''ben olsam almam beni. adamdan saymam beni. uzun uzun soymam beni. deli miyim.
ben olsam bakmam bana. bir çorba bile yapmam bana. tüm bunları sen öğrettin bana sevgilim.''
bana bu şarkıyı kendisi öğretti ve dedi ki tam senin bana olan hislerini anlatıyor. sonra ayrıldık, sevgilisi de var uzun zamandır. en acısı gerçekten bu düşüncedeki beni çırılçıplak bırakmasıydı sonsuz savaşın olduğu dünyada. öylece.
bu hayali kurduğunuz kişi sonradan yanınızda olmayabilir. ama siz yine de gidin.
yolda ve her yerde rahatça ağlayabilmek için peçetelerden fazlası gerekebilir.
bugün güneşin doğmasıyla bulutlardan sarı simleri dökülsün artık. yeterince birikmediler mi? ve sabah sevdiğiniz birilerini öpmek sizi güzelleştiriyormuş. öpüşün.
sınavlarımdan bir gün önce olmaya başladı. hiç olmazdı, son 4 sınavdır oluyor ve stresli olayları düşündüğümde. durum geçince geçiyor yavaş yavaş ağrısı. doktora gideceğim. başka çözüm bilen varsa yardımcı olursa çok mutlu olacağım.
artık lütfen sevdiklerinize ya da sizi sevenlere zarar vermeyin. ya da zararın, şu kırgınlığın bir sınırı olsun artık. kırın, üzün ama insanın kalbindeki evine zarar vermeyin en azından.
uyutmayacak, insanın aklına geldiğinde dünyasını durduracağı acılar yaşatmayın.
ve en önemlisi de, bu türlerdeki acısını kırgınlığını en az bir kere sizinle hafifletebilmiş olan insanı
öylece bırakıp gitmeyin.
gerçekten dünyanın değil şeytanın değil başka hiçbir şeyin değil bu sizin suçunuz.
ve dayanamayan benim.
neden.
her sol elinizi kullanarak yazı yazdığınızda yemek yediğinizden etraftan ''sol elle yapman çok tuhafıma gidiyor'' tepkisi almaktır.
üniversitede hazırlık sınıfında sağ tarafında masası bulunan tekli sandalyeler sayesinde sağ elimle hızlı ve okunaklı yazmaya alıştığımdan beri, diğer eylemlerime de bu bulaştı. mesela sağ elimle telefonu tutuyorum hep, solum tuhaf oluyor. yemek yerken ana yemeğim solda, salatam sağda oluyor mesela, çatal ve kaşığı el değiştirmeden kullanıyorum. top oynarken sol ayağım fikstir ama.
yani solak olmak karmakarışık bir yaşam düzeninde kendini bulmak demek.
her şey gibi bu da teknik bilgileriyle falan değil, içinizdeki yansımasıyla ilgilidir. burada tanıdığım insanlarla burada öğrendiklerimle çok özel ve güzel bir yer oldu. yaşadığım şeylerle şehri bağdaştırdığımda yüzümü sıcacık gülüyorken buluyorum. çünkü şehirle alakalı değil, en başta insanın kendisiyle alakalı bir durum. ama bana eşlik eden ankara’yı seviyorum, evet.
günümüzde psikologlar ve psikiyatristler tarafından çok tartışılan bilimsel olmayan bir tedavi şekli. rahatsızlık durumuna göre ve danışana göre yararlılığı değişebilir ama hipnoz yerine ben kendi etiğime ve bilgilerime göre diğer alternatifleri tercih ederim. danışanı kötü etkileme durumu sık rastlanılır ve güvenilirliği de çok tartışılır elde edilen verilerin.
beyin, bilinçdışı çok daha karmaşık şeylerdir. birtakım uyutma teknikleriyle tüm etkileri ortadan kaldırıp salt bilinçdışına ulaşmak mümkün değildir. ve terapi, karşılıklı olarak ilerlemesi gereken bir şeydir. diğer tıp alanları gibi hastanızı bayıltıp düşüncelerini yaşadıklarını bulup kesip biçemezsiniz.
bu yüzden meselemiz bir insansa, daha kesin yollarla ilerlemek zorundayız. bilimsel olan ve araştırmaları, geçerliliği olan tedavilerle ilerlememizin daha iyileştirici olacağı düşüncesindeyim.
türkiye'de ehliyetinizi henüz almamışsanız düz vites. sakın otomatik vitesten başlamayın, benim gibi. artı bir engel oluyor. ilk öğrendiğiniz şeyi, başka türlü öğrenmeye çalışıyorsunuz.
ehliyetten sonra tabiki otomatik.
arabayı ulaşım için olan araç olarak ele alıyorum, hobi haline dönüştürdüğünüzde olay başkalaşabilir.
kendi tasarladığım saçlarım. pembe ve mavi tonlarıyla mora selam verme çalışması gibiler. dünyada tek olmaları gerek. fakat kendini tatminden değil, her insanın kendi ruhunu yansıttığı bir şeyleri vardır ve ben de içimin bu şekilde dışa yansıyışıyla mutluyum.
ışığı açık bırakma, herhangi bir şey olursa kontrol edebilme isteğinden, var mı yok mu diye tetikte olmaktan kaynaklanır. seneler önce, ergenlik zamanlarımdaki bendim bu.
çevrede bir şey olmadığını görebildikçe içim rahat eder, öyle uyurdum. bir ara duşta üzerime bir şey gelir falan korkusuyla gözlerimi kapatmadan duş alırdım.
yani aslında kendimizi koruyabilme mekanizmasından geliyor. hayvanlardaki gibi bu durum. örneğin kedi ve köpekler de kendi alanlarındayken sürekli etrafı kolaçan ederler. tetiktedirler. bu durum da aynıdır. salaklık falan değil. burada insanı korkutan durum zaten tam olarak kontrol edemeyeceği bir varlık. her canlı gibi biz de bundan korkarız, varlığına inanıyorsak.
ben deneyip yanılma yoluyla öğrenmiştim böyle şeylerin doğruluğunun olmadığını. bir de lütfen sizi korkutan şeylerin kaynağını, nereden öğrendiğinizi vs iyice sorgulayın. çünkü korktuğumuz her şeyi biz kendimiz öğrenmişizdir. genelde cinlerle ilgili şeyler aileden, çevreden, korku filmlerinden öğrenilir. bunları baştan sorgulamak, gerçekten böyle mi diye üzerine bir kez daha düşmek yararlı olabilir. öğrendiklerimizi düzenleyerek her türlü korkumuzu da yavaş yavaş yenebiliriz.
başkası tarafından kullanılmışlarla ilgilenen insanlara postalanmalıdır. ne demek, nasıl patlak olabilir? başkasının dokunduğu beden artık satılmış demektir. kime verdiyse ona gitmeli.
ilk ben dokunmalıydım çünkü o bir mala tekabül ediyor aslında.
aşk yaşamak için önümüzdeki bir engeldir bu. üstelik geri dönüşü de yoktur. elbette onun karakterinin bende yarattığı mutluluktan, aramızda paylaşacağımız sevgiden daha önemlidir cinsel geçmişi(!)
sahip olacağı bir mal almadığı bilincinde olması. hobilere, insanın sevdiği şeylere bir başkası karar verip sınır getiremez. benim hayat düzenime de, çevreme de. kendi kalbim ve aklımla emek vererek kurduğumdan eminim çünkü.
ve kesinlikle herkesten başka sevebilmesi. klasik şekilde herkes beğeniyor herkes hoşlanıyor buluşuyor gülümsüyor hesap ödemek istiyor gezdiriyor sürpriz yapıyor zengin falan. ama kimse yaranı bulduğu anda onu öpücüklerine boğmuyor ve iyileşene kadar da orda durmuyor. ve ruhunu sana açmasa rahatsızlık duymuyor.
geçmişi, aile yapısı, kökeni, parası, kafasında saç olması falan umrumda olmaz. bakıcı, işlerimi halledici, para getirici, dövüşçü, manken falan aramıyorum. benim merkezimde bir tek seveceğim adamın kendi özü yeterli. kriter gibi kriter.
yapmaz. özellikle ergenlik dönemi gibi insanın kendisini keşfetme dönemlerinde insan bir erkeği bırakın çok fazla şeyle cinsel ilişki düşünebilir, uygulayabilir. deneme yanılma dediğimiz yöntemle aslında insan kendisi tanır. psikolojide de çok fazla şey deneyerek kendisini bulan insanın gelişimi sağlıklı kabul edilir. aksine hiçbir şey denemeden yaşamadan direkt kabul edilen şeylerle dolu bir hayat için sağlıklı bir gelişimle kazanılmış denilemez.
insanların bu yönden ele alınmaması gerektiğinin farkındadır. ama sinirlenmesine gerek yoktur, bekaret konusunda direten sorgulayan insanı bakire olsa bile, istediği şeye uygun olsa bile orda bırakmalıdır. kendisini böyle bir zamanda hala bu konuda geliştirememiş bir gavatla bir şeyler yaşamak ve paylaşmak eziyet olur. kendisi çok namusluysa bunun kitabını gitsin kendisi yazsın kendisi uğraşsın. başkalarını ne kasıyorsun bu hayat yaşanacak öğrenecek gerekli ve güzel şeylerle dolu. sana kolay gelsin bekaretül gavator.
ilk buluşma için topuk boyuna göre ayakkabı ayarlayacaktır. kız her türlü uzunsa da istediğini giyebilir. asıl özgürlük bu valla. boya göre kiloya göre insan tercih edip bir şey başaran olmuş mu. karşının özgüven sorunu yoksa gayet minnoş bir çift olunabilir.
seviyoruz bu hayatı. size ne amk. kadın dediğin şöyle olur böyle olurmuş. kadın dediğin nasıl kendisi oluyorsa nasıl mutlu oluyorsa öyle olur. tıpkı diğer herkes gibi.