ise pkk'da işçi partisi söylemine rağmen elitizmle bağını asla koparmamıştır. bu çatışma üzerinden kendi meşruiyetini sağlayabilmektedir. bu yüzden pkk'nın işine gelmeyecek bir durumdur.
ayrıca tsk için düşündüğümüzde ; burayı yazarken muhtemel üzerime kötü dualar edilecek ancak ben yine de durum tespiti yapmaya çalışacağım. tsk hassas noktadır, türk milleti ve devleti için candır, canandır haklısınız. ancak şunu unutmamalıyız türkiye'de tsk çıkar gruplarından bir tanesidir. her yıl bütçeden daha fazla kaynak alabilmek için yapmayacağı şey yoktur. işte bu noktada tsk isteğini ancak karşısında bir düşman olduğu sürece yapabilir. yani karşısında bir düşman olsun ki, tsk da beslenebilsin ve bu bütçedeki payının alınması da meşru bir zemine oturabilsin. bu sebeple varolan bir düşmanı neden yok etsin niye işine yaramayan bir eylemi gerçekleştirsin.
bu yüzden pkk ile barışmamak her iki grup içinde yararı olan bir durumdur.
devlet bahçeli'nin seçimlerde topluma ara gazı vermesi buna örnek gösterilebilir;
- "imralı'dakini asacak ipin yoksa al bu ipide as onu" bu cümleden sonra ipi tüm topluluğun üzerine doğru atar, o güruh birden öfkelenir ve şu ses duyulur;
"devletin başına devlet gelecek. "
yanlıştır yapılmaması gerekir, hadi yapıldı diyelim ulan her ara gazı verenin peşine olaylar çıkarıyoruz bi sakin, anam babam, anasını satayım. bende mi gaza geldim ne ?