bu lübnan' ın havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez fakat kültürel birikimi üst safhada birçok yazar, şair, ressam, felsefe yazarı çıkar buradan.
halil cibran' da bunlardan birisi.
Gülümsedi ve dediki ' Kanatların nerede peki? '
Elini tutup omzuma koydum ve ' Burada ', dedim.
' Kırılmışlar ', dedi.
- sonbahar belki de, belki de bir hüznün özgül ağırlığı.
- sopsoğuk bir kıştım ben, evet, somsoğuk bir kış!
bir sonbahar casusu gibi girdin dudaklarımın arasındaki anlama!
yaz oldum sana bütün soğukluğumla
bütün damarlarımla sarıldım sana ve senden bana kalabilecek bütün tortuya.
beni sevmeye çalış! benden sınıf geç! benden kurtul mezun ol!
mezun ol ama,
beni lütfen anlama!
1: ve içerki odaya koş
yatağın üstünde zıplamaya başla
bağır ki o yok artık
dünyadaki bütün gözyaşlarıyla beraber gitti.
2: ölüm benim neyimdir,
adamın biri olarak
en sevdiğim ön koltuk minübüs yolcusu
bir edirnekapı uzatır mısınız?
matematik bilen biri
o yüzden mi hep üşürdü elleri?
3: dünyaya yenilmenin de vahşi bir tadı var
uygun adam olmanın
ve
bir gece ayakta ölmenin.
4: oğluyla vedalaştırılmamış bir adam mı ölür,
yoksa bir ulan tonton yanak efsanesi mi? aniden.
5: bu solmuş çiçeklerin altında kimse yaşayamaz.
gösterişli yırtılmalar bundan böyle bir beden bol gelsin.
cüzdanında iki yaprak glayöl taşıyan bir çocuğa;
-niye?
-ne niye?
6: peki hanginiz vidalayacak beni bu dünyaya,
bu ölüme, bu matematiğe?
7: taşa saplı bir kılıcı kanırtmak gerekir.
8: ölüm oyunu bıraktı.
-saklambaç oynayan kaleyemumdiksin-
burnu yerine ölümü karıştıran bir çocuk,
kelime oyunu sandı arkadaşları.
9: geri geri zıplayan zaman, bütün bunları ezberle
dur durak bil ve hatırlan,
şiire yol aç:
annem seni istiyordu
sen beni iste-
miyordun
5imde vardın da,
neden 15imde yoktun
o kadar hızlı geçmeseydin
belki duyardın dediğimi
-seni özleyebilir miyim
baba
baba
baba-
10: ben bugün babamdan öldüm.
bunu bana on gün söylemediler.
oğlum doğana kadar tuttum ağlamamı
şimdi ne zaman uzanıp oğlumu öpsem
alnıma sakalları batıyor babamın...
herkesin kahramanı. bir gün gitmesi gereken, giden.
tak! diye bir ses duyduk.
o kadar! başka bir şey duymadık.
tak!...
sert bir cismin sert bir cisme sertçe çarpma sesi.
hepsi o kadar!
bir daha aras olmadı!
aras atladı ve bitti.
bir daha dönmeyeceğimi bir bilse. belki' de hissediyordur, belki' de anlamıştır. geçmişinden sıyrılamayan, geçmişte ki her problemi bugüne taşıyan biriyle gelecek düşünmenin imkansızlığını bir bilse. ah bir bilse.
bilse ki onu ne büyük işkencelerden kurtarıyorum. devam edebilsin, ona gölge değil önder olmak istediğimi bir bilse.
izinin üzerine başka iz sürmediğimi bir bilse, zaten bugün bunun yanlışlığı üzerine bu halde değilmiyiz.
keşke her ot ne boka yaradığını bilse ;
ben biliyorum.
o' da beni bilsin diye, bitsin diye...
oğuz atay' ın leziz eserinden, tehlikeli oyunlar' da geçen kedi' nin çoğul hali.
- kızı üzmüyorsun ya hikmet? diye mırıldandı hüsamettin bey.
- üzüyorum albayım. sonra gidip ne diller döküyorum bilseniz. ' neyin var canım? ' filan diyorum. daha neler söylüyorum. gözlerine filan bakıyorum. siz gerçekten doğru söylüyorsunuz albayım: ben adam olmam. ben, tek başıma yaşamalıyım; başkalarını zehirlememeliyim. dama çıkıp ulumalıyım kurtlar gibi."
- kediler, dedi albay; '' miyavlarlar. '' hikmet gülümsedi; '' sizi de bu mizah duygusu kurtarıyor albayım. '' ellerini iki yana açtı: ne yapalım? şehir kurtları da yer darlığı dolayısıyla dama çıkıyor.
kendime engel olamıyorum: yanımda sıcak bir varlık bulunca bencil oluyorum.
(tpz: yaşayamama sebebimsin, herkesten daha mutluyum.)
yeryüzüne gelip gelebilecek ender şanslardan biridir nilgün marmara. rabbimizin bize armağan ettiği sınırsız zihne sahip melek, şair, araştırmacı.
o' da cesaret edenlerden. 1958-1987 yılları arasına o kadar fazla anı ve acı sığdırmıştır ki yaşasaydı daha ne yazacaktı diye düşünürsün.
göğe atladı o ;
hayatın neresinden dönülse kardır.
eserleri ;
daktiloya çekilmiş şiirler
metinler
sylvia plath' ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi
kırmızı kahverengi defter
hayat, hep yüzünle seviştik,
tersinin hatırı kaldı.
1932-1963 yılları arasında yaşamış, trajik yaşamıyla, depresif hali ile ve cesaret ettiği intiharı ile yapı taşıdır. yazmış olduğu sırça fanus eseriyle hakkında birçok bilgiye erişilir.
tavsiye edilecek kitapları ;
sırça fanus
ariel
sylvia plath' ın günceleri
üç kadın
birçok kişiyi etkisi altında bırakan yazar, nilgün marmara' yı cesaretlendirerek onu bizden alması sebebiyle bir yandan nefretimi kazanmıştır.
yinede iyidir, güzeldir.
2003 yapımı sylvia adında bir filmde yapılmıştır. plath' ın hayatını konu alır. çok iyi anlatılmıştır her olay.
gwyneth paltrow oyunculuk dersi vermiştir.
bir şeyin öldüğünü ve özgür olduğunu düşünürsün, sonra onu içine çöreklenmiş sana gülümserken bulursun.
sylvia
yazıyordu. çünkü içinde susturamadığı bir ses vardı.
kim bilir belki birgün hatırlarsın ikimizi,
sonra dönüp bakarsın, pişmanlıktan ağlarsın
boşver beni
seni çok sevmiştim ben
hepsi yalanmış zaten, mutlu olmaya bak sen.
birde ;
ayakta duramayacak kadar esrik oldukları için birbirlerine omuz vermiştir üçüncü sınıf oteller. okuma yazma bilmeyen kaçamakların yapıldığı küçücük odalarda, küf kokan, rutubetten sırılsıklam yataklarda kim bilir kimler hangi masum, gözyaşartıcı sonuçlar taşıyan, kristalize rüyaları görme cesaretini gösterirler?
sevişebileceğin, hükmedebileceğin birini bul hemen
onu da tesadüfe bağla
yok ki..
aslı yok onun da...
nereye mi gidiyorum? !
tabi ya... güzel soru.
güzel sorulara çirkin cevaplar vermeli
güzel hüzünlere çirkin sevişmeler eklenmemeli...
gideceğim yeri de tesadüfe bağla
o da yok
yolu yok
onun da...
seni sevebilmeyi öğrenmiştim bir nebze
kendini salgılarından koru cocuk!
tanrıya kadar elveda...
büyük marifettir ihanet, sorumluluk ister... katakulli' nin ihtişamı başdöndürücüdür. o' nu aldattıktan sonra şöför mahaline geçer, arabayı çalıştırırsın. artık iş gaza basmaya kalmıştır. gözlerinde masum bir ifade, dudaklarında lakayit ama müstehzi bir telaş, direksiyonu kavrayan parmaklarında acemi bir titreyiş, kendi kendine '' yok birşeyim '' deyiş, dikiz aynasından o' nun oracıkta öyle viran, öyle korumasız, öyle ayakta yıkılıverdiğini görmen, '' geri dönsem mi? dönemem ki... dönsem de asla eskisi gibi olamayız '' diye düşünüşün ve ilk virajı alınca bütün bu yaşanılanları bir çırpıda unutuverişin...
büyük marifettir ihanet; sorumluluk ister... gün gelir, tüm bedeller ödenir...
hatırlatır. yaftalanırsın, gururun kırılır. keşke yazıldığı gibi olsaydı.
requiem for a dream - theme song
donnie darko - mad world
the boondock saints - the blood of cuchulainn
kill bill vol 1 - the lonely shepherd
pulp fiction - dancing scene, son of a preacher man
grease - we go together
the pianist - main theme
windstruck
evita - high, flying adored
sevgili bilge,
bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım.
bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi bilge, aklını başına topla.
ben iyi değilim bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi.
hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi geri dönmek istiyorum, ya da
dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. kendime, söyleyecek söz bırakmadım. kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. aslına bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. şimdi her satırı, bu satırı da neden yazdım? diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum.
düşün oğlum hikmet. düşün ki bunlar başına gelmesin ha-ha. iyi şeyleri düşünmekten kaçın sadece. onlar başına gelsin. mesele bu kadar basit işte. daha önce bunu neden akıl edemedim?
peki, insan düşüncesini durduramazsa ne olacak? hiç durmadan kötü olayları düşün; iyi olayları düşünecek vaktin kalmasın. bunu da kimseye söyleme, büyüsü bozulur sonra. başıma kötü işler gelecek, başıma kötü şeyler gelecek.
bilge'yi bir daha göremeyeceğim, hiç göremeyeceğim. bilge beni ne yapsın?
sevmiyor işte, sevmiyor sevmiyor. mektup yarıda kaldı yahu, devam edelim.
kendimi iyi hissetmiyorum bilge. beni bir daha görmek isteyeceğini sanmıyorum. kendimi suçlu hissediyorum. doğduğum günden başlayan bir suç dizisi içindeyim. seni görmek istemiyorum, seni görmek istemiyorum. aynı olayları bir daha yaşayacak gücüm kalmadı.
beni unut -belki de unuttun- beni unut.
başıma gelecekleri düşünme. ne yaptığımı, nasıl yaşadığımı merak etme. sana anlatması zor. sevmesini bilmeyenler, kaderlerine razı olmalıdırlar. oluyorum.
eyvallah. iyi değilim, fakat üzüntülü de değilim bak gülüyorum:
ha ha!
ben bu yazıyı oğuzcum atay' dan sana çaldım' da yazdım.
oğuz atay - tutunamayanlar ( ' noktalamasız ' bilinç akışı tekniği. )
seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım bütün okuduklarımı düşündüklerimi hissettiklerimi anlatmalıyım onların senin gözlerindeki yansımalarını bilmeliyim hayır hepsini yeni baştan okumalıyım düşünmeliyim senden önce ve senden sonra bütün bunlar ne ifade etmiş ne ifade ediyor bilmeliyim senin masallarını yaşamak istiyorum başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum seni tanımadan önce hiç koku almazdım yaşamakta geç kaldım benim gibi okusaydınız kirli sokakları yosunlu duvarları çarpık taşlı binaları severdiniz tanışmadan severdiniz insanları onları birbirine benzemedikleri halde bir yanlarıyla derinde bir yerde aynı olduklarını görürdünüz beni dinlemeyeceksiniz biliyorum beni unutacaksınız beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma ben başka türlü olmak istiyordum size çok ilginç geldiğim bu durumumu değiştirmek bambaşka insan olmak istiyordum fakat kendimi başka türlü yapmak elimden gelmedi beceremedim hiç bir şey söylemeden susarsam sanki neyi anlatamadığım anlaşılacak başkasında günahları affetmek kolay ilk anda ne kadar acı gelirse gelsin başkalarının yaşattığı ıstırapları unutuyoruz seni de üzeceğim hayaletler beni daima rahatsız edecek seni istediğim gibi dinleyemeyeceğim daima aklım bir çalıya takılacak huzursuzluğum beni gölge gibi takip edecek bu yükü taşıyamazsın boşuna çırpınma senin gibi bir insanla yaşamayı ilk düşündüğüm zaman görseydim seni belki başka türlü olurdu oysa o zamandan beri o kadar karanlıklar yıkıldı ki istesemde atamıyorum yaşamak artık beni yoruyor yaşamak aynı zamanda yaşamış olduklarını hatırlamak demektir hatırladıkça bunalıyorum beni arayıp bulmalıydın bu kadar geç kalmamalıydın gözlerinde göremiyorum kendimi artık kendimi seyretmekten de hoşlanmıyorum aynalarda vitrinlerde su birikintilerinde görmek istemiyorum daha fazla incinmemek için duygusuzluk ve alay kabuğunun içinde korunmaya çalıştı öyle acılaşıyordu ki ona artık kimse dayanamasın kimse yüzünü görmek istemesin diye bilerek eziyet ediyordu acıklı sözler benim üzerimdeki etkisini kaybetti fakat seni etkileyecektir bunu düşünmeliyim her şeyi iyi hesap etmek zorunda olduğum için özür dilerim fakat düzeltmek imkanım kalmayacağı için buna mecburum yıllardır hayalimde bu mektubu yazacağım insanın beni kurtarmasını yaşadım ne yazık ki insan ölmek üzere olduğu anda bile hayal gücünün eksikliğinden olacak yeteri kadar kötülük edemiyor
- '' biz daha bahtiyardık meleklerden
onlar kıskanırdı bizi
evet! bu yüzden '' şahidimdir herkes ve deniz ülkesi ''
bir gece rüzgarından bulutun
üşüdü gitti annabel lee
sevdadan yana kim olursa olsun
yaşca başca ileri
geçemezlerdi bizi
ne yedi kat göklerdeki melekler
ne deniz dibi cinleri
hiç biri ayıramaz beni senden
güzelim annabel lee
ay gelir ışır, hayalin erişir
güzelim annabel lee
orda gecelerim, uzanır beklerim!
sevgilim sevgilim, hayatım, gelinim
o azgın sahildeki
yattığın yerde seni...
anathema - judgement
metallıca - ride the lightning
johnny cash - at folsom prison
death - symbolic
empyrium - a retrospective
haggard - and thou shalt trust... the seer
katatonia - viva emptiness
dolorian - when all the laughter has gone
thergothon - stream from the heavens
skepticism - stormcrowfleet
1990 yılında kurulmuş ingiliz doom metal, progressive rock grubu.
yaşam çizgisidir.
grup elemanları ;
vincent cavanagh
daniel cavanagh
les smith
jamie cavanagh
john douglas
lee douglas
ülkemize en çok gelen gruplardan bir tanesi olma özelliğini taşır.
birçok albüm yapmışlardır fakat 1999 yılında çıkarmış oldukları judgement albümü muhteşemdir.
başta make it right olmak üzere, angelica, a dying wish, deep, forgotten hopes, judgement, one last goodbye, parisienne moonlight, regret, lost control dinlenmesi gereken şarkılarıdır.
vincent cavanagh gibi dünyanın en mükemmel seslerinden birine sahip solistine sahiptir. en berbat şarkıyı bile güzel kılar sesi.
uğur getirmediği k.iskender tarafından kanıtlanmış at, eşek gibi hayvanların ayaklarına çakılan demir parçası.
şöyledir ki ;
ayağı kırıldığı için öldürülmesi gereken atlar, ben yalnızca bir ayakmışım yalnızca! diye söylenmişler midir kendi kendilerine?
ve nal, hani uğur getirirdi?!
ayağı kırılan kaç sevgiline silah çektin?
amerikalı yazar, şair. kadınları anlayan ender kişilerden biri olması sebebiyle hayranlığımı kazanmıştır. eserlerinde değişik isimlerle karşımıza çıkar. ama bilirsin bukowski kokar her kelime.
pis moruk lakabı ile tanınır. içki, sigara, umursamazlık sevgisiyle özendirir.
itiraf;
bir kedinin yatağa sıçramasını
bekler gibi
beklerken
ölümü
karım için çok
üzülüyorum
sertleşmiş
solgun
bedenimi
görecek
bir kez, belki de
iki kez sarsacak:
'hank! '
cevap vermeyecek
hank.
ölüm değil beni
endişelendiren, bu hiçlik
yığını ile kalacak olan
karım.
ama birlikte uyuduğumuz
bütün o gecelerin
hatta yararsız tartışmaların
bile
harikulade şeyler
olduğunu bilmesini istiyorum
ve bu güne kadar
söyleyemediğim
o zor sözcükler
artık söylenebilir:
dünya şehridir. dünyanın en iyi ekonomisine sahip ilk 50 şehri arasındadır. tarihiyle, saraylarıyla, kültürüyle, boğazıyla, yedi tepesiyle, dolmabahçesi, emirganı, taksimi, eyüpü ile herşeyidir insanın.
umut varsa, vazgeçilmezdir.
evin içinde bir oda, odada istanbul
odanın içinde bir ayna, aynada istanbul
adam sigarasını yaktı, bir istanbul dumanı
kadın çantasını açtı, çantada istanbul
çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
çekmeğe başladı, oltada istanbul
bu ne biçim su, bu nasıl şehir
şişede istanbul, masada istanbul
yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
bir yanda o, bir yanda ben, ortada istanbul
insan bir kere sevmeye görsün, anladım
nereye gidersen git, orada istanbul...
1884-1958 yılları arasında yaşamış türk şair, yazar. edebiyat tarihçileri onu dört aruzcular kavram ayrımı içerisine koymuştur. cumhuriyet dönemi' nin en büyük temsilcisi olarak bilinir.
aşk hikayesi;
âh o akşam o trenden gülüşün!
o gülüş kalbime aksettiği an
duymadım ilk ateşin düştüğünü;
şavka benzer bir ışık zannettim.
macera başlamak üzereymiş o gün.
sürecekmiş bu ateş yıllarca.
bir taraftan yakacık, mor dağlar...
bir taraftan da deniz, şûh adalar...
o gün ömrümde, kader,
geçecek aşkı resimleştirmiş
bu güzel çerçevede.
yine dün geçtim o yoldan;
aynı raylarda trenler geçiyor...
karşı dağlar, hep o dağlar...
kıyı hep aynı kıyı
ve deniz aynı deniz;
o gülüşten bir eser yok yalnız;
o güzel çerçeve bomboş!
belki kalbim daha boş!
ayrıca ; '' türkçe ağzımda annemin sütüdür. '' demiştir. bizlere dilimiz ile varolabileceğimizi her daim hatırlatmıştır.