* --spoiler--
insanlari umutlandiran bir durum. zira bugun baktigimizda muhafakazarindan ulusalcisina kadar her kesimden insan artik recep tayyip erdogan'in politikalarini benimsiyor ve kabul ediyor. simdilerde daha guzel bir gelisme var. jonturk diye kabul ettigimiz turk solu da artik rte'yi benimsemeye baslamis durumda. aciktan veya gizliden verilen destekler bunu gosteriyor. bu milletimiz tarihinin en buyuk gelismelerinden biridir. zira ilk kez turkiye'de sol kesim sag-muhafazakar bir lider catisi altinda toplanma belirtileri gosteriyor. haydi insallah ya
--spoiler--
* --spoiler--
1. dogru ve guvenilir haber sunuyor olmasi
2. tarafsiz olmasi
3. kaliteli icerik
4. kaliteli yazar kadrosu
5. kaliteli okur kitlesi
6. bir konuya degisik acilardan yaklasimcilik
7. design
8. uluslararasi standartlar
9. yayin politikasi
10. kulturune ve degerlerine saygi
11. kultur vasitasiyla ulasip cesitliligi kutlamasi yani abonelik sistemi
diger gazetelerde de gordugumuzde turkiye'nin daha iyi yerlere geleceginin mujdecisi 10 etken. aslinda daha cok ama 10 net bir rakam oldugu icin oyle dendi.
simdi artik tiraj almis basini gidiyor 1 milyonlarda. japonya'daki gibi. ben japonya'yi yakin zaman icinde gececez derken bu tur seyleri de kastediyorum ama bilader nerde bu alt metinleri kavrayacak kivrak zeka heyhat!
sozluk yazarlarinin bildigim kadariyla cogu da zaman okuru. onlar da goruslerini yazarlarsa burda bir sinerji yaratmis oluruz.
--spoiler--
* --spoiler--
aslinda "halklar" diyecektim ama sınırdan dolayi olmadi. zira bu cografyda yasayan ne kadar halk varsa genel itibariyle recep tayyip erdogan'i cok seviyor. bunun nedenleri uzerine uzun uzun dusundum aklima 7 onemli etken geldi:
1. karizmatik olmasi
2. tum irklara, halklara, ideolojilere esit mesafede bulunmasi
3. insanlara guven veren bir karakteri olmasi
4. dis ulke liderleriyle cok iyi ikili iliskileri...silvio ile kankaligi mesela...
5. siyasi bir dahi olmasi
6. futbol meraki
7. kriz yonetimi
bence bunlardir recep tayyip erdogan'i anadolu halklarinin gonlunde yasatan baslica sebepler, 7 buyuk neden.
--spoiler--
*
almanyanın rusyayı işgal etmesinden önce rus istihbarat servisleri çok aşamalı ve titiz bir araştırma içindeydi. avrupanın hemen hemen her ülkesinde tanımlanamayan ajanlar ve istihbarat elemanları bulunmakta ve bu elemanlar sayesinde nazi planları kusursuzluk derecesinde deşifre edilmekteydi. dönemin kızıl orkestra şefi leopold trepper ve rus istihbarat servisi adına çalışan macar bilim adamı sandor razda muhtemel bir alman işgalinin başlayacağını, tam tarihi ile rusyaya rapor etmişti. fakat stalin kendi planıyla uyuşmayan bütün bilgileri yalan yanlış ve provokasyon olarak nitelendirilip inanmayı reddetti. yönetimin anlaşılmaz kararlarına karşılık nkvdnın yeni patronu pavel fitin uyarı raporlarının doğruluğunu kontrol ettirmek istedi. devlet görevlisi unvanıyla, çok çekici ve deneyimli bir kadın casusu moskovadaki alman büyük elçiliğinde verilen bir resepsiyona yolladı. alınan bilgiler uyarı raporlarının doğruluğunu kanıtlıyordu. elçilik çalışanlarının huzursuzluğu ve duvar kağıdındaki izlerden daha önce asılmış olan tabloların kaldırılmış olduğu anlaşılıyordu. hatta yarı açık kapıdan odada hazır bekletilen bavulları bile görmüştü kadın casus.
o sıralarda moskova ve tokyodaki alman büyük elçiliklerinde müthiş bir faaliyet başlamıştı. richard sorge , tokyodakı alman büyükelçisi ile yaptığı görüşmeye istinaden almanyanın işgal harekatını haziranın 2. yarısında gerçekleştireceğini teyit etti. bir kaç gün sonra sorge ikinci bir telgraf gönderdi. mesaj çok kısaydı işgal 22 haziran 1941 de başlayacak. artık işgal raporları hakkında hiçbir kuşku yoktu. moskovadan şaşırtıcı bir cevap geldi.istihbarat kaynağınızdan kuşku duyuyoruz. sorge umutsuzluğa düştü, hatta ısrar etti. milyonların kaderi tehlikedeydi. staline bir telgraf daha çekti.çok önemli bilgiler vardır tekrar ediyorum 150 birlikten oluşan 9 ordu sovyetler sınırını 22 haziran 1941 de geçerek işgal edecektir. stalin bu çığlıkların hepsine sağır, önünde dosyalar halinde biriken raporlara da kör kalır.
22 haziran 1941 günü alman ordularının harekete geçmesiyle müthiş bir saldırı başladı. savaşın daha ilk gününde alman ordusu sovyetlerin sınıra yerleştirdiği topçu ve zırhlı birlikleri yok etmişti. rus uçaklarının büyük bir çoğunluğu kaçmaya bile fırsat bulamadı. sonraki 4 ay boyunca almanlar kızıl ordunun neredeyse tamamını katletti. 3,5 milyon asker oldu 1,5 milyon kadarıysa esir alındı. stalin, önde gelen casuslarının raporlarını bundan sonra dikkate almaya başladı ve sadece bir tek soru sordu. japonlar sibirya üzerinden herhangi bir saldırıda bulunacak mı? 1941 in ekim ayında hitlerin ordusu moskovaya yaklaşmıştı. stalin, sibiryaya bir japon saldırısı beklediği için savunması çok zayıftı. moskovayı savunmak için fena halde ihtiyaç duyulan ordu birlikleri muhtemel japon saldırısı nedeniyle uzakdoğuda bağlanıp kalmıştı. japonlarsa nereye saldıracaklarına karar verememişti. ya sibiryadan ruslara yada guneydoğu asyadan amerikalılara saldıracaklardı. japonyadaki en önemli sovyet casusu richard sorgenın japon hükümetine yakın birçok ajanı ve dostu vardı. japonları aylar boyunca soğuk sibiryadaki son derece zahmetli işgal yerine guneydoğu asyadaki çok değerli teneke, lastik ve petrol rezervlerini elde tutmanın çok daha akıllıca olduğuna ikna etmeye çalıştı. sorge bu sure içinde japonların sovyetler birliğine saldırı planlarını rafa kaldırdığını öğrendi. bu stalinin beklediği haberdi. alman işgali hakkındaki bilgileri doğru çıktığı için sorge artık moskovanın kulağı olmuştu. böylece stalin sibirya da konuşlandırdığı birliklerini batı cephesine çekebilecek ve son dakikada moskovayı dolayısıyla sovyetler birliğini kurtaracaktı.
diğer taraftan yüksek rütbeli bir alman subayı rus istihbarat ajanı olan bir kızla birlikteydi. subay, kıza yakında gideceğini ama ona hediye olarak bir iran halısı getireceğini söyler. kız bunu ciddiye almaz ama iyi yetişmiş bir ajan olduğu için konuşmayı üstlerine rapor eder ve böylece bilmecenin kayıp parçası da bulunmuş olur. sovyet istihbaratı bir ipucu bulmak umuduyla irana bir göz atar. vardıkları sonuç tahranda toplanacak ve avrupadaki ikinci bir cephenin açılması gibi hayatı bir meseleyi tartışacak olan stalin, roosevelt ve churchille olası bir suikast girişimidir. sovyetler bu girişimi engellemek için tahrana yedek birlikler ve anti-terörizm uzmanı nkvd gruplarını gönderir. başkan roosevelt tahrana vardığında stalin onu güvenlik gerekçesiyle sovyet elçiliğinde ağırlamak istediğini söyler. roosevelt bu davet kabul eder ve yüksek güvenlik önlemleri alınarak olası bir suikast girişimi engellenir.
stalin kendi istihbarat servisine bile güvenmediği için nkvdnın kendisinden intikam almasını korkuyla bekledi. savaşın sonunda nazi işgalini haber veren kızıl orkestranın şefi leopold trepper tutuklandı ve 10 yıl sovyet hapishanesinde yattı. hitlerin işgal gününü kesin olarak bildiren macar bilim adamı şandor razda da tutuklandı ve 8 yıl hapis yattı. alman işgalini haber veren ve yaptığı istihbarat çalışmalarıyla rus ordularını doğudan moskovaya sevk edilmesini sağlayan sorge ulusal bir kahraman olabilirdi. ancak stalin, onun moskovada tutuklu bir japon ajanıyla değiş tokuşunu reddetti. sorge japonlar tarafından kurşuna dizildi.
2. dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında sovyet istihbaratı dünyadaki en iyi istihbarat teşkilatıydı. kalabalıktı inançlıydı ve çok kaynağı vardı. ajanların itici gücü stalin korkusu değil idealizmdi. sovyet tarihinin en acı gerçeklerinden biri rus istihbarat ajanlarının hizmet ettikleri liderin o güne dek karşılarına çıkan en kotu yabancı düşmandan daha tehlikeli olduğunu öğrenmeleri olmuştur.
felsefi görüşü olan aydın bir rus gencidir; batı'da ve en başta almanya'da öğrenim görmüş birçok genç gibi, o da hegel
felsefesine kapılmıştır. bu nokta, romanın birkaç yerinde belirtilmektedir. yazarın söylediği gibi, rudin "alman şiirine, alman coşumculuğuna ve felsefe dünyasına dalmış" bir düşünce adamıdır.
zaten hegel'le everestini yaşayan alman romantizmine o devrin tümü kapılmıştı fakat turgenyev babalar ve oğullar da daha bir farkına varacağımız boş işler insanı yermektedir fakat babalar olan bu tipleri aynı zamanda gereksizde görmemekdedir.
evet, rudin'de turgenyev, xix. yüzyılın 40. ve 50. yılları arasında rusya'da türemiş olan "gereksiz adami" pek iyi betimlemiştir. turgenyev'in güçlü kalemiyle ortaya çıkarılan bu "gereksiz adam"lar, rusya'da feodal ilişkilerin çökmeye yüz tuttuğu sırada belirmiştir.
bu tür insanlar, toplum yaşamında bir iyileştirme yapılması gereğini kavramış olmakla birlikte, tembellikleri yüzünden bunu başarma gücünden yoksundurlar. düşünceleriyle istençleri arasında bir uçurum vardır. turgenyev'in rudin'i aslında shakespeare'in hamlet tragedyasının kahramanını anımsatmaktadır. hamlet gibi, rudin tipinde ve benzeri "gereksiz adamlar"da da incelikli, yüksek düşünceler, eğilimler vardır; ama ne çare ki, onlar da hamlet gibi istençsiz, edilgin ve duraksayan varlıklardır. rusya'daki toplumsal yaşam koşullarının ürünü olarak ortaya çıkan bu insanlar, yaşamda hep başarısız olmaya yazgılıdırlar.
turgenyev, rudin'in kişiliğinde "gereksiz insan"ın, "laf devi" ve "eylem cücesi"nin tam bir ilkörneğini yaratmıştır. bu arada, rus toplumunda ortaya çıkan önemli olaylardan hiçbiri turgenyev'in gözünden kaçmamış, bunların hepsi onun romanlarında incelenmiş ve betimlenmiştir.
turgenyev, kendisinin de açıkladığı gibi, romanlarının bütün kahramanlarını gerçek yaşamda yakından tanıdığı insanlar arasından seçmekte ve bunları en doğal davranışlarıyla, kendisinden bir şey katmadan ortaya koymaktadır.
bir yapıtına başlarken, "... başarabilirsem, zamanımızın yaşamını, ülkemizdeki gerçek biçimiyle betimlemeye çalışacağım," demektedir.
rudin'in belli başlı niteliklerinden biri, onun iş başarma isteğiyle yaptığı iş arasındaki karşıtlıktır. o, coşkulu olarak düşünceye dalıp çalışmanın, toplumsal eylemin, girişimci ve uygulayıcı bir insan olmanın gerektiğini düşünebilmekteyse de, kendinde bunu başaracak gücü bulamamaktadır.
bu sınıfa giren insanlardaki bu karşıtlığı, turgenyev açık olarak ortaya koymaktadır. rudin, "gücünü boş sözlerle tüketmemek" gerektiğini coşkuyla anlatmakta; çalışmanın ve toplumsal eylemin yararlarından sık sık söz etmekte, ama aynı zamanda bunu yapmaya gücü yetmediğinden de acı acı yakınarak, "olgunlaşmamış bir varlık" olduğunu söylemektedir. rudin: "karşıma çıkan ilk engelde ben kendimi artık yok olmuş duyumsuyorum" diyor.
rudin'in bütün girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. onun köy ekonomisiyle ilgili işlerle uğraşmasından hiçbir şey çıkmıyor; eğitim işi kısa süreli ve başarısızdır; öğretmenliğe başlamasıyla vazgeçmesi bir oluyor; bir ırmağı yolculuğa elverişli duruma
getirmek için çalışmaları da sabun köpüğü gibi patlayıp yok oluyor. rudin'in, işi başarabilmek için ne gücü, ne sabrı, ne de durumu gereği gibi kavrayabilecek bilgi ve anlayışı vardır.
rudin'in yaşama yeteneksizliği, onun natalya lasunska'yla ilişkilerinde de açıkça görülmektedir. yüksekten konuşmalarıyla kızın dikkatini çekmiş, gönlünü büyülemiştir. natalya'nın güçlü sevgisine, bağlılığına, romanın kahramanı pek kararsız, belirsiz
tavırlarla, sözlerle karşılık veriyor. sonunda da "sanki sorumluluktan korkarak" duygularından dolayı kendini ayıplıyor.
ancak turgenyev, rudin'de yalnızca olumsız yanlar görmemektedir. iş yeteneği olmamakla birlikte, rudin, turgenyev'e göre yeni kuşakların eğiticisi görevini yapabilmektedir. rudin'in söylevleri, lejnev'e göre, "genç, doğanın rudin gibi eyleme geçme yeteneğinden yoksun yaratmadığı ve düşüncelerini eylem alanına koymasını bilen yeni kuşakların ruhuna pek çok iyi tohum ekmiştir."
işte butün bu cümlelerden sonra aklıma hemen başarısız olan dekabristler geliyor fakat daha sonra başarılı olan oktyabristler geliyor.
işte bütün bu sancılı başarının ardında rudinlerin yerini şöyle tarif etmek istiyorum. dekabristlerin oluşmasına neden olan bir önceki nesil yani kesinkes turgenyevin babalar ve oğullar bahsettiği babalar kısmı.
turgenyev, kahramanın asla hırslı olmayışını ve kişisel her şeyinden, toplumun yararına olarak el çekmeye hazır olduğunu,
özellikle övünerek söylemektedir. lejnev rudin'e: "bir işe her ne düşünceyle başlamış olursan ol, sen her seferinde kendi kişisel çıkarından özveride bulundun ve ne denli yağlı olursa olsun, kötü bir toprakta hiçbir zaman kök salamadın," diyor.
xix. yüzyıl insanlardan girişim, istenç gücü ve edim istiyordu. bunları başaramayan rudinler, bir toplumsal güç olamazlardı.
ama buna karşın rudinler, yazarın kanısına göre, saygı ve sevgiyi hak eden kimselerdir. bu gibi insanlar, yeni kuşakların çalışmalarına yol hazırlamışlardır. turgenyev, kahramanının olumlu rolünü, işte bu noktada görmektedir.
rudin romanı, o zamanın rus soylularının iyilerini anlatmaktadır. ama sonuçta hepsi de "gereksiz birer insan" olarak gösterilmektedir.
ne kadar tanıdık cümleler değil mi?
bugün devrinde kendimiz de dahil etrafımızda ne kadar çok rudin var?
karanlığa bir mum yakmayı değilde bin mum yakmayı hevesleyen o kadar insanın olmasına rağmen tek bir mum bile yakmamaları ne kadar enteresan değil mi?
fakat bana göre bu günün insanı rudin bile olmaktan çıktı.
tamamen ferdiyetçi bir görünüm almaktadır.
yani anlayacağınız bu devirde rudin bile olmak utopyadır.
işte bütün bunların ışığında ve herşeye rağmen turgenyevin rudini okumaya değer buluyorum.
sovyetlerde komünistliğe giden yolda alacağın ilk ünvan.
ayrıca rusça da kiril alfebesi kullanılması sebebiyle latin harflerine çevirinçe kelime aynı oluyor fakat türkçe de birilerine bu kelimeleri anlatacaksan en uygun kullanım ve yazım şekli seslenişinde olduğu gibidir.
yani aktyabryat diye yazmam gerekiyor. ve tabi ki kamsamol, kamunist, savet, sayuz, piyaner diye yazmam gerekiyor iş bu konuyla alakalı kelimeleride. *
sovyet insanı daha ilk doğuştan kaderi planlanır.
gerçi daha sonra sovyet insanının hayatını planlayan rejimin yani sayuzun kendisinin kaderini planlayamadığı görüldü. hatta etap olarak komünizme geçmesi gereken praletarya diktatoriyası nedense bunu hiç istemedi. hatta tito nun daha yumşatıcı diktatoryası vakti zamanında sovyet hükümetince yerildi. bilimsel olarak bile yanlış bir etap izlediği bile yazıldı çizildi. pek bilinmez ama şunu belirtmek istiyorum. sovyetlerde nerdeyse siçmak için bile bilimsel makale bile yazılırdı. olayı bilime yıkmanın dayanılmaz hafifliğiylemidir nedir. kolhozlar veya sovhozlar aylık hesabatını bile verirken olaya bir bilimsellik makalesi katarlar.
evet ne diyorduk. bu planlamanın ilk aşaması daha okula başladığın gün senin her yanını sarar.
bir oktyabryatın giyimi aynen şöyledir. beyaz kömlek ve siyah pantolon fakat bu giysinin en önemli ayrıntısı kırmızı rengde bir nevi fular ve yakana takılmış leninin çocukluk resmi rozeti.
ne kadar zekice dimi?...çocuk resimli rozet.. acayip severdim. sevmeyende yoktu. leninide acayip severdim. küçük vladka gibiydim. hep çalışkan hep çalışkan.ama zaman zaman yaramazlık bile yapan.
okulda kitaplarda leninin çocukken okuldaki başarılarından hikayeler anlatılır.
zaman zaman evdeki yaramazlıklar sonucu örneğin vazonun kırması sonrasında annesinin ona öğütünü anlatıyor.
babasınından söz edilmemesiı daha bir dikkat çekici.
işte bütün bu güzel rüyalar içinde sen ilkokul bittiğinde orta sınıflarda piyaner olmayı arzularsın. yani küçük vladimir gibi büyümeyi arzu ederek ve onun gibi olmak isteyerek.
tabii sen o zamanlar leninin stalin tarafından akıl hastanesine kapatılarak ölüme terkedildiğini bilmiyorsun.
işte sovyetler ve oktyabryat olmak böyle birşeydi. *
seni bekleyen, özleyen, yanan, çaresiz birinin tek gerçekci tanımıdır.
çünkü gidipte göremeceğin, bu görmelere isim veremeyeceğin için tek kaçış yoludur ona bu şehirde bir kız demek.
fakat kayıtsız değilsin. bilirsin ki acıları senin acılarına benziyor. tek farkı sana başkası, seninde ona acı vermiş olman. ve duygularını işte bütün bunlar ifade eder. biraz mahcupluk, keşkelik, teskinlik verme için o kıza işte bu sözler yazılı verilir. bir gece. *
şimdi bu şehirde
bir yerde bir kız ağlıyor
kimse duymuyor onu
kimseler anlamıyor onu
gözlerinde yağmur
dudaklarında çöl ateşi
kalbi firarda, ruhu intiharda
bir kız ağlıyor
bir ben biliyorum
kimseler bilmiyor
dokunamaz, dokunamam
koklayamaz, koklayamam
içim uçurumdan düşen ölü bedenin acısında
yasaklar gardiyan oldu mutluluğa
mutluluk kan revan
susuz, sürgün, bezgin
ve bu şehirde
bir kız ağlıyor
kimse anlamıyor
ben anlamıyorum
ben ağlıyorum...
yeni yılın şenliği, şakraklığı, hoşnutluğu içinde sevgiliye işte bu güzel sözleri sarfedersin.
fakat zaman zaman ayrılık, uzaklık ve bir o kadarda yokluk ona mutlu yıllar demek için mektup yazmana sebep olur. **
sevgilim,
mutlu yıllar demek.her ne kadar senin içinde en bilindik temennilerin olabildiğince en basitinden.
en sloganından olsada.yine de bir beni dinle...
süslüyor ya mağazaların camekanlarını
banka tarafından gönderilen kredi borcu mektuplarını
duyguları bedavadan ifade eden yılbaşı kartlarını
süslüyor ya beyoğlunun kara ve kanlı sokaklarını
mutluluk dilemenin
mutlu yıllar demenin
içi bu kadar boşaltılır mı?
her biri biraz daha kirletiyor
biraz daha basitleştiriyor
ve o bilindik sloganlara dönüyor
kayb etdiğimiz bir kelimemiz daha oluyor
dünyamız küçülüyor, ruhumuz üşüyor
aydınlık, kara ve kanlı sokaklar
mutlu yıllar, mutlu yıllar
işıl ışıl, rengarenk sokaklar
paranın keskin yüzü
ruhumu delik deşik ediyor
üstüme çullanıyor
sen ağlıyorsun
sonra ben
birde annem
biliyorum ,
ruhumuzun tükendiği yerde
bizde kaybedeceğiz
onlar gibi...
sevgilim,
her ne kadar uzakta olsanda
yanımda olmasanda
ayrılık hasretiyle ateşte yansamda
ateşi sen koru ben olsamda
her ne kadar hüzünle sevinci
senle sensizliği
yoklukla varlığı
bir arada yaşasakta
ben senle bunları yaşamanın
tarikat ehlinin huşusunda
cay ve sabah simidinin hoşnutluğunda
bir çocuğun kahkasında
ilk gelenin mutluluğundayım
her ne kadar kar hiç yağmasada
kimseler beni aramasada
annem bensiz ağlasada
sende bensiz uyusanda
ve
bir yerlerde hala çocuk kanı aksada
birilerinin cebi durmadan dolsada
birilerinse karnı aç olsada...
ben senle bunları yaşamanın
gebe kadının sancısında
bir cesedin soğukluğunda
kötülüğün dayanılmaz ağırlığında
yaralı askerin umutsuzluğunda
sürgün adamın kahrındayım
biliyorum,
susmam gerek!
yazmamam
bunları sana hatırlatmamam gerek!
oysa sen,
yağmur altında dans etmenin
hasretken hüngür hüngür ağlamanın
tarifini duymak isterdin
yada
ulu ortalıkta seviyorum, aşığım diye
haykırmamı
kilolarca çilek alıp
kağıt torbasınada seni seviyorum diye
yazmamı
ilk öpüşmemizi hatırlatıp
hayır hayır, ilk sen beni öptün diye
arsızlaşmamı
düşsel kırıklığı olmayan arzuları
sen ve benli, güzel sonlu hikayeleri
sigarayı artık bırakdığımı
resmine uzunca daldığımı
müjdelememi isterdin
işte sevgilim,
çileği paylaşmamana inat
ilk senin öpmene kıyak
ha birde gamzelerine ithaf
mutlu yıllar sevgilim
mutlu yıllar...
bir aşk ancak bir devrimle kalbinde dokunulmaz yer edinir.
kasım soğuğunda güzel bir devrim.
devrimler...
hep vardır ya her birinin başlama noktası
yada sebebi...
sanayi devrimine feodallar,
işçi devrimine kapitalistler,
sebepdi...
hep iyi ezberledim bunu ben
tarih sınavlarında çıkar diye.
sebebidir slogan ezberciliğimin
ve sebebidir slogan ezberciliğine nefretimin
bu bilindik sloganlar...
zaten hep vasattım tarihten
ve aslında,
önceleri çokda sevdiğim kavram değildir, devrim
devirmekten gelir…
eğer sorsan türk dil kurumuna
kırıp, dökmekten uzaktır ruhum
türk dil kurumuna inat, isyankardır ruhum
ve işte böyle,
sevdim ben…
devrimciliği sevdim
belki çok yazdım herkes gibi
kahrolsun diye
belki erken dedim kimse gibi
seviyorum diye
sebebim,
mavi gök yüzü, o deniz
o deniz ki alır beni benden
o gök yüzü ki, ölmeye değer
bir anlık geçiriyorum aklımdan
sebebimdi ülkemin insanı
sebebimdi annem babam
belki erken dedim kimse gibi
seviyorum diye
devriminde devrimi olur mu diye
yüklendim kendime
ama sebebimdi o deniz, o mavi gök yüzü ve annem
devrimler hep güzeldir
ve kasım soğuğunda
güzel bir devrim geldi
bilirim hep vardır her devrimin sebebi...
belki erken dedim kimse gibi
seviyorum seni diye
sebebidir birileri
adına yar dediğimiz
uğruna ölünür dediğimiz
dokunurken ölümün soğuk yüzü
dudaklarıma, kahrıdır öpemedim diye
varoluşunu, yokoluşunu senle yaşayamadı diye
tekmelerken ruhum ölü bedenimi
gözlerinden yağan damlalar öper dudaklarımı
akar usul-usul solgun yüzüme
kurtarmak ister bedenimi bu hırpalanmadan
kurtarır,
dokunur dudaklarıma...
sebebidir birileri bunlara
adına yar dediğimiz
uğruna ölünür dediğimiz
bilirim erken dedim
seviyorum diye
bilirsin, kasım soğuğunda
güzel bir devrimsin
adı sen
sebebi sen
neticesi sen
ve devrimler hep güzeldir
bunaldığında, sıkıldığında, daraldığında yapabileceğin eylemdir fakat bazen artık divaneliyini ne kendin ne de başkası kaldıracak duruma gelmişse yapacak tek eğlemdir.
biraz sonra kendimi dişari atacağim
biraz sonra kendimi dışarı atacağım,
öyle yalınayak,
öyle bir çift buğulu söz.
başı açık, saçları darmadağın,
kalbi paramparça, ruhu yangın yeri,
öyle divane,
öyle biçare.
şimdi,
penceremde yağmur.
odamda hüzün,
gözlerimde kan.
koro halinde söyleniyor ölüm türküm.
bestesi sen, güftesi sen,
dudağımda tek kelimesin sen.
biraz sonra kendimi dışarı atacağım.
bir veda mektubu bırakacağım.
dostlara, tanıdıklara, beni soranlara
eski sevdiklerime yada sevemediklerime
bir veda yazıcağım
o bildik sevecenliğimle
haytalığımla,
o kahkahamla.
biraz sonra kendimi dışarı atacağım.
karanlık sokaklara güneşimi çizeceğim,
isıtasın diye yanına sokulmak.
kaldırımlara dizlerini çizeceğim,
başımı dizlerine yaslayıp uyumak.
çayırlara çimenlere kokunu süreceğim,
seni kana – kana koklamak.
denizlere tadını katacağım,
seni susayınca doya – doya yudumlamak.
boğazı ince beline benzeteceğim,
sana sımsıkı sarılmak.
bütün kadınlara ismini vereceğim,
özleyince, kızınca ve yine özleyince seni çağırmak.
şehre seni seviyorum diyeceğim
sana seni seviyorum demek için
şehri sana benzeteceğim.
şimdi sen gittin ya,
ben hep gelişini anlatacağım
dostlara, tanıdıklara, seni soranlara
sahi sen gitmedin ki,
gitmiş olsan
ben hala nasıl
sıcaklığınla ısınıyor
dizlerinde uyuyor
seni kokluyor
sana sarılıyor
seni seviyor olacaktım ki
sen gitmedin.
of kanmıyor
kanamıyor
kandıramıyorum…
ne bu hüzünlü geceni
ne gözlerimden akan yaşları
ne de seni soran arkadaşları.
biraz sonra kendimi dışarı atacağım.
bağıra bağıra ağlayan bir çocuk
bütün lanetlere küfür eden bir isyankar
kedilere köpeklere yarenlik eden bir divane
kendini köprülerden boşluğa atan bir zavallı olacağım.
not: azerbaycan da paralarin uzerindeki resimlerle ifade edilmesi olacaktı başlık ama kırpmak zorundaydık.
öncelikle abartısız dünyanın paralar konusunda en rezil ifade biçimidir.
zira yeni azerbaycan manatına geçmeden önce bizim bu ahali öyle bir illete yakalandı ki, anlatsan bir dert anlatmasan başka bir dert.
insan kendinden böyle zamanlarda utanır.
eğer ki eski tanımıyla 500 manata üzerinde olan nizami gencevinin resmine göre 500 manat değilde bir nizami deniyorsa veya 1000 manata üzerine olan memmed emin resulzade gibi liderin resminden dolayı 1000 manat değilde bir memmed deniyorsa o zaman insan bunca acı çeken halk adına, bunca tarih adına, bunca canını vatana vermiş yiğit adına utanır, rezil olur.
burda ki hakaret bir tek paraya değil o şahısların manevi değelerine hakarettir.
10000 manatı üzerinde ki şirvanşahlar sarayı resmi sebebiyle şirvan diyen bir halk nasıl bir uykuda olduğunu ben şahsen tasavvur etmek bile istemiyor. çünkü o zaman şahsi olarak rahmetli babam dahil bu halka canını veren bunca insan boşuna uğraşmış demekten başka birşey gelmiyor elden.
şimdilerde paralarımız yenilendi de ahalide bu illetten kurtuldu. aslına bakarsanız paraların üzerinde ki resimlerin kargaşasından o resimlere bir tanım veremediler. belirtmek isterim ki, yeni paralara özellikle ünlü insan resimleri koymadılar.
**
cumhuriyetin kurulusundan beri rahat ve huzur gormeyen turk halkinin bekledigi ve en nihayet kavustugu olay.
akp bugun turkiye'nin uzerine bir gunes gibi dogmustur. tek parti doneminin sikintilari, ezanin turkce okutuldugu devir, halkin sectigi iktidar mensuplarinin asilmasi ve en son da yasanan ekonomik krizin ardindan gonullere bir surur ve sevinc gelmistir. umarim bu gunes apaydin isigiyla ulkemizin uzerinde arzi endam edip durur..
belki su an bu yazdiklarim anlasilmayacak, ama bundan 40 50 yil sonraki nesil su yazitlari internetin bir kosesinde bulup tebessumle okuyacaktir.
Resmi bayramlar, bilmem kimin gelmesi, yeni hükümetler, komutanların toplanıp gitmesi, rektörlerin gitmesi ve say say bitiremeceğin onlarca gel gitler sebebiyle ülkenin cümleten gark olduğu bir can çıkar huy çıkmaz durumu.
Bu hal ve durum içerisinde olduğumuz sürece kimse * ' atam izindeyiz ' gerçekliğinin yokluğundan söz edemez. Zira bu ülkede 60 veya 81 ihtilalinde bile komutanların gittiği yer yine oraydı. Halbuki ne tesadüfdür ki asılan başbakan adnan menderes in de gittiği yer oraydı. Ve hepsi de bir nevi atanın izindeydiler.
Bildiğin her türlü protestonun, çelengin, çiceğin, kutlamanın bile en uğrak yeri olması sebebiyle aklıma tek neden geliyor oda bu ülkenin anıtkabire fetişist duyguyla bağlı olmasıdır.
Öncelikle başlığın türkiye için laiklik - din karşı durması vazgeçilmez lokomotiftir olarak algılanmasını daha uygun olacağını düşünüyorum.
Tanım: türkiye'nin içine artık çok fazla sinmiş laik veya din karşı durmasının varlığının kabullenmesiyle beraber toplum için bu karşı durmanın olumlu anlamda lokomotif olduğunun bir nevi açıklamasıdır.
Düşüncemi alışkanlıklar kelimesinin bir tür toplumda yansıması üzerine önceden pekiştirecek olursam şunu belirtmek isterim: alışkanlıklar üzerine uzun-uzun psikolojik analizler yazmadan ve sizlerin bu konuda bilgi sahibi olduğunuzu farz ederek şunu belirtmek istiyorum matematiksel anlamda toplum bireylerin kümesidir diye düşünecek olursak. dolayısıyla bu anlamda alışkanlık ferdin nasıl ki hayatı için belirleyici oluyorsa bu alışkanlıkların toplum ve bu bağlam da devlet, millet, halkın bir nevi hayatı içinde etkili oluyor.
Bu sebeple türkiye ne dini dün ne de laikliği dün tanıdı. alışkanlıklar edindi. her bir ferdi hem dinden hem de laiklikten kendisi için kendine has alışkanlıklar edindi. toplum da kendisi için bu alışkanlıklardan alışkanlık edindi. nasıl ki başbakana tepki anlamında 'izmirliyiz, gavuruz, gururluyuz' diye pankart açılması bir toplum alışkanlığıysa aynı zaman da chp konserlerine deli gibi koşan alevi toplumunu uzaklardan gören üsküdarlı bir bayanın balkonundan nerdeyse aşağı sarkarak eliyle kurt sembolünü yapması başka bir toplumun alışkanlığıdır. en uç örnekleme olarak: izmirlilerin bu saatten sonra konyalılar olmasını bekleyemeyiz. hele konyalıların izmirli olmalarını hiç bekleyemeyiz.
' peki bu alışkanlıklar nasıl bir lokomotif olur' sorusuna cevaben devam edeyim. işte bu fertle başlayan ve toplumun alışkanlığına dönü veren ediliverenler toplumun ekonomisi için, siyasi hayatı için, sosyal aktivitesi için, bir-birileriyle olan ilişkileri için tek etkili sebeptir. chp den başka bir partiye oy vermeyecek olan alevi toplumu gibi veya hatta nerdeyse mhp bile dahil diğer hiçbir partiye oy vermeyecek milli gençlikçiler buna en uç örneklerdir. alışkanlıkların ekonomik etkisi konusun da örnekleme meselesini sizlere bırakıyorum. fakat sizler için küçük bir anekdot anlatmak istiyorum. bildiğiniz gibi mussolini meslek olarak öğretmendi. anılarını yazdığı kitabında şöyle rivayet eder:'ders dönemi başlamıştı fakat hala ders kitaplarını ve bilumum gerekli olanları almamıştı. boş gelip gidiyordu. en yakın zaman da olmasını tavsiye ettim. fakat almadığını fark ettim. ve olayın üzerine gidince yahudi çocuğun ağzından şu lafları ala bildim. 'öğretmenim mahallede levo amca en yakın zaman kırtasiyesini açacak. onun açılmasını bekliyorum'. ve bütün ısrarlarıma rağmen o yahudi olan mahallenin esnafının yeni dükkanının açmasını bekledi'.
işte bütün bunlar yüzünden değişmez bir gerçek var. türkiye'nin içine artık çok fazla sinmiş laik veya din karşı durmasının varlığı. çünkü alışverişler dahil hangi blokta yer almana göre değişe biliyor. oyları geçtim bu memlekette nerdeyse hademe bile olmak için hangi blokta yer aldığına göre belirlene biliyor.
sistem oturmuş. her şey bu gidişata sahip olmalı. ötesi gayri mümkün. esasın da mümkün fakat konumuz bu mümkünlük üzerine değil. (bir ipucu: bunun için aklı selim olmanın ideal görünümü kafalara yerleşmeli). fakat bu mümkünlük gerçekleşse türkiye o zaman türkiye olmaz. en azından üç kıtayı saracak olan bir devlet olur. herhalde. yalnız bu da pek mümkün değil. biz olan üzerinden avunmaya devam edelim.
şimdi avuntumuz şu türlü olması gerekiyor: efendim, bir sabah uyandınız konyalılar izmirli ve izmirliler de konyalı olmuş. ekonomi şu şekil de çözümlenmeye başlayacak. kombasan apar topar fabrikalarını veya bilmem nelerini izmir'e taşıyacak. izmirliler can yücel'in mezarı dahil hemen her şeyi bırakıp konya'ya koşuverecekler. hem de bankalarda ki bütün paralarını çekerek.hem de bin bir tövbeyle. banka müdürleri allah'a koşarcasına kefen giyip ' ya rab affet bizi' dercesine ağlamaklı konya'ya bile değil de erken hac seferini gerçekleştirmek için gereken yerlere gitmiş olacaklar. veya üniversiteler artık başörtülü olmayanları içeri almayacaklar. ama nafile kapanan gençler de erken hac seferine katıldılar. üniversiteler harran ovasına taşınacaklar. kemal alemdaroğlu tarikat ehli oluverecek aniden. anayasa başkanı haşim kılıç anayasa mahkemesinin'şeriatçı' olduğunu iddia ederek basın açıklaması yapacak. çev başkanı salya sümük 'bacılar örtününüz' diye ekranlar da çağrı yapacak.
traji-komik açıdan bakarsak bütün bunların olması ne kadar bizi anlamsız kılar.
biraz ciddiyet anlamın da,
türkiye için laiklik- din karşı durması vazgeçilmez lokomotiftir. bu gün türkiye hala dinamik olarak ayakta durabiliyorsa ve hatta ileri gidebiliyorsa işte bu mozaikliğin verdiği olumluklar sebebiyledir. sizleri emin edeceğim bir konu var. türkiye asla ve asla süper güç olmayacak ama aynı zaman da türkiye asla ve asla güçsüz de olmayacak.
şimdi eğer bu halimizi beğenmiyorsak. tek çözüm. alışkanlıkları değiştirmek. yalnız bu yanlış çözüm. eğer olursa yukarda saydığım trajik ve komik olaylar gerçekleşir. alışkanlıklarımızı değiştirmeyelim. fakat yalnız ve sadece yalnız kendi sesimizi duymaktan vazgeçelim. farklı sesler de duyalım. dinleyelim. yani aklı selim olmanın ideal hali bizlerin hayatına girmeli.
yani okullar başörtülülerin yüzüne kapanmasın. veya 'gavur' olmanın garipsenmesi bırakılmalı.
bitiş olarak, gerçek olan şudur başörtüsü sorunu bitmez. bu sorun dün çıkmadı ki bugün bitsin.
veya diğer bir değişle türkiye'de laiklik -din karşı durması bitmez. bu bir gereklilik.
çünkü bu türkiye'nin türkiye olmasının nedeni.(tek nedeni değil ama).
Son olarak, metin içerisinde farklı sesler duymak gibi önemli bir meseleye vurgu yaptığım için okumanız için buyrunuz.
**
akli selim herkesin sanirim hemfikir olacagi onerme. recep bey yuzyilimizin gelmis gecmis ve gelecek ve gececek en onemli ismi, beyin yapicisi, insan sahlandiricisi, fikir babasi, siyasetcisi ve lideridir. gecen karadenizde katildigimiz bir mitingde farkettik bunu.
bugun gelinen konjukturde (konjoktur muydu yoksa?) gelisen turk ekonomisine baktigimizda recep beyin ekonomi hamuleleri ile ulkeyi nasil derinden ve icten ice kalkindigini gormemiz mumkundur. tipki kurtulus savasindaki gibi yikilmis, umitleri bitmis bir toplumu ayaga kaldirmis ve ileri ileri daha da ileriye goturmustur. kisacik zaman zarfinda oyle noktalara gelmistirki ulke simdi burada anlatmaya kalksam bitmez. o yuzden hic girmeyecegim o konuya da sunu diyecem eger bedelli askerlik ciksa bu bile yeter yani. cunku gerek lejyoner fransiz ordusu gerekse almanlar ayni sistem uzreler.
yorum: genel olarak buna karşı çıktımızda aklı selimsizlikle suçlanacağımız için başlamadan bir sıfır kaybedebileceğimiz fikir tartışması kıvamında bile olmayan hede höde.
**
--spoiler--
nasil hala nanotech cagda kemaliztlerin bulunmasi abes ise yine ayni cagda devrim duslemek, devrim ruyalari gormek te bir o kadar abestir. devrimin devri coktan kapanmistir. artik hicbir alanda devrim yapilamaz. devrim yapmak isteyen kuba'ya gitsin kardesim. orada yapilmisi var. ama burada yemez. o yuzden lutfen artik devrimle ilgili dus gormeyi birakalim. ahmet kaya'nin devrimle ilgili sarkilarini da silelim komputerlerimizden. bir de benim bir arkadasim vardi ahmet kaya sarkilarini che skinli winampta dinlerdi. biraz safti ama sonucta o da bir devrim asigiydi.
burdan su sonucu cikariyoruz kuba devrim cennetidir.
esasında monarşi benim isyanımdı gizli mantığına sahip birilerinin abesle iştigalle suçladığı ve bir nevi anlamsız romantizm gibi göstermeye çalıştığı düşün kirletilmesi için biçilmiş kaftan cinsinden başlık.
olabildiğince en anarşist, en kabul etmez düşüncenin maksimum seviyede ifadesidir. Hatta gün gelir dudaklardan şunlar dökülür.
yaşananlar katiliyse duyğuların
kaybetmeler sebebse sevgisizliğe
kalbe sevgi kafi değilse illa kazanmak gerekse
tek soruyla çözülür mü bunlar?
sevmek buysa nefret ne?
bir çocuk kaybediyorsa babasını erken
niye ölüyor çocuklar, niye ağlıyor anne
özgürlük gelecekse nedir bu dalgalanan bayraklar
barış gülermi yüzümüze eğer sorsak
yaşamak buysa ölüm ne?
o kadar aklını başına topla dememe rağmen ve o kadar yemin etmesine rağmen. bak fakirsin fukarasın atarım dememe rağmen bitti bulaşmıycam demesine rağmen fabrikada çalışan ve evli olan biriyle ( o da bir boka derman değil. karısı üçüncü çocuğunu karnında taşıyormuş) daha geçen hafta kaçan ve bir hafta bolca fikfikleştikten sonra arsızca işe gelmiş daha iyirmibirini geçenlerde doldurmuş ve daha evvel üç ay biriyle evli kalmış ( resmi nikah mikah yok) biri yüzünden sinirlenirim gerilince ve kovdukdan sonra aklıma gelen gerçekci bir sözdür. ve azeri deyimlerden biri olup türkçesi de belki şöyle ola bilir.
ama çok daha tehlikeli bu tipler şöyle bir yaklaşımları da var: bim den alışveriş yapan herkese şeriatçı gözüyle bakarlar.
çok daha saldırgandırlar. sevmezler kimseleri. öğrencidir, ne yapsın ne ucuzsa ondan alıyor diye düşünmezler. yapıştırırlar sana o kelimeyi. yahu keşke senin o dediğin şeriatçılardan olsak da anlasak ve dert etmesek. ama değiliz işte. biz öğrenciydik. paramız olsa makarna değil pizza yerdik. paramız olsa en köpek öldüreninden şarap değilde bira içerdik. bunlar bim poşetin de birayı bile görse takiye yapıyoruz diye şüplenen tiplerdir.
dert bim le başlamıyor bim le de bitmiyor. derdimiz büyük. hala anlamadığım sebeple başörtüsüyle okula alınmayanlar var. olurda gelecek de saçı açık diye veya etek giyiyor diye okula alınmayan olursa ona da karşıyız. ölümüne anarşistiz. karşı koyarız her türlü dayatmaya. özgürlükçüyüz. sallamıyoruz kimseleri. sade ve doğal insanız. öyle kampçı falan değiliz. eköl falan da temsil etmeyiz.
vaktizamanında çıkan ve nerdeyse şehir efsanesine dönmüş coca - colayı ters oku bak ne yazıyorla başlayan ve sırasıyla yok israile yardım ediyor yok sen biliyormusun bu neden yapılıyor furyaları şaha kalkınca kendine bir prensip daha edinmiş bu mübarek gençlik esasında ' ülker yemem diyen solcu gençlik ' den daha sert duruş sergileyip buna çok ciddi riayet etmiştir. gönüllerimizi kazanmış bu prensip sahibi insanların da atladığı bir kaç şey olmasına rağmen kutlarız canı gönülden.
velhasıl, vakti zamanında bir mail gelmişti . bushun irak da katliam yapdığı dönemlerdi. üstüne üstlük israil filistinlileri yine katl ediyordu. herşey ayyuka çıkmıştı. bu tepki mailin de bir web adresi verilmiş. özetle bu video yapılan vahşetleri gösteriyordu ve daha sonrasında meşhur markaları almayınız çünki masumlara sıkılan kurşunların sermayesi oluyor diye telkinde bulunuyorlardı. duyarlıklarını takdire şayandı.
ama yine atladıkları birşey vardı. işte bu atlatıkları neydi diye düşündüğümde yazdığım bir olayı sizle paylaşmak istiyorum.
vaktizamanında hoş mu hoş bayanla oturulan okul kantinin de sunulan ülkerin ikram ürününe ' hayır teşekkür ederim ben ülker yemiyorum' diyip beni dumura uğratan bir hikaye başlığıdır. yabancı olmamız sebebiyle memleket meselerine alışkın olmadığımdan irkilmeme sebep olmuş. korkmama. hemen acaba domuz yağımı kullanılıyor da diye yemiyor gibi bir düşünceye kapılıp ambalaj arkasına bakı vermeme sebep olmuş. daha sonrasında türkiye gerçeğiyle yavaş yavaş yüzleşmeme sebep olmuş bir başlangıcdır.