Senaryo, oyunculuk, teknik vs. açıdan zayıf yönleri olsa da, Hasan Ali Yücel'in ismi geçmese de mevzuyu hatırlatması açısından bile olsa dikkate değer, takdire şayan. Köylerin bugünki halini göz önünde bulundurunca, köy enstitülerinin kapatılmasının nasıl bir gaflet olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor film.
Geçen yıl kurban bayramında ithal edilen büyük baş hayvanlar, bu yıl ortaya çıkan saman ithalatı ihtiyacı vs. -güya- tarım ülkesi olan memleketimde yıllardır uygulanan köy politikalarının sonucudur. (bkz: köy enstitüleri)
Filmi izler yazarız bir şeyler fakat şevval şamın sözlerini yazdığı, leman samın yıllar sonra stüdyoya girdiği filmin müziği dağıtıyor insanı filmden önce.
romeo, juliet in abisi tybalt ile kavga ederlerken araya girip öldürülen kahraman. romeo ve juliet eserinde iki sevgilinin kavuşamamasından daha trajiktir. zira romeo tybalt a artık akraba olduklarını ve onu öldürmeye kıyamayacağını söyler ve saldırmaz ona, bu yüzden mercutio onu korumaya çalışır ve ölür. ölmeden söylediği son replik literatüre kazınmıştır; her iki aileye de lanet eder: a plague on both your houses!
bugünki malum olayda psikolojik olarak galip gelmiş kişidir. bir haber kanalında yorum yapan psikologa göre kendinden emin olmayan kişi konuşmadığı zaman, karşısındaki insanı dinlerken elini nereye koyacağını bilemezmiş. nitekim latin amerikalılar kadar ismi olan dengir mir mehmet fıratın, bir hayli terlemekle beraber sürekli gözlüğünü takıp çıkarması, notlarına gömülmesi ve hep aynı şeyleri tekrar etmesi bunun göstergesi.
ama kemal kılıçdaroğlu buz gibi, karşısındakini bekleyen vakur bir tavrı vardı. baykal da mesela sürekli ı, ı, ı diyip kendinden emin olmayan tavırlar segiler. kılıçdaroğlu ona biraz ders vermeli. keza tayyip de dmmf a ders versin sakinlik konusunda.
bab-ı ihsanından mürüvet eyle mürüvet eyle
karıştırma her bir eşyaya beni
bakma isyanıma dost dost merhamet eyle
ulaştır menzili a'laya beni beni dost beni beni
dertli'ye tükenmez nice dert verdin ala dert verdin
ne çekmeğe sabır sabır ne gayret verdin
ne saltanat verdin ne devlet verdin verdin
ya niçin getirdin dost dost
dünyaya beni beni dost beni beni
beni beni beni beni sevdiğim beni beni
çok şükür bir dara dost dost yitirdin beni beni
ama şunları da ekleyelim. film başlarken mr.e yaziyor. okurken mystery diye okuyoruz. filmin gizemini veriyor bu done. alt metinler pek fena değil aslında. şuan ki medya çılgınlığına bakacak olur isek. ama işin ilginç yani m.ali eleştiri içeren bu filmin baş rolünde oynamasına rağmen nasıl bu sektörün kaymağını yiyenlerden oluyor tartışılır. m.ali yanlış tercihmiş.
10 eylül 2008 türkiye belçika maçında reklamın kralını yapan marka. Top orta saha dolaylarındayken sanal reklam harikası!yla tribünde arz ı endam ederek gönlümüze girdi.
aynı zamanda bir sinema filmi de mevcuttur bu isimde orhan babanın.
Emrinde birçok mafya babası ve aynı zamanda gazete, banka gibi birçok holdingin sahibi olan Oğuz (Nuri Alço), arabesk şarkıcısı Orhan'ın (Orhan Gencebay) arazisini satın almak ister. Orhan ise bu arazi üzerinde bir huzurevi yaptırmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle direnir. Oğuz, Orhan'ı kiralık katillerine vurdurur. Ama Orhan ölmez. Bir reklam yıldızı olan sevgilisi Müge (Müjde Ar) ile kiralık katilin peşine düşerler. Oğuz, bu kez de Müge'nin amcasının kızını adamlarına kaçırtır.... yönetmen: şerif gören
....hafızalardan silinen aşklar üzerineydi; "ben"in silinebildiği gün, kim bilir bir bardak ılık süt doldururum kendime, bir bardakta sevgilime. aşk diye çağırırız sahneye o gün, içimizdeki şairi.
resimlerden bir tanesinde yahudi kıyafetli bir adam onun yanında gülümseyerek fotoğraf çektiriyor. o kadar ünlü olmasa gerek ilker paşa. ayrıca benzemiyorda.
kırklareli de doğmasından dolayı balkan ezgilerine ayrı bir yatlığı vardır. mimarsinan devlet konservatuarını birincilikle bitirmesinin akabinde fransada müzik eğitimine devam etti. fransa devlet jazz orkestrasında çaldı.
Jazz Müzik, Klasik Müzik, Türk Müziği, Hint Müziği ve Balkan Müziği üzerine kemanını ağlatan üstadın bir çok sanatçı ile birlikte çalıştığı furtuna, gurbet türküsü, takılmaca, yeni dünya gibi albümleri bulunmaktadır.
devamına bakacak olur isek magazin basını gibi olayın makaslanıp işlerine gelen kısmını yazdıklarını göreceğiz!!! kelime oyunu yaparak bir insanı kötülemek, onun da ötesinde kul hakkı yemek ne kadar basit. hele ki o insan rahmetli olmuş ise. kelime oyununun gerçeği aşağıdadır türkçe bilene:
"[...]geriye doğru hicret eden bir kafileye rastladım. kağnı arabaları, subaylar ve aileleri bursa istikametinden geliyorlardı. kafilede halktan da kimseler vardı. ilerlemekte olan düşmandan kaçtıkları belliydi. hem yürüyor, hem söyleniyor hem de mırıldanıyorlardı. kulak verdim, "ne olacak, ne yapacağız, nedir bu başımıza gelenler?" tarzında konuşuyorlardı. kafileyi durdurdum. subayları bir kenara topladım:
"bana bakın" dedim. "içinde bulunduğumuz vaziyeti bilesiniz. bundan başka subay olarak da yerinizi bilmelisiniz. padişah düşmanınızdır. yedi düvel düşmanınızıdr. bir kısım halk sizin yüzünüzden muharebe devam ediyor, zannındadır. her tarafta fesatçılar var. bunlar da düşmanınız sayılır. silahımız yok, adamımız yok, nasıl muharebe edeceğiz diye propagandalar yapılıyor. memleketimizde bundan sonra bir muharebe yapacak olursak, böyle bir muharebeye mecbur kalacaksak, en çok silahlı bulunduğumuz zaman bugündür. şimdi memleketi savunuyoruz ve netice alırız diye ümit ediyoruz. mücadeleyi bıraktık mı, ekmek bıçağı bulamayacaksınız. elinizde ekmek bıçağını bırakmayacaklar. anlıyor musunuz? gün, bugündür. kurtulmak lazım. silahımız bu kadar, siz kağnı arabası ile gidiyorsunuz, ne yapalım? devlet baba bu kadar veriyor."
türk dili ve edebiyatı bilgisi olmayan okumasın.
edit: baştan dedim halbuki eksi oylayan kardeş edebiyattan anlamıyorsan okuma diye. sana hala kardeş diyebilişimin şükrünü yaşaman gerekirken "at göslüğü" takıyorsun.
ismet ünönünün yazısının devamına bakacak olur isek magazin basını gibi olayın makaslanıp işlerine gelen kısmını yazdıklarını göreceğiz!!!:
"[...]geriye doğru hicret eden bir kafileye rastladım. kağnı arabaları, subaylar ve aileleri bursa istikametinden geliyorlardı. kafilede halktan da kimseler vardı. ilerlemekte olan düşmandan kaçtıkları belliydi. hem yürüyor, hem söyleniyor hem de mırıldanıyorlardı. kulak verdim, "ne olacak, ne yapacağız, nedir bu başımıza gelenler?" tarzında konuşuyorlardı. kafileyi durdurdum. subayları bir kenara topladım:
"bana bakın" dedim. "içinde bulunduğumuz vaziyeti bilesiniz. bundan başka subay olarak da yerinizi bilmelisiniz. padişah düşmanınızdır. yedi düvel düşmanınızıdr. bir kısım halk sizin yüzünüzden muharebe devam ediyor, zannındadır. her tarafta fesatçılar var. bunlar da düşmanınız sayılır. silahımız yok, adamımız yok, nasıl muharebe edeceğiz diye propagandalar yapılıyor. memleketimizde bundan sonra bir muharebe yapacak olursak, böyle bir muharebeye mecbur kalacaksak, en çok silahlı bulunduğumuz zaman bugündür. şimdi memleketi savunuyoruz ve netice alırız diye ümit ediyoruz. mücadeleyi bıraktık mı, ekmek bıçağı bulamayacaksınız. elinizde ekmek bıçağını bırakmayacaklar. anlıyor musunuz? gün, bugündür. kurtulmak lazım. silahımız bu kadar, siz kağnı arabası ile gidiyorsunuz, ne yapalım? devlet baba bu kadar veriyor."
ben seni unutmak için sevmedim şarkısını bir filmde söyler ki aaaah ah! "göz yaş dolu..." kısmını söylerken gerçekten ağlama sesi gelir kulağınıza; gah mizah, gah hüzün. tıpkı kendi hayatı gibi.