TIME'ın 2020'nin en iyi 10, New York Times'ın ise en iyi 100 kitabından biri seçilen, uluslararası çoksatan "Memeler ve Yumurtalar" romanının yazarıdır. Osaka'da doğan Kawakami, edebi çıkışını şair olarak 2006 yılında yaptı ve ilk romanı Watakushi ritsuin hā, mata wa sekai (My Ego, My Teeth, and the World) 2007'de yayımlandı. Şiirsel dili kadın bedeni, etik ve modern toplumun sorunlarına dair felsefi içgörülerle doludur. Eserleri birçok farklı dile çevrildi ve otuzdan fazla ülkede yayımlandı. Akutagawa Ödülü, Tanizaki Ödülü ve Murasaki Shikibu Ödülü de dahil olmak üzere Japonya'da çok sayıda prestijli edebiyat ödülünü kazandı. Tokyo'da yaşıyor.
Eserleri Doğan Kitap'ta bulunan yazarın ülkemizde "Cennet","Gece Yarısı Tüm Aşıklar" ve "Memeler ve Yumurtalar" isimli kitapları bulunmaktadır.
Şu günlerde pazarda ya da markette limon görseniz ihtiyacınız olmasa bile size birkaç kilo limon aldıracak albenide limonlar raflarda. Böyle kocaman kocaman, parlak, sulu görünen yakışıklı limonlar. yazın bile satılmayan fiyatlarla satılıyor üstelik. Ülkemiz gerçeklerinde çok olası bir şey değil ya insan kıllanmadan edemiyor.
Sonra haberlere yansıdı ne yazık ki. Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye'den ihraç edilen limonlarda yasaklı pestisit (ilaç kalıntısı) tespit etmiş. Buprofezin ve Etoksazol alarmı verilmiş. Öyle ki bu insan sağlığına zararlı olan ilaç kalıntıları oranının kabul edilebilen oranın onlarca katta olduğu belirlenmiş. Vatandaşlarını düşünen bu komisyon, Gıda ve yemler için hızlı alarm sistemi portalı üzerinden yaptığı paylaşımla durumu bildirmiş. Sonrasında ise ihraç edilen ürünlerin büyük bir kısmı geri gönderilmiş. Gönderilmesi planlanan ürünlerin bir kısmının da ihracat talepleri durdurulmuş. Birden bu kadar çok limon fazlası olunca limon da ucuzluyor. Milletimize nasip olmayan yakışıklıktaki güzel görünümlü limonlar da pazarlarda. ne yazık ki milletimiz için bu limonların sağlığımıza yönelik tehdit olup olmadığını inceleyen yok.
iktidar yanlısı kardeşler cevap veremezler.
Yüzlerce milyon liranın harcandığı Balıkesir Merkez Havalimanı.
tek bir tarifeli uçağın 6 yıldır inmediği bu havalimanımızın 46 personelle çalışmaya başlamasına rağmen bu personel sayısı günümüzde 78'e ulaşmış.
Ne olur Erdoğan'a gönül veren, kefen giyip yanında yürüyen bir seveni, bir yandaşı bir seçmeni cevap versin: Fizibilite yapan kişiler yıllık 1 milyon kişi kullanır diye hesap yapmışlar. Bu kadar büyük bir hesap hatası nasıl yapılır yahu? Personel neden tek bir uçağın inmediği havalimanında artıyor. Yahu insan ayıp olmasın diye iki tane uçak indirir.
Buna Ordu - Giresun, Erzincan ve Rize havaalanlarını da ekleyin. Durum aşağı yukarı aynı.
Sanki bu kepazelik azmış gibi bir Bayburt - Gümüşhane havaalanı'nı 2026 yılında açmayı hedeflediklerini söyledi Ulaştırma ve Altyapı Bakanımız. Bayburt'un nüfusu ne kadar biliyor musunuz? 90 Bin... Yahu istanbul'u bırakın Almanya'da bile Bayburt'tan daha fazla Bayburtlu vardır. Bayburt bu nüfusla az geleceği için yanına Gümüşhane'yi de eklemişler. Ama oranın nüfusu da 175 Bin. Toplasan 300 bin kişi etmiyor. Bu mantıkla bakacak olursak istanbul'un her ilçesine bir havaalanı yapsak daha yerinde olur. Gerçekten de hem trafik azalır hem inen binen daha çok olur.
Şu an Bayburt'a ulaşım için Trabzon ve Erzurum havalimanları kullanılıyor. Zaten taş çatlasa 2 saatlik yol. Bu nüfusla düzenli uçuşlar olamayacağı için havalimanı yapıldıktan sonra da durum çok fazla değişmeyecektir. Zaten komik olan nedir biliyor musunuz Yapılacak havaalanından da şu anki erzurum havalimanından da Bayburt şehir merkezine ulaşım 1 saat. Büyük ihtimalle pilot zaten havalimanını ya da bayburt'u bulamayıp yine Erzurum'a inecek.
Tabi bu kadar gereksiz havalimanının kulaklarını çınlatmışken Kütahya'daki Zafer Havalimanının adını anmazsak hatırı kalır. Devletimiz bu havalimanını yapanlara iç hatlar için yıllık 775 bin, dış hatlar içinse 542 bin yolcu garantisi vermiş. hedef ise, yıllık iki milyon yolcu. 2024'ün ilk 11 ayında toplam yolcu sayısı ise 60 bin civarında kalmış. garanti edilenin % 3'üne bile karşılık gelmiyor.
Hedefin altında kalan yolcular için ise devlet iç hatlarda 2 euro, dış hatlarda ise 10 euro olmak üzere toplam 227 milyon lira ödemiş. Vergilerimiz böyle gidiyor, asgari ücret ve emekli maaşları bu yüzden artmıyor işte. Okullara temizlik görevlisi kadrosu bu yüzden alınamıyor. Devletimizin verdiği bu yolcu garantisi 2044 yılının şubat ayında bitecek.
Bu israfı açıklayabilecek birisi varsa gözünü seveyim yazsın, kabul edilebilir şekilde mantığı şudur desin.
Kimsenin ne havalimanı yapılmasına ne de otoyol yapılmasına itiraz ettiği yok aslında. Ama bu şekilde yapılmasına herkes karşı. Bu yapılanların mantığı John Perkins'in "Bir Ekonomik Tetikçinin itirafları" adlı 4 serilik kitabında anlatılıyor. Alın, okuyun anlayın. Bizim devletimiz de, hükümetimiz de bu kitapta anlatıldığı gibi olaylardan mı geçti? Çünkü reddeden, durumu anlayan devlet adamları ortadan kaldırılmış. Devletimiz kendi imkanlarıyla bu yapıları yapma imkanı varken bu yüzden mi bu yöntemlerle yapıyorlar?
Her ne kadar benim gibi kişilerin içini acıtsa da ilgili kişilere tavsiyem bu havalimanlarının bir şekilde kullanılması. Belli ki bu havalimanlarına kadroda olan büyüklükte olan uçakların o yolcuları toparlayıp inmesi pek mümkün değil. O zaman 50 kişilik otobüs tipli daha ufak uçaklar alınsın kadroya. Dolmuş seferi gibi sefer yapsınlar. Bunu ABD bile yapıyor. utanılacak bir şey değil. Zararın neresinden kurtarırsak kar.
2006 yılında Orhan Pamuk’un edebiyat alanında aldığı Nobel Ödülü Türkiye’nin kazandığı ilk Nobel ödülü oldu. Bunu Aziz Sancar’ın 2015 yılında Kimya dalında aldığı Nobel ödülü izledi. 2024 yılında da daron Acemoğlu ekonomi alanında Nobel’e değer görüldü.
Günümüzde ise sıvı metal teknolojisi alanında Atakan Peker, kalp ve diyabet konusundaki çalışmalarıyla Gökhan Hotamışlıgil, Alexander hastalığının tedavisine ilişkin Bahri Karaçay, mobil teknolojiler konusunda ilhan Akyıldız Nobel’e aday olması beklenen Türkler.
Peki Nobel’e aday gösterilen ilk Türk kimdi?
ilk girişim 1910 yılında karşımıza çıkar. Meclisi Mebusan Başkanı Ahmet Rıza Bey’in ittihat ve Terakki Cemiyeti’ni barış ödülüne aday gösterdiği Nobel arşivlerinde yer alır. Cumhuriyet ile birlikte bir Türk’ün Nobel alma düşüncesi gündeme gelir. Celal Nuri ileri, ikdam gazetesinde “Şairi Azam” Abdülhak Hamit Tarhan’ın aday olması için kamuoyu oluşturur. 11 Ocak 1933 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde ise “Nobel mükafatı için Türkiye namzetleri” başlığı ile Ruşen Eşref’in ve Bursa Mebusu Müderris Refik Bey’in aday gösterildiği belirtilir. Sözü edilen Refik Bey salgınlarla mücadelede ve mikrobiyolojinin gelişmesinde önemli araştırmalar yapmış olan Ahmet Refik Güran’dır. Pasteur Enstitüsü’nde çalışan, istanbul’da Bakteri Enstitüsü’nün başına geçen Güran aynı zamanda Bakteriyolojihanei Baytari’de ilk Türk peptonunu üreten ve ilk verem aşısını uygulayan kişidir.
9 Ekim 1938 tarihli Son Posta gazetesinde bu kez Nobel Barış Ödülü’ne adaylık masaya yatırılır. Vâlâ Nureddin Tevfik Rüştü Aras’a, Ercüment Ekrem Talu ile Selahaddin Güngör de bu ödülün Atatürk’e verilmesi gerektiğini söyler.
1876’da Üsküdar’da doğan Kemal Cenap Berksoy, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi bitiridikten sonra Fizyoloji’nin babası olarak görülen Şakir Selim Paşa’nın asistanı olur. 1909’da Paris’te Eugene Gley’in bilimsel çalışmalarına katılır. istanbul’da Tıbbıyei Şahane’de hayvanlar üzerinde fizyolojik deneyler yapar. Edindiği bilgileri kitaplaştırır. Berlin Patolojik Fizyoloji Enstitüsü’nde Adolf Bickel ve Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde Carl Neuberg ile birlikte yiyecek ve içeceklerin mayalanması üzerine araştırmalar yürütür. Bira mayasında “sakkarofosfataz” isimli yeni bir ferment keşfeder. Heinrich Boruttau’nun yanında EKG ve elektrofizyoloji öğrenir. 17 Ağustos 1921’de Tıbbiye’nin açılışında Türk kızlarının okuması gerektiğini dile getirir. 1923’te kızlarının Tıbbiyeye girmesini sağlar. 1933’te istanbul Üniversitesi Beşeri Fizyoloji Bölümü’nün başına getirilir. Farklı dillerde 33 makale, 15 kitap yayımlayan Berksoy Dr. Aime Mouchet ile “atriyal natriüretik faktör” isimli maddenin varlığını kanıtlar ve bu tıp dünyasında geniş yankı bulur. 5 Eylül 1932’de Dil Kurultayı’na katılarak Arapça sözcüklerin yerine Türkçe kelimeler bulur. “işlem”, “Göze”, “Yerçekimi”, “Süzülme”, “seçim”, “Kan Pıhtısı” Berksoy’un dilimize kazandırdığı sözcüklerdir.
Berksoy’un Nobel Adaylığı ise Türkiye’de pataloji bilimini kuran Hamdi Suat Aknar’ın önerisiyle olur. Karolinska Enstitüsü Aknar’a bir mektup göndererek “fizyoloji” ya da “tıp” alanında Nobel Ödülü için bir bilim insanını önermesini ister. Aknar tereddüt etmeden Berksoy’un ismini sunar. 1932’de 111 kişinin aday kabul edildiği Nobel Listesinde “fizyoloji veya tıp” alanında 97. Sırada endokrin sekresyonu konusundaki çalışmalarıyla Berksoy da yer alır.
Ödülü ise sinir sistemi üzerine araştırmalar yapan Lord Edgar Adrian ve Sir Charles Sherrington kazanır. Berksoy, Nobel alamasa da resmi olarak aday gösterilen ilk Türk olarak kayıtlara geçer.
1942’de ise Nobel komitesi bu kez Berksoy’dan aday önermesini ister. Berksoy da Alman bilim insanı Adolf Bickel’i önerir. 1942 yılında emekli olan Berksoy, 1944 yılında Yozgat milletvekili olarak Meclis’e girer. 1949 yılında ise yaşamını yitirir.
ATATÜRK VE NOBEL
1934’te Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos, Nobel komitesine yazdığı mektubunda Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir.
Nobel kaynaklarında, 24-1 sıra numarası ile kayıtlı olan Atatürk’ün adaylığı için ingilizce düşülen notta şöyle yazar: “Kemal kısa listedeydi ancak herhangi bir değerlendirme yazılmadı. Daha sonra eklenmesi gerekiyordu ama değerlendirme eklenmedi.” Anlaşılacağı üzere eksik bir belge söz konusudur. O yılki ödül ise silahsızlanma çağrısı yapan ingiliz işçi Partisi Kurucusu ve Dışişleri Bakanı Arthur Henderson’a verilir.
Hükümetin çalışmalarını tamamladığı ama şu anda teklif halindedir.
iktidarın, sahiplenilmeyen hayvanların bir ay sonunda uyutulmasına ilişkin düzenleme içeren teklifinde, aksi düşünülmesi halinde ise 1 milyon 900 bin sokak köpeği bulunduğu varsayıldığında her 1.000 hayvan için 1.900 yeni barınak yapılması gerektiği bunun da sürdürülebilir olmadığı yazıyor. Teklif, belediyelerin bu konudaki sorumluluğunu arttırırken, işini yapmayanlara ceza getiriyor.
Teklifte uyutulacak hayvanların durumlarına göre seçileceğine ilişkin metinde bir hüküm bulunmuyor. Bazı basın organlarında bunun aksi iddia edilmişti.
AKP Kaynakları sihiplenilmeyen köpeklerin uyutulmasından geri adım atılmasının düşünülmediğini söylüyorlar.
Teklifin gerekçesi ise özetle şöyle:
Mevcut yasa ile hayvanların toplanması ve rahabilitasyonuna ilişkin sorumluluk belediyelere verilmiş ancak gerekli denetim mekanizmaları tesis edilemediğinden ilgili kuruluşlar, üzerine düşeni tam anlamıyla yerine getirmemiştir. Bazı durumlarda ise ilgili kanun maddeleri sebebiyle çözüme katkı sunmak istedikleri halde çizilen sınırları geçemeyeceklerini belirtmiş ve popülasyon her geçen gün katlanarak devam etmiştir.
Ülkemizde 100 bin kapasiteli 326 adet hayvan bakımevi bulunmaktadır. Mevcut iki milyon sahipsiz hayvan göz önünde bulundurulduğunda halihazırda bulunan hayvan bakımevi kapasitesinin yetersiz olduğu görülmektedir. Kapasite düşünüldüğünde 1.900.000 sahipsiz hayvan için 1.900 adet ve bin hayvan kapasiteli bakımevi tesis edilmesi gerekmektedir.
Hayvan başına 4 metrekare alan ayrılmak suretiyle 1.000 hayvan kapasiteli 1 bakımevinin maliyeti minimum 3,5 milyon TL olarak hesaplanmıştır. 1.900 bakımevi yapılmasının gerektiği düşünüldüğünde maliyetin 6,65 milyar liraya vuracağı hesaplanmıştır. Belediyelerden elde edilen verilen göre ise bir hayvanın ortalama besleme maliyetinin de aylık 3.500 lira olduğu düşünülürse de bir bakımevinin yıllık besleme maliyeti 42.000.000 TL'yi bulacaktır.
2 milyon hayvana ömürleri boyunca hayvan bakımevinde bakılacak olması halinde ise bunun yıllık maliyetinin 84 milyar olacağı belirtilmiştir.
Uyutulma maddesi ise şöyle;
Hayvan bakım evlerinde bulunan hayvanlardan 1 ay içinde sahiplendirilmemiş olanlara ötenazi yapılır. Sahiplendirilenler, rehabilitasyon işlemleri yerel yönetimlerce tamamlandıktan sonra sahibine teslim edilir. Sahipsiz hayvanların hayvan bakım evlerinde barındırılması, sahiplendirilmesi ve ötenazi yapılması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek.
t
Belediyelerin sorumluluklarının arttırıldığı maddelere göre de görevin yapılmasına ilişkin denetim Tarım Bakanlığı'nda olacak. Yerel yönetimlerce yapılan denetimler sonucu kesilen idari para cezaları yerel yönetimlere gelir olarak kaydedilecek. Yerel yönetimler, sahipsiz hayvanların kayıt altına alınması ile ilgili işlemleri yapmakla yükümlü olacaklar.
Belediyelerin görevlerini yerine getiremediği durumlarda bu görev vali tarafından üslenilecek. Alınan tedbirlerin masrafları ilgili belediye veya özel idaresinden tahsis edilecek. Aksi durumlarda belediyelerin kasasından tahsis edilecek.
Belediyeler, sahipsiz veya güçten düşmüş ya da tehlike arz eden hayvanların rehabilitasyonunun sağlanması ve sahiplendirilinceye kadar yaşamaları amacıyla hayvan bakımevleri kurmak zorunda olacaklar. Bakımevlerine götürülen bu hayvanlar bakanlıkça oluşturulan veri tabanına kayedilecek.
Belediyeler, üç yıl süreyle hayvan bakımevleri kurmak, rehabilitasyon işlemlerini yapmak ve sahipsiz hayvanlara sahiplendirilinceye kadar bakmak için kesinleşmiş en son bütçe gelirlerinin binde beşi oranında kaynak ayırmak zorunda olacaklar. Bu oran büyükşehir belediyelerinde binde 3 olarak uygulanacak. Ayrılan ödenekler başka bir amaç için kullanılmayacak.
Yazı, Gazete Pencere'nin 31.05.2024 tarihinde internet sitesindeki Nuray Babacan'ın yazısından alıntılanmıştır.
Köpeklerin uyutulması şu an için hemen yapılacak bir eylem gibi görülmüyor. Ama mevcut koşullar altında başka çare kalmış gibi de görülmüyor. Hayvanların uyutulması vahşice görünse de bu koşullarda en insani çözüm de bu olacak sanki. Durumu bu kadar vahim ve katliam gibi gösteren durum sayının korkunç bir sayıya ulaşana dek pek çok kurum ve kuruluşun, iktidarın, devletin, muhalefetin kulağının üstüne yatması.
alınan bu karara karşı çıkanlar olacaktır. Ama bu kişilerin evlerinde hayvan besleyip beslemediğine bakılmalı, beslese de beslemese de ilave bir hayvan daha besleyip beslemeyeceği sorulması gerekiyor. Dünyada köpek saldırıları sonucu bizden daha çok can kaybı yaşayan bir ülke var mı acaba? Ben görüntüden çok rahatsızım. izmir de yaşıyorum. Otogarımızda 7-8 köpeklik bir sürü yaşıyor ve zaman zaman insanlara saldırıyorlar. Saat kulesinin civarı ona keza. Yürüyüş yapılan yerlerde öbekleşiyorlar ve nedensiz bir şekilde zaman zaman saldırılıyorlar. Bu şekilde saldırıya uğrayan arkadaşım ağır yaralandı. Evimde iki kedi bir köpek besliyorum. Köpek erkek bir pug. Sokak köpeklerinin saldırma korkusun yüzünden rahat rahat dışarıda dolaştıramıyoruz. Herşeyden önemlisi bir çocuğun hayatı bile 2.000.000 köpeğin hayatı ile kıyaslanamaz.
Bunun yanında devlet neler yapabilir daha... Çok ama çok şey. Hayvan sahiplenenlere doğalgaz, elektrik faturalarında indirim yapabilir. Hayvansız fabrikalara 2 üstü hayvan besledikleri takdirde "bazı avantajlar verebilir. Askerliğimi güneydoğu da yaptım. Uygun ırklar askeriyeler, sınır bölükleri için çok ideal. Buralara dağıtılabilir. Bu hayvanlar termal kameralardan bile daha iyi bir algıya sahipler. Kendi masraslarını bu sayede çıkarırlar. Birçok kayıp verdiğimiz olay yeterli sayıda eğitimli hayvan olsaydı ya gerçekleşmezdi ya da kayıp sayısısı minumumla atlatılabilirdi. Askeri olarak eğitilmesi halinde bu hayvanların çok fazla kullanılacağı alan var.
Bunca zaman kendi kendine geçeceği beklenmeseydi, gerekli bilimsel önlemler alınsaydı bizler şimdi vicdanımız ve mantığımız arasında kalmayacaktık.
ilk olarak mücevher şirketlerinin satılabilir ürün haline getirip vitrine koydukları ürünlerin fiyatları :
Zen Diamond: 0,3 karat Hera tektaş yüzüğün üyelere özel indirimli fiyatı 22.899 lira. Sadece pırlanta ölçü alınırsa karat başına fiyat 68.700 lira ya da 2.100 $
Blue Diamond: 0,58 karatlık baget pırlanta yüzüğün % 50 indirimli fiyatı 32.990 lira. Karat başına fiyat 56.880 lira ya da 1.750 $
D Diamond: 0,85 karatlık iri taşlı bir yüzüğün indirimli fiyatı 116.011 lira. Karat başına fiyat 136.500 lira ya da 4.200 $
Koçak Pırlanta: 1,29 karatlık bir yüzüğün internete özel fiyatı 85.820 lira. Karat başına 66.530 lira ya da 2.040 $
Türkiye'de kuyumcu dükkanından veya büyük mücevher şirketlerinin online kanallarından satın alınan pırlanta yüzüklerin ortalama karat fiyatları 2.000 $ civarında. Elbette bunda taşın büyüklüğü, berraklığı, rengi ve kesim kalitesi fiyatı etkiliyor. 1 karat pırlantanın ağırlığı ise yaklaşık 200 mg geldiğini, yani 1 gr'ın beşte biri olduğunu da belirtelim.
Şimdi de bu taşların gerçek maliyetine bakalım.
De Beers: Botsvana, Namibya , Güney Afrika ve Kanada'da madenleri bulunan şirket 2023 yılında toplamda 31.865.000 karat üretim yapıp bunun 24.682.000 karatını ham taş olarak satmış. Her madenin farklı maliyetleri olsa da karat başına maliyeti 71 $, karat başına satış fiyatı ise 147 $
Tiktok, Youtube ve ınstagram gibi platformlardaki zengin içerik oluşturucular, müsrif yaşam tarzlarını, giyim alışverişlerini, yurt dışı gezilerini, lüks spor arabalarının görüntüleriyle takipçilerinin yüzlerini ovuşturmaktalar. Gerçekçi olmayan standartlar belirlemek ve zenginliği gösteriş yapmak için kullanmak yeni bir şey olmasa da sosyal medya kullanımının aşırı yaygınlaşması nedeniyle yansımaları farklı olmaya başladı.
Bu karşılaştırma kültürünün yaygınlaşması özellikle Z kuşağı jenerasyonunu fazlasıyla tetikliyor ve banka bakiyelerini gözardı ediyorlar. Kısacası ayağını yorganına göre uzatmayı birden ve büyük bir istekle bırakıp aslında ihtiyaçlarının çok ötesinde
şeylere parasını yatırıyor.
Görüntü ve hikaye bombardımanına tutulan özellikle j kuşağı jenerasyonu da internette gördüğü görselleri yaşatmak ve belirli bir satınalma işlemi yapmaya, imkanlarının üstünde yaşamaya kendini adeta mecbur hissediyor. Bunu kendi yaş grubunda, altında ya da üstünde pekçok kişinin de yaptığını düşünüyor. Adeta inceldiği yerden kopsun ya da belki bir kuyuıya düşeceğini bilmesine rağmen oradan çıkıp çıkamayacağına olan merakı.
işte bu fenomeni uzmanlar "Para Dismorfisi" diye adlandırdılar. Yani "kişinin mali durumu hakkında kötü kararlara yol açabilecek çarpık bir görüşe sahip olması
Öte yandan bu kuşağın aldığı her harcama kararı da kötü sonuçlara yol açmıyor. Özellikle gündelik kullanım harcamaları değil de mülk, araba gibi şeylere ödeyebileceğinin çok üstünde para verenler bundan hiç de zararlı çıkmadılar. Özellikle benim çevremde... Biriktirdiği üç kuruş paranın üstüne ödeyebileceğinin çok üstünde uçuk bir kredi çekerek ev aldı bu jenerasyondan bir arkadaşım. Benim gibi orta kuşak üstü yaş grubundaki abla ve abilerinin "aman yapma, nasıl ödersin" laflarına aldırmadan devam etti. işler normal bir şekilde devam etseydi gerçekten de ödeyemezdi. Ama ülkede ekonomi çok hızlı bir şekilde tepetaklak oldu. 1 milyon gibi döneminde çok fahiş bir fiyatla aldığı evi 2,5 yıl sonra 15 -17 milyon aralığında sattı. Kullanmış olduğu kredinin pula dönmesi bundan da önce oldu. Parasının neredeyse yarısını abuk subuk diyebileceğimiz bir süre şeye harcadı. Tatillere gitti, yemeği sürekli dışarda yedi, lüks diyebileceğimiz şeyler aldı. Ama bu sefer de faizler çıldırdı. Kalan parasını bankaya yatırdı. Faizlerin 30'lu bandlarda olduğunda ayda 180 bin faiz getirisi vardı. Şimdi sormuyorum bile. Biz de sözde akıl veren büyükler durumundayken ahkam kesen iş bilmezler katına indik. Evet, belki her alınan karar bu derece olumlu sonuçlanmayabilir. Ama Z kuşağının hayatı yaşamakla ilgili kesin bir kararı var. Kendilerinden önceki kuşaklardan çok daha cesurlar. Bu kimilerinin patlamasına yol açacak elbette. Ama yaşamın hakkını veren, ardında iz bırakan çok daha fazla üyeye sahip olacaklar.
Oyunda bazı replikler akılda kalıcı. "Mutlu bir aile olmanın sırrı budur; sık görüşmemek" ve "Bizim ailenin en büyük sıkıntısı başımıza korkunç şeyler gelmesi değil, o korkunç şeyleri başkaları tarafından duyulması.
Ülkü Duru'nun oynadığı Müzeyyen Hanım, ailesini bir arada tutmak ve kızı için kendi kafasındaki doğruyu hayata geçirmek adına her yolu mübah gören bir anne. Bu doğrultuda oyunlar oynamaktan çekinmiyor. Annelerin çocuklarının iyiliği için söylediği yalanlar ona göre yalan değil.
Ailenin babası Kamuran Bey'i canlandıran Müfit Kayacan ise karakterini anlatırken "Eski kuşak insanlar , bitmesi gereken evlilikleri hep devam ettirmişler" diyor.
Yönetmenliğini efsanevi ingiliz yönetmen Ridley Scott'un yaptığı film.
Başrollerinde Joaquin Phoenix, Vanessa Kirby, Tahar rahim ve Rupert Everett var.
Yönetmenliği ile sinema dünyasında destansı bir etki bırakmış Ridley Scott Gladiator'den sonra birkez daha Joaquin Phoenix ile çalışmış. Ama eminim Russell Crowe yaşlanmamış ve kilo almamış olsa onu oynatırdı. Filmi izlemedim, J. Phoenix kötü oynadı diye demiyorum, aksine fragmanlarda şahane görünüyordu. Ama Russell ile aynı bir bağı var sanki Crowe'un.
Tarihi filmlerden ve tarihi kişiliklerden haz almıyorsanız, bu konuya öyle ortalamanın üstünde bir ilginiz yoksa Tüm zamanların en büyük askeri liderlerinden birisi, Fransa imparatoru, yaşamı tarihe büyük bir malzeme bırakmış Korsikalı sıradan bir insanın, başarılı bir askerin, savaş sanatına dair yeteneklerinden kaynaklanan inişli çıkışlı hayatının ayrıntılarını ,biyografi türündeki filmlerin iyi sayılabilecek örneklerinden birini seyretmeseniz de olur. Sıkılabilirsiniz.
Tavsiyem filmi seyretmeye meğilliyseniz adam hakkında 3 - 5 satır bir şey okumanız. Öyle "Ha Napolyon, fransız ve ölmüş" gibi sığ bilgilerle giderseniz daha da sıkılabilirsiniz.
Filmi seyrettikten sonra birkez daha yazmayı düşünüyorum ama eleştirmenler Fransız ihtilali ve Napolyon'un ortaya çıkış sürecini çok iyi yansıtmadığını ve biraz aceleye geldiğini söylemişler. Ama Ridley Scott bir de bunu anlatmaya kalksa 2 saat 48 dakikalık bu film herhalde 4 saat sürerdi. Kaldı ki adam bir tarih belgeseli çekmiyor.
Bunun yanısıra Ridley Scott'un filmi adeta Napolyon'un fenomen haline gelmiş karısı Josephine'e adadığını yönünde de eleştiri yöneltiyorlar. Ama bu rolde yer alan Vanessa Kirby'de bunun hakkını vererek oyunculuk bağlamında Joaquin Phoenix’den başarıyla rol çalmış.
15 Aralık'ta vizyona girecek olan yılın son Türk komedi filmi.
Artık her ikisi de rahmetli olmuş benim jenerasyonumun efsane karikatürist ve yazarlarından Tekin Aral'ın yazdığı ve Latif Demirci'nin de çizgileriyle hayat verdiği filmde Arap Kadri karakterine Ahmet Mümtaz Taylan hayat veriyor.
Yönetmenliğini Emre Kavuk'un yaptığı filmde senaristler de Volkan Öge ve Ömer Fikret Şen.
Filmde Ahmet Mümtaz Taylan'ın yanısıra Tarzan rolünde Necip Memci ve Arap Kadri'nin kızı rolünde ise Zeynep Çamcı yer alıyor. Yalçın Hafızoğlu, Melis işiten, Birgül Ulusoy, Taner Turan, Cem Zeynel Kılıç, Hira Koyuncuoğlu, Eda Özel, Yaşar Karakulak, Neslihan Yeldan ve Sinan Bengier de filmin oyuncu kadrosunda.
Filmin konusu ise şöyle:
“Özgürlüğüne düşkün biri olan Arap Kadri, ormanda yaşayan, kural tanımaz bir adamdır. Tarzan’ın düzen kurduğu ormanda ise canlılar, düzenli bir yaşam sürmeye çalışır. Şehir yaşantısına uyum sağlayamayan Arap Kadri, ormana geldiğinde karşılaştığı düzenli yaşama da çomak sokar. Bu durum Tarzan ile arasında çatışma yaşanmasına neden olur.”
Raksha bandhan, kız ve erkek kardeşler arasındaki bağı kutlamak ve güçlendirmek için yapılan geleneksel bir Hindu festivalidir. Bu törenler Hindu takviminin dördüncü ayı olan Sravana'da dolunay zamanında yapılır. Raksha Bandhan, kelime anlamıyla "koruma bağı" demektir. Bu günde kız kardeşler, iyi dilekler ve dualar eşliğinde erkek kardeşlerinin bileklerine "rakhi" denilen bileklikleri bağlarlar. Rakhi bileklikleri geleneksel olarak kırmızı ve altın rengi iplerden yapılır, ama günümüzde bilekliği takacak kişi için daha anlamlı olmaları açısından sıklıkla kişiye özel de tasarlanmaktadırlar.
akp lehine montajladıkları videolarla haber sitelerini trolledikleri söyleyen hesaplar. Ayrıca bu videoları bağlantılı oldukları twitter hesapları ile de paylaşıyorlar. Yalan haber yapmak, insanlar üzerinde bu yalan haberler üzerinden algı oluşturmanın, insanlara ve muhalefete iftira atmanın yeni adı trollemek oldu şimdilerde.
Örneğin Kılıçdaroğlu'nun Las Vegas'a, Ekşi Sözlük'ün kapatılma kararının Times Meydanı'na montajlanma görüntülerinin ardından ingiltere'de satılan Erzurum sosisleri ile de gündeme geldiler.
Önemli bir not eklemek gerekirse, bu videolarda mors alfabesi veya tersten eklenmiş propaganda içeren mesajlar yer alıyor. Örneğin sosis videosu dikkatlice incelendiğinde tersten "Erdoğan Kazanacak" yazdığı anlaşılıyor. Aynı yazı Kılıçdaroğlu videosunda ise mors alfabesi ile yazılmıştı.
Yalan yere, bile isteyerek iftira atmak günahtı değil mi? Hadi canıııııım.
Hani bir de dezenformasyon yasası vardı sahi o n'oldu. Hani yalan haber yapan hakkında işlem falan yapılacaktı. Ha o bu kardeşler için değil, öbürleri içindi öyle mi?
Alnı secdeye değenlerden zarar gelmezdi değil mi... Ya insan gerçekten de ürküyor bunların bu kadar rahat yalan söylemelerinden.
Birçok anlamı olsa da en çok kullanılanı halk ağzında olgunlaşmamış, çarpık çurpuk meyveler anlamında olanıdır.
Bunun dışında yöresine göre domuz yavrusu, çocuk , çam kozalağı, meşe ağacının meyvesi olan palamut ve tanesi alınmış mısır koçanı anlamında da kullanılışları vardır.
ilki zaman zaman bulmacalarda çıkan ağaç sansarına karşılık gelir ki neredeyse hiç kullanılmaz. Ağaç sansarına ağaç sansarı ya da sansar demek daha makul geliyor.
ikincisi ise az önce öğrendiğim üzere bir köpek ırkı olduğudur.
Bu öyle bir ırk ki Türkiye'ye özgü tescillenen ilk köpek ırkı. Doğu Karadeniz Bölgesi'nde av köpeği olarak yetiştirilip domuz avlarında kullanılıyor. Ama özellikleri uygun olduğu için Türk Silahlı Kuvvetleri'nin operasyonları için özel olarak eğitim alıp kullanıldığı da biliniyor.
Soylarının Milattan önce 1350 - 164 yılları arasında Karadeniz'in doğu kıyıları ile bugünkü Gürçüstan'ın batısında hüküm sürmuş olan antik Kolhis Krallığı'na dayandığu düşünülmektedir. Soylarının tükenmemesi için Trabzon'da Trabzon Zerdeva Köpeği Derneği kurulmuştur. Pitbulllar kadar inatçı ve sert karakterli bir ırktır. BU üstün becerileri nedeni ile yurtiçi ve yurtdışından yoğun talep görmektedir.
Bizimki kadar egosu olan hükümet dünya üzerinde çok ender görülmüştür herhalde. Bir deprem yaşadık ki tam bir afet, öğreniyoruz ki bu depremin öncesinde ve sonrasında tüm uzmanların, bilirkişilerin sözlerine kulak tıkamayı ya da onların söylediklerini yapmayı itibarlarının zedelenmesi olarak görüyorlar. Bu ağır psikolojik hasarlı davranışlar yüzünden insanlar zorlanıyor, insanlar acı çekiyor ve hatta insanlar ölüyor.
itibarı dünyanın birçok yerine maske göndermeyi sanan siyasi büyüklerimiz kendi sınırları içindeki Hatay'a, Maraş'a ilaç gönderemiyor, çadır gönderemiyor, ekip gönderemiyor.iskenderun Limanı'nı kullanmayı akıl eden gazeteciler, programcıların teklifleri saatler sonra ancak başka çare kalmayınca kabul ediyorlar.
Gelen yardım ekiplerinin nereye nasıl gönderileceği organize edilemiyor, gelen malzemelerin kime nasıl dağıtılacağı belirlenemiyor, bir yerde çok var bir yerde hiç yok, lojistik yerlerde sürünüyor. Naci Görür geçen gün TV ekranlarında şunu söyleyince irkildim. "Siyasilerimiz yaşadığı ülkenin coğrafyasını ısrarla reddediyorlar. Deprem bizim gerçeğimiz oysa."
Hatay'da arkadaşım var. Depremin üzerinden 24 saat geçiyor ve bölgelerine bir yardım gelmiyor. Oysa kendileri dışarıda bile olsa enkaz altında kalan yakınları ve akrabaları var. Beklenen yardımın esamesi okunmayınca kendi imkanlarıyla Mersin'den bir tane vinç kiralayıp Hatay'a getirmek istiyorlar. Ama Hatay'In girişinde güvenlik güçleri durdurup şehre girişine izin vermiyor; vermedikleri gibi vinç'e de el koyup başka bir yere gönderiyorlar. Bunlar yaşanıyor gerçekten.
Doktor, kurtarma ekipleri, gönüllüler geliyor ama bu gelen insanları barındıracak bir yapı, seyyar tuvalet, temiz su, yiyecek bulunamıyor. Ülkem gerçekten bu mu? Bu kadar aciz miyiz? inanın iç siyasetten ziyade bu cahilliklerin, tecrübesizliklerin ve bunların sebebi liyakatsizlerin yüzünden dünyaya rezil olmamıza üzülüyorum.
250 gr kuşbaşı doğranmış et, 1 adet soğan, 1 adet dilimlenmiş havuç, küp olarak doğranmış bir adet patates, soyulmuş ve rendelenmiş bir adet armut, 1 çay bardağı bezelye, 1 yemek kaşığı yağ, 2 su bardağı et suyu, yarım yemek kaşığı bal, 1 tatlı kaşığı tuz, 1 çay kaşığı rendelenmiş sarımsak ezmesi, 1 tatlı kaşığı zencefil rendesi ile yapılan geleneksel japon yemeği.
Yanın köri sosu hazırlanır. Buharda pişirilmiş pirinç pilavı ve yarım katı pişmiş yumurta ile servis edilir
Otantik yemek tarifleri, yemek eleştirmeni incelemeleri ve popüler malzemelerle yemekler hakkında araştırma makaleleri derleyen seyahat rehberi.
2022 yılının en iyi geleneksel 100 yiyeceğini açıklayan sitede Türkiye'den 11 lezzete yer verildi. Cağ kebabının 9. sırada olduğu listede mantı, tantuni, şiş kebap, sarma, iskender kebap, döner, ali nazik, hünkar beğendi, çöp şiş ve Adana Kebap gibi kırmızı et ağırlıklı yiyecekler listelendi.
% 10'unun ülkemizden yer almasına mı sevinelim yoksa yıllarca alt sınıf yiyecekleri olan ve burun kıvırılan sokak lezzetlerinin ağırlıklı olmasına mı üzülelim bilemedim. Yere göğe sığdıramadığımız Türk mutfağı'nın kendine özgü bir geleneksel lezzetleri girememiş listeye. Doğu ve Güneydoğu Anadolu yiyeyeklerin ağırlıklı olması da bir nevi intikam olarak değerlendirilebilir.
21 Kasım 2022 tarihindeki Portekiz - Gana maçı öncesi basın toplantısı yapan Ronaldo'ya bir aktrolün sözüm ona espri amaçlı düzmece altyazı yerleştirmesi sonucu yaşanan büyük hayal kırıklığı. Sosyal medyadan oldukça yayılan videonun inceleme sonrası kurgu olduğu anlaşılınca videoyu paylaşan kişi de espri olsun diye böyle bir kurgu hazırladığını itiraf etti.
işte bunun gibi yüzlerce kurgu dolanıyor ortalıkta ama herbirini ayrı ayrı incelemek ve gerçeği ortaya çıkarmak elbette kolay değil. Bir de buna var gücüyle inanmak isteyen sadık bir kitle olunca olaylar farklı bir gerçeklikte ilerliyor. Öyle anlar oluyor ki olayın kahramanları bile bahsi geçen şeyi yapmamış olsalar dahi sahteliğini itiraf edemiyorlar.
Milattan Önce 490 ile 430 yılları arasında yaşamış ve hayatına dair pek az şey bildiğimiz Atinalı heykeltraş ve antik dünyanın en önemli sanatçılarından.
Önemi ise Antik yunan tanrı ve tanrıçası Zeus ile Athena'ya dair günümüzde de hakim olan betimlemenin onu eseri olduğuna inanılıyor olması.
Atina Akropolü için yaptığı Athena Promachos ve Athena Lemnia'nın yanında, Partenon tapınağı için yaptığı devasa Athena heykeli Fidias'ın eserlerinden bazıları. Ne var ki bunların hiçbiri onun gerçek şaheseri değil. Bu övgüyü hak eden eser, Milattan Önce 430 yılında tamamladığı ve antik dünyanın yedi harikasından biri olan Zeus heykeliydi.
Ne yazık ki Fidias'ın eserlerinin orjinalleri günümüze ulaşamadı ve sanatçının son yılları da bilinmezliğini korumaktadır. Önceki kanıların aksine hapishane ölmediği bilinmektedir. Öte yandan, Atinali general ve devlet adamı Perikles ile dostluğunu hoş karşılamayan düşmanları yüzünden Atina'dan sürülmüş olması muhtemel. Hepsi bir yana, kesin olan şu ki kendisinden sonra gelen Yunan ve Romalı sanatçılara öldükten yüzlerce yıl sonra bile ilham vermeye devam etti.
1984 Londra doğumlu Aine Davis, Işid saflarına katılmadan önce ingiltere'de silah taşımaktan suçlu bulunmuş bir uyuşturucu satıcısıydı.
2014 yılında terör finansmanından hüküm giyen Amal el-Wahabi'nin kocası olan Aine, Avrupalı ve Kuzey Amerikalı bazı kişilerin esir alınıp işkenceye uğradığı, bazılarının öldürüldüğü IŞiD eyleminde aktif rol aldı. Söz konusu ekipte bulunan dört ingiliz'e yakaladıkların esirlerin icadı ve bir kara mizah ürünü olarak "The Beatles" adı verilmişti. Aine ise "Cihadi John" lakabıyla anılır olmuştu. 12 Kasım 2015'te Türkiye tarafından yakalandıktan sonra mahkemeye çıkarıldı ve terör örgütü üyeliğinde 7,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
2017 yılındaki duruşmasında IŞiD üyesi olduğu iddiasını reddetti. 10 Ağustos 2022'de Türkiye'nin ingiltere'ye iade ettiği Davis şimdi ülkesinde çeşitli terör suçlamalarıyla tutuklu yargılanıyor.
1 - Trans yağlar yani hidrojenize yağlar Kalp krizine, diyabet, enflamasyon gibi sorunlara yol açıyor. Hidrojenasyon adı verilen, ekstra hidrojen kullanılan işlemlerden geçirilmiş margarin benzeri katı yağlar da trans yap içeriyor.
2 - Yüksek içerikli mısır şurubu. Normal şekerden çok daha kötü çünkü bazı olumsuz özellikleri var. Örneğin normal şekerin glikoz fruktoz oranı yüzde 50/50. Burada ise fruktoz oranı oranı % 55'e, hatta 75'e kadar çıkabiliyor. Aslında meyve şekeri olan fruktoz, başka bir yiyeceğe bağlı olmadan serbest bulunduğunda çok toksik bir bileşik. Soda ve şekerli içeceklerede serbest bulunuyor. Ayrıca ekmek, salata sosu, pizzadaki domates sosu gibi bir çok şeyde var. Karaciğere zararlı, trigliseriti arttırıyor, insülin direncine yol açıyor. Yaşlanmaya bağlı bir çok hastaloğı tetikliyor.
Üstelik bağırsaktaki enerjinin büyük bölümünü tüketiyor. Glikoz bağırsağa bir nevi doğal şekilde girerken fruktoz enerji gerektiriyor. Özellikle serbest fruktoz bağırsağı enerjisiz bırakıp sızdıran bağırsağa yol açıyor. Bu da enflamasyona sebep olan bir sürü olumsuz sonuç getiriyor çünkü vücuda girmemesi gereken bazı yabancı proteinlerin ve parçacıkların önündeki engel ortadan kalkmış oluyor. Bakteriyel toksinler vücuda giriyor; bağılıklık sistemimiz tepki vermeye başlıyor ve otoimmün rahatsızlıklar, alerjiler, kalp hastalıkları, kanser gibi her tür problem ortaya çıkabiliyor. Bir sorun daha var: Fruktozlu mısır şurubunu işlerken kullanılan kloralkali. Büyük gıda şirketlerinin ürünlerinden alınan hemen her numunede cıva miktarı çok yüksek çıkıyor çünkü mısırdan fruktoz şurubu çıkarmak için bir işlem uygulanıyor. Yani işin içinde cıvada var.
Öte yandan yüksek fruktozlu mısır şurubunu ve trans yağları çıkarınca markette satılan ürünlerin % 90'ını elemiş oluyorsunuz. Bir de ne olduğunu bilmediğimiz, göremediğimiz şeyler var. Örneğin bütil hidroksitoluen (BHT) bilinen bir kanserojen ve yiyeceklerde kullanımına hala izin veriliyor. Gıda şirketleri gıda boyası, yapay renklendirici ve tatlandırıcı kullanımının devamı için elinden geleni yapıyor. Çünkü bunlar gıda endüstrisine fayda getiriyor ama insanlar için zararlı.
3 - Ultra işlenmiş gıdalar. Aslında bu tür yiyeceklere gıda denmemesi gereken ürünler yapay işlemlerle ortaya çıkarılıyor. Bir şeyin ultra işlenmiş gıda olduğunu anlamak kolay değil ancak içindekilere baktığınızda yazan şeyleri anlayamıyorsanız, 45 ayrı maddenin adı geçiyorsa muhtemelen yememek daha iyidir. Yine Latince adları olan, mutfağınızda bulunmayacak içerikleri varsa yemeyin.
Ultra işlenmiş gıdalar yetişkin diyetinin % 60'ını, çocukların beslenmesinin ise % 67'sini oluşturuyor. Üstelik beslenmenizdeki ultra işlenmiş gıda oranındaki her % 10'luk artış, ölüm riskini % 14 yukarı çekiyor. Dünyada 11 milyon ölümle ilişkili olduğu düşünülüyor.
4 - Yapay tatlandırıcılar da birçok yolla vücudu olumsuz etkiliyor. ilk olarak mikrobiyoma zarar veriyor, obezite ve diyabet artışına yol açıyor. Ayrıca beyni tetikleyerek sefalik insülin tepkisi adını verdiğimiz soruna sebep oluyor. Normal şekerden bin kat daha tatlılar. Şekerin gelmek üzere olduğunu beyne haber vererek bir nevi şartlanma yaratıyorlar; bunun üzerine beyin insülin artışı gibi metabolik etkilere yol açıyor. Neticede daha fazla acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. ilk bakışta öyle gelmese de verilerin gösterdiği gerçek: yapay tatlandırıcı kullananların fazla kilolu olma ve diyabete yakalanma ihtimali daha yüksek.
5 - Sınırlı tüketilmesi gereken ürünler de var. Mesela her türlü un. Yenilebilir ama abartmamak gerekir. Çünkü kan şekerini sofra şekerine göre daha fazla tetikliyor. Öte yandan normal şekeri de mümkün olduğunca azaltmaya gayret gösterin. Özellikle aç karnına fazla şeker tüketmeyin. Çok fazla şeker tüketmenin yarattığı stres tepkisi , bir kaplan tarafından kovalanırken yaşadığınız stresle eşdeğer. Vücut aradaki farkı ayırt edemiyor. Üstelik kortizol diyabet, demans, aşırı kilo,
kas kaybı, kemik erimesi gibi birçok soruna yol açıyor. işlenmiş rafine yağlardan da uzak durun. Zeytin yağı ve Avakado yağı oldukça faydalıdır. Ama diğer rafine yağların yapımında solventler, hekzan ve yüksek sıcaklıkta işlem yapıldığı için tehlikeli ve kolayca oksitleniyor. Sonuçta enflamasyona ve bağırsak sorunlarına yol açabiliyor.
6 - GDO'lu gıdalardan da uzak durulmalı. Bunların en büyük sorunlarından biri içindeki glifosat.Bugünün tarım kimyasallarının % 70'inde glifosat kullanılıyor ve bu aslında bir herbisit. Herbisitler, yani bitki öldürücü ilaçlar toprağa zarar veriyor, toprak miktobiyonumunu öldürüyor ve besin açısından zengin, sağlıklı bitkilerin yetişmesini önlüyor. Mikrobiyonumumuzu mahvederek kansere yol açabiliyor.
7 - Temel olarak kıvam arttırıcı, koyulaştırıcı katkılar. Bunlar sütlerde kullanılıyor. Karajenan ve ksantan sakızı (zamkı) gibi kıvam arttırıcılar bağırsağa ciddi zarar vererek sızdıran bağırsağa yol açabiliyor. Ayrıca alerji, otoimmün sorunlar ve sindirim problemleri gibi etkileri var.
(Dr. Mark Hyman, Oksiyen Gazetesi Sayı :88)
Son olarak : Uzak durmamız gereken yiyecekler için Çevre Çalışma Grubu'nun ewg.org adresli internet sitesine bakabilir, en yüksek pestisit miktarına maruz kalan meyve sebzeleri görebilirsiniz. Organik olmayan çilek ve üzümden özellikle uzak durmakta fayda var. Organik olmayanları toksikle dolu olan avokado, muz, nektarin, kereviz gibi yiyeceklerin tüketilmemesi gerekir.
1 - Trans yağlar yani hidrojenize yağlar Kalp krizine, diyabet, enflamasyon gibi sorunlara yol açıyor. Hidrojenasyon adı verilen, ekstra hidrojen kullanılan işlemlerden geçirilmiş margarin benzeri katı yağlar da trans yap içeriyor.
2 - Yüksek içerikli mısır şurubu. Normal şekerden çok daha kötü çünkü bazı olumsuz özellikleri var. Örneğin normal şekerin glikoz fruktoz oranı yüzde 50/50. Burada ise fruktoz oranı oranı % 55'e, hatta 75'e kadar çıkabiliyor. Aslında meyve şekeri olan fruktoz, başka bir yiyeceğe bağlı olmadan serbest bulunduğunda çok toksik bir bileşik. Soda ve şekerli içeceklerede serbest bulunuyor. Ayrıca ekmek, salata sosu, pizzadaki domates sosu gibi bir çok şeyde var. Karaciğere zararlı, trigliseriti arttırıyor, insülin direncine yol açıyor. Yaşlanmaya bağlı bir çok hastaloğı tetikliyor.
Üstelik bağırsaktaki enerjinin büyük bölümünü tüketiyor. Glikoz bağırsağa bir nevi doğal şekilde girerken fruktoz enerji gerektiriyor. Özellikle serbest fruktoz bağırsağı enerjisiz bırakıp sızdıran bağırsağa yol açıyor. Bu da enflamasyona sebep olan bir sürü olumsuz sonuç getiriyor çünkü vücuda girmemesi gereken bazı yabancı proteinlerin ve parçacıkların önündeki engel ortadan kalkmış oluyor. Bakteriyel toksinler vücuda giriyor; bağılıklık sistemimiz tepki vermeye başlıyor ve otoimmün rahatsızlıklar, alerjiler, kalp hastalıkları, kanser gibi her tür problem ortaya çıkabiliyor. Bir sorun daha var: Fruktozlu mısır şurubunu işlerken kullanılan kloralkali. Büyük gıda şirketlerinin ürünlerinden alınan hemen her numunede cıva miktarı çok yüksek çıkıyor çünkü mısırdan fruktoz şurubu çıkarmak için bir işlem uygulanıyor. Yani işin içinde cıvada var.
Öte yandan yüksek fruktozlu mısır şurubunu ve trans yağları çıkarınca markette satılan ürünlerin % 90'ını elemiş oluyorsunuz. Bir de ne olduğunu bilmediğimiz, göremediğimiz şeyler var. Örneğin bütil hidroksitoluen (BHT) bilinen bir kanserojen ve yiyeceklerde kullanımına hala izin veriliyor. Gıda şirketleri gıda boyası, yapay renklendirici ve tatlandırıcı kullanımının devamı için elinden geleni yapıyor. Çünkü bunlar gıda endüstrisine fayda getiriyor ama insanlar için zararlı.
3 - Ultra işlenmiş gıdalar. Aslında bu tür yiyeceklere gıda denmemesi gereken ürünler yapay işlemlerle ortaya çıkarılıyor. Bir şeyin ultra işlenmiş gıda olduğunu anlamak kolay değil ancak içindekilere baktığınızda yazan şeyleri anlayamıyorsanız, 45 ayrı maddenin adı geçiyorsa muhtemelen yememek daha iyidir. Yine Latince adları olan, mutfağınızda bulunmayacak içerikleri varsa yemeyin.
Ultra işlenmiş gıdalar yetişkin diyetinin % 60'ını, çocukların beslenmesinin ise % 67'sini oluşturuyor. Üstelik beslenmenizdeki ultra işlenmiş gıda oranındaki her % 10'luk artış, ölüm riskini % 14 yukarı çekiyor. Dünyada 11 milyon ölümle ilişkili olduğu düşünülüyor.
4 - Yapay tatlandırıcılar da birçok yolla vücudu olumsuz etkiliyor. ilk olarak mikrobiyoma zarar veriyor, obezite ve diyabet artışına yol açıyor. Ayrıca beyni tetikleyerek sefalik insülin tepkisi adını verdiğimiz soruna sebep oluyor. Normal şekerden bin kat daha tatlılar. Şekerin gelmek üzere olduğunu beyne haber vererek bir nevi şartlanma yaratıyorlar; bunun üzerine beyin insülin artışı gibi metabolik etkilere yol açıyor. Neticede daha fazla acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. ilk bakışta öyle gelmese de verilerin gösterdiği gerçek: yapay tatlandırıcı kullananların fazla kilolu olma ve diyabete yakalanma ihtimali daha yüksek.
5 - Sınırlı tüketilmesi gereken ürünler de var. Mesela her türlü un. Yenilebilir ama abartmamak gerekir. Çünkü kan şekerini sofra şekerine göre daha fazla tetikliyor. Öte yandan normal şekeri de mümkün olduğunca azaltmaya gayret gösterin. Özellikle aç karnına fazla şeker tüketmeyin. Çok fazla şeker tüketmenin yarattığı stres tepkisi , bir kaplan tarafından kovalanırken yaşadığınız stresle eşdeğer. Vücut aradaki farkı ayırt edemiyor. Üstelik kortizol diyabet, demans, aşırı kilo,
kas kaybı, kemik erimesi gibi birçok soruna yol açıyor. işlenmiş rafine yağlardan da uzak durun. Zeytin yağı ve Avakado yağı oldukça faydalıdır. Ama diğer rafine yağların yapımında solventler, hekzan ve yüksek sıcaklıkta işlem yapıldığı için tehlikeli ve kolayca oksitleniyor. Sonuçta enflamasyona ve bağırsak sorunlarına yol açabiliyor.
6 - GDO'lu gıdalardan da uzak durulmalı. Bunların en büyük sorunlarından biri içindeki glifosat.Bugünün tarım kimyasallarının % 70'inde glifosat kullanılıyor ve bu aslında bir herbisit. Herbisitler, yani bitki öldürücü ilaçlar toprağa zarar veriyor, toprak miktobiyonumunu öldürüyor ve besin açısından zengin, sağlıklı bitkilerin yetişmesini önlüyor. Mikrobiyonumumuzu mahvederek kansere yol açabiliyor.
7 - Temel olarak kıvam arttırıcı, koyulaştırıcı katkılar. Bunlar sütlerde kullanılıyor. Karajenan ve ksantan sakızı (zamkı) gibi kıvam arttırıcılar bağırsağa ciddi zarar vererek sızdıran bağırsağa yol açabiliyor. Ayrıca alerji, otoimmün sorunlar ve sindirim problemleri gibi etkileri var.
15 Haziran 1895 tarihinde Bertha "Betty" Carp adıyla istanbul'da doğmuştur. "Türkiye'nin en bilinen Amerikalısı" olarak adlandırılan bir Amerikan büyükelçiliği yetkilisi ve istihbarat ajanıydı.
Betty Carp, Alman veya Avusturyalı bir ailenin kızı olarak istanbul'da doğdu.Türkiye, Londra ve Viyana'daki okullarda eğitim gördü. 5 kardeşi vardı ve tek kız olan oydu. Alman vatandaşı olan kardeşlerinden biri Rommel'in ordusunda savaşırken bir diğer kardeşi ise ingiltere vatandaşı olarak ingiliz ordusunda askerlik yapıyordu.
Betty Carp, hayatının büyük bir bölümünde istanbul ve Ankara'daki Amerikan elçiliklerinde çalıştı. 1914'te elçi Henry Morgenthau tarafından haberci, daktilo ve telefon operatörü olarak işe alındı. Tercüman, ataşe, konsolos ve siyasi memur oldu. 1964 yılında emekli olduğu sırada Dışişleri Bakanı Dean Rusk tarafından kendisine "yaşayan efsane" diyen ve "özellikle dini, azınlık, eğitim, ve yasal konular". "iki düzine büyükelçiye ve eşlerine sırdaştı" ve "Bütün polisleri, esnafı ve Beyoğlu'nun sakat çocuklarını tanıyordu.
ikinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, 1942'den 1947'ye kadar, Carp New York'ta Stratejik Hizmetler Ofisi'nde (OSS) çalıştı, dil becerilerini ve geniş diplomatik iletişim ağını kullanarak Balkan liderlerinin biyografik profillerini derledi. CIA'nin ilk direktörü Allen Dulles ile uzun zamandır yakın bir iş arkadaşıydı. Aynı zamanda istanbul'daki Amerikan Hastanesi için bağış toplama faaliyetlerinde de aktif olarak yer aldı.
Boyu 1.50 kadardı. insanlarla temas kurarken ya da istihbarat kurarken bu tehditkar görünmeyen fiziğini avantaj olarak kullandı. 1947'de ABD vatandaşı oldu. istanbul'daki dairesi Dolmabahçe iskelesine bakıyordu ve Amerikan istihbarat topluluğu için gayri resmi bir toplantı yeriydi. 1974 yılında, 79. doğum gününden birkaç gün önce istanbul'da öldü. Mezarı, istanbul Feriköy Protestan Mezarlığındadır.
Kendisi hakkında Rıfat Bali'nin yazmış olduğu Türkiye'nin en bilinen Amerikalısı adlı 2014 yılında yayınlanmış bir kitap da bulunmaktadır.
dizi disney'e düştüğünde pek ilgimi çekmemişti. açıkçası o döneme yetişmiş ama kasedi seyretmemiş biriydim. pamela anderson'u sadece baywatch dizisinden bilirdim. o diziyi de kadın vücudunu pazarlamaya çalıştıkları için sevmezdim. aynı şekilde pamela anderson'u da bu amaca uygun davrandığı için pek sevmezdim. zaten açıkçası çok da iyi bir oyuncu değildi. benim için pamela anderson ve jenne jameson aynı şeydi.
yanılmışım. ve bu yaşta bu denli önyargılı olmamdan dolayı kendi adıma çok üzüldüm. aslını öğrenmek nice zamandır bu kadar kolayken bize sunulan zokayı başka türlü yutmuşum ben de...
dizi aslında ünlülerin özel hayatlarının biz sıradan ölümlüler için nasıl ilgi çekici olduğunu ve bu hayatlara dahil olabilmek adına onların özel hayatlarına nasıl tecavüz edebileceğimizi gösteriyor. her ne kadar fiziki avantajlarının bulunduğu konuma gelmesinde çok büyük etkisi olduğunu bildiğimiz bir kadının başına böyle bir şey gelince umursamaz oluyoruz. hatta tam da diğer milyonlarca insanın düşündüğünü düşündük. bile isteye yaptılar bunu diye. olayın aslını diziden öğrenip pamela'ya da tüm pisliklerine rağmen tommy'e de üzüldüm. tommy'nin salaklıkları çok fazlaydı ve bir cezayı hakediyordu ama bu kadarını da değil. tüm hayatları değişti hatta mahvoldu. birliktelikleri sona erdi.
sebastian stan'i pek beğenmemişler ama ben çok beğendim. insanlar birebir tommy lee görmek istedi sanırım. lily james ise ayrı bir olay. cici, masum, her an incitilmeye müsait narin kız rollerinden buralara çaktırmadan nasıl da gelmiş. aslında pamela anderson ve tommy lee'nin başına gelenler bugün pek çok sanatçının başına geliyor. onları ayıran ise özel hayatları ifşa edilen, fotoğrafları basına sızan ünlülerin arasında ilk olmaları.
daha sonra da cloud'a girerek bir çok ünlünün özel hayatları, özel ve çıplak fotoğrafları ortalığa dökülmedi mi? jennifer lawrence'in göğüslerini, abigail spencer'in mastürbasyonunu, amber heard'in o dönem pek bir şeviştiği johnny depp'e gönderdiği seksi videoları birçok insan gibi gördük. şu anda aslında durum daha da beter. çünkü talep görülen ünlülerin filmlerini ya da fotoğrafları bulumadıkları zaman montajlayarak yapıyorlar.
bugünün sanatçıları bu tip ifşalara karşı pamela ve tommy'den daha hazırlıklı ve daha soğukkanlılar sadece. çok da takmıyorlar. aslında yaptıkları dünyada milyonlarca insanın, hatta sizin ve bizim de yaptığımız şeylerden çok da farklı değil. ama yadsınamaz olan şu ki, bugünün şöhretlerinin bu olaylarda nasıl bir tutum izleyeceklerine elbette ki tommy lee ve pamela anderson'un başına gelenlerin ve geldiğinde de nasıl bir tutum izlediklerinin çok büyük payı vardır.
kısacası diziyi izlemeye başladığımda pis bir sırıtış vardı yüzümde, eminim. bittiğindeyse de tommy ve pamela'yı kucaklamak istiyordum.
Mert Şişmanlar aynı zamanda milli judocumuz. Avrupa Açık Şampiyonası'nda 100 kiloda bronz madalya elde etti. Konya'daki 5. islami Dayanışma Oyunları'nda da bronz madalyayı boynuna taktı. Şişmanlar aynı zamanda gümüş madalya kazanan erkek takımında da yer aldı. Mert Şişmanlar, Avusturya'nın Oberwart kentinde düzenlenen Avrupa Açık'ta gümüş madalya kazanmıştı.