TIME'ın 2020'nin en iyi 10, New York Times'ın ise en iyi 100 kitabından biri seçilen, uluslararası çoksatan "Memeler ve Yumurtalar" romanının yazarıdır. Osaka'da doğan Kawakami, edebi çıkışını şair olarak 2006 yılında yaptı ve ilk romanı Watakushi ritsuin hā, mata wa sekai (My Ego, My Teeth, and the World) 2007'de yayımlandı. Şiirsel dili kadın bedeni, etik ve modern toplumun sorunlarına dair felsefi içgörülerle doludur. Eserleri birçok farklı dile çevrildi ve otuzdan fazla ülkede yayımlandı. Akutagawa Ödülü, Tanizaki Ödülü ve Murasaki Shikibu Ödülü de dahil olmak üzere Japonya'da çok sayıda prestijli edebiyat ödülünü kazandı. Tokyo'da yaşıyor.
Eserleri Doğan Kitap'ta bulunan yazarın ülkemizde "Cennet","Gece Yarısı Tüm Aşıklar" ve "Memeler ve Yumurtalar" isimli kitapları bulunmaktadır.
Şu günlerde pazarda ya da markette limon görseniz ihtiyacınız olmasa bile size birkaç kilo limon aldıracak albenide limonlar raflarda. Böyle kocaman kocaman, parlak, sulu görünen yakışıklı limonlar. yazın bile satılmayan fiyatlarla satılıyor üstelik. Ülkemiz gerçeklerinde çok olası bir şey değil ya insan kıllanmadan edemiyor.
Sonra haberlere yansıdı ne yazık ki. Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye'den ihraç edilen limonlarda yasaklı pestisit (ilaç kalıntısı) tespit etmiş. Buprofezin ve Etoksazol alarmı verilmiş. Öyle ki bu insan sağlığına zararlı olan ilaç kalıntıları oranının kabul edilebilen oranın onlarca katta olduğu belirlenmiş. Vatandaşlarını düşünen bu komisyon, Gıda ve yemler için hızlı alarm sistemi portalı üzerinden yaptığı paylaşımla durumu bildirmiş. Sonrasında ise ihraç edilen ürünlerin büyük bir kısmı geri gönderilmiş. Gönderilmesi planlanan ürünlerin bir kısmının da ihracat talepleri durdurulmuş. Birden bu kadar çok limon fazlası olunca limon da ucuzluyor. Milletimize nasip olmayan yakışıklıktaki güzel görünümlü limonlar da pazarlarda. ne yazık ki milletimiz için bu limonların sağlığımıza yönelik tehdit olup olmadığını inceleyen yok.
iktidar yanlısı kardeşler cevap veremezler.
Yüzlerce milyon liranın harcandığı Balıkesir Merkez Havalimanı.
tek bir tarifeli uçağın 6 yıldır inmediği bu havalimanımızın 46 personelle çalışmaya başlamasına rağmen bu personel sayısı günümüzde 78'e ulaşmış.
Ne olur Erdoğan'a gönül veren, kefen giyip yanında yürüyen bir seveni, bir yandaşı bir seçmeni cevap versin: Fizibilite yapan kişiler yıllık 1 milyon kişi kullanır diye hesap yapmışlar. Bu kadar büyük bir hesap hatası nasıl yapılır yahu? Personel neden tek bir uçağın inmediği havalimanında artıyor. Yahu insan ayıp olmasın diye iki tane uçak indirir.
Buna Ordu - Giresun, Erzincan ve Rize havaalanlarını da ekleyin. Durum aşağı yukarı aynı.
Sanki bu kepazelik azmış gibi bir Bayburt - Gümüşhane havaalanı'nı 2026 yılında açmayı hedeflediklerini söyledi Ulaştırma ve Altyapı Bakanımız. Bayburt'un nüfusu ne kadar biliyor musunuz? 90 Bin... Yahu istanbul'u bırakın Almanya'da bile Bayburt'tan daha fazla Bayburtlu vardır. Bayburt bu nüfusla az geleceği için yanına Gümüşhane'yi de eklemişler. Ama oranın nüfusu da 175 Bin. Toplasan 300 bin kişi etmiyor. Bu mantıkla bakacak olursak istanbul'un her ilçesine bir havaalanı yapsak daha yerinde olur. Gerçekten de hem trafik azalır hem inen binen daha çok olur.
Şu an Bayburt'a ulaşım için Trabzon ve Erzurum havalimanları kullanılıyor. Zaten taş çatlasa 2 saatlik yol. Bu nüfusla düzenli uçuşlar olamayacağı için havalimanı yapıldıktan sonra da durum çok fazla değişmeyecektir. Zaten komik olan nedir biliyor musunuz Yapılacak havaalanından da şu anki erzurum havalimanından da Bayburt şehir merkezine ulaşım 1 saat. Büyük ihtimalle pilot zaten havalimanını ya da bayburt'u bulamayıp yine Erzurum'a inecek.
Tabi bu kadar gereksiz havalimanının kulaklarını çınlatmışken Kütahya'daki Zafer Havalimanının adını anmazsak hatırı kalır. Devletimiz bu havalimanını yapanlara iç hatlar için yıllık 775 bin, dış hatlar içinse 542 bin yolcu garantisi vermiş. hedef ise, yıllık iki milyon yolcu. 2024'ün ilk 11 ayında toplam yolcu sayısı ise 60 bin civarında kalmış. garanti edilenin % 3'üne bile karşılık gelmiyor.
Hedefin altında kalan yolcular için ise devlet iç hatlarda 2 euro, dış hatlarda ise 10 euro olmak üzere toplam 227 milyon lira ödemiş. Vergilerimiz böyle gidiyor, asgari ücret ve emekli maaşları bu yüzden artmıyor işte. Okullara temizlik görevlisi kadrosu bu yüzden alınamıyor. Devletimizin verdiği bu yolcu garantisi 2044 yılının şubat ayında bitecek.
Bu israfı açıklayabilecek birisi varsa gözünü seveyim yazsın, kabul edilebilir şekilde mantığı şudur desin.
Kimsenin ne havalimanı yapılmasına ne de otoyol yapılmasına itiraz ettiği yok aslında. Ama bu şekilde yapılmasına herkes karşı. Bu yapılanların mantığı John Perkins'in "Bir Ekonomik Tetikçinin itirafları" adlı 4 serilik kitabında anlatılıyor. Alın, okuyun anlayın. Bizim devletimiz de, hükümetimiz de bu kitapta anlatıldığı gibi olaylardan mı geçti? Çünkü reddeden, durumu anlayan devlet adamları ortadan kaldırılmış. Devletimiz kendi imkanlarıyla bu yapıları yapma imkanı varken bu yüzden mi bu yöntemlerle yapıyorlar?
Her ne kadar benim gibi kişilerin içini acıtsa da ilgili kişilere tavsiyem bu havalimanlarının bir şekilde kullanılması. Belli ki bu havalimanlarına kadroda olan büyüklükte olan uçakların o yolcuları toparlayıp inmesi pek mümkün değil. O zaman 50 kişilik otobüs tipli daha ufak uçaklar alınsın kadroya. Dolmuş seferi gibi sefer yapsınlar. Bunu ABD bile yapıyor. utanılacak bir şey değil. Zararın neresinden kurtarırsak kar.
"Vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan hakimin vereceği kararın sağlıklı olacağını düşünmek insan aklına ters düşer"
Bu sözler 1998-1999 yargı yılı açılış töreninde yargıtay Birinci Başkanı mehmet uygun tarafından dile getirilmişti.
Günümüzde ise bu sözün doğru ifadesi şu olmalıdır:
"Siyaset ile vicdanı arasında sıkışan hakimin vereceği kararın sağlıklı olacağını beklemek insan aklına terstir."
Kanlı eylemleriyle ünlü IŞiD terör örgütüne mensup olduğu kesin görülen, 45 kişinin katledilmesiyle sonuçlanan, 46 defa ağırlaştırılmış müebbet almış isimler serbest bırakılırken Osman Kavala 7 yıldır tutuklu.
Gaffar Okkan'ın, Gonca Kuriş'in katili olan eli kanlı Hizbullahçılar serbestken Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, halkın oylarıyla milletvekili seçilen Can Atalay yıllardır cezaevinde.
Yayında dili sürçen gazeteci Özlem Gürses, terörist muamelesi gözaltına alınıyor. Abdi ipekçi'nin katili, Papa suikastçisi Mehmet Ali Ağca canlı yayında gazeteci tehdit ediyor, kimse kılını kıpırdatmıyor.
Tüm bunlardan daha vahim olarak millet olarak bu gördüklerimizi artık özümsedik ve benimsedik. Yani anormal gelmiyor.
Hükümetin kaybedip CHP'ye kaptırdığı belediyelere borçlarını ödeme baskısı ile silkelemeye çalışırken bu borçların aslında bundan önceki AKP dönemlerinde oluştuğu herkes tarafından biliniyor.
arzu açıkgöz: Samsun'da kızının ayrılmak istediği erkek arkadaşı Mert Okumuş tarafından başından vurularak öldürüldü. Arzu Açıkgöz'ün aracına binip kaçan cinnet halindeki Mert Okumuş araçla seyir halindeyken kendi başına ateş edip canına kıydı. Arzu Açıkgöz'ün eşinin 2014 yılında silahlı bir saldırı sonucu, oğlunun da Kasım ayınca bir trafik kazası sonra öldüğü bildirildi.
2006 yılında Orhan Pamuk’un edebiyat alanında aldığı Nobel Ödülü Türkiye’nin kazandığı ilk Nobel ödülü oldu. Bunu Aziz Sancar’ın 2015 yılında Kimya dalında aldığı Nobel ödülü izledi. 2024 yılında da daron Acemoğlu ekonomi alanında Nobel’e değer görüldü.
Günümüzde ise sıvı metal teknolojisi alanında Atakan Peker, kalp ve diyabet konusundaki çalışmalarıyla Gökhan Hotamışlıgil, Alexander hastalığının tedavisine ilişkin Bahri Karaçay, mobil teknolojiler konusunda ilhan Akyıldız Nobel’e aday olması beklenen Türkler.
Peki Nobel’e aday gösterilen ilk Türk kimdi?
ilk girişim 1910 yılında karşımıza çıkar. Meclisi Mebusan Başkanı Ahmet Rıza Bey’in ittihat ve Terakki Cemiyeti’ni barış ödülüne aday gösterdiği Nobel arşivlerinde yer alır. Cumhuriyet ile birlikte bir Türk’ün Nobel alma düşüncesi gündeme gelir. Celal Nuri ileri, ikdam gazetesinde “Şairi Azam” Abdülhak Hamit Tarhan’ın aday olması için kamuoyu oluşturur. 11 Ocak 1933 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde ise “Nobel mükafatı için Türkiye namzetleri” başlığı ile Ruşen Eşref’in ve Bursa Mebusu Müderris Refik Bey’in aday gösterildiği belirtilir. Sözü edilen Refik Bey salgınlarla mücadelede ve mikrobiyolojinin gelişmesinde önemli araştırmalar yapmış olan Ahmet Refik Güran’dır. Pasteur Enstitüsü’nde çalışan, istanbul’da Bakteri Enstitüsü’nün başına geçen Güran aynı zamanda Bakteriyolojihanei Baytari’de ilk Türk peptonunu üreten ve ilk verem aşısını uygulayan kişidir.
9 Ekim 1938 tarihli Son Posta gazetesinde bu kez Nobel Barış Ödülü’ne adaylık masaya yatırılır. Vâlâ Nureddin Tevfik Rüştü Aras’a, Ercüment Ekrem Talu ile Selahaddin Güngör de bu ödülün Atatürk’e verilmesi gerektiğini söyler.
1876’da Üsküdar’da doğan Kemal Cenap Berksoy, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi bitiridikten sonra Fizyoloji’nin babası olarak görülen Şakir Selim Paşa’nın asistanı olur. 1909’da Paris’te Eugene Gley’in bilimsel çalışmalarına katılır. istanbul’da Tıbbıyei Şahane’de hayvanlar üzerinde fizyolojik deneyler yapar. Edindiği bilgileri kitaplaştırır. Berlin Patolojik Fizyoloji Enstitüsü’nde Adolf Bickel ve Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde Carl Neuberg ile birlikte yiyecek ve içeceklerin mayalanması üzerine araştırmalar yürütür. Bira mayasında “sakkarofosfataz” isimli yeni bir ferment keşfeder. Heinrich Boruttau’nun yanında EKG ve elektrofizyoloji öğrenir. 17 Ağustos 1921’de Tıbbiye’nin açılışında Türk kızlarının okuması gerektiğini dile getirir. 1923’te kızlarının Tıbbiyeye girmesini sağlar. 1933’te istanbul Üniversitesi Beşeri Fizyoloji Bölümü’nün başına getirilir. Farklı dillerde 33 makale, 15 kitap yayımlayan Berksoy Dr. Aime Mouchet ile “atriyal natriüretik faktör” isimli maddenin varlığını kanıtlar ve bu tıp dünyasında geniş yankı bulur. 5 Eylül 1932’de Dil Kurultayı’na katılarak Arapça sözcüklerin yerine Türkçe kelimeler bulur. “işlem”, “Göze”, “Yerçekimi”, “Süzülme”, “seçim”, “Kan Pıhtısı” Berksoy’un dilimize kazandırdığı sözcüklerdir.
Berksoy’un Nobel Adaylığı ise Türkiye’de pataloji bilimini kuran Hamdi Suat Aknar’ın önerisiyle olur. Karolinska Enstitüsü Aknar’a bir mektup göndererek “fizyoloji” ya da “tıp” alanında Nobel Ödülü için bir bilim insanını önermesini ister. Aknar tereddüt etmeden Berksoy’un ismini sunar. 1932’de 111 kişinin aday kabul edildiği Nobel Listesinde “fizyoloji veya tıp” alanında 97. Sırada endokrin sekresyonu konusundaki çalışmalarıyla Berksoy da yer alır.
Ödülü ise sinir sistemi üzerine araştırmalar yapan Lord Edgar Adrian ve Sir Charles Sherrington kazanır. Berksoy, Nobel alamasa da resmi olarak aday gösterilen ilk Türk olarak kayıtlara geçer.
1942’de ise Nobel komitesi bu kez Berksoy’dan aday önermesini ister. Berksoy da Alman bilim insanı Adolf Bickel’i önerir. 1942 yılında emekli olan Berksoy, 1944 yılında Yozgat milletvekili olarak Meclis’e girer. 1949 yılında ise yaşamını yitirir.
ATATÜRK VE NOBEL
1934’te Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos, Nobel komitesine yazdığı mektubunda Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir.
Nobel kaynaklarında, 24-1 sıra numarası ile kayıtlı olan Atatürk’ün adaylığı için ingilizce düşülen notta şöyle yazar: “Kemal kısa listedeydi ancak herhangi bir değerlendirme yazılmadı. Daha sonra eklenmesi gerekiyordu ama değerlendirme eklenmedi.” Anlaşılacağı üzere eksik bir belge söz konusudur. O yılki ödül ise silahsızlanma çağrısı yapan ingiliz işçi Partisi Kurucusu ve Dışişleri Bakanı Arthur Henderson’a verilir.
"the french lieutenant's woman -fransız teğmen'in kadını " filmiyle tanınan karel reisz'in yönettiği 1985 yapımı ilk film. film, 1950'li yıllarda amerika'nın en tanınmış country şarkıcısı olan patsy cline'ın çalkantılı yaşam öyküsünü anlatır. küçük bir kasabadan büyük kente yıldız adayının zirveye ulaşma çabalarını anlatan film, etkileyici oyuncuları ve müzikleriyle dikkat çeker. filmin başrollerinde jessica lange, ed harris, ann wedgeworthbulunmaktadır.
Twitter'in kurucularından Jack Dorsey'in merkezi olmayan bir sosyal ağ kurma fikrinden doğan ve X'ten ayrılanların deli gibi kullanıcısı oldukları yeni platform. Jack Dorsey'in fikri uygulamanın, sosyal ağın gücünü karar alma mekanizmasını tek bir şirket ya da bir grup insanın elinden uzak tutan bir "açık protokol" ile inşa edilmesi anlamına geliyordu. Dorsey projeye "bluesky" adını verdi.
Bluesky başlangıçta Dorsey yönetimindeki Twitter'dan alınan hibe ile finanse edilmişti. Musk twitter'ı satın aldıktan sonra Bluesky ekibiyle bağlarını kopardı.Bluesky daha sonra özel yatırımcılardan iki tur girişim finansmanında 23 milyon dolardan fazla para topladı. Bluesky, insanların dijital kimliklerini ve bilgilerini farklı platformlar arasında taşımalarına izin verirken, esasen bağımsız geliştiricilerin kendi sosyal ağlarını oluşturmalarına izin verecek kod için kullanıyor. Örneğin; Facebook ve TikTok insanları kendi platformlarına kilitliyor ve rakiplerine geçmelerini zorlaştırıyor. Bu uygulamalar “duvarlı bahçeler” olarak biliniyor
Şubat 2023'te uarım düzine teknisyen ve davetlilerin katılımıyla lansmanı yapıldı. Büyümesini yakından yönetebilmek amacıyla kasıtlı reklamını çok az yaparak piyasaya sürdüler.
Bluesky, Musk'ın X'te mavi doğrulanmış hesap statüsü için ödeme yapan hesapları teşvik etmek ve içerik denetleme kurallarını ortadan kaldırmak da dahil olmak üzere büyük değişiklikler yapmaya başlamasından sonra ilgi görmeye başladı. eylül ayında Musk'ın belirli hesapların askıya alınmasına yönelik bir mahkeme kararına uymayı reddetmesi üzerine x brezilya'da yasaklandı. 3 hafta boyunca 3 milyondan fazla kişi Bluesky'a katılınca elon Musk kararından geri dönmek zorunda kaldı.
Son bir buçuk hafta ise dönüm noktası oldu. Donald Trump'un başkanlık seçimlerini kazanmasından bu yana, bazı X kullanıcıları Musk'ın Trump ile olan yakın bağları nedeniyle platformu terk etti. ABD'de seçimin hemen ertesi günü 116 bin kişi hesaplarını devre dışı bırakarak Bluesky'a akın etti.
Ama insanların X, Facebook ve Threads'e alternatifler arayıp Bluesky'a ilerlemeleri de beklenenin çok üzerinde oldu. Kullanıcı sayısı son birkaç hafta içinde % 100'ün üzerinde artarak 15 milyonu geçti. Apple ve Google'ın uygulama mağazalarında en çok indirilen ücretsiz uygulama olarak zirveye fırladı. Ama büyümenin kontrol dışı olması nedeniyle de zaman zaman çöktü.
Sözcü'den ayrılan bazı gazetecilerin aralarında olduğu bir grubun yakın zamanda kuracağı gazete. Bu gazetecilerin arasında Deniz Zeyrek, Yılmaz Özdil, Soner Yalçın, Aytunç Erkin ve Metin Yılmaz var. Bu gazeteye ait bir de ismi "Son Dakika" olan TV kanalının olacağı iddia ediliyor. Finansörünün yakın zamanda Flash TV'yi de satın alan Ekrem imamoğlu olduğu da yine iddialar arasında. Eğer çok yıpranmış isimleri aralarına almazlarsa ki bunların arasında da Can Ataklı ve Ümit Zileli var; havuz medyasına karşı çok ciddi bir cephe açılmış olunacak. iktidarın uzun zamandır beslemeyi unuttuğu ve kadrosunu zenginleştirmediği yandaş havuz medyasının savaşta çok etkili olacağı da beklenmiyor. Aralarında Tele 1, KRT, Halk TV, Oda TV, Flash TV, Sözcü Tv, Sözcü gazetesi gibi yayın organları olacak ve Ekrem imamoğlu'nun komutasında hareket edecek.
Bir Beşiktaşlı olarak çok da irite olmadığım maçtır. Galatasaray iki duran toptan gol buldu, bu pozisyonları çalışmışlar ve Ersin'in de duran toplarda özellikle yan toplarda kale çizgisinde sabitlenme zaafını iyi değerlendirdiler.
ikinci sarı kartlar falan diyorlar da Barış Alper Yılmaz'ın bariz bir şekilde Semih'i çektiğini gördük. Ama bunun için bir sarı kart daha verilir mi, bence verilmez. Çok ağır bir karar olurdu. Haklem de birçok sarı kart gösterdi zaten. Formadan çekerek ikinci sarı kart alması için ya çok sert çekmesi ya da 3-4 defa yapması gerekirdi. Taktik fauller yaptı Galatasaray, bence bu da oyun dahilinde. Ama Barış Alper Yılmaz'ın her yaptığı faulden sonra pis pis sırıtması daha çok rahatsız ediciydi. Oynatmamak üzerine emir almış, bu görevi de yerine getirdi. itirazlara neden olan ikinci ya da üçüncü çekmesi de faulle cezalandırıldıktan iki dakika sonra kendini yere atması, 30 saniye kıvranması ve hakemden bir şey çıkmayınca fırlayıp koşması bence tüm faullerinden daha rahatsız ediciydi.
hakemi aldatmaya yönelik kendini yere atma eylemleri Galatasaray'ın üzerine yapışmış gibi görünüyor ve sanki çıkmayacak da. Bence Galatasaray'ın başındaki asıl bela bu. Çünkü bunu birçok oyuncusu yapıyor. Artık öyle bir hale geliyor ki oyuncu gerçekten faul bile alsa 3-5 defa seyrediyoruz. Ama an itibarı ile en fazla şampiyon olmuş ve tek Avrupa'sı kazandırmış takımının bu ucuz yollara başvurmasını öncelikle taraftarı reddetmeli. Gördüğüm kadarıyla Galatasaray camiası bu olayları görmezden gelmeyi tercih ediyor. Elbette rakibe kart gördürme, penaltı kazanma numaralarını sadece Galatasaray değil her takım yapıyor. Türkiye'de futbol öyle bir hale geldik ki başarı için her yol mubah görülüyor. Centillmenlik, dürüstlük, sportmenlik yerlerde sürünüyor.
Hakemin de bu açıdan bakıldığında çok da kusurlu olduğunu düşünmüyorum. Ama başka bir maçta başka bir takım bu müdehalelerinden sonra kırmızı kart görürse o zaman kıyamet kopar işte.
Ben açıkçası Beşiktaş'ın oynadığı futboldan memnunum. Deplasmanda olmamıza rağmen başabaş oynadık ve seyirci baskısından çok etkilenmedik. Attığımız golün maçtaki 2. şutumuz olduğunu yazmışlar da sanki Ersin'de çekilen şutlardan yerden kalkamadı. Ayrıca bu çok saçma bir istatistik gibi geliyor. Yani son adamla buluşturmamızda ve son vuruşlarda beceriksizdik. Rafa gibi adam karşı karşıya Muslera'yı aşamadı. Muslera demişken de Galatasaray'a böyle bir oyuncuyu bize seyrettirdikleri için teşekkür etmek lazım. ilerleyen yaşı ve Galatasaray'ın 1 numara arayışı haberlerinden sonra Beşiktaşlı olmama rağmen üzüldüm. Muslera uzun yıllar bir kalecinin takımı için ne ifade ettiğinin örneği olarak bu ülkede anılacaktır. Galatasaray da heykeli dikilecek adam arıyorsa Muslera iyi bir aday. Maç boyunca her ne kadar takımların denk olduğunu düşünsem de kaleciler arasında bariz fark vardı. ersin iyi niyetli olabilir ama daha topu oyuna sokmayı bilemiyor. Hakem iki üç kez top hareketli olduğu için topu oyuna yeniden sokmasını istedi. Hiç yüksünmesin, Muslera'nın maçlarını seyretsin. Yan toplarda kale çizgisinde olduğu sürece gol yemeye mahkum olacak. Çünkü o topa çıkmadığı sürece illa ki çıkıp biri çıkacak ve topa vuracak. Yazının burasında da Volkan Demirel'i de anmadan geçmeyeyim. Volkan topa öyle bir çıkardı ki; diz önde yani götün yiyorsa gel kafa vurmayı dene dercesine... Kolay kolay kimse çıkamaz çıkan da bu riski ya bilmez ya da göze alırdı.
Maçta kırmızı kart çıkmadı, penaltı olmadı, seyirci taşkınlık yapmadı. Zevkle izlediğim anlar oldu. Osimhen'in Türkiye'de en azından bu yıl oynaması rakşp defans oyuncuları için iyi bir alıştırma olacak. Ama büyük ihtimalle tek sezonluk bu macera sonra Galatasaray böyle bir oyuncunun varlığını arayacaktır. iyi adam vesselam.
Semih'in de pişmesi gerek biraz daha. Tamam canım kardeşim, kıpır kıpırsın, başa belasın. Bu takımın da bu ülkenin de gelecek için bel bağladığı oyunculardansın ama ceza sahasında top geliyorsa elin ayağın bir dolaşmasın, bir topu iki üç defa düzeltmeden vurmaya alıştır kendini. Değil Galatasaray hiçbir takımın defansı sana o düzeltip de şut imkanı tanımaz. Bir de tamam çalım atıyorsun, hem de harika atıyorsun, aynen devam ama kaç oyuncuyu geçeceksin. Bir geçtin, iki geçtin yeter. Vereceğin asist de en az atacağın gol kadar değerli. Bunu bir anla artık.
Üstünde durulması gereken bir önemli nokta da taç atışları. Taç atışları konusunda Galatasaray açık ara ligimizin bunu en iyi kullanan takımları arasında ise Beşiktaş ise en kötüler arasında. Üstelik bu maça da ait bir şey değil bu. Son 6-7 yıldır her Beşiktaş maçında bu taç atışları beni kahreder. Galatasaray ise yıllardır bunu en müspet şekilde kullanıyor. Birçok takım bu taç atışları konusunda ofsaytın da uygulanmaması yüzünden hızlıca taç atışı kullanırken Beşiktaş bir sağa bakar, bir sola bakar, bir ileriye atacak gibi yapar sonra alakasız bir yere atar ve genelde dezavantaj yaratacak şekilde kullanır. Ne hocalar, ne oyuncular gitti geldi, yönetim bile değişti bu taç konusunda zaafımızı bir türlü aşamadık.
Bir de maçın ardından Hasan Arat'ın şöförünün karıştığı bir şiddet olayı var. Bir Galatasaray muhabirinin sözlü olarak sataşmasına adama yumruk atarak cevap vermiş. Adam alkollüymüş ve bu da emniyet kayıtlarında bizzat geçmiş. Yani ne diyeyim bilmiyorum. Yahu adam isterse senin anana küfretsin sen gelip adama vurdun mu olay bitti. Maçın içinde olmaması ve sonrasında çok da birşey olmadan kapanması en olumlu tarafı. Beşiktaş yönetimi yok tahrik etti, yok alkollüydü, yok üyemiz kendini tutamadı, yok cart yok curt. Yahu adam hastaneden darp raporu almış hala neyi savunuyorsun. Her küfür edene, her tahrik edene şiddet uygulanması makul olsa hakemlerimiz seri katil olurdu herhalde. Sonra Galatasaray yönetiminin "sözde efendi geçinen..." diye başlayan cümlelerine maruz kalıyoruz. Aklı başındaki bir yöneticinin bu yaşanması istenmeyen olay sonrası bir özür falan dilemesi gerekirdi. Muhabir daha mahkemeye de taşır bunu tazminat için. Böyle olayların arkasında durma işte. Daha kötüsüne yol açmaktan başka bir işe yaramaz. Darp eden kişinin anında tutuklanıp hapse atılması ise ayrı bir şekilde değerlendirilmeli. Beşiktaş yönetimi nice olaydan sonra hiç de bu kadar acil bir şekilde tutuklama kararı alınmadığını söylüyor. evet bu doğru ama olayı haklı mı çıkarır ?
Galatasaray camiasına ise fazla takacaklarını sanmıyorum ama Türkiye'nin en sevilmeyen takımı olma konusunda adım adım ilerlediklerini söylemek isterim. Aziz Yıldırım döneminde bu Fenerbahçe'ydi. Gerek Medya üzerinde, gerek FB üzerinde büyük etkisi vardı. Bir dönem Fenerbahçe'yi dokunulmaz yaptı. Bu Fenerbahçe'yi çok fazla şampiyon yapmamış olsa da. Şimdi o dönemki fenerbahçe söylemlerini Galatasaray camiasından duyuyoruz. Rakipleri bir küçümseme, bir alay. Üstelik kendi yaşatmadıkları yenilgileri öne sürerek yapıyorlar. Hiçbir takıma yakışmıyor, Galatasaray'a da yakışmıyor. Ağlaşmak falan demişsiniz de bunu en çok yapan bizzat Galatasaray. Her sene verilmeyen penaltımız diyerek her hafta bir tt olurlar. Özellikle Fener ile aralarındaki atışmalar da işin tam anlamıyla bokunu çıkardı. Her hafta "Allah belanızı versin" diye açılan taglardan bu iki camianın birbirine saydırmasını okuduk. Ama sonra bir baktık ki her iki takım lehine verilen penaltı sayıları ligin kalan takımlarından fazla. e n'oldu kardeş ? Valla billa yakışık almıyor.
Ben süper kupa sonrası twıtter da tebrik eden Galatasaray camiasını istiyorum. Yoksa yenilince başka taktik, yenince başka taktik mi var. Ya bunlar alt tarafı maç. Galatasaray da Beşiktaş ta dünya döndükçe var olacak ve birbirlerini defalarca yenecekler. Önemli olan bu mücadeleden zevk almak ve haz alacak anılar biriktirmek.
Sonuç olarak Galatasaray'ı tebrik ederim. Beşiktaş camiasının da canını çok sıkacak bir durum yok.
Ama kaleci düşünsek fena olmaz.
Bıktım artık ölüm haberlerinden valla.
Ben gerçekten de seviyordum Vural Çelik'i. Alanında çok fazla yükselememiş, mütevazi bir oyuncuydu.
Ortada çok görünmezdi, magazin haberleri çıkmazdı. Ama heyhat burası Türkiye ve reklamın iyisi kötüsü olmadığı için adının magazinde olmaması iş bulmasını da olumsuz etkiledi. Bir dönem iş bulamadığı için camiaya sitem ettiğini hatırlıyorum.
1989 yılında gazete ilanı ile oyuncu arayan Levent Kırca Tiyatrosu'na başvurusu kabul edildi. Ardından Yasemin Yalçın Tiyatrosu'na girdi. Bir dönem yanında organizatörlüğü öğrenmeye başladı necati Akpınar sayesinde Yılmaz Erdoğan ile tanış ve bundan sonra BKM oyuncusu olarak çalıştı. Bu dönem "Bana Bir Şeyhler Oluyor" ve "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü" oyunlarında rol aldı.
Daha sonra Ata Demirer'in tavsiyesi ile Avrupa Yakası dizisine girdi. Burada canlandırdığı Kubilay ve Gülenay Peynircioğlu karakterleri oldukça popüler oldu ve gönlümüzde taht kurdu. Son olarak Seksenler dizisinde Niyazi karakterini canlandırdı.
Vural Çelik sinemada ise "Her Şey Çok Güzel Olacak" (1998), G.o.r.a (2003), Organize işler (2005) filmlerinde rol aldı. 2007'de Bayrampaşa: Ben Fazla kalmayacağım (2007) filminde ise başroldeydi.
Yahu Diamond Tema bir ilahiyat alimi değil! Sadece okuyan, çok okuyan ve okuduklarını sorgulayan, yorumlayan ve aktaran biri. Adam söylediklerini kaynak kaynak vererek aktarıyor. Öyle ki sayfa sayıları birbirini tutmadığı için e-kitap bile indirmiyor. islam dinine, peygambere hakaret etmedi. Kitaplarda yazılanları söyledi. Bugünün koşullarına göre de yorumladı. Aynısını hristiyan incil'i ve Yahudi Tevrat'ı için yaparken methiyeler düzenler sıra islam'a gelince ateş püskürüyor. O zaman bulun ve okuyun bu kitapları. Kaynak olarak kullandığı kitapların bir kısmı da Diyanet işleri'ne ait islam Tarihi Ansiklopedisi. Kimi tutuklayacağız o zaman? Dini hakkında hiçbir kitabı okumayan, Kuran-ı bile incelemeyen, Fatiha Suresi'nin anlamını ve kaç ayet olduğunu bile bilmeyen yurdum insanına gerçekler öğrenince acı geliyor. O dönem için yapılanlar bazı durumlar için normal olabilir, bugün değil. Tıpkı padişahlarının evlatlarını ya da kardeşlerini boğdurduğunu öğrenince Osmanlı'ya hakaret ediyorsunuz diyenler gibi. Yapacak bir şey yok, olmuş bunlar. Kendi ceddimizi günahıyla sevabıyla kabul etmemiz gerektiği gibi kendi dinimizin de eksilerini artılarını kabul etmemiz gerekiyor. Bunlara karşı çıkmak, olanı söyleyeni bertaraf etmek tarihi gerçekleri değiştirmeyecek. Bunlar bir kitapta yazılı değil. Pek çok eserde var. Diamond bir çok yayınında o dinle ilgili zaten kendi kutsal kitaplarını kaynak olarak kullanıyor. Bunun için söylediklerini reddetmek dini reddetmek oluyor. Gerçekler hoşunuza gitmiyor ise Kutsal Kitapları mı, dini mi yoksa tarihi mi değiştireceksiniz? Söylediklerine yalan ya da saptırma diyorsanız o zaman karşı kaynakları bulup okuyun ve yanıldığı konuları anlatan yayınları siz yapın. Bunu da yapanlar var zaten. Ama ilahiyat alimleri de tartışmaya dahil oldu ve söylediklerini kısmen doğruladılar.
Valla ben diamond'ı çok seviyorum. Umarım başına bir hal gelmez de bilgi aktarmaya devam eder. Bu kadar kitabı nasıl okuduğu için de ayrıca gıpta ediyorum.
Suriye Cumhurbaşkanlığı, Esma Esad'ın Lösemi teşhisini resmi olarak açıklamıştı. Açıklamada "çeşitli semptom ve klinik bulgularla başvuran ve kapsamlı bir dizi tıbbi test ve muayenenin ardından Hanımefendi Esma Esad'a Akut Miyeloid Lösemi teşhisi konuldu" ifadelerini kullanmıştı.
Esma Esad 2018 yılında meme kanseri nedeniyle tedavi görmüş ve 2019 yılında ise kanseri tamamen yendiğini duyurmuştu. Ancak Suriye devlet başkanının eşine geçtiğimiz aylarda da lösemi teşhisi konmuştu. (habergazete.com)
Tabutta rövaşata, Behzat Ç. falan tamam da bizim kuşak onu ilk olarak karşı şov'da izlemişti. Düşünün işte şovun adı neden karşı? Siyasi hiciv, taşlama da içerirdi. Şimdi mümkün değildi yani. Hülagü... Unutmayacağım seni.-
Karşı şov'daki bir esprisini hala kullanırız arkadaşlar arasında.
Hülagü skeçte patronuna çok kızgın bir şekilde kendi kendine konuşmakta ve ona da kahve yapmaktadır.
"Şimdi tüküreceğim kahvesine"...
O sırada içerden patronun sesi duyulur.
"Hülagü kahve bol köpüklü olsun"
"Bak.. Bak... Nasıl da tahrik ediyor beni"...
Bunu seyretmiş olanlar belki hatırlayacaktır. Ben yazarken o mimikleri geldi gözümün önüne, o kelimelere vurgusu. Bunları aktaramam elbette
Huzur içinde yat. Yakışıklı bir oyuncu olmanın çok uzağındaydı. Ama öyle büyük bir karakterdi işte.
Hükümetin çalışmalarını tamamladığı ama şu anda teklif halindedir.
iktidarın, sahiplenilmeyen hayvanların bir ay sonunda uyutulmasına ilişkin düzenleme içeren teklifinde, aksi düşünülmesi halinde ise 1 milyon 900 bin sokak köpeği bulunduğu varsayıldığında her 1.000 hayvan için 1.900 yeni barınak yapılması gerektiği bunun da sürdürülebilir olmadığı yazıyor. Teklif, belediyelerin bu konudaki sorumluluğunu arttırırken, işini yapmayanlara ceza getiriyor.
Teklifte uyutulacak hayvanların durumlarına göre seçileceğine ilişkin metinde bir hüküm bulunmuyor. Bazı basın organlarında bunun aksi iddia edilmişti.
AKP Kaynakları sihiplenilmeyen köpeklerin uyutulmasından geri adım atılmasının düşünülmediğini söylüyorlar.
Teklifin gerekçesi ise özetle şöyle:
Mevcut yasa ile hayvanların toplanması ve rahabilitasyonuna ilişkin sorumluluk belediyelere verilmiş ancak gerekli denetim mekanizmaları tesis edilemediğinden ilgili kuruluşlar, üzerine düşeni tam anlamıyla yerine getirmemiştir. Bazı durumlarda ise ilgili kanun maddeleri sebebiyle çözüme katkı sunmak istedikleri halde çizilen sınırları geçemeyeceklerini belirtmiş ve popülasyon her geçen gün katlanarak devam etmiştir.
Ülkemizde 100 bin kapasiteli 326 adet hayvan bakımevi bulunmaktadır. Mevcut iki milyon sahipsiz hayvan göz önünde bulundurulduğunda halihazırda bulunan hayvan bakımevi kapasitesinin yetersiz olduğu görülmektedir. Kapasite düşünüldüğünde 1.900.000 sahipsiz hayvan için 1.900 adet ve bin hayvan kapasiteli bakımevi tesis edilmesi gerekmektedir.
Hayvan başına 4 metrekare alan ayrılmak suretiyle 1.000 hayvan kapasiteli 1 bakımevinin maliyeti minimum 3,5 milyon TL olarak hesaplanmıştır. 1.900 bakımevi yapılmasının gerektiği düşünüldüğünde maliyetin 6,65 milyar liraya vuracağı hesaplanmıştır. Belediyelerden elde edilen verilen göre ise bir hayvanın ortalama besleme maliyetinin de aylık 3.500 lira olduğu düşünülürse de bir bakımevinin yıllık besleme maliyeti 42.000.000 TL'yi bulacaktır.
2 milyon hayvana ömürleri boyunca hayvan bakımevinde bakılacak olması halinde ise bunun yıllık maliyetinin 84 milyar olacağı belirtilmiştir.
Uyutulma maddesi ise şöyle;
Hayvan bakım evlerinde bulunan hayvanlardan 1 ay içinde sahiplendirilmemiş olanlara ötenazi yapılır. Sahiplendirilenler, rehabilitasyon işlemleri yerel yönetimlerce tamamlandıktan sonra sahibine teslim edilir. Sahipsiz hayvanların hayvan bakım evlerinde barındırılması, sahiplendirilmesi ve ötenazi yapılması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek.
t
Belediyelerin sorumluluklarının arttırıldığı maddelere göre de görevin yapılmasına ilişkin denetim Tarım Bakanlığı'nda olacak. Yerel yönetimlerce yapılan denetimler sonucu kesilen idari para cezaları yerel yönetimlere gelir olarak kaydedilecek. Yerel yönetimler, sahipsiz hayvanların kayıt altına alınması ile ilgili işlemleri yapmakla yükümlü olacaklar.
Belediyelerin görevlerini yerine getiremediği durumlarda bu görev vali tarafından üslenilecek. Alınan tedbirlerin masrafları ilgili belediye veya özel idaresinden tahsis edilecek. Aksi durumlarda belediyelerin kasasından tahsis edilecek.
Belediyeler, sahipsiz veya güçten düşmüş ya da tehlike arz eden hayvanların rehabilitasyonunun sağlanması ve sahiplendirilinceye kadar yaşamaları amacıyla hayvan bakımevleri kurmak zorunda olacaklar. Bakımevlerine götürülen bu hayvanlar bakanlıkça oluşturulan veri tabanına kayedilecek.
Belediyeler, üç yıl süreyle hayvan bakımevleri kurmak, rehabilitasyon işlemlerini yapmak ve sahipsiz hayvanlara sahiplendirilinceye kadar bakmak için kesinleşmiş en son bütçe gelirlerinin binde beşi oranında kaynak ayırmak zorunda olacaklar. Bu oran büyükşehir belediyelerinde binde 3 olarak uygulanacak. Ayrılan ödenekler başka bir amaç için kullanılmayacak.
Yazı, Gazete Pencere'nin 31.05.2024 tarihinde internet sitesindeki Nuray Babacan'ın yazısından alıntılanmıştır.
Köpeklerin uyutulması şu an için hemen yapılacak bir eylem gibi görülmüyor. Ama mevcut koşullar altında başka çare kalmış gibi de görülmüyor. Hayvanların uyutulması vahşice görünse de bu koşullarda en insani çözüm de bu olacak sanki. Durumu bu kadar vahim ve katliam gibi gösteren durum sayının korkunç bir sayıya ulaşana dek pek çok kurum ve kuruluşun, iktidarın, devletin, muhalefetin kulağının üstüne yatması.
alınan bu karara karşı çıkanlar olacaktır. Ama bu kişilerin evlerinde hayvan besleyip beslemediğine bakılmalı, beslese de beslemese de ilave bir hayvan daha besleyip beslemeyeceği sorulması gerekiyor. Dünyada köpek saldırıları sonucu bizden daha çok can kaybı yaşayan bir ülke var mı acaba? Ben görüntüden çok rahatsızım. izmir de yaşıyorum. Otogarımızda 7-8 köpeklik bir sürü yaşıyor ve zaman zaman insanlara saldırıyorlar. Saat kulesinin civarı ona keza. Yürüyüş yapılan yerlerde öbekleşiyorlar ve nedensiz bir şekilde zaman zaman saldırılıyorlar. Bu şekilde saldırıya uğrayan arkadaşım ağır yaralandı. Evimde iki kedi bir köpek besliyorum. Köpek erkek bir pug. Sokak köpeklerinin saldırma korkusun yüzünden rahat rahat dışarıda dolaştıramıyoruz. Herşeyden önemlisi bir çocuğun hayatı bile 2.000.000 köpeğin hayatı ile kıyaslanamaz.
Bunun yanında devlet neler yapabilir daha... Çok ama çok şey. Hayvan sahiplenenlere doğalgaz, elektrik faturalarında indirim yapabilir. Hayvansız fabrikalara 2 üstü hayvan besledikleri takdirde "bazı avantajlar verebilir. Askerliğimi güneydoğu da yaptım. Uygun ırklar askeriyeler, sınır bölükleri için çok ideal. Buralara dağıtılabilir. Bu hayvanlar termal kameralardan bile daha iyi bir algıya sahipler. Kendi masraslarını bu sayede çıkarırlar. Birçok kayıp verdiğimiz olay yeterli sayıda eğitimli hayvan olsaydı ya gerçekleşmezdi ya da kayıp sayısısı minumumla atlatılabilirdi. Askeri olarak eğitilmesi halinde bu hayvanların çok fazla kullanılacağı alan var.
Bunca zaman kendi kendine geçeceği beklenmeseydi, gerekli bilimsel önlemler alınsaydı bizler şimdi vicdanımız ve mantığımız arasında kalmayacaktık.
ilk olarak mücevher şirketlerinin satılabilir ürün haline getirip vitrine koydukları ürünlerin fiyatları :
Zen Diamond: 0,3 karat Hera tektaş yüzüğün üyelere özel indirimli fiyatı 22.899 lira. Sadece pırlanta ölçü alınırsa karat başına fiyat 68.700 lira ya da 2.100 $
Blue Diamond: 0,58 karatlık baget pırlanta yüzüğün % 50 indirimli fiyatı 32.990 lira. Karat başına fiyat 56.880 lira ya da 1.750 $
D Diamond: 0,85 karatlık iri taşlı bir yüzüğün indirimli fiyatı 116.011 lira. Karat başına fiyat 136.500 lira ya da 4.200 $
Koçak Pırlanta: 1,29 karatlık bir yüzüğün internete özel fiyatı 85.820 lira. Karat başına 66.530 lira ya da 2.040 $
Türkiye'de kuyumcu dükkanından veya büyük mücevher şirketlerinin online kanallarından satın alınan pırlanta yüzüklerin ortalama karat fiyatları 2.000 $ civarında. Elbette bunda taşın büyüklüğü, berraklığı, rengi ve kesim kalitesi fiyatı etkiliyor. 1 karat pırlantanın ağırlığı ise yaklaşık 200 mg geldiğini, yani 1 gr'ın beşte biri olduğunu da belirtelim.
Şimdi de bu taşların gerçek maliyetine bakalım.
De Beers: Botsvana, Namibya , Güney Afrika ve Kanada'da madenleri bulunan şirket 2023 yılında toplamda 31.865.000 karat üretim yapıp bunun 24.682.000 karatını ham taş olarak satmış. Her madenin farklı maliyetleri olsa da karat başına maliyeti 71 $, karat başına satış fiyatı ise 147 $
Tiktok, Youtube ve ınstagram gibi platformlardaki zengin içerik oluşturucular, müsrif yaşam tarzlarını, giyim alışverişlerini, yurt dışı gezilerini, lüks spor arabalarının görüntüleriyle takipçilerinin yüzlerini ovuşturmaktalar. Gerçekçi olmayan standartlar belirlemek ve zenginliği gösteriş yapmak için kullanmak yeni bir şey olmasa da sosyal medya kullanımının aşırı yaygınlaşması nedeniyle yansımaları farklı olmaya başladı.
Bu karşılaştırma kültürünün yaygınlaşması özellikle Z kuşağı jenerasyonunu fazlasıyla tetikliyor ve banka bakiyelerini gözardı ediyorlar. Kısacası ayağını yorganına göre uzatmayı birden ve büyük bir istekle bırakıp aslında ihtiyaçlarının çok ötesinde
şeylere parasını yatırıyor.
Görüntü ve hikaye bombardımanına tutulan özellikle j kuşağı jenerasyonu da internette gördüğü görselleri yaşatmak ve belirli bir satınalma işlemi yapmaya, imkanlarının üstünde yaşamaya kendini adeta mecbur hissediyor. Bunu kendi yaş grubunda, altında ya da üstünde pekçok kişinin de yaptığını düşünüyor. Adeta inceldiği yerden kopsun ya da belki bir kuyuıya düşeceğini bilmesine rağmen oradan çıkıp çıkamayacağına olan merakı.
işte bu fenomeni uzmanlar "Para Dismorfisi" diye adlandırdılar. Yani "kişinin mali durumu hakkında kötü kararlara yol açabilecek çarpık bir görüşe sahip olması
Öte yandan bu kuşağın aldığı her harcama kararı da kötü sonuçlara yol açmıyor. Özellikle gündelik kullanım harcamaları değil de mülk, araba gibi şeylere ödeyebileceğinin çok üstünde para verenler bundan hiç de zararlı çıkmadılar. Özellikle benim çevremde... Biriktirdiği üç kuruş paranın üstüne ödeyebileceğinin çok üstünde uçuk bir kredi çekerek ev aldı bu jenerasyondan bir arkadaşım. Benim gibi orta kuşak üstü yaş grubundaki abla ve abilerinin "aman yapma, nasıl ödersin" laflarına aldırmadan devam etti. işler normal bir şekilde devam etseydi gerçekten de ödeyemezdi. Ama ülkede ekonomi çok hızlı bir şekilde tepetaklak oldu. 1 milyon gibi döneminde çok fahiş bir fiyatla aldığı evi 2,5 yıl sonra 15 -17 milyon aralığında sattı. Kullanmış olduğu kredinin pula dönmesi bundan da önce oldu. Parasının neredeyse yarısını abuk subuk diyebileceğimiz bir süre şeye harcadı. Tatillere gitti, yemeği sürekli dışarda yedi, lüks diyebileceğimiz şeyler aldı. Ama bu sefer de faizler çıldırdı. Kalan parasını bankaya yatırdı. Faizlerin 30'lu bandlarda olduğunda ayda 180 bin faiz getirisi vardı. Şimdi sormuyorum bile. Biz de sözde akıl veren büyükler durumundayken ahkam kesen iş bilmezler katına indik. Evet, belki her alınan karar bu derece olumlu sonuçlanmayabilir. Ama Z kuşağının hayatı yaşamakla ilgili kesin bir kararı var. Kendilerinden önceki kuşaklardan çok daha cesurlar. Bu kimilerinin patlamasına yol açacak elbette. Ama yaşamın hakkını veren, ardında iz bırakan çok daha fazla üyeye sahip olacaklar.
1 - Michael Corleone - Baba 1 (1972), Baba 2 (1974), Baba 3 (1990)
2 - Tony Montana - Scarface - Yaralı Yüz (1983)
3 - Vincent Hanna - Heat - Büyük Hesaplaşma(1995)
4 - Serpiko - Serpico (1973)
5 - Frank Slade - Scent of a Woman - Kadın Kokusu (1992)
6 - Sonny - Dog Day Afternoon - Köpeklerin Günü (1975)
7 - John Milton - The Devil's Advocate - Şeytanın Avukatı (1997)
8 - Frank Keller - Sea Of Love - Aşk Denizi (1989)
9 - Carlito - Carlito's Way - Carlito'nun Yolu (1993)
10 - Lefty - Donnie Brasco (1997)
1953'te bugün, yani 25 Nisan 1953'te Cambridge Üniversitesi'nde iki bilim insanı, Francis Crick ve James Watson kalıtsal özellikleri ebeveynden çocuğa taşıyan deoksiribonükleit asit (DNA) adını verdikleri molekül yapısını buldular. Yani DNA'nın keşfinin 71. yılı.
Tarihi zararın sebebinin ağırlıklı olarak Kur Korumalı mevduat hesaplarında oluşan kur farkı ödemelerinin Hazine yerine merkez bankası tarafından yapılmasından kaynaklandığını hemen herkes tahmin ediyordur.
Amerikan Merkez Bankası da (FED) 2022'yi 58,8 milyar dolar gelirle kapatmasına rağmen 2023 yılında resmi olarak 114,3 milyar dolar zarar etmişti. Onlardaki bu zararın sebebi ise ABD Merkez Bankası'nın kısa vadeli faiz oranı hedefinin yönetilmesine yönelik harcamalar olduğu duyurulmuştu. Ayrıca Avrupa Merkez Bankası da 2004 beri ilk kez zarar açıklamış ve bu rakamın 1,3 milyar euro olduğunu belirtmişti.
Ama... Hazine ve Maliye Bakanlığı, merkezi yönetim bütçesine dair verileri de açıkladı. Sadece Mart ayında 209 milyar lira açık veren bütçedeki açık yılın ilk üç ayı sonunda 500 milyar lirayı aşmış oldu. Belli ki ekonomi bu lüks ve sefahat içinde yönetilemiyor.
Geçen haftayı oldukça sıkıntılı geçirmiş 74 yaşındaki israil başbakanı.
Öncelikle rehinelerin aileleri ve muhalefet tarafından uzun süredir kendisine karşı yapılan protestolar kendisi tam da fıtık ameliyatı için 2 geceyi hastanede geçirdiği zamanlarda geri döndü.
En büyük siyasi rakibi ve müstakbel israil'in yeni başbakanı Benny Gantz, erken seçim çağrısında bulunarak savaş zamanında hükümetin birliğini zayıflattı. Netanyahu'nun koalisyon ortakları ise zorunlu askerlikle ilgili bir tartışma nedeniyle ona zaten tavırlı.
Gazze'de 6 yabancı yardım görevlisinin insansız hava araçlarıyla öldürülmesinden sonra yaptığı açıklamada "Savaş zamanı böyle şeyler olur" diyerek geçiştirmesi bütün dünyada öfke ve nefretle karşılandı.
Son olarak ABD başkanı Biden'in savaşın sonunu işaret edecek şekilde işlenen cinayetlerle ilgili azarlaması ile hafta bitti.
Üzerinde çok büyük bir iç ve dış baskı olmasına rağmen yine koltuğu kolayca bırakmayacak gibi görünüyor. iSmi açıklanmayan bir hükümet yetkilisi Haaretz'e yaptığı açıklamada Netenyahu'nun savaşı sürdürmekteki yegane amacının kendisine yönelik yolsuzluk suçlamalarını yenmek için zaman kazanmak olduğunu söylemiş. Suudi Arabistan'la normalleşmesi son şansı olarak görünse de bu ihtimal de giderek azalıyor.
israil Demokrasi Enstitüsü'nün yaptığı kamuoyu yoklamasına göre seçmenlerin % 57'si Netenyahu'nun savaş dönemi lideri olarak performansını ya zayıf ya da çok zayıf buluyor. % 51 ise 2026 sonbaharını beklemek yerine hemen erken seçime gidilmesini istiyor.
Buna rağmen kurduğu koalisyon kendisinin muhafazakar Likud partisi önderliğinde istikrarını koruyor. Aşırılık yanlısı ve dinci partilerden oluşan bu blok kasım 2022'de beşinci seçimi de kesin bir şekilde kazanarak israil tarihinin en sağcı yönetimini oluşturdu.
Yani erken seçim olsa bile Netanyahu'nun yeniden koalisyon kurması çok olağan. Ayrıca rakibi Benny Gantz'ın koalisyon ortakları da savaş arzularını gizlemiyorlar.
Dünya kamuoyunun ve belki bizim de anlamadığımız şey biraz da bu belki de. israil'i kim yönetirse yönetsin Gazze'deki savaş bitmeyecek gibi görünüyor. Çünkü ocak ayında israil'de yapılan bir ankete katılanların % 88'i Gazze'de yaklaşık 34 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan (o dönem 25 bin idi) savaşın haklı bir şekilde sürdüğünü belirtti. Ankete katılanların büyük çoğunluğu ise israil'in Gazze'de ya yeterli ya da çok az güç kullandığını söyledi. Yapılan başka bir ankette ise katılanların % 68'i bağımsız ve askerden arındırılmış bir Filistin istemediklerini belirttiler.
Netanyahu iktidarını kaybetse bile politik bir değişiklik çok olası değil.
(The Guardian, Bethan McKernan - Oksijen Gazetesi)
*** Kendi ülkesinde belki yolsuzluktan yargılanabilir ama asla savaş suçlusu olarak görülmeyecek.
Tüik'in açıkladığı verilere göre 2022 yılı itibariyle trafiğe kayıtlı araç sayısı 23.303.638 olmuştur. Bu kadar araç ile toplam 343 milyar 917 milyon kilometre yol katedilmiş. Bir başka ifade ile Türkiye'de trafiğe kayıtlı araçlar 2022 yılında dünyanın etrafında yaklaşık 8,6 milyon kere tur attı. Bu mesafenin % 55,7'si otomobiller, % 20,4'ü kamyonetler, % 12,4'ü kamyonlar, yüzde 4,4'ü motosiklerler, % 4'ü minibüsler ve % 3,2'si de otobüsler tarafından yapıldı.
Taşıtların bir yılda yaptıkları ortalama kilometreler incelendiğinde; 2022 yılında otobüslerin 53.409, kamyonların 46.305, minibüslerin 27.951, kamyonetlerin 16.382, otomobillerin 13.415 ve motosikletlerin 3.648 km yaptığı hesaplandı.
Otomobiller tarafından 2022 yılında katedilen mesafe taşıtların yakıt türlerine göre incelendiğinde; toplam taşıt-km'nin yüzde 48,4'ü dizel, yüzde 30,5'i LPG ve yüzde 21,1'i benzin yakıtlı otomobiller tarafından yapıldı.
Dizel otomobillerin 100 km’de 6 litre, benzinlilerin 8.5 litre, LPG’lilerin ise 10 litre yaktığı kabul edilir. Buna göre dizel otomobiller 2022 yılında ortalama 6 bin 493 kilometre yol için yaklaşık 390 litre dizel tüketti. Bu da litresi 42 TL’den 16 bin 380 TL yapıyor. Benzinli araçlar ise ortalama 2 bin 831 kilometre için 240 litre benzin harcarken bunun da tutarı yaklaşık 10 bin 560 TL oldu. LPG’li araçlar ise 4 bin 92 kilometre yol için 410 litre yakıt tüketti ve bunun için de yaklaşık 9 bin lira ödedi.
Türkiye'de 2022 yılında katedilen toplam mesafe taşıtların yaş gruplarına göre incelendiğinde; en fazla yol yüzde 37'lik oranla taşıt filosunun yüzde 48,4'ünü oluşturan 12 yaş ve üstü taşıtlar tarafından yapılırken, bunu sırasıyla yüzde 23,5 ile 4-7 yaş, yüzde 20,3 ile 0-3 yaş ve yüzde 19,2 ile 8-11 yaş grubu taşıtlar takip etti. Bu oran otomobillerde 12 yaş ve üstü otomobiller için yüzde 35,6, 4-7 yaş için yüzde 25,3, 0-3 yaş için yüzde 21,3 ve 8-11 yaş için yüzde 17,8 oldu.
Türkiye'de 2022 yılında trafiğe kayıtlı toplam motorlu kara taşıtları sayısı bir önceki yıla göre yüzde 5 artarken toplam taşıt-km yüzde 4,3 artış gösterdi. Yine TÜiK verilerine göre 2023 yılı aralık sonunda Türkiye’de kayıtlı toplam motorlu araç sayısı 28 milyon 740 bin 492 olarak açıklandı. Bu bir önceki yıla oranla yüzde 23.3’lük bir artış demek. Bu artış dikkate alındığında 2023 yılında katedilen mesafenin ise yaklaşık 424 milyar kilometre olacağı tahmin ediliyor.
(Gazete Oksijen, 08.04.2024)
Meral Akşener 27 Nisan'daki Kurultay'da aday olmayacağını açıklamıştır. bu kadar büyük umutlarla siyaset sahnesine girip bu kadar çabuk dip yapan, bana göre seçmenine ve ülkesine siyasi ihanet etmiş bir parti zor bulunur. Ne oldu ne bitti tam anlayamadan Meral Abla'yı patates yaptılar. Yerel seçimler öncesi siniri her halinden zaten belli oluyordu. Ama madem siyasi bir intihar deneyeceksin bari partinin başına birini getirseydin de öyle gitseydin.Şimdilik Genel başkanlık yarışı anlamına gelen kurultay'da 4 isim adaylığını açıklamış. Kurucular Kurulu Üyesi Günay Kodaz, Göç Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Tolga Akalın, Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu ve TBMM Grup Başkanı Koray Aydın. Gidişata göre genel seçimde AKP ile işbirliği yaparlarsa benim için sürpriz olmayacaktır.
Ülkede milyonlarca insanı yoksulluğa sürükleyen bir kemer sıkma paketini uygulamaya koyan ama sonra kendi maaşına % 48 zam yaparak ikiyüzlülükle suçlanan Arjantin Devlet Başkanı. Ama durum ortaya çıkınca suçu eski kanunlara bağlayıp maaş zammını iptal etti ve önceki dönemleri suçladı. Milei "Her geçen gün politikacıları kayıran ve Arjantinlilere zarar veren yeni bir yasa keşfediyoruz" açıklamasını yapıp başkanlık ve bakanlık maaşlarının belirlenmesi için yeni bir yöntem getireceğini söyledi. Ama bu sefer de imzaladığı kararnameyi okumamakla eleştirildi.
Çok garibime gitti muhalefet için "Milletin önüne çıkıp yan yana poz verenler şimdi birbirlerine ağır laflar ediyor. Her biri yerel seçim için çıkıp da oy istemeden önce o süreçte ortaya koydukları tutumla ilgili olarak milletten özür dilemeli" demesi...
Valla sizin bir zamanlar yanyana fotoğraf çektirdiğiniz insanlar sizi kandırdı, rejimi yıkmaya kalktı 250 insanımız canından oldu Ömer Çelik. Keşke birbirlerinize ağır laflar etseydiniz. Terörist ve vatan haini ilan ettiniz.
Ayrıca Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Necmettin Erbakan v.b. daha niceleri. Birlikte yürüdüğünüz insanlar bunlar. Ama yollar ayrılınca hepsi tukaka oldu. Kaldı ki genel başkan mı desem cumhurbaşkanı mı desem bilemedim Fatih Erbakan ve Yeniden Refah Partisi için "sirk maymunu" demiş. Şimdi o da özür dileyecek mi?Ona da bu tavsiyede bulunacak mısınız?
Yahu eninde sonunda siyaset bu. Dünyanın çoğunda ülkemizdeki kadar seviyesizlikler olmuyor ama her ülkede yanar dönerlik var. Menfaat meselesi bu. O yüzden garipsememek lazım. Sizin zürriyetsiz dediğiniz adam bugün için "en büyük destekçiniz" olmadı mı?Recep Tayyip Erdoğan'dan cumhurbaşkanı olmaz diyen Bahçeli'ye bugün için birşey diyor musunuz?
Ha olay istikrar meselesi ise cumhuriyet tarihimizin en istikrarsız, en tutarsız, en bir dediği diğerini tutmayan parti AKP'dir. Hangisini saysam bilemedim ki? Rahip Bronson'dan girsem, "Faiz sebep enflasyon sonuç" larda dolansam, darbeci sisi'de bitirmeden bir dönem "miçotakis benim için bitmiştir"de dursam % 10'unu bulmaz yapıklarınızın.
Yeniden şekillenmeye başlayan dünyanın yeni ve en önemli aktörlerinden. Bu kadar az başlığı gerçekten hak etmiyor ama bu da sözlüğün gündeminin nasıl kaydığının göstergesi. Yazık.
Brics, 2006 yılında gelişmekte olan ülkelerinin uluslararası alanlarda daha çok söz sahibi olması için Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin tarafından kurulan gruptur. 2011 yılında bu gruba Güney Afrika'nın da katılımıyla grubun adı Brics oldu.
01.01.2024 yılında gruba Mısır, Etiyopya, iran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de gruba katıldı. Grubun bu yeni hali için bir isim kullanılmadıysa da "Brics +" olacağı düşünülüyor.
Gruba üye ülkelerin toplam nüfusu 3,5 milyar, bu rakam dünya nüfusunun % 45'i.
Brics ülkelerinin ekonomilerinin toplam büyüklüğü ise 28 Trilyon Dolar. Bu da, dünya ekonomisinin % 28'ine denk geliyor. Aynı zamanda bu ülkeler ham petrolün de % 44'ünü üretiyor.
Suudi Arabistan dün (21.02.2024) yaptığı bir açıklamada Rusya'yı stratejik ortak olarak gördüğünü ve politikalarının bu yönde ilerleyeceğini bildirdi. Suudi Arabistan'ın batı kampından ayrılışı çok hızlı oldu. Suudi Arabistan'ın paralarını artık ABB bankalarına yatırmaması da ABD'yi kaygılandırıyor.
Bu gelişmeler doğrultusunda Türkiye yakın zamanda Mısır ile yeniden ilişkileri normalleştirmeyi başardı. Mısır, Kahire'den 350 km uzaklıktaki bir adasını 22 Milyar dolara Birleşik Arap Emirlikleri'ne verdi. Bunun dışında ise iskenderiye Limanı'nın de Türkiye'ye satılacağı söylentisi var.
israil - Filistin savaşı sırasında Gazze yerle bir oldu. Geçtiğimiz günlerde Brezilya Lideri Lula israil'i yahudilere soykırım yapan Nazilere ve Hitler'e benzetti. israil, Hamas militanlarına yönelik yaptığı roket saldırısında Lübnan ve Suriye'de bazı binaları vurmuş ve sivil ölümlerine neden olmuştu. Ama dün Suriye'ye yaptığı roket saldırısında kullandığı roketler Rus S-300'leri tarafından anında vuruldu. Bu Rusya'nın koruması altındaki Suriye'ye yaptığı saldırılar içim israil'e bir "Dur" çekmesiydi.
Dünya inanılmaz bir hızla değişiyor ve Brics bu yeni dünya düzeninde çok etkin bir söz sahibi olmak üzere. Türkiye'nin hamleleri de batı yanlısı gibi görünse de batı ve özellikle ABD f-16 krizinde olduğu gii kaprisler yapacak olursa önünde bir seçenek daha olacak. Ama hem NAto'ya üyeyken hem de bu gruba dahil olması mümkün değil. Dolayısıyla Nato üyesi olduğu için gruptan Türkiye'nin gruba katılmasına yönelik bir davet gitmiş değil.
AKP döneminde kaç vatandaşımız bu şekilde can verdi acaba? Ey AKP'ye oy verenler... Azıcık da olsa Allah inancınız varsa inanın ki bunun hesabı sizden bir şekilde sorulacak. Bu can kayıplarının altında doğrudan katkınız var.
Pamukova tren kazası 2004 yılında olduğunda 40 küsur vatandaşımız öldüğünde kimse sorumluluk almadı, kimse tutuklanmadı, kimse istifa etmedi, kimse görevinden alınmadı. Oysa 80 kilometre'nin üstüne çıkılmaması için uyarılan viraja 132 km. hızla girmişlerdi. Bunun altında da o dönemin TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman vardı. Çünkü trenin hızlanmasını o istemişti. Cumhuriyet Savcıları'nın hakkında soruşturma açmak istemesi dönemin ulaştırma bakanı Binali Yıldırım tarafından reddilmişti. Ne de olsa istanbul Büyükşehir Belediyesi'nde çalışmıştı. Ölenler öldüğüyle kaldı. Dava yıllar içinde unutturularak zaman aşımına uğrayıp kapatıldı. Ama Süleyman Turan görevinde kalmakla da sonlanmadı. 2015 yılında AKP'den milletvekili oldu. Dün TV ekranlarında Erzincan Valisi'nin arkasında görünen isimlerden biri de oydu.
ilhan Cihaner'i hatırlayanınız var mı? 2011 ve 2018 yılları arasında CHP istanbul Milletvekilliği yapmıştı. AMa bu görevinden önce Cumhuriyet Başsavcısı'ydı. Hangi dilde derseniz. E Tabii ki Erzincan.
Yiğit bir adamdı. Siyasi olarak desteklersiniz desteklemezsiniz o ayrı. Ama yiğidi öldürün hakkını yemeyin. Zamanında Jitem'e "silahlı çete" olarak görüp örgüt olarak dava açan ilk kişiydi. 2007 yılında Erzincan Başsavcısı olarak atandığında AKP'nin o dönemki kankisi Fethullan Gülen ve ismailağa cemaatine karşı soruşturma başlattı. Bugünden bakınca ne büyük cesaret ve ne büyük aptallık değil mi? Ama adaletin varlığına inandığımız zamanlardı. Açtığı soruşturmada dönemin istanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın, örgüt üyeleri ile görüşen bakanların adı geçti. Birçok kişi tutuklandı. ismailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu'nun da gözaltına alınmasından sonra dönemin Adalet Bakanlığı Cihaner'in görev yerinin değiştirilmesini istedi. Cihaner aranarak bazı tutuklu şüphelilerin serbest bırakılması istendi. Ama ilhan Cihaner'in cesareti bununla da bitmedi. Zaten neden bu başlığın altında adının geçtiğini sorgulamaya başlamışsınızdır. Çünkü kendisine gelen ihbarlar üzerine Erzincan'da faaliyet gösteren Anagold Madencilik hakkında soruşturma açtı. işte bu da başsavcılık görevinde sonun başlangıcı olsun. Çünkü din her ne kadar bir maske olarak kullanılsa da ana amaç her zaman Para'dır. Sen bu para çarkına çomak sokarsan yaşatmazlar. *** Burası Önemli*** Cumhuriyet Tarihimiz boyunca görevi başında tutuklanan ilk cumhuriyet başsavcımız oldu. Hem de başka bir Cumhuriyet Başsavcısı, dönemin Erzurum Cumhuriyet Başsavcısı Osman Şanal tarafından. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu görev ve yetki aşımı yaparak tutuklama yapan savcılar ve polisler hakkında suç duyurusunda bulunurken savcıların yetkileri de alındı. Adalet Bakanlığı bu karara itiraz etmekle kalmadı ilhan Cihaner'e ilerleyen süreçte 26 yıl hapis istemi ile dava açtı. Cihaner dört ay tutuklu kalıp tahliye oldu. Dönemin o savcıları FETÖ/PDY soruşturmasında tutuklandı. Osman Şanal'a 11 yıl 3 ay ceza verildi. Ama Altın madeni çalışmaya devam etti.
Son olarak Metin Feyzioğlu... Eski Türkiye Barolar Birliği Başkanımız. Hukuk Profesörü. Adalet hakkındaki, hukuk hakkındaki çıkışları nedeniyle ileride cumhurbaşkanı olarak adı anılmaya bile başlanmıştı. Tayyip Erdoğan'a karşı sözünü esirgememiş ve barolar birliği açılışı sırasında yaptığı konuşma sırasında Tayyip Erdoğan ki o zaman başbakandı. Yanına cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü de alarak toplantıyı kavga gürültü terk etmişti. Ne olduysa oldu. Tarih bunu da bir zaman sonra yazacaktır. Ama bu kadar muhalif adam Erdoğan'ı alkışlarken buldu kendini. iyi bir şey varsa kim olursa olsun elbette alkışlanır. Şimdi kendisi Kuzey Kıbrıs'ta Lefkoşa Büyükelçimiz. Ama bu başlığın altında adının geçme sebebi başka. iliç'teki bu madende 21.06.2022 tarihinde siyanür içerikli solüsyon taşıyan boru hattında oluşan yırtılma nedeniyle yaklaşık 20 metreküp siyanürlü solüsyon çevreye yayılmıştı. Soruşturmalar açıldı. Tabi ki yine yandaşlar kollandı. Maden Mühendisleri Odası kendini yırtıyordu, "Yapmayın" diye... Bırakın Kanadalı Anagold şirketin faaliyetlerine son vermeyi bir süre sonra kapasitesini arttırdılar. işte açılan bu soruşturmada Anagold firmasının avukatı elbette ki Metin Feyzioğlu idi...
Şimdi ne olacak dersiniz... Hiçbir şey olmayacak . Bunu herkes biliyor. "Ölü sayısını sakın söyleme" diyen Süleyman Karaman'ın tavrına bakılacak olursak ölü sayısı 9'dan çok daha fazla olacak. Ama bu maden dünya standartlarının çok üstünde bir altın toner'ine sahip. Kaldırılan toprakta 1 ton'da 1.25 gr altın çıkıyor. Bunu çok az gibi görebilirsiniz ama ton başına 0,1 gr altın çıkan madenler bile işletilmeye değer görülür. Yılda yaklaşın 6,5 ton altın çıkıyor ki bu tüm Türkiye'de çıkarılan altının % 20'sine denk düşüyor. Sizce bu insancıkların ölmesi bu musluğun kapatılmasına yeter mi? Tenezzül bile etmezler. Yine kimse istifa etmeyecek, kimse hakkında soruşturma açılmayacak, kimse tutuklanmayacak, kimse görevinden alınmayacak ve bir süre sonra bu olay da unutturulacak. Bu da AKP dönemindeki birçok iş cinayetlerinden biri olarak tarihteki yerini alacak. Elinizi vicdanınıza koyun ve nasıl bu kararları alan insanları desteklediğinizi sorun. illa sizin mi canınızın yanması gerekiyor? Emin olun o da birgün olacak.
CHP'den istifa ettiğini açıklamıştır az önce. Hayırlı olsun diyeceğim ama kendi içinde bu kadar huzursuz olan bir parti vatandaşın güvenini nasıl kazanacak da oy alacak. Hergün bir olay.
Seymour Hersh, 2004 yılında The New Yorker dergisinde yayımlanan "Torture at Abu Ghraib - Ebu Gureyb'de işkence" başlıklı makalesiyle, ABD askerlerinin Iraklı mahkumlara işkence yaptığını ve bunu fotoğrafladığını ortaya çıkarmıştır. Hersh, aynı yıl içinde "Chain of Command - Komuta Zinciri" başlıklı başka bir makalede, ABD askerlerinin Irak'ta sivillere ateş açtığını ve bunun beyaz saray tarafından bilindiğini iddia etmiştir. Hersh, bu iddialarını daha sonra "Chain of Command: The Road from 9/11 to Abu Ghraib - Komuta zinciri: 11 Eylül'den Ebu Gureyb'e yol) adlı kitabında da genişletmiştir.
Hersh dışında, ABD'nin Irak'ta silahsız Irak askerlerine ve sivillere ateş açtığını ortaya çıkaran başka gazeteciler de vardır. Örneğin, Julian Assange ve Wikileaks ekibi, 2010 yılında "Collateral Murder - Yan Tesir Cinayeti" adlı video yayımlamıştır. Bu video, 2007 yılında Bağdat'ta ABD helikopterlerinin silahsız Iraklı sivillere ve Reuters muhabirlerine ateş açtığını göstermektedir. Ayrıca, Amy Goodman ve Democrasy Now ! ekibi, 2005 yılında Haditha'da ABD askerlerinin 24 Iraklı sivili öldürdüğünü ve bunu gizlediğini haber yapmıştır. Bu olay "haditha katliamı" olarak bilinmektedir.
Seymour HErsh, 1969 yılında Vietnam Savaşı sırasında ABD askerlerinin silahsız Vietnamlı sivillere yaptığı katliamı ve bunu örtbas etme çabalarını ortaya çıkarmıştır. Bu haberle 1970 yılında Pulitzer Ödülü'nü kazanmıştır.
Ayrıca, 2015 yılında London Review of Books'ta yayımladığı makalede, ABD'nin Usame Bin Ladin'in ölümü konusunda kamuoyunu yanlış bilgilendirdiğini, Bin Ladin'in Pakistan'da değil Afganistan'da öldürüldüğünü ve cesedinin denize atılmadığını iddia etmiştir. Bu iddialar ABD hükümeti tarafından yalanlanmıştır.
Hersh, bunların yanı sıra, ABD'nin Suriye'deki kimyasal saldırılarla ilgili rolünü, ABD'nin nükleer silah programını, ABD'nin iran'a yönelik siber saldırılarını ve ABD'nin Rusya'ya karşı yürüttüğü gizli operasyonları da haber yapmıştır. Hersh, araştırma gazeteciliğin en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir.
Bizim gazetecilerimizin yanına bile yaklaşamadığı Hersh'in son ifşalarından biri de Rusya'nın Avrupa'ya olan enerji etkisini azaltmak için boru hatlarını ABD'nin havaya uçurduğunu iddia etmiştir.
Dünya'dan yaklaşık 10,4 milyar ışıkyılı uzakta bulunan ve bilinen evrenin en büyük ikinci kara deliğidir.
66 milyar güneş bir araya gelse TON 618 ile aynı ağırlığa ancak ulaşır. Çapı'da güneşin çapının 280.000 katı yani yaklaşık olarak 390 Milyar kilometredir. Bunu şu şekilde de kıyaslayabiliriz. Güneş en uzak gezegen Neptün'dür ve güneş'e olan uzaklığı 4.5 milyar kilometredir. Ton 618'i güneşin bulunduğu konuma yerleştirsek Neptün'ün yörüngesi ton 618'in çapının sadece 40'ta biri olacak bir mesafede yer alırdı. Ton 618 o denli büyüktür ki güneş'i, gezegenleri hatta güneş Sistemi'nin bir parçası olan Aort Bulutu'nu da dahil ederek bir top hazırlasak ve bu topu TON 618'e fırlatsak bunu hissetmezdi bile.
TON 618 ilk olarak 1954 yılında keşfedildi. O kadar parlak bir nesneydi ki onun bir kara delik değil de yakınlarda olan bir yıldız olduğu sanıldı. Aslında teknik olarak Ton 618 bir kara delik değil de bir kuasar'dır. Yani farklı olarak etrafında çevresinden topladığı gaz, yıldız artığı maddeler vardır ve bunlar o kadar ama o kadar hızlı onun etrafında dönerler ki sonuçta sürtünmeden dolayı ışınım yayarlar. Bu öylesine parlak bir ışıktır ki astronomlar bunu ilk önce oldukça yakınlarda olan bir yıldız sandılar. Ton 618'in bir yıldız değil bir karadelik hatta bir kuasar olduğu teknolojinin ve ölçüm tekniklerinin gelişmesiyle ancak 1971 yılında anlaşıldı. Kuasarlar çevresinde kendisine çektiği yıldız, gezegen, toz v.b. nesneyi kendine çeker, bunları da birdenbire yutamaz. Etrafında uzunca bir süre olağanüstü bir hızla döner. Bu partiküller öylesine hızla döner ki birbirine çarpar, sürtünür ve bundan doğan ısıyla müthiş bir şekilde ışık yaymaya başlar. Kuasar'ları karadeliklerden ayıran şey de budur. Bu öyle bir parlaklıktır ki içinde bulunduğu galaksiyi normal ışıkla görmemizi engeller. Parlaklığı, dile kolay güneşten tam 140 trilyon fazladır. Bu nedenle de 10,4 milyar ışık yılı uzakta olmasına rağmen gökyüzünün en parlak cisimlerinden biridir. işte bu ışık 10.4 milyar yıl önce yola çıkmıştır.
Öte yandan bu büyüklükte bir kuasar / karadelik olağan koşullarda da oluşmuş olamaz. Bu bouda bir kuasarı oluşturacak yıldızın çok çok çooook büyük olması gerekirdi ki bu da fizik kurallarına aykırıdır. Bu yüzden ton 618'in evrenin ilkel koşullarında olması muhtemel yüksek miktardaki hidrojenin oluşturduğu gaz bulutlarının çökmesiyle ya da milyon yıllar içinde bir çok defa başka karadeliklerle çarpışıp birleşmesi sonucu oluştuğuna inanılmaktadır.
Büyüklüğü o denli inanılmazdır ki saatte 120.000 km hızla giden bir uzay aracıyla etrafında bir tur atmak istesek bu yaklaşık 292 yıl sürerdi, ışık hızıyla giden bir gemiyle bile bu turu 18 dakikada bitirebilirdik. Bu yüzden ton 618 gibi karadeliklere büyük, masif değil ultrakütleli karadelikler denir. Ama ton 618'in de tahtı elinden alınmıştır. Kısa bir süre önce çapı 590 milyar kilometre olan Phoenix A kuasar'ı ton 618'i sollamıştır ama ondan da büyük olduğu düşünülen bir başka karadelik bilimadamlarının onayını beklemektedir.