"bana üç farklı şairden üçer şiir say" desem sayamayacak vekiller tarafından yönetilen şahsımın maruz kaldığı işkence. ulan 26 yaşındayım, hayatımda bir kere bile temsil edilmedim lan koca mecliste. çankırı'nın 1500 rakımlı köyündeki amcam bile vekil soktu meclise, ben sokamadım. (benim ayıbım, amcamın ellerinden öperim) sikerim lan böyle düzeni.
masum bir bebek olarak doğdum, sonra herkes gibi bu iğrenç düzenin çevresel faktörlerinden etkilendim. yaşadığım ülkenin televizyonundaki, okulundaki, camisindeki, toplumundaki hurafelerle beynimi doldurdular küçücük yaşta. şu günkü aklımın asla kabul etmeyeceği şeyleri doğru bellettiler bana. bu saçmalıkların yanlış olduğunu algılamak, bunları kafamdan silip atmak için onlarca kitap okudum; yüzlerce köşe yazısı, makale okudum. her yeni bir şey öğrenişimde kendimi biraz daha cahil hissettim. russell'ın, "bilmemek ancak kitap okumakla olur" sözünü felsefe edindim. hep "acaba" dedim, yanılabilme ihtimalimi hiçbir zaman göz ardı etmedim, daima karşımdaki insanın da haklı olabileceği olasılığını düşündüm. benden farklı olan, hayat ve dünya görüşleri bana benzemeyen insanlara karşı saygılı olabilmek için kendimi resmen eğittim, telkin ettim. nasıl ki bir bir resme bakınca iki insan farklı şeyler görebiliyorsa, hayatta da aynı kuralın geçerli olabileceğine inandım.
ama aklım erdiğinden beridir televizyonu ne zaman açsam; birbirine söven insanlar, birbirlerine tekme atan vekiller, yalan söyleyen siyasiler gördüm. hayatım boyunca hiçbir zaman hak ettiğim şekilde yönetilmedim. lanet olsun lan, damn amk. tiksiniyorum bu düzenden. platon bir gün, insan canlısının devlet kavramının kölesi olacağını tahmin edebilseydi asla o malum kitabı yazmazdı. ulan kutsal bellediğiniz bütün kavramları biz kafamızdan uydurduk, daha iyi koşullarda yaşamak için. şimdiyse kendi uydurduğumuz bu kavramlar için köle olacak hatta ölecek kadar şuursuzlaşmışız. çok ciddi söylüyorum, bu şekilde yönetilmeyi hak etmeyecek kadar emek verdim kendim için. eminim benim gibi düşünen yüzlerce binlerce insan vardır. arkadaş yeter artık, ben şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum ya.
hepinizin de tahmin edebileceği gibi orospu çocuğudur.
şimdi kimse, "ekmek parası yeaa" demesin. biz de biliyoruz ekmek parasının ne demek olduğunu. fakat, bir insan evladı pazar sabahı, 7.03'te "geevroooooooğk" diye ortadan ikiye yarılırcasına bağırıyorsa kötü niyetlidir. ulan bir kere de kendim uyanayım be, bir kere de sesinle öperek, sikerek uyandırma beni.
yani bu konuşmayı yapan kişinin bence evini narkotik şube basmalıdır. bu, resmen kendini ihbar etmektir. zira senelerdir alkol içerim, adım gibi eminim alkol böyle kafa yapmaz. bu başka bir şey olsa gerek.
bana göre bunun sorumlusu, kesinlikle türkiye'deki vahşi sistemdir. zira, yeteneğin gelişmesi çalışmakla olur, sporla olur. bakıyorsun, adam 5 yaşındaki çocuğu okula göndermeye çalışıyor. çocuk o yola bir giriyor zaten ondan sonra kurtuluşu yok. hayatı boyunca, aptal saptal adamların hazırladığı, hiçbir işe yaramayan dangalak müfredatları ezberleyip sınavlara hazırlanıyor. öyle bir hazırlanmak ki çocuk o sınavı kazanamazsa şayet, bir hiç olacağı yanılgısına inandırılıyor. e bu çocuk, bisiklete binmedi, top oynamadı, yüzmedi, koşmadı, arkadaşlarıyla çocuk oyunları oynayıp fiziksel gelişimini tamamlayamadı. e sonra, türk futbolunun sol beki ibrahim üzülmez, sağ beki sabri sarıoğlu oluyor işte. biz böyle yetişmedik allah'tan. ucundan yırttık. her birimiz kames topla en azından bir bakkal camı kırmışızdır. bir kuzenim var, 8 yaşında falan. yemin ediyorum çocuk geri zekalı olacak. başka hiçbir ihtimali yok. okula gidiyor, yemek yiyor, karton tv izliyor ve bilgisayar oyunu oynuyor. üniversiteye gidiyorum, 5 ay memleketten ayrı kalıyorum, 5 ay sonra çocuğu ilk kez görüyorum, -doğal olarak o da beni- çocuk benim yeni geldiğimi algılayamıyor yahut o türden tepkiler veremiyor. neden, çünkü beyni köreliyor. aynı ben, köye gidiyorum. hiçbir akrabalık bağımın olmadığı köy çocukları birer birer hoş geldin diyor, bir şey getirdin mi diyor, konuşuyor en azından. neden? çünkü çocuğun ayağı toprağa değiyor toprağa. bizim kuzenciğin ayağına bir damla su değse acile zor atıyorlar çocuğu.
konuyu dağıttık madem biraz devam edelim. şimdi malumunuz, çoğaldıkça gelişeceğimiz yanılgısını dayatan bir adet (1) başbakanımız var. 3 çocuk mevzuları falan. hatta seçim kampanyasında bir ara bir ilde "siz biraz daha üreyin sizi büyükşehir yapacağım" gibi bir şeyler söylemişti. hiç unutmam televizyonu götüme sokmuştum o an. şimdi size osmanlı'nın duraklama devrine girmeye hazırlandığı dönemin nüfusuna ilişkin bir tablo gösteriyorum. görüldüğü üzere, en önemli silahın sayıca üstünlük, savaşacak asker sayısının fazlalığı olduğu bir dönemde bile kalabalık popülasyon pek bir işe yaramamış. dolayısıyla başbakan hazretleri yanılıyor, artık lütfen korunun.
nüfus diyorduk. bu nüfusun fazlalığı insanların başarıyı, birbirlerinin başarısızlığında armaya ittiğinden insanların düşüneceği en son şey spor oluyor maalesef. üniversitede bile, vizeler bitsin spora başlayacağım lafını duyuyorsak varın siz düşünün öss'ye lgs'ye (yeni adları her neyse artık) hazırlanan gençlerin halini.
bir de türk insanının kimyasal yapısı var tabii. o da çok etkili. her şeyi sisteme yıkıyoruz da iğneyi de kendimize ucundan saplamakta fayda var. şu sözlükte bile troll dediğimiz adamın açtığı başlık -ki ben birkaçı hariç, trollerin bilinçaltını buraya yansıtan sorunlu kimseler olduğunu düşünüyorum- 30 yaşından sonra utanmadan bisiklete binen insan oluyorsa bu ülkede bir sığırlaşma, bir öküzleşme peyda ediyor demektir. hollanda'ya gidenler bilir, özellikle amsterdam'da bisikletten adım atacak yer bulamazsınız. her yerde bisikletli insanlar, bisiklet yolları vardır. tabii bu sadece
hollanda'ya özgü bir durum değil, birçok avrupa ülkesinde hal böyledir. almanya'da steyşın kasa bmw'lerin, mercedes'lerin, karavanların arkasında, bisikletler görürsünüz. 70 yaşında çift, bmw'sine biner arkasına da yükler bisikletini kampa gider. bizde adam megane bile alacak olsa tek kapısı var mı diye sorar. yani cidden büyük sıkıntılar var. ben türkiye topraklarında yabancı plaka hariç steyşın vagon bmw görmedim. aynı şekilde mercedes de görmedim. çünkü kafa farklı. araba bir ihtiyaçtan ziyade, gösteriş unsuru.
hadi bunu geçtim bisiklete binmeyi bırakalım. 3 büyük şehir ve sahil kesimleri dışında bu ülkede sabah koşusu yapan insana rastlayan var mı? e peki bu o adamların suçu mu? bence değil. makarna cumhuriyeti'nde yaşayıp, bulgur, yağ, şeker, nohut karşılığında oy verip sosyal devlette yaşadığını zanneden insanların suçu değil bence.
bunların hepsini topladığımız zaman aslında karşımıza resmin tamamı çıkıyor; olimpiyat yok, futbol yok, atletizm yok, kış sporları yok (18 yaşında oduna çarpıp ölen kızcağız hala aklıma geliyor) su sporları yok hiçbir şey yok. yahu 3 tarafı deniz olan ülkede adam gibi 3 tane yüzücü yok. bence suat kılıç'ın aga bu nedir demesi gerekiyor biraz. yani insana gülerler. hem avrupa birliği'ne aday ol, hem de hindistan'dan bir farkın olmasın. şu ülkede insanlar öğretmen, doktor, mühendis olmanın dışında da bir şeyler hayal edebilsinler. büyüyünce futbolcu olacağım diyen ilköğretim öğrencisine, sınıf öğretmeni bir kez de tokat atmasın. belki o zaman, bu ülkede daha güzel şeyler yaşanır.
son olarak boğaz köprüsü'deki maraton'dan ironik bir enstantane. http://ulu.li/utp1ha
bugün küçükpark'taki mardinli midyeciye "abi günlük kaç midye satıyorsun?" diye sorduktan sonra, "değişiyor ya, 2500-3000 arası" cevabını almamla birlikte yüzüme tokat gibi çarpan ürpertici gerçek.
midyenin tanesi 30 kuruş; 3000 midye günde 900 papel yapar. bunun -işçiliği saymazsak- yarısı maliyet olsun. günlük kemiksiz kar; 450 türk lirası. ayda 13.500 türk lirası. hadi ben hesapta yanılmış olayım. her gün 3000 satmasın; at 3500'ünü, ayda 10.000 türk lirası.
vay amk. adam cumhurbaşkanıyla yarışacak utanmasa. savcılar hakimler 5000 civarı, öğretmenler 2000 civarı, memurlar 1600-2000 civarı kazanıyor bu ülkede. ben de kpss'ye girip 90 puan alırsam, iki bin küsür lira kazanıp kendimi başarmış sayacağım. hassiktir diyorum, hassiktir.
şu an beton bir zeminin üzerinde dizlerimi karnıma çektim cenin pozisyonunda ağlıyorum.
Bu yıl 3.sü düzenlenen, dünyadaki var olan toplumsal sorunların çözümüne yönelik küresel vaka yarışması. işbu organizasyona bu yıl ilk kez Türkiye de katılmaktadır.
25-26 Nisan'da New York'ta finalleri yapılacak olan ve projenin uygulanabilmesi için yarışma ödülü 1 milyon dolar olan bu yarışmaya yale, cambridge, harvard gibi üniversitelerle yarışmak üzere Ege Üniversitesi katılıyor. aşağıdaki facebook linki üzerinden oylama yapılmaktadır. böylesine gurur verici bir organizasyonda ülkemizin en iyi şekilde temsil edilmesi için efor sarf eden insanlara destek olmak gerekiyor. kendi adıma her birine teşekkür ederim.
muhteşem bir edip cansever şiiri. ağlatır insanı, hele ki güzel dostlarla şarap içiliyorsa...
insan her şeye alışıyor.
sıcak bahar ikindilerine
harbe, sevda çekmeye.
küçük gazetecim hergün böyle mağrur
benim vanilya kokulu dondurmacım
gene kapı önlerinde.
işte taze ikindi güneşim.
pencerelerde küçük sarışınlar,
her şey iyi, her şey sade
anlıyamıyorum şu iç sıkıntımı.
yaşamak dersen yaşamak,
sarhoşluğum sarhoşluk.
ah! hatırlamak olmasa eski günleri.
sanırım bilinmeyen bir burçtur. zira senelerdir hiçbir kaynakta rast gelmedim bu gariban burca.
yıllardır ister istemez gerek televizyonlarda, gerekse gazetelerde, inanan inanmayan herkesin katlanmak zorunda olduğu 12 havariden daha kutsal bu boğa, oğlak, balık, yengeç, aslan, sığır, manda gibi hayvan isimlerinden oluşan burçların içeriğinde nedense, "önümüzdeki günlerde 13 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz edebilirsiniz", "her an bir banka soyabilirsiniz", "bir okula dalıp onlarca öğrenciyi kurşuna dizebilirsiniz" gibi ibarelere hiç rastlamadım.
tamam 7 milyar insanı 12'ye bölelim muhabbetine dönüştürmeyeceğim de, hangi burca mensup lan bu orospu çocukları? yükselen alçalan falan filan diyeceklerdir şimdi de, yahu adam; "bu ay yatırım yapma bilmem ne yıldızı merkür'e yakın bir yerde volta atıyor, çok sakıncalı" falan diyor. bu nasıl bir kafa? hangi kimyasallarla elde edilebilir bu kafa?
size aynı burçta olduğum birkaç kişiyi sayayım; candan erçetin, mehmet ali erbil, ajda pekkan, james spader, abraham lincoln, ismail cem, hagi, james joy-ce, paul auster, olgun şimşek, ferzan özpetek, geena davis, paul newman, ronald reagan, mozart, toni morrison, michael jordan, soner arıca, metin üstündağ, thomas edison, virginia woolf, clark gable, galileo galilei, james dean, charles darwin, charles dickens, oprah winfrey, john travolta, lord byron, christina ricci, shakira, aston kutcher, paris hilton, justin timberlake, axl rose.
darwin ile soner arıca aynı burç lan. mozart ile paris hilton,edison ile hagi aynı burç. edison ki, 2000. denemesinde ampulu yakamayınca, "2000 kez hata yaptık" diyen asistanına, "hayır 2000 tane yapmamamız gereken şey öğrendik" diyebilecek kadar sabırlı bir adam; sol ayağına kurban olduğumun hagi'si de uefa finalinde takımını uzatmalarda, rakibine dirsek atmak suretiyle 10 kişi bırakan, karadeniz dalgası'na benzeyen sinirlere sahip bir adam.
burçlara hayatım boyunca inanmadım, inanmayı da hiç düşünmedim. neticede içtiği, şekerli olmasından köpüklü olmasına, telvesinin yoğunluğundan içiliş hızına kadar onlarca değişkeni olan kahveyle bakılan fala umutlarını bağlayan bir kafa da var dünyada. onun yanında hadi diyeceğim bir nebze de olsa daha mantıklı da. hiç elle tutulur bir tarafı yok ki. bilmem kaç milyon ışık yılı uzaklıktaki yıldız bugün falanca konuma geldi yarrağı yedin, ilişkilerden kaçınmalısın. oldu ya yıldız yerini çok beğendi, bir daha ayrılmadı o konumdan; gitti bizim cinsel hayat.
şimdi çıkar bir tane sivri zekalı, "yıldızların keyfine göre hareket ettiğini sanan geri zekalıların bihaber olduğu burçtur!!!11!birbir!!" falan şeklinde ayar vermeye kalkar aklınca. şunu sakın unutmayın dostlar, yıldızın biri gökyüzünden "oğlum kova, ananı sikicem yarın" dese yine inanmam.
burç, birtakım işgüzar ve kurnaz işe yaramazların, parası bol, aklı kıt sarışın, jigolo.avi peşindeki menopoz buhranını iliklerine kadar yaşamakta olan teyzelerden para tırtıklama gerecidir. genç yaşta buna inanan insanlar, büsbütün yardıma muhtaçtır, mutsuzdur. bu sefiller, hayattan daima bir sürprizler silsilesi beklemekle beraber, kolay yoldan bir şeyleri elde etmeyi hep kafalarının bir yerinde muhafaza eden tiplerdir.
önümüzdeki yüzyılda (ölmezsem) tasarlayıp patentini almayı planladığım göt. şimdi dünyalar tatlısı, güzeller güzeli, sevimli mi sevimli ördek canlısının (ornithorhynchus anatinus) yürürken poposunu elipsler çizmek suretiyle salladığını bilmeyen yok. neden rüzgardan, güneşten, sudan elektrik üretilirken yaklaşık 8-10 nm tork üreten bu canlının götünden üretilemiyor? işte yalnız ve güzel ülkemin batının gerisinde kalmasının sebebi bu. aslında biz üreteceğiz ama amerika izin vermiyor. amerika özellikle 12 eylül döneminden sonra anadolu'daki ördeklerin ya götünü kesti, ya da mutasyona uğratıp götsüz bir jenerasyon üretmelerine sebep oldu.
şimdi planım şu; önümüzdeki yüzyıl içerisinde anadolu'da görmeyi özlediğimiz sağlıklı götlü ördeklerden bir koloni oluşturmayı ve her birinin göt dediğimiz (gluteus maximus) uzuvlarına biri sağda biri solda olmak üzere içlerinde hacmen %60 yoğurt %40 su olan heterojen karışımların bulunduğu iki kap yerleştireceğim ve ördeklerin günlük yürüyüşleri esnasında ürettikleri tork sayesinde otomatik (el değmeden) olarak hazırlanan ayranları dünyaya satacağım. işte bu planla ülkemiz, kapitalizmin pençelerinden sıyrılmakla kalmayıp, dünyada "ördek götü menşeili ayran" pazarını da tekeline alarak çin ekonomisini dahi yerle bir edecek.
özellikle yaz aylarında tatil bölgelerinde yüz üstü yatarak plaj voleybolu oynayan, güneşlenen, kremlenen, yüzen kadınları izleyerek kumda, "şemsiyeyi kumdan çıkarınca oluşan delik" tadında delikler açan güruha denir.
genelde 4 kişilerdir, ve yan yana yatarlar. önlerinden bir kadın veya kadın grubu geçerse, başlarını geçiş güzergahları boyunca hareket ettirmekten hiç çekinmezler; bu sırada kollarını dirseklerinden kırarak iki yumruk yaptıkları avuçlarını üst üste koyarlar ve çenelerini de o "yumruk tepesi"ne oturturlar. yolunuzu kaybettiyseniz ve nerede olduğunuza dair hiçbir fikriniz yoksa, etrafta hemen bir kumdelen arayın. birkaç kelime türkçe mutlaka biliyordur...
2 aydır konuyla ilgili tek bir yorum yapmadım. her kulübün başına gelebilir neticede. tuttuğumuz takımı, doğru işler yapıyor ya da maç kazanıyor diye tutmuyoruz ki kardeşim, renklerine gönül vermişiz. (en azından biz galatasaraylılar böyleyiz.)
ama hiçbir şeyin suçunu kendinde aramayan, hep başka birini hedef alıp yaldır yaldır saldıran böyle bir taraftar silsilesi olamaz yahu. neymiş de ali koç bizi düşürün demiş. hassiktir diyorum ya hassiktir.
sen daha hangi yüzle konuşuyorsun be, adam tam bir fenerbahçe yöneticisi işte. hala biz ne bok yedik de bu halde geldik demek yok, varsa yoksa gündem değiştirme çabası, sıçılan boka parfüm sıkarak aklanma çabası falan... yahu bugün ben bir galatasaraylı olarak şunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim; uefa gelip şike yaptığı gerekçesiyle galatasaray'ı ligden düşürse bile, asıl suçluyu galatasaray yöneticileri ya da bu şikeye karışanlarda ararım. gidip de fenerbahçe'nin başkanında bilmem kiminde aramam mesela. bir taraftar da çıkıp, "kardeşim, çekin kirli paranızı, mafyanızı takımımızdan." mı dedi bugüne kadar? kahve geyiklerinde aziz yıldırım konuşulurken, üç fenerli'den ikisi "adam mafya gaaardeeeşiim, para bok herifte" ayağı yaparken hiç itirazınız yoktu amk, bu nasıl olacak?
juve'yi düşüren uefa'nın siki aziz başganınızın çetesine kalkmayacak mı sanmıştınız? olur.
kendi içinde cumhuriyet olduklarını zannedenlerin, mevcut cumhuriyetin yasalarının olduğunu unutmalarından mütevellit ürettikleri bir tür slogan, yaşayış biçimi... bir başka dilde ise, "money talks" şeklinde ifade edilir...
biri gider itiraf başlığının altına, "göğüslerimi de seviyorum aslında" yazar. biri gider saat gecenin körü buçukta, vajinal orgazmı tanımlamaya çalışır. öteki gelir, göbekli erkeklerle de sevişebileceğini falan ima eder. tabi kadın yazar nick altı yalayıcı timi devreye girer. "ebesininki numaralı entry'si ile beni benden alan yazar." ibareleri uçuşur etrafta. o kadar sırıtıyor ki, böyle gizli gizli iş çevirdiğini sana işgüzar ortaokul çocukları geliyor hemen aklıma. yaşar kemal'in "siktirin gidin amk sosyal çevre edinin, sözlükte arkanıza google'ı alıp bilgili görünmeye çalışarak kendinizi bir bok sanmak da ne ola ki?" adlı eserini tekrar tekrar okuyorum böyle abazasuları görünce.
bu sözlükte onlarca yazarla tanıştım, ne gördüğüm kızlar bu bahsettiğim profildekiler kadar mala benziyor, ne de tanıştığım erkekler bu bahsettiğim profildeki kızların sokakta laf atmak suretiyle götünü kaldıran güruha benziyor. bu mallar yeni türedi... büyük şair sir alex ferguson'un harika bir lafı var; "let them send away"
sekizinci nesil yazar. güzel davul çalar ramazan'da bahşiş toplayamaz, barlarda içmeyi yeğler. günahkardır, boynu vurula... en belirgin özelliği, suyun soğuk olup olmadığını koklayarak tespit etmeye çalışmasıdır. oha? evet...
zavallı bir şakirtçiktir. zira bu vakte kadar oy vereceği partiyi belirleyen adamın ölmesi, bir nevi kendisinin de beyin ölümünün(!) gerçekleşmesi demektir...
tabi tayyip çıkar, "bir alet yaptık mezardakilerle konuşabiliyoruz, feto başkan oyların bundan sonra da akepeye verileceğini buyurdu." der, yurdum insanı da alkışlar %50'yle iktidar partisi yapar reyizlerini... sonra da litresi 4.5 lira'ya satılan benzinle çalışan arabalarını, benzin parası bulamayıp çalıştıramayıp yine bir akepe procesi olan metrobüsle meydanlara koşarlar ve başbakanlarının "bilmem kaç km duble yol yaptık." çığlıklarını gözyaşlarıyla alkışlarlar... ama hiçbiri demez; "hacı temel ihtiyaçlara 10 senede çaktığın %200 vergiyle ben uzaya teleferik yapardım" diye...
7 gün 24 saat kesintisiz post-rock tarzında yayın yapan internet üzerinden ücretsiz olarak dinlenebilen şahane radyo. adamlar dünyanın dört bir yanından insana ulaşıyorlar ama türkiye'de tanınmamaları tam bir fiyasko. reklamsız, dj saçmalamalarına yer olmayan, halaya dayıya selamın, sevgiliye istek şarkı zartı zurtu gibi kasmalarlaysa hiç işi olmayan muhteşem istasyon...
dinlenmek için, dinlemek, dinletmek lazım... gerçekten harika...
yaklaşık 5 dakikadır hareketsiz bir biçimde özkanlar'ın üzerinde bekleyen helikopterdir. mahalle ahalisi de benim gibi anlamsız anlamsız izliyor kendisini. anlamış değilim.
kanımca bu yaptırım, 300 tl'yi bir ceza olarak görmezsek, ege üniversitesi yönetimi tarafında yapılmıştır. dekanlık cezai işlem başlatmıştır ve ufuk günaydın'a toplumun gösterdiği yoğun tepki karşılıksız kalmamıştır. biz de o sokaklarda içiyoruz sarhoş oluyoruz ama senin o caniliği yaptığın yerin tam karşısındaki duraktan taksiye binip evimize gidiyoruz arkadaş. alkol bu caniliğin savunması kesinlikle olamaz, olmamalıdır.
vaktin geçmek bilmediği, pazar günleri sokakta bir insan evladının bile görülmesinin mümkün olmadığı alman şehri. ölü şehir söyleminin tam olarak karşılığı. gelmeyin güzel dostlarım. dört yanımda beyaz atletli almancılar bmw'ler içinde, ismail yk buranın che gueavara'sı olmuş. ulan insan simitçinin çığlığını özler mi? özler abi...
istanbul üniversitesi orman fakültesi'nin edebiyat topluluğu'nun çıkardığı aylık dergidir. şu ana kadar bir sayıları çıkmış olmasına rağmen taa buralardan* şanı duyulmuş dergidir aynı zamanda.
içerisinde kültür, edebiyat ve sanata dair notların yanı sıra, fakülte gündemleriyle alakalı şeylere de rastlamak mümkün. oldukça hoş gözüküyor. edebiyata gönül vermiş insanların oluşturduğu dergi, mütemadiyen hiçbir ticarî amaç gütmeksizin topluluk tarafından ücrestiz dağıtılıyor. hatta isteyenlere, mail adreslerini vermeleri suretiyle online gönderebileceklerini de söylüyorlar. tebrik edilesi çalışmadır; var olsunlar efendim. yolları açık olsun...