Cok degil 2 yil olmus aslinda tanisali, tanismaya baslayali...
"Bazuka"ya daha sira gelemeden, hemen komsu sehirde düzenlenen bir etkinlikte, okuma gecesi icin geldiginin haberini alirsin bir gün. Eve o saatte nasil döneceginin hesaplarini bile yapmadan, son trene yetisip yetisemeyecegini bile düsünmeden Tol'u ve Har'i alip gidersin onu dinlemeye...
Önce baska bir grup cikar sahneye, yeni kitaplarini tanitmak icin. Bu arada sohbet firsati da bulursun Murat Uyurkulak'la. Saci- sakali birbirine karismis, ilk baska ürkütücü gelen ama yine de kara gözleri ice isleyen bir canlilikla parlayan bir adam yerinden kalkip elini uzatir sana. Nasil hitap etmen gerektigini bilemezsin önce, abi desen cok klasik, Murat desen cok laubali, siz desen fazla mesafeli... Murat Hocam olarak cikar agzinizdan kelime, hic fena degil diye düsünürsünüz, begenirsiniz ona yüklediginiz sifati. O da begenmistir anlasilan, tatli tatli gülümser size düzeltme geregi bile görmedigi carpik disleriyle...
Biraz konusursunuz havadan sudan, kitaplarinizi imzalatirsiniz ve yerinize gecip onun programinin baslamasini beklersiniz sonra...
Masaya gecer, oturur ve o etkileyici, tok sesiyle konusmaya baslar... Okumaya nasil basladigini, yazmaya nasil basladigini, yazdigi karakterlerin kendisiyle ne kadar baglantisi oldugunu, kurdugu hayalleri, paylastigi anilari... Öyle dogal, öyle dobradir ki konusurken, neredeyse tamamiyle onun etkisine girmissinizdir artik...
Güzel bir geceden, akilda kalacak bir cok cümle ile ayrilirsiniz salondan...
Eh meraklisi icin tanim geliyor iste;
Murat Uyurkulak budur iste; kendi gibi olan, dogalligin dibine vurmus karizmasi ile sizi etkileyen, Ihsan Oktay Anar tarzi cümleleri ile hayran biraktiran, yeni kitabi ciksin diye gözünün icine bakilan...
Sagda solda benden daha iyisi yok diye gezen onlarca isme inat, Türk Edebiyati'nin son dönemde yetistirdigi en iyi yazarlardan biridir kendisi.
her zaman antalya kokacak, deniz kokacak olan kitaptir...
--spoiler--
biraz bastan savma yazmis sanirim hakan günday bu kitabi, ya da anlatacak cok seyi varmis da, sadece 200 sayfa hakki varmis gibi... sürekli bir kosusturma, sürekli tesadüfler yaratma cabasi icinde bitiriyoruz kitabi.
oguz atay da fazla zorlama olmus bence, onun yerine kurgu bir karakter cok daha güzel bir etki birakirdi diye düsünüyorum.
--spoiler--
yemek olani "muhtesem", kitap olani ise "eh iste"dir.
--spoiler--
pinhan ile edebiyat dünyasina giren bir yazarin, hele hele 26 yasinda böyle bir kitap yazabilen bir yazarin elinden cikmisa benzeyen bir kitap degildir iskender her seyden önce. eski elif safak kitaplarinin (araf öncesi demek daha dogru olacak) yanindan bile gecemeyen bir kurguya sahip, sonra her sayfada ceviri oldugunu belli eden cümleler o kadar rahatsiz edici ki, bir türlü giremiyorsunuz kitabin icine.
karakterlerin gözlerinden olayi anlatmak fena bir fikir degil gerci ama cümleler o kadar kisa ve o kadar basit ki, nerede mahrem'i ve pinhan'i yazan elif safak diye merak ediyorsunuz ister istemez.
ciddi kurgu hatalari da var; örnegin "aney" orta anadolu'da kullanilan bir tabirdir dogu'da degil. dogu'da anne "daye"dir cünkü. pembe ismi de dogu'da kullanilan bir isim degildir. kardeslerin birbirlerine yazdiklari mektuplar da hic gercekci degil, yapaylik kokuyor kelimelerde.
--spoiler--
--spoiler--
Sevip sevmedigime karar veremedim acikcasi filmi. Cünkü HP benim icin kitaplardan olusuyor, son kitaptan nefret ederek bitirmis olsam da, yillar önce yaptigim cevirileri, yazdigim hikayeleri, o karakterleri kendi kafama göre yeniden kurgulamayi hatirlatiyor.
Son kitabi okudugum zaman, hep bir yanimi da onunla birakacagimi düsünüyordum, kapagini kapatinca. Olmadi ama, asla beklentilerimi karsilamanin yanindan bile gecemedi son kitap, nefret ederek bitirdik seriyi Rowling'ten.
Simdi son filmde de, bir parcami o sinema salonunda birakacagimi düsünüyordum, yine olmadi. Gayet de tam gibi ciktim salondan, Snape icin döktügüm bir kac damla gözyasinin haricinde...
- Ilk filmin kaldigi yerden olaylara dalmak güzeldi ama Bill'in evindeki sahnelerde Ollivander haricinde adam gibi rol yapabilen yoktu. Iki saniyenin icinde gecistirip hoop bankaya dogru yola ciktilar.
- Hermione'nin Bella dönüsümü süperdi, gülümseyip durdum ekrana dogru. Hatta topuklu ayakkabilarla yürüyememesine kahkaha bile attim. Helena yengemiz cidden cok deli bir hatun, süper veriyor rolünün hakkini.
Banka sahnesini de ben öyle aman aman cok begenmedim bu arada. Kupa daha önce hic gösterilmedigi icin Harry'nin onu hissetmesi falan mantikli geldi ama yine de kasanin icini ve disindaki kacis sahnesini cok daha farkli hayal etmistim ben.
- Horkruxlarin yok edilmesi sahnesinde Voldemort ve Harry'nin onlari hissetmeleri de fena olmamis bana kalirsa, ama en son Nagini yok oldugunda Harry nasil hissetti onu anlamadim mesela, cünkü o sirada Harry artik bir horkrux degildi. Nagini'li sahneler süperdi bu arada. Keske yilani cekmek icin kullandiklari teknigi diger bazi sahnelerde de görebilseydik.
- Hogwarts'taki ilk savas da güzeldi. O kadar ölüm yiyenin nereden ciktigini anlamamis olsam da. Koruyucu büyülerin yikilmasi sirasinda, o kadar insanin yapamadigini tek basina Voldemort'un yapmasi süper bir ayrintiydi bence. Voldemort'un kim oldugunu ve neler yapabildigini sadece o sahnede gördük cünkü. Geri kalan tüm sahnelerini alip cöpe atabilirsiniz. O kadar rezildi yine, o kadar gereksiz.
Ralph Fiennes muhtesem bir oyuncudur aslinda, ama ironiye bakin ki öyle bir oyuncu bile Voldemort karakterini yansitmada sinifta kaliyor. Asla yetemiyordu Voldemort olmaya yine, kastin en basarisiz secimi belki de, o derece nefret ettim yine, o derece sinir oldum.
- Araya yerli yersiz espiri koymak da yeni moda oldu sanirim. "Luna'yi bulmam lazim, ona ne zamandir deli oluyorum." su sahnede cikip gitmek istedim salondan. Tamam kitabi bire bir uyarlamayin ama, tutup da kitapta olmayan salak sacma diyaloglari da kullanmayin bir zahmet. "Her zaman bunu yapmak istemisimdir." olduuu canim!!
- Ikinci Hogwarts savasina yani dananin kuyrugunu koptugu noktaya hic girmiyorum. Ben ömrü hayatimda bu denli salak bir kurgu, bu denli sacma sahneler görmemistim. Kendimi tutamayip gülmeye basladim bir ara, yanimdakiler kizdilar falan artik. Voldemort'un Harry'i baglayarak fantazi yapmak istemesine hadi peki diyelim de, bir ara tekme ve yumrukla dalmaya mi basladi Voldemort, ben mi yanlis gördüm? Dünyanin en büyük büyücüsü yerde bagli yatan rakibine tekme atiyor, olaya gelin!!
Öyle bir son ki, Harry Voldemort'u boynundan cekip ucuruma atliyor, satonun etrafinda bir tur dönüyorlar.
Öyle bir son ki, cevrelerinde hic kimse yok, herkes kendi havasinda büyük salonda oturmus sohbet ediyorlar, cay kahve iciyorlar.
Öyle bir son ki, Voldemort'a neler oldugunu bile kimse merak edip, sormuyor Harry'e.
Öyle bir son ki, Voldemort'da Bella'da atomlarina ayrilip ölüyorlar. Ceset meset bir sey yok yani, havaya karisip toz oluyorlar. Ikisi de bir kac dakika arayla, ikisi de ayni sekilde. Ee tabii ki 3D'ye o kadar para bayiliyor insanlar, biraz efekt görmek gerekiyor!!
Ve öyle bir son ki; Harry cotank diye dünyanin en güclü asasini, Mürver Asa'yi ortadan ikiye ayirip, ucurumdan asagi atiyor. Kendi asasi da ilk bölümde kirildigina göre, hayatinin geri kalanini simitci, kahveci, gazozcu olarak devam ettirmeye karar veriyor!!
- Oyunculuk adina cok fazla bir sey söyleyemiyorum, tamanina yakini mavi ekrandi yine, hatta bazi sahnelerde dekorun stüdyo oldugu o kadar belliydi ki.
- Lucius sadece bir kac dakika görünüyor ama o bile yetiyor. Muhtesem yine, inanilmaz bir oyuncu. Voldemort'ta olmayan tüm karizma var adamda neredeyse.
Ufak Malfoy da cok iyiydi yine. Aralarindaki en iyi rol kesen hala Tom diyorum.
- Harry ölmeye giderken, o ormana giris sahnesi de süperdi. Annesinin elini tutmak istemesi falan. "Insanin cok cani aciyor mu?... Yani ölürken..." Sirius'un cevap vermesi; "Uykuya dalmaktan bile daha kolay..." cok begendim ben, dolu dolu oldu gözlerim.
- Ve Severus Snape...
"Prens'in hikayesini anlatsinlar, baska bir sey istemiyorum." demistim daha önce, ilk filmden sonra.
En azindan bu istegimi kirmamislar ve ellerinden gelenin daha iyisini yapmislar.
Lily'nin gözleri kahverengi falan filan ama o duygu yogunlugu, o sahne gecisleri, o diyaloglar, hepsi cok cok iyiydi. Evet gözlerim sadece dolmakla kalmadi ve ciddi ciddi agladim bu sahnelerde. "Her zaman..."
- Ve 19 yil sonra...
Kitapta en nefret ettigim bölümdü. Asla bir daha okumam diyorum hala da bu bölüm icin.
Ama filmin de en baba sahnelerinden biriydi bence. Harry hayatinin rolünü yapmis, diger 7 pardon 8 filmde olmadigi kadar iyi oyunculuk sergiliyor. Cok masum, cok hüzünlü bir sahne olmus. Hikayenin basladigi yere yeniden dönmek gibi... Yillar önce yitirdigin ilkokul arkadasinla, sokakta ansizin karsilasmak gibi... "Albus Severus Potter, sana Hogwarts'in iki müdürünün ismi verildi. Onlardan biri de Slytherin'di ve ömrümde tanidigim en cesur adamdi..."
--spoiler--
murathan mungan'in yazmayi 15 yilda bitirdigi, onca karakteri 582 sayfaya sigdirmaya calistigi yeni kitabi.
ic ice gecmis hayatlarin, siir paydasinda kesisen yollari...
basinda vaadettiklerini, sonunda fazlasiyla veren bir kitap olmus. bariz belli, üzerinde onca emek sarfedildigi, günlerce süren kurgular yapildigi.
öyle cümleler var ki; sadece murathan yazabilirdi bunlari diyorsunuz ama yer yer derin felsefi icerikli konusmalardan ve betimlemelerden dolayi da ister istemez ilgi dagilmasi yasiyorsunuz.
--spoiler--
son 50-60 sayfasina gelince, sonunu tahmin edebiliyorsunuz zaten, ama yine de hakkinda ha bire senaryolar üretip durdum ben, onun icin belki de; sonu fazla basit kalmis gibi geldi bana. tik diye kesilmis gibi sanki, o kadar detaylara inerek anlatilan ruhsal betimlemelere inat.
cok cok sevdigim bölümler oldu, etkisinden uzun süre kurtulamadigim cümleler oldu ama hic gereksiz uzatilmis buldugum bölümler de oldu, geregi olmadigini düsündügüm kahramanlar da.
"biri zeytin dali esmeri, digeri basak sarisini..."
en cok moottah, tagan ve zeey'li bölümleri sevdim, belki biraz da serhanas'in etkisiyle. yolculugun baslangici da, bitisi de cok görkemli oldu.
"sana kalbimden bir mezar yaptim serhenas, senin uykunu uyuyorum yillardir... yerküre'de en güzel fisildanan ad seninki..."
kitapta tek bir kez kullanilan kelimenin ben de "muhtesem" oldugunu düsünüyorum.
--spoiler--
behzat c icin yazdigi "izledigim en güzel finallerden biriydi kesinlikle." icerikli entry'i gidip de "var mısın yok musun 50 cent" basliginin altina atan insan modeli *
--spoiler--
Kibar Feyzo'ydu degil mi izledigimiz en siyasi film simdiye kadar. hep merak ettik degil mi, 80 karanliginda nasil izin verdiklerine o filmin yayinlanmasina?
simdi durum 80'lerden de daha vakimken üstelik, cikip bir televizyon dizisi de, yillar önce Kibar Feyzo'nun mükemmel yaptigi o toplum elestirisine devam ediyor. Hayatimda ilk kez; bu kadar cesur bir tv dizisi izliyorum ben, üstelik ironiye bakin ki; dizinin bas kahramani bir emniyet mensubu.
bahar, polis diye evlilik teklifini reddederken behzat'in atladigi bir nokta vardi aslinda; bu dizideki asil solcu; meydanlarda iki bagirip, slogan atan bahar degildi, behzat'in kendisiydi. hem de harun'un söyledigi gibi "gizli solcu" falan da degil, alalen yapiyor bunu. ama tipki yillar önce kibar feyzo'da oldugu gibi öyle harmanlaniyor ki karakterler anlatilmak istenilen seylerle, bir antikahramani bile cok ama cok seviyoruz izlerken.
birincisi karisindan yillar önce bosanmis, kizi intihar etmis, delicesine asik oldugu kadin tarafindan evlilik teklifi "mutsuz oluruz." diyerek reddedilmis...
ikincisi hayatini adamaya hazir oldugu kadin tarafindan, hic düsünmeden, defalarca reddedilmis. askini kalbine gömüp acisini yasamak yerine, gün gectikce daha da cok baglanmis. aslinda sevmedigi, istemedigi baska bir kadinla nisanlandiktan bir saat sonra gidip o sevdigi kadinin evinin önünde köpeklerle dertlesmeye kadar vardirmis isi...
ücüncüsü sevdigi ugruna meslekten ihraci göze almis. onunla gecekondularin önünde son vedasini yapmis, klasik istanbul ve bogaz manzaralarina inat. sonra ayni kadindan hayatinin kazigini yemis... ve aylar sonra yeniden, bu kez bir baskasi icin cirpmaya baslamis kalbi... ayni sonmus kadinlari bekleyen, ayni sekilde izlemis ikisinin de götürülmesini...
ve dördüncüsü simsiyah ekrandan olusuyormus hayalleri, asil cinayet oymus cünkü, hayatinda ne arkadas, ne ask, sadece elinden düsürmedigi telsizinden dinledigi cinayet haberleri varmis. bir de odasinin duvarinina astigi, gazetelerden kestigi cinayet haberleri... ama kimse bilmezmis; o gazete parcalarinin aslinda hic unutulmayan bir yüzü gizlediklerini, o hayali yüzü, tek gercek olan cinayet yaptiklarini...
hakkinda yorum yapmak icin, bir kez daha izlenilmesi gereken bölümdür 30.bölüm, o kadar dolu dolu bir bölüm olmus ki, kesinlikle eminim cünkü bir yerleri kacirdigimdan.
20.bölümdeki tüm komedi unsurlari, bu kez agir bir melankoliye birakmis yerini. ama öyle yakismis ki bu melankolik hava dizinin bu bölümüne. hele akbaba, oy oyyy diyebiliyorum sadece. akbabus ne yaptin sen???
zamane cocuklari mi cok zeki, biz mi fazlasiyla aptaldik cözülemese de, baslik sayesinde simaya bir tatli tebessüm yerlestirmis, artik unutulmaya yüz tutmus espirilerdir. (cok sükür ki * )
öncelikle parmaklar birbirilerine gecirilerek, eller kapatilir. sorulan sorudan sonra, bir cift parmak acilarak devam eder. en sonunda, alinan tüm cevaplar kuralli bir cümle halinde tekrarlanir ve kopulur (!)
örnegin;
- senin adin ne?
- rosie. (bas parmaklar acilir.)
- soyadin ne?
- dunne. (isaret parmaklari ileri dogru uzatilir.)
- pismis mi, pismemis mi?
- himm. pismemis. (orta parmaklar)
- en sevmedigin hayvan?
- yilan. yok yok hamam böcegi. (hayatinda sadece hayvanat bahcesinde yilan gören bünye birden atilip yilan der, ama sonra düsünür ki; her yerde karsisina cikma ihtimali daha fazla olan hamam böcekleri cevap olarak da daha agir basmaktadirlar. ha bu sirada yüzük parmaklari da acilmistir tabii ki.)
- 9'dan 2 cikti, kac kaldi?
- 7.
(ve sirada acilan parmaklara tek tek dokunarak, cevaplari tekrarlama evresi var.)
biraz önce denenen ve bilgisayar ekranindan, hic kagit kalem kullanmadan, sadece cevaplari okuyarak cikarilan netler;
Matematik; 27 dogru, 8 bos, 5 yanlis.
Fizik; 8 dogru, 5 bos, 3 yanlis.
eger gercekten de böyle bir sifreleme varsa, kitapciklardaki sorularin yerlerinin degismesi pek bir sey ifade etmiyor sanki, sonucta cevap yöntemi ayni, istedigin kadar sorularin ve seceneklerin yerini degistir.
eger her sey tesadüften ibaretse ve biz olayi abartiyorsak da bilemiyorum artik. sinek kücüktür ama mide bulandirir diye bir laf vardir eskilerden, bu kez sinek baya büyük ve ortada mide falan da kalmadi artik...
inanilmaz bir toplum elestirisi, inanilmaz bir kara mizah, inanilmaz dogallik, inanilmaz oyunculuk,... her seyiyle mükemmel bir filmdir.
"benim adim feyzo. kibar feyzo diyiler köyde. bu hayat bizde can ciger komadi, ama biz bilirik günah kimdedir; fukaraliktir her bi seyin basi hekim beyim, bunu gec anlamisak. bizim orda kursagimiza bi topak ekmek girdi mi, ayranimiz kabarir..."
söylemesi inanilmaz zor bir kelime bir kere. sekilden sekle giriyor insan söyleyeyim diyene kadar. hos agzi dolduran milyonlarca muhtesem küfür varken, bir asagilama sifati olarak 'ukela'nin yüzüne kim bakar, o da ayri bir konu ya.
basligi yeni gördük, hemen damladik
tek tek okumasak da aralarda dolandik
simdi sira bizdedir; bir durduk, bir yazdik
asik olacagiz diye, aklimiza geleni sacmaladik
edit: hadi ama yapmayin. o kadar da kötü degildi ilk sefer icin :)
bazen, bazi konularda ki, bazi yorumlari görünce; cocukla cocuk olma diyorum kendi kendime. birak konusup dursunlar, ciddiye alma, sinirlenme, cahilliklerine ver. ama sonra ayni ben diyor ki yine bana; cocuk da cocuklugunu bilsin o zaman. tamam yine hic bilmedigi, arastirmadigi, ögrenmek bile istemedigi konular hakkinda atip tutsun ama, haddini de bilsin bir zahmet, asla saygisizlik yapmasin.
tüm bu sifatlari yillardir üzerinde tasimasina ragmen, haklarinda yapilan onlarca kötüleme kampanyasina ragmen, agza alinmayacak küfürlere ragmen, kerbela'ya, sivas'a, corum'a, maras'a ragmen, sirf insana verdikleri deger yüzünden, agzini acip tek laf etmeyen insanlardir aleviler.
kadin-erkek beraber yaptiklari ibadetleri ile, o ibadetleri sirasinda cinsel kimliklerinden bütünüyle siyrilip, sadece insan, sadece 'can' olmalari ile, saz-söz-semah üclemesi ile, deyisleri, türküleri, düvaz imamlari ile, allah-muhammed-ali dualari ile, apayri bir yol, apayri bir kültür alevilik.
akli sürekli donunda gezen ve kadinlari sadece günah sembolü olarak gören sözde sünnilerin asla anlayamayacagi bir kültür.
elin namusuyla, sapikligiyla ugrasmayi birakip, kendi inancimizin ne kadar icten, ne kadar saf oldugunu sorgulamayi ögrenebilsek keske. ama cok zor bir sey bu anladigim kadariyla; üstteki mesajlardan sonra hele, iyice emin oldum imkansiz oldugundan hatta.
türkce ile yazilabilecek en güzel romanlardan birisidir. yasar kemal sadece 100 sayfa ile, kocaman bir destan anlatir okuyucuya. öyle icten, öyle dogal, öyle etkileyicidir ki anlatimi, tekrar tekrar okumaktan bikmaz insan.
3 kisi olunca 3-5-8 oynarken, 4. gelmesi ile oyunun king'e cevrilmesi ile, Ankara Misket havalari esliginde Istanbul'a girilmesi ile, kasarli döner, islak hamburger gibi Ankara'da alisik olmadigimiz yemeklere verilen tepkiler ile, kurduklari hayaller ile, BJK Carsi ile muhtesem bir bölümdü.
Tek eksiklik olaylarin cok olmasi nedeniyle, kisitli sürenin yetmemesi ve bazi sahnelerin birbirinden kopuk olmasi idi kisisel kanaatimce, onun disinda belki de en cok eglendigim Behzat.C bölümü oldu 20. bölüm. Yazanin, yönetenin, oynayanin eline saglik.
--spoiler--
sayfalarca yazdigin ödevi yeterli bilimsel dil ve kaynak kullanmadigin gerekcesi ile geri alip, bastan sona tekrar yazmak zorunda kalmak,
muhtesem ayarlanmis sinav tarihleri yüzünden günde 3 tane falan sinava girmek zorunda olmak,
bir kac yil öncesine kadar sapasaglam olan bünyenin stres ve panikten cökecek duruma gelmesi, her gece mide agrilariyla kivranmak,
her sene yeni bir ders yönetmeligi ciktigi icin sinav ve ders kurallarinin sürekli degismesi, gecen yil alamadigin dersin hocasinin da her sene degismesi ve tüm derse yeniden, baska yöntemlerle hazirlanmak zorunda olmak,
bilgi almak icin gittigin sekreterligin, hic bir halttan haberleri olmadigi icin "sorunlariniz icin mail atin." diyerek kapi disari etmesi,
sürekli bir yerlere ödev-proje-arastirma yetistirmek zorunda olmak,
"yok ben bir yerlerde bir yanlis yaptim ama nerede?" diye kendi kendine sorup durmak,
ve bu sorunun cevabini vermekten israrla kacinmak...
hayattaki tek derdim karsi cinse karsi besledigim hisler. dünyanin en önemli sorunu yazililardan alinma ihtimali olan, olasi kötü notlar. hayat tozpembe.
o persembe sabahi gibi tipki, henüz yeni kalkmis, uyku mahmuru haliyle, evden cikmadan önce zorla yapilan kahvalti sirasinda. aniden calan o telefonun tüm pembelikleri sileceginden haberi yok kimsenin.
"annemin basi cok agriyormus, sabahi zor etmisler."
kimsenin aklinin ucundan bile gecmeyen bir ciddiyetligi var cümlenin, kimsenin o anda anlayamayacagi kadar derin...
okuldan eve dönüste bombos bulmak evi.
"üfff, nereye gittiler bunlar simdi?"
cep telefonun öyle herkeste olmadigi yillar henüz. cok uzun yillar var daha kisi sayisinin cep telefonu sayisina esitlenmesine.
"e nihayet anne. nerdesiniz siz ya? sabahta..." cümlenin ortasinda susmak, eve yeni giren annenin ve halanin gözlerine bakinca...
"noluyor ya?"
"babaanneni... kaybettik..." tamamlanmak zorunda cümle. tek bir kelimeden anlasilacak bir sey degil cünkü, söylemek istedikleri.
"......................"
sonrasi derin bir ucurum gibi, yillar sonra bile derinligini tam olarak ölcmeyi basaramadigim. rüya gibi her sey, simdi uyanacagim, birazdan uyanacagim diye kendi kendini telkin etmek, kafayi siyirdim, eminim bundan diye teshisler koymak, sakinlestiricilerle ayakta durmak... en cok da gözyasi ama o günlerden hatirda kalan... tuzlu gözyaslari...
cenazeyi alip köye götürmek. hayatinda gitmedigin, hayatinda bir daha da gitmeyeceginden emin oldugun anadolu'nun issiz, sapa, bozkir köylerinden birisi. tanidik kimse yok, aslinda akrabalarin olan insanlar arasinda, tanidik gelen hic bir sey de yok... kimin fikriydi buraya gelmek ya?
erkeklerin disari cikarilmasi avludan, büyük tahta kapilarin kapatilmasi. kadinlardan yasli olanlardan birinin acmasi babaannemin beyaz carsafa sarili yüzünü yavas yavas... o saniyenin hic bitmemesi, hic unutulmamasi da...
ailedeki tek sarisin, yesil gözlü hatun... ölüm bile alamamis henüz sari saclarini... yesil gözler kapali ama. ölüme boyun egmisliginin göstergesi olarak belki de...
agitlar, dualar, bagiris, cagiris, helallik isteyenler... en cok da gözyasi ama o günden hatirda kalan... tuzlu...
"hadi kizim. gel yavasca dokun babaannene. helalles..."
15 yasindayim... ve haci teyzelerden biri beni ölü babaannem ile helallesmem icin ona dogru götürüyor, elimden tutmus...
o anda benim aklimdaki tek sey ise; korku...
ölümden... ölüden... babaannemden...
8 yasina kadar haftasonlari koynunda yattigim kadindan.
üzerimde annemden daha cok emegi olan insandan...
korku... sadece...
_________________________
25 yasindayim...
hayattaki tek derdim, bunca yildir uzattigim okulun bitmesi...
hayat rengarenk... her telden calar...
bu kez belden asagi vurmuyor ölüm, aniden, durduk yere gelerek. yillardir ensende hissediyorsun soguklugunu ama yine de o pazar ögleden sonrasi hastaneden ayrilirken aklindan gecmeyen bir ihtimal...
"hadi hadi git artik eve, yarin görüsürüz."
"tamam, ben yarin okuldan sonra ugrarim, aksama kadar kalirim yaninda yine."
yarin okula gitmeyeceksin oysa. yarin onu görmeye de gelemeyeceksin. yarin aksama kadar kalamayacaksin da yaninda. yarin diye bir sey hic olmayacak ki artik...
aradan 10 yil gecmis. cep telefonlari yayginlasmis artik. herkeste var. gerekli ya da gereksiz...
"anne dayim ariyor."
"hayirdir insallah?!"
günü yirtan ciglik anneden cikiyor bu kez. sasiriyorum, bu kadar minik bir kadindan, bu kadar gür bir sesin nasil cikabildigine...
yigiliyor annem yere, elindeki telefonu kapatmadiginin farkinda bile olmadan...
sormaya gerek yok hic bir seyi, bir kez daha dillendirip, daha da gercek yapmaya ya da...
"teyze... anneannem..." tamamlamaya gerek yok cümleyi bu kez...
apar topar gidilen hastane odasini ana baba gününe dönmüs bulmak bu kez. nerden haber aldilar da, bu kadar cabuk geldiler?
yatakta yatiyor anneannem... aynen bir kac saat önce biraktigimiz odada, bir kac saat önce biraktigimiz gibi...
eski korkular üsüsüyor aklima, 10 yil öncesinin korkulari. ne yapmali su anda? gidip kösede sessiz sedasiz durmali mi, annesinin üstüne kapanmis annemi ve teyzemi kaldirmali mi, dayima sarilmali mi?... hangisi?...
usul usul yataga yaklasiyorum, odanin kalabalikligina ragmen kimseyi rahatsiz etmeden, ayaklarim ezberlemis basacagi yeri, son bir aydir sürekli orada olmasinin getirdigi aliskanlikla.
korku yok bu kez... ne ölüden,ne de ölümden... tuhaf bir his sadece, ne oldugunu hic bilmedigim ve anlam da veremedigim...
yavasca uzatiyorum, hafifce titreyen elimi. yataktaki, nefes almamasi disinda, son derece normal görünen kadina dogru... son derece normal görünen, son derece ayni...
sicacik daha eli, her gün tuttugum, her gün öptügüm, yanagima dayadigim...
"sen doktor olacak kizdin ama..." aklima gelen ilk cümlesi...
ve basliyor yine tuzlu gözyaslari doldurmaya o anin tümünü...
ertesi gün, bu kez bir caminin ölü yikama yerindeyiz cümbür cemaat. upuzun tas bir masa ve masanin üstünde anneannem, üzerinde sadece beyaz bir carsaf serilmis...
yasli kadin gelip, suyu acana kadar hepimiz öylece izliyoruz donan sahneyi... erkekler disari yine... sonuna dogru gelip helallik alacaklar sadece... kadinlar masanin basina.
"yarin bize bir sey oldugu zaman, siz yapacaksiniz yavrum bunlari. onun icin iyi izleyin."
korku yok hala, tuhaf bir his sadece... ne oldugunu bilmedigim...
nefes almamasi disinda hala canli gibi. ve 12 saati gecmesine ragmen, tuhaf bir sekilde hala sicak...
"hakan günday keske 17 yasinda degil de, 27 yasinda baslasaymis bu kitabi yazmaya" diye düsüncelere sevk eden kitaptir.
biraz daha karakter oturunca, biraz daha ayaklar yere basmaya baslayinca yazsaymis keske, klasik ergen modu bunalimlarindan cikip.
--spoiler--
beni kimse anlamiyor, ben bu dünyaya ait degilim, herkesin ölmesi gerek, alip basimi uzaklara gidecegim, bana yaklasinca sen de yanarsin, vs, vs...
hangimiz düsünmedik ki bunlari 17 yasinda? hangimiz ailemiz tarafindan anlasilmadigimizi düsünmedik, hangimiz gösterisli bir ölümle son bulmasini hayal etmedik ömrümüzün?
--spoiler--
____
"keske 27 yasidaki hakan günday, bu kadar uzatmadan ilk bölümle -kinyas, kayra ve hayat- ile basladigi kitabi orada da bitirseydi" diye düsüncelere de sevk eden kitaptir.
--spoiler--
yollari ayrilinca, basta yarattigi karakterler ile sonda karsimiza cikanlar bambaska iki insandi neredeyse cünkü.
ilk bölümün cümleleri buran buram ergenlik de koksa, yine de karakter üzerine yakistirilan kimlikler siritmiyordu cok fazla. ama hadi kayra'nin yolunu da anladik diyelim bir sekilde de, kinyas'in ki cok zorlamaydi. cok gereksizdi.
hem hayatin sillesini yemis, yemedigi b.k kalmamis, psikopatin önde gideni bir karakter yaratacaksin, hem de onu götürüp sefkatli aile kollarinda, yere inmis kanatsiz melek moduna getireceksin sonunda. sunu ben yazmaya kalksam, bana bir taraflariyla gülerler arkadaslarim.
simdi kimse cikip da, ama tolga normal insan olmayi ögreniyordu, cart curt demesin. basindan beri cizilen portrelere bir bakin, sonra tartisalim tolga'yi.
haa unutmadan, tolga'yi da yoldan cikaran kayra'ymis arada, ben hep tersini düsünmüstüm oysa okurken...
--spoiler--
muhtesem bir kadroya sahip, muhtesem görüntü ve cekim acilarina sahip, güzel bir türk filmi.
diyerek tanim ile baslayalim bu sefer yazmaya.
birisi cikip da;
"sener sen, cetin tekindor ve okan yalabik ayni filmde oynacaklarmis." dese,
"hadi lan ordan!" olurdu benim tepkim.
türk sinemasinin bence su an icin en üst noktasini olusturan üc isimdir cünkü bunlar ve yan yana gelip film falan cevirmesinler, sadece yolda yürüsünler onu bile ayila bayila izlerim ben.
hele bir de eskiya gibi muhtesem bir filmi literatürümüze sokan yavuz turgul olacak geride, ve bu kadari yetmiyormus gibi, hepsinin üstüne bir de cem yilmaz!!
tanrim rüya bu!! gercek olamayacak kadar güzel!!
--spoiler--
cok mutluydum, cok heyecanliydim filmi izlemeye giderken. oyunculuk ve yönetmenlik adina hayal kirikligi yasamadim cikista da, ama kurgu ve hikaye olarak bir eskiya, hatta bir gönül yarasi bile olamamis malesef.
sener sen; tamam bir sekerpare'nin ziver'i, neseli günler'in ziya'si, hababam'in badi ekrem'i, eskiya'nin baran'i degil artik. yastan dolayi mi, yoksa o en üst siniri coktan gectigi ve rol kesmede daha ötesi olmadigi icin mi bilmiyorum ama, son bir kac filmdir gönül yarasi'nin nazim'i gibi geliyor bana. yine öyleydi. cok iyiydi evet, ama söyledigim gibi cok daha ileri performanslari da var kendisinin.
cetin tekindor; öyle bir dolduruyor ki sahneyi resmen agziniz acik izliyorsunuz. heybet, boy pos, verdigi siveye ragmen diksiyon, durus on numara. cidden cok cok basarili.
cem yilmaz; hokkabaz'dan sonra zaten anlamistik sadece komedi sanatcisi olmadigini.
deli rolünde bu kez. her seyiyle tam deli ama. hele bir türkü performansi var, cok eglenceli, cok güzel olmus.
tamamdir artik cem yilmaz benim gözümde, karakter oyunculugu isini kivirmistir.
ve okan yalabik; hatirla sevgili'yi izleme nedenimizdi kendisi necdet olarak. rol kesemeyen iki insanin yaninda, öyle bir kaliteydi ki, unutuyorduk onun sayesinde, dizideki her türlü sacmaligi.
bu adam yeni neslin en iyi oyuncusudur benim gözümde.
muhtesemdi bu sefer de yine. tepkileri, bakislari, vücut dili, her seyiyle dört dörtlüktü.
--spoiler--
--spoiler--
--spoiler--
nasil baslasam bilmiyorum bu filmi yorumlamaya...
cok cok sevdigim sahneler oldu, yansitilmak istenileni icimde neredeyse bire bir yasadigim sahneler oldu, ben olsam ben de aynen böyle yapardim dedigim sahneler de oldu ama yine de en iyi harry potter filmi degildi bence.
ha filmlerden bir sey beklememeyi 3. filmden sonra birakmistik biz zaten, bu sefer en az sevdigim kitap oldugu icin beklentiler de en az seviyedeydi ama yine de ayila bayila cikmadim ben filmden.
ha iyi bir film midir? evet, kesinlikle...
en bastan baslayalim;
- ilk hp logosunun görünmesi ve hop diye olaylara dahil olmak.
hermione'nin annesiyle babasinin hafizalarini silmesini göstermek cok iyi düsünülmüstü ama diger yandan dursleyler'in "artik burada güvende degiliz." diyip apar topar gecistirilmeleri ne kadar iyiydi tartisilir. ha ben rahatsiz oldum mu onlari yine hic görememekten, hayir.
- sonra meshur ölüm yiyen toplantisi.
snape muhtesem ötesi yine. ama neden bir tek bu sahnede göründü biri bana aciklasin. tamam kitapta da hogwarts savasi'na kadar pek repligi yok kendisinin ama yine de ben cok umutluydum onu biraz daha fazla görecegimizden ya, olmadi, olmadi yine. olsun ben seni hala cok seviyorum melez prens'im.
lucius icin fazla söze gerek yok. muhtesemdi tek kelimeyle. o ne büyük bir ustalikti ya, iliklerimize kadar hissettik adamin bitmis, göcmüs ruh halini. seni de seviyorum lucius.
bella karakterine hastayimdir kitapta. helena yengemizi de pek severiz tim burton'un zevcesi sifati ile, önceki filmlerdeki bella'yi da cok begenmistim ama bu sefer bilmiyorum ya, geri zekali spastik gibi davranan bir bella izledik diye düsünüyorum acikcasi. daha bir zir deli, daha bir manyak olmasi gerekiyordu bella'nin ama asla büyümemis bir cocuk gibi degil.
ve voldemort;
bence zurnanin zirt dedigi yerdi yine.
yok abicim, hic biri bana 2. filmdeki tom riddle'in varligi kadar rahatsizlik vermiyor cizilen voldemort portresinin. giremiyorum adamla aksiyona. yakismiyor bence masmavi gözleri, olmayan burnu, damarli kafasiyla agzini büze büze saga sola lanet savurmasi.
tom riddle iken bir karizmasi, bir agirligi vardi adamin. ruhu böle böle, zekayi da bölmüs anladigim kadariyla, baska bir aciklama getiremiyorum ben zira.
- 7 potter olayinin basi muhtesemdi. cok özlü iksiri icip harry olmalarindan bahsediyorum. daniel bey hayatinin oyunculugunu yapiyordu neredeyse bu sahnelerde. hele fleur ve hermione'nin dönüsümleri süperdi.
bill bekledigim kadar yakisikli degildi ama fleur ile iyi tamamliyorlardi birbirlerini. yaralandigi laf arasinda gecirildi, rahatsiz oldum mu, hayir. hedwig'den dolayi harry'i tanidilar, rahatsiz oldum mu, hayir. deligöz iki saniyenin icinde öldü rahatsiz oldum mu, hayir kitapta da öyleydi cünkü.
takip sirasinda ters yoldan otobana girdiler, rahatsiz oldum mu, evet. cünkü böyle sahnelerin sadece seyirciye oynandigini ve cok ucuz oldugunu dünüyorum hala. belediye otobüsünün üstünde yürüyen harry, pehh.
onun yerine takibi biraz daha kalabalik bir grupla, digerlerine saldiri boyutuna da tasiyabilirlerdi.
- bakanlik sahnesi süperdi. daha farkli bir yorum, daha farkli bir bakis acisi. ama yönetmenlik de budur bence, bu olmalidir. cok ama cok eglenceli bir sahneydi. oyuncular da cidden cok cok iyi is cikarmislar.
- kitabi okurken, sayfalar boyunca kaldiklari ormanlardan, daglardan fenalik gecirmeyen adam tanimiyorum, ama filmde öyle bir görsellik katarak anlatmislar ki bu sahneleri, bayildim. cok ama cok sevdim arka fonu. görüntü yönetmenini tebrik etmek gerekiyor, cok iyi is cikarmis o da.
- hermione'yi ilk kez, bir harry potter filminde cok begendim. bu kiz oyunculugunu mu gelistirdi, digerleri mi cok kötüydü karar veremedim ama, bence bu filmin adi "hermione granger ve ölüm yadigarlari" olsa kimse yadirgamazdi.
snape'in iki saniye göründügü, voldemort'un yerlerde gezindigi, dumbledore'un zaten olmadigi bir filmde en güclü büyücü sifati rakipsiz bir sekilde hermione'nin elindeydi. yapamadigi büyü yoktu kizin.
hele bella'nin iskence sahnesinde cidden kötü oldum, cok iyi vermisti o duyguyu. bunu söyleyecegimi hic düsünmezdim ama, seni de seviyorum hermione * .
- hortkuluk'un yok edilme sahnesi bence filmdeki en iyi iki üc sahneden biriydi.
önce gölgeler arasindan cikip gelen geyik patronusu ki patronuslar cok ama cok güzeldi, tam olmasi gerektigi gibi yani. harry'nin onu takip etmesi, göle girmesi, madalyonun onu bogmaya calismasi, ron'un suya atlamasi, tom riddle'in madalyondan cikmasi
"senin kalbini gördüm ve o bana ait..."
ron'un tüm korkulari ile bir anda yüzlesmek zorunda kalmasi, hepsi, her sey mükemmeldi.
- en güzel diger sahnesi de, eminim hemen herkes ayni fikirdedir, üc kardes'in hikayesinin anlatildigi animasyondu. harikaydi, cok ama cok yaraticiydi. sirf o bir kac dakika icin bile tekrar izlenir bu film, o kadar söyleyeyim yani.
- bathilda'da da cok gerildim ben. aslinda neyin ne olacagini biliyor olsam da. ha simdi cikacak, ha birazdan cikacak diye kastim kendimi resmen.
cataldilinde konusmalari güzel düsünülmüs bir ayrintiydi mesela. ama keske bu güzel detaylar bir kac dakikalik voldemort sahnesi ile de süslenseydi. ki benim nefret ettigim kitapta, gercekten sevdigim ve cok begendigim iki bölümden biridir voldemort'un kaybettiklerini hatirladigi sahne. hos james gerizekali gibi ölür ama yine de böyle gecmis ve simdiyi ic ice anlatan sahneler hosuma gider benim her zaman.
- sonunu begenmedim acikcasi filmin. mezar cok ucuzdu bir kere. amac korkutmak miydi bilmiyorum kitabi okumayan kesimi. ama ben daha gerilimli bir sahne hayal etmistim hep, bu kadar kolay ve basit ve ucuz degildi yani benim hayalini kurdugum sahne.
filmin bitis yerini de begenmedim ben. ikinci filme sadece savas kaliyor cünkü. bu da demek oluyor ki, nereden bakarsak bakalim, en az 1 saat boyunca savas izleyecegiz hareketli kamera ile.
neyse prens'in hikayesini anlatsinlar da ikinci filmde, tüm detaylariyla ama, baska da bir sey istemiyorum ben...
--spoiler--
--spoiler--
en cool, en güzel, en $ik ve gercekle en alakasiz fotograflarimi yükleyip "ayyy cok tatli cikmissin bidenem." gibi 500 tane yoruma ihtiyacim olmadigi icin yok.
isten yorgun argin eve gelip; "bhaaa yine cok doluydu geberdik." diye cümle aleme ilan etmem gerekmedigi icin yok.
"beyler yarin sinemaya gidelim diyorum, ses verin." diye yazmaya gerek kalmadan, sinemaya gitmek istedigim arkadaslarimi telefondan arayabilme özgürlügümü sonuna kadar kullanmak istemedigim icin yok.
tutup da herkesin gördügü sanal bir siteye günlük yasadiklarimi maddeler halinde siralamak yerine, magara adami tarzi(!) kagit ve kalemle günlük yazmayi sevdigim icin yok.
yasadigim her seyi, basima gelen her b.k, bilmem neredeki hic tanimadigim bir insanla paylasmak istemedigim icin yok.
resimlerin altina "askim seni cok seviyorum." yazmak yerine, özelimin kendime kalmasini istedigim icin yok.
bilmem ne ezilenler dernegi gruplarina üye olup, klavye delikanliligi yapmak istemedigim icin yok.
yok ve olmayacak da...
varsin kimse anlamasin beni, ben de yeni nesli anlayamadim cünkü bir türlü...
bir sirada ücer dörder cocuk oturuyor, üzerlerindeki deniz mavisi önlükleriyle, kocaman gözleri tahtadaki ögretmene dikilmis...
"sen hangi takimi tutuyorsun?"
hemen solundaki minicik kizdan geliyor soru. saclari iki örgülü kizin... en yakin arkadasin... 2 sene önce okulun ilk günü annesinden ayrilmamak icin aglarken teselli ettigin minicik kiz... o günden bu yana en yakin arkadasin olarak benimseyip, aradaki 30 cm'lik boy farkina aldirmadan yan yana oturmaya karar verdiginiz...
"galatasaray."
hic düsünme zahmetine bile katlanilmadan verilen bir cevap...
evdeki herkes sari kirmizi cünkü. degil ankara'da ki maclari kacirmak, istanbul icin hafta sonlari günes dogmadan, cikinini alip yola koyulan cinsten hem de...
o kadar fanatiksin ki o yillar, kücük dayin fener'li diye eve bile almiyorsun...
"gatasaray kötü bir takimmis, en iyisi beşiktaş. sen de onu tutsana."
"yoo, kötü bir takim degil ki, benim babam, amcalarim falan da galatasaray'li."
"ama ben beşiktaş'liyim, sen de tutsana."
"bilmem ki..."
"ikimiz ayni takimdan olurduk, cok güzel olurdu."
"tamam o halde. ikimiz de beşiktaş'liyiz artik."
ilk bas kaldiri, evdeki tüm fanatik figürlere inat...
ilk yapilan secim, biraz zorlama da olsa...
"ben artik beşiktaş'liyim!"
avaz avaz bagirmak eve gelince...
"sakin karisma baba. galatasaray iyi bir takim degilmis, en iyisi beşiktaş!"
ve ankara'da beşiktaş maclari... hafta sonlarini panayira ceviren...
yepyeni bir eglence...
isi abartip istanbul'a gidilemese de henüz, iki örgülü, en yakin arkadas ile beraber babalarin kavalyeligi esliginde maclara gitmek.
fanatik galatasaray'li bababin plajdaymiscasina bacak bacak üstüne atip, yayilarak izledigi maclarda avazin ciktigi kadar metin-ali-feyyaz tezahüratlari yapmak...
"bir iki üc gol yetmez,
dört, bes, alti olsun..."
zamanla sevmek, benimsemek, ait olmak o kocaman aileye...
baba ve amcalari bir sekilde kabul etmis de olsan, fener'li dayi ile hala atismaya devam etmek ama...
ilkokulun bitmesi, en yakin arkadas'in kibris'a gitmesi...
ilkokul'dan ve o iki örgülü, minik kizdan kalan tek yadigar'in - beşiktaş'in - tek tutku haline gelmesi hayattaki...
___
yillar sonra ilkokula giden bir cocuk yanima gelip de;
"bana beşiktaş'i anlatsana." derse eger, ona sunu diyecegim;
"aradan yillar gecse de, akla hep ilkokulu ve simdi nerelerde oldugu bile bilinmeyen en yakin arkadasini getiren takimdir beşiktaş. o iki rengi ne olursa olsun sevmenin ne demek oldugunu ögreten takimdir. en büyük tutku, en büyük asktir..."