Ortadoğu'ya gökten düşen haçlıların islam Dünyası'na yaşattığı zulmü bitirmek için birlik olması gerektiğini bundan 900 yıl önce kavramış güzel insandır. Milliyetçiliğinin baş harfinin bile telaffuz edilmediği bir devirde islam için yaşamış bir sultanın etnik kimliğini bugün sorgulamak ise hastalıklı bir yaklaşımdır. Hele de bugün vücuda gelse Türk, Kürt , Arap, Fars demeden topumuzun suratına ifrazatı yapıştıracağı gibi bir gerçek ortadayken...
(Bkz:Saladin)
Batılılar kendi tarihlerinde Hıttin Muharebesi ve Kudüs'ü fethetmesi sebebiyle Saladin'i Haçlı Seferleri'nin onurlu yiğit düşmanı profiline oturtmuşlardır.Çünkü koskoca Papalık onca seferden sonra şapa oturup Kudüs'ten sonra birbiri ardına düşen kalelerden sonra Ortadoğu'dan defedilmelerindeki devasa başarısızlığı bir anlamda düşmanı yücelterek hafifletebilirdi. Ne var ki batının bu yaklaşımı ne Selahaddin'in şanını gölgeler ne de Haçlıların başarısızlığını örtebilir.Selahaddin döneminin diğer islami liderlerine göre daha teşkilatçı, islam coğrafyasını organize bir şekilde hedefe yönlendirerek seneler sonra ancak Kudüs'ün fethinden sonra tebessüm etmiş şarkın büyük sultanlarındandır.
Başlığın altını 900 yıl önce Tikrit'te doğmuş birinin anası babası şudur geyiğiyle doldurmaktan ziyade düşünceye odaklanmak gereklidir.Selahaddin olmak hangi anadan babadan doğmuş olmak değil, bu coğrafyanın yüzlerce yıllık birliğini sükût içerisinde devam ettirmek, dün Haçlı bugün emperyalizme karşı bir olmak demektir.Bir olmayıp alet olursan da ortada bir tane haçlı askeri yokken ve sen hangimizn dedesi Selahaddin diye bakarken Mescid-i Aksa ya silahların altında girmeye de, Bağdat''ın bombalanmasına da, Şam'ın yanmasına da razısındır azizim.
izlenmesi üzerinden zaman geçtikten sonra aklımda bıraktığı tek iz, barda zum olmuş bir kızı eve götürüp yatağa atmamam gerektiğini öğreten film.bu izlenim iki nedenden ötürü oluşabilir;birincisi benim öküz erkeklerden olmam (terminolojilerinde bahsederken bayanlar böyle bir türden sıklıkla bahsederler) ikincisi ise film bir hiv pozitif hastasının yaşadıklarından ziyade film endüstrimizin en iyi ( ve yalnızca) çekebildiği tür olan dramatik aşk hikayesine yoğunlaşmış olması...
bir de eklemeden geçemeyeceğim husus...yirmi farklı sitedeki profilinin sevdiği filmler bölümüne incir reçelini yazan bayan arkadaşlar, lütfen ilk gece bari sevişmesinler.yazıyorsunuz madem, prensip edinin.üzüntüyle müşahede etmekteyim.
Taksicilerinin yüzde doksanının ingilizce bilmediği , yabancılarla temas etmekten,konuşmaktan çekinen insanların yaşadığı ulke.Taksim kadar olmasa da gayet geniş ,alkolün bidonla içildiği mekanlarla dolu kozmopolit buluşma yerlerini bile villa tarzında iki katlı; tek polis arabası devriyede diğer arabası karakol önünde on tane polisle asayişi sağlayabiliyorlar.Nasıl olay çıkmıyor anlayamıyorum ya, Seul'de hiç yoksa 200-300 türk var.
Entrikanın üst safhada olduğu son derece başarılı HBO yapımı.Sean Bean'in kesinlikle olağanüstü performans gösterdiğini düşünüyorum.Üst üste yedi bölümü izledikten sonra sonraki bölümleri beklemek biraz yorucu olabiliyor.Senaryosu izleyiciyi bağlayıcı özellikte olduğu için diziyi iki üç sezon yayınlandıktan sonra duysaydım şeklinde bir 'keşkem' oldu.Çünkü son derece kaliteli bir yapım.
Bölümleri izlerken ara verdiğimde Muhteşem Yüzyıl'ın yeni bölüm reklamına denk geldim.Game of thrones'un senaryosu, müzikleri, jeneriği, oyuncuların kalitesi, kıyafetler,adamların ata biniş tarzından tutun da atların üzengilerine kadar düşünüp bir kıyas yaptım.Elbette birçok şey bütçeyle alakalı ancak bunların dışında kalan birçok konuyu adamlar çoktan aşmış,tarihi film ya da dizi değil fantastik kurguları devasa bütçelerle projelendirmeye başlamışlar.Özetle
Game of Thrones gibi bir yapımdan sonra Muhteşem Yüzyıl'ı tv de gördüğümde katlanabileceğimi sanmıyorum.
Yabancıları kesinlikle soğuk karşılayan insan yapısı, gökdelenleri, ekonomik altyapısını çoktan oturtmuş bir kent izlenimi veren şehir, Güney Kore'nin başkenti.Yaz mevsiminde de şehir soğuk yapısını korumaya devam eder, onlarca vagonluk metroda yanındakiyle konuşan insan sayısı yirmiyi geçmez.600 küsur durağı olan metrolarıyla bizim köstebek hızıyla kazmaya devam ettiğimiz Ankara ve istanbul metrolarımızın yaklaşık 25 30 katı bir uzunluğa sahipler.Teknoloji açısından karşılaştırmıyorum bile...Sokaklarda Kia,Hyundai,Daewoo ve Samsung marka otomobillerin haricinde çok ender marka görebilirsiniz.Bu da Korelilerin ulusal otomotiv sanayilerini özel yasalarla koruduklarının ve yabancı marka otomobil kullanmanın çok yüksek meblağlarla vergilendirildiğinin bir kanıtı.Zaten yabancı bir firmanın showroom unu gelip Seul de açamıyorsunuz, yurtdışına gidip ordan alıp gelmeniz gerekli istediğiniz arabayı.
Seul'de taksiciler ingilizce bilmezler, anlaşabilmek için ya gideceğiniz yerin Korece ismini çok iyi telaffuz etmelisiniz (çünkü Seul Station tarzında bir adresi anlatamadım, Soul station tarzında bişey okuyorlar anlamadı herif)
ya da free interpreter hizmetini kullanarak ( telefonla ingilizce bilen bir koreli kadına aktarılıyorsunuz , o da korece takiciye anlatıyor derdinizi falan filan )
Son olarak yemekler...Domuz eti yemeden dönebilen varsa helal olsun derim...Ben bir müddet dayanmaya çalıştım sonra koyverdim.Yerel yemeklerin hepsine önyargıyla yaklaşmamak gerek diye düşünüyorum, mutfakları biraz tatlı ağırlıklı evet, ama kesinlikle bizden daha iyi besleniyorlar.Bu da neden ortalama yaşam sürelerinin bizden on yıla yakın bir süre ileride olduğunun sebeplerinden biri olsa gerek...
Son olarak, Kore ve Seul gezilip görülmesi gereken yerlerden biri, bir daha gider miyim? Kesinlikle hayır...
(başlık Seul idi ancak ben gezi yazısı tarzında bir şey yazdım.Farkındayım.Okuyan olurda vazgeçer belki gitmekten umuduyla )
'prens' kitabında batının devlet geleneğini,yönetim ilkelerini ortaya koymuş tarihsel şahsiyettir.özetle halkı müreffeh kılmak,devleti sorunsuz yönetmek için başvurulacak her yol mübahtır der.
batının şüphe götürmez soykırımcı geleneğinin ardında bir nebze de bu adamın fikirleri vardır kanımca.bu sebeple de kutadgu bilig'de görünen hoşgörü ve insanı temel alan doğrucu ve insancıl hava prens eserinde hiçbir zaman bulunamaz.
stratejik bombardıman anlayışının ilk araçlarından olan uçaktır.tüm savaş boyunca almanya ve japonya'da onbinlerce sivilin canını almış, onlarca şehri dümdüz etmiş ve yüzbinleri evsiz bırakmış olmasına rağmen, amerikan malı uçağı sanki bir haltmış gibi öve öve bitiremeyiz.yok on tane makineli tüfeği varmış,alman uçakları yaklaşamazmış...
uçağın torunu sayılan şimdiki B-52,B-2 ve B küsur uçaklar hala Irak'ta ,Afganistan'da bilmem nerelerde masum insanların canını alırken ,uçağın teknik özellikleri de zaten biz züğürt kesimin ağzını yorar ancak.
karda kıyamette başlayan operasyondur...mayına basıp geri dönücez ve tüm dünyaya ciddi bir mesaj verdiğimizi zannedeceğiz.
iflas etmiş bir dış politikanın dış dünyaya vereceği gözdağı en fazla bu kadar olsa gerek.
milyarlarca dolarlık havacılık projeleri ve uçakları kendi yazılımlarıyla uçurmak isteyen devletler...
f-16 uçakları lockheed firması ve amerikan havacılık endüstrisinin en fazla sayıda ürettiği muharebe uçağı..
hava kuvvetlerinin bu uçaklara ihtiyacı var ,yıllardır kaza kırımına uğrayarak düşen savaş uçaklarını,hava kuvvetlerinin muharip filolarındaki savaş uçağı sayısını azımsanmayacak ölçüde azalttı.bu eksiklerin tamamlanması gerek.
bu koşullarda f-16 larınıza milli yazılım yükleyip uçurcaz derseniz kongre'den lockheed firmasının bu satışını onaylamasını beklemek gülünçtür.
birkaç yıl sonra,hava kuvvetleri envanterine f-35 tipi yeni uçaklar girmeye başlayacak.
görünürde müşterek bir proje gibi gözükse de amerikalılar projeye ait kritik bilgilerin tamamına yakınını projeye dahil olan ülkelerle paylaşmıyorlar.ingilizlerle bile...
proje geliştirmesi için amerikan ordusunun ayırdığı ödenek 20 milyar dolara yaklaşıyor.bir uçağın maliyetinin 110 milyon dolar gibi bir rakama ulaşabileceği söyleniyor.amerikan hava kuvvetlerinin şimdiden ısmarladığı 1250 gibi uçuk bir sayı ile projenin amerikan bütçesine yükü 150 milyar dolar gibi bir rakama yaklaşıyor.
konuyla ne ilgisi var?
uçakların thk'ne katılacağı yıl olarak 2015 telaffuz ediliyor.söyleyeceğim şu..yarın birgün bu uçaklara da milli yazılım takalım derseniz inanın adama gülerler...bütün bir amerikan silah lobisi ve türk havacılığındaki amerikan tekeli göz ardı edilse bile ne yazık ki türkiye'de bu amerikan uçaklarını almıyorum diyebilecek bir güç mevcut değil,yakın zamanda olmayacak da..bu yüzden amerikan uçaklarına milli yazılım takıp yüzlerce milyar dolarlık emeğin üzerine konma ulusal ülkümüz,galiba daha uzun bir süre hayal olarak kalmaya devam edecek.
keşke yiyebilsek,ama yedirmezler.
hayat tecrübesinin yurdum insanına verdiği en nadide niteliklerden fahri meteroloji memurluğunun ifadesi olan cümle.küresel ısınmayla yurtta azalan yağışlar galiba zamanla haklı çıkaracak bizleri..
bana göre dangozluk yurdum abazanı içinse rutin haline gelmiş faaliyetlerden biridir yalnızca...
yok artık abazanlığın da bir sınırı olmalı diyorsanız buyrun o halde:
(bkz: msn den bulunan kızla tibet'te 7 yıl sevişmek)
of çektiren ders.sınavdan çıkınca tam not beklediğiniz ders,sınav salonunun kapısında 80'e bahçede 50'ye eve gidinceye kadar 0 'a kadar düşebilme gibi bir özelliğe sahiptir.sınava giren öğrenci sayısı kadar farklı çözümle karşılaşıldığı bile yer yer görülebilebir.
(bkz: gömeylem)
(bkz: yöneylem araştırması)
bu sözlerden hareketle sadece 25 yıllık iç güvenlik harekatı süresince şehit olmuş subay sayısının 500 rakamına yaklaşmakta olduğunu , bunun devre başına yaklaşık 20 kişiye tekabül ettiğini ve herhangi bir subayın 20 arkadaşının, senelerce yatılı okullarda beraber yaşadığı kardeşinden farksız 20 can yoldaşını ebediyete uğurladığını, tüm buna rağmen subaylarımız nerede diyen vatan , millet ve ordu düşmanlarına hatırlatırım.
türk subayının ne olduğunu , nasıl bir tarihsel geçmişe ,milletin geleceği açısından ne kadar yüce bir vazifeye sahip olduğunu anlayamayan nuh gonultas ve onun cinsinden bütün kanı bozuklara söyleyeceğim tek şey atatürk'ün türk subayı hakkındaki sözleri olacaktır.belki bu sayede kendi ordusunu karalayarak kendi milletine ihanet etme şerefsizliğinin farkına varabilirler.
AFYONKARAHiSAR KOLORDU DAiRESiNDE SUBAYLARA HiTABEN KONUŞMA
(31TEMMUZ 1920)
Efendiler!
Eski silâh arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdanî zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz: müsait yer de yoktur. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülâhaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar! ingilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir.
Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanî imanıdır.
ingilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silâhlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler.
Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak plânını takip ettiler ve ediyorlar.
Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.
Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak huzuruna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır.
Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lâzım olduğunu söylediğim kaynak -ki milletin vicdanî imanıdır- mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulunur. Malûm bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; "ordunun ruhu subaylardadır. ". O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. işte subayların, subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.
Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.
Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.
Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır. Fakat arkadaşlar ÖLMEYECEĞiZ, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.