Bana yaşlandığımı hissettiren uygulama. Lise 1deyken ilk mp3umu aldigim gunu hatirliyorum. Bir bayramın 2.günü cebimde bayram harçliklarimla teknosanın yolunu tutmuştum. Gidip kendime philipsin o gri renkli kücük mp3lerinden almistim. Bilen bilir onlari, sadece işlevseldir. Gereginden fazlası yoktur müzik atarsın ve dinlersin. Kolay kolay da bozulmazdı bu cihazlar.Keza beni liseden mezun etmisti. Bozulunca aynı cihazin 5 yıl sonraki analogunu almıştım. O da kücük Philips Go Gearlardandı. Şuanda da zaten o mp3ten muzik dinlemekteyim. Bu arkadaş benimle tıp fakultesini beraber bitirdi, sevincime hüznüme her bi bokuma şahit oldu. Ama şu sıralar spotify uygulamasina karşı ayakta kalabilmek icin direnmekte. Öyle arada sırada muzik dinleyen biri de degilim. Her gün her an kulagimda kulaklık vardır. Mp3 playerıma yaklasik 10 yildir her ay duzenli olarak muzik atarim yenilerim. Ama son zamanlarda insanların hep telefondan muzik dinlediklerini ve mp3ümü gorunce garipsediklerini seziyorum. Bizim Go Gearlar daha ne kadar dayanirlar bilemem. Gittiği yere kadar artık. Spotifydaki parça kategorizasyonunun, calma listesi olusturmanin ve ekstra onlarca şey yapabilmenin getirdigi caziplik karşısında ne kadar gidebilirse. Eski kafayla yenilere bok atma amacında degilim ama bu degisime tanıklık etmek beni huzunlendirdi dostlar ozet olarak.Diyeceksiniz ki ne var bunda dalyarak eskiden de walkmanlar vardı. Siz de haklısınız hacı napayım bu konuda biraz fragilim.Neyse artık yatsam iyi olacak. Sevgili Go Gearımla Birsenden bir iki parça daha dinleyip yatayım madem.
Daha dün gibi hatırlıyorum, askeri lise sınavlarını kazanıp bedeni-fiziki yeterlilik ve yapılacak mülakatlar için istanbulun yolunu tutmuştum. elemeye girdiğim elemanlarla gün boyu o heybetli lisenin koridorlarında altımızda yalnızca bir beyaz donla dolaştığımız için aramızda ister istemez bir ahbaplık olmuştu. çoğu saf anadolu çocuklarıydı. 22 kişilik gruplara ayrılıp elemelere öyle girdik. aralarında cemaatçi olarak niteleyebileceğim en az 5 6 kişi saymıştım.geldiğim il cemaatin merkezi illerinden biri olduğu için kimin ne bok olduğunu rahatlıkla sezebiliyordum. ama inanın ne oldu kazandılar mı torpilliler miydi bilmiyorum. hatırladığım tek şey gözümdeki minimal katarakt yüzünden göz muayenesinde ismimin üzerinin çizilmesi olmuştu. okulun boğaz kıyısına bakan bahçesinde oturup uzun süre ağlamıştım. daha sonra içimde buruk bir hüzünle evimin yolunu tutmuştum. şimdi de garip duygular içerisindeyim. belki de o gün ağlamasam bu gün ağlayacaktım.
istanbulda yaşamak isteyeceğim bir kaç semtten bir tanesidir. tüm beyoğlu gibi bu güzide semtimiz de tarih kokar. uğruna şiirler kitaplar yazılasıdır. yine tüm beyoğlu gibi.
ilginç bir anket oluşturmuş yazardır. etnik azınlıkların onur düzeyleri hakkında yaptığı güncel bir araştırma yapmaktadır kendisi. türk dünyası nobeli hak ediyor dedirten yazardır.
onur kavramı kişilere mi milletlere mi özgüdür, yoksa milletlerin onur seviyesini ölçen bir makina var da ben mi bilmiyorum diyip geçeceğim, anket şıklarında kendi milletimi bulamadığım ve şıklarda bile yokuz o kadar onursuz muyuz lan diye sormadan edemediğim ilginç anket. (bkz: onurmatik)
uzun süredir giriş yapmıyordum. sözlük görmeyeli baya değişmiş. takip etmeler favlamalar profil görünümleri falanlar filanlar. (bkz: buralar eskiden dutluktu)
insanların akıllı telefona geçmemelerindeki sebep genel olarak maddidir. şöyle ki akıllı telefonların piyasaya girmesi ile telefon fiyatları da bir hayli arttı. örneğin 6-7 sene öncesine kadar telefonlar ortalama 400 tl civarındaydı. en pahalıları 800 1000 tl arası değişiyordu diyebiliriz. şimdi ise işler farklı. 600 liraya aldığınız akıllı telefondan pek bir şey bekleyemezsiniz hatta zırt pırt arıza çıkartıp sizi uğraştıracaktır o telefon. sağlam bir telefon istiyorsanız yaklaşık bin lirayı gözden çıkarmalısınız. ki buna da herkesin gücü yetmiyor, yetemiyor. diyeceğim şu ki yıllar içerisinde telefon fiyatlarında meydana gelen artış, enflasyondan çok daha fazla olduğu için telefon alım gücü azaldı diyebiliriz. derseniz ki " herkesin elinde var nasıl azaldı bu alım gücü? " ben de size türkiye'deki sayıları 2 buçuk milyondan fazla olan kredi kartı borçlularından söz ederim. yani alım gücü artmış gibi gözükse de durum aslında öyle değil.
gel gelelim ne oluyor bu vatandaşa. bu borçlanmaya yanaşmayan kesim o güzel telefonlardan mahrum kalır. yer bildirimi yapması çok zordur. fotoğraf yüklemecedir, snap atmacadır hak getire zaten. arkadaşlarına attığı smslere cevap alamaz. çünkü arkadaşları sms paketi yapmak yerine whatsapp kullanmaktadır artık. buluşmalar programlar whatsapptan ayarlanmaya başlayınca her şeyden bihaber kalır, en son haberi olan kişi durumuna düşer. gördüğünüz gibi teknolojiye yetişemediği için somut bir şekilde de bu 'yeni' sosyal ortamdan geri kalmıştır.
her şeye rağmen o piksel piksel fotoğraflara bakmanın, bulanık videoları izlemenin, 0.facebook kullanıyor olmanın tadı bir ayrıdır diyebiliriz.
'Bir kadın, bir arkadaşıyla çok az tanıdığı bir adam hakkında dedikodu yapıyormuş. Kadın o gece bir rüya görmüş. Üstünde büyük bir el belirmiş ve onu işaret etmiş. Bir anda kadın büyük bir suçluluk duygusu içine gömülmüş. Ertesi gün kiliseye koşup, Peder O'Rourk' e herşeyi anlatıp ' Dedikodu yapmak günah mıdır? Beni işaret eden tanrı'nın eli miydi? Bağışlanmayı dilemem gerekir mi ?' diye sormuş. 'Evet' yanıtını almış. 'Komşun aleyhinde sahte tanıklık ettin, bundan utanmalısın.' Kadın üzgün olduğunu söylemiş ve bağışlanmayı dilemiş. 'O kadar çabuk değil. Şimdi eve git. Çatıya bir yastık çıkar, onu bıçakla yar ve bana geri dön. Kadın söyleneni yapıp, Pedere dönmüş. 'Yastığı parçaladın mı?' diye sormuş Peder. ' Evet parçaladım. ' demiş kadın. 'Pekisonuç noldu?' 'Yastığın içindeki tüyler heryere dağıldı.' Peder: 'Şimdi gidip rüzgarla dağılan tüylerin hepsini toplamanı istiyorum.' 'Ama' demiş kadın 'bunu yapamam. Nereye gittiklerini bilmiyorum. Rüzgar onları her yöne savurdu. 'işte' demiş peder ' bu dedikodudur.'
Etrafımızda yastıklardan savrulan tüyler uçuşuyor Rahibe. Tüyler her yöne savruluyor.
fast food sektöründe kullanılan yağlar sanayi tipi yağlardır. normal yağlar 200 derecenin üzerine çıktığında yanarken, bu tip yağlar 380 400 dereceleri görebilir. bir patates kızartmasının 3 dakikada önünüze konmasını sağlar bu yağlar. yanması sadece fritözde değil vücut içerisinde de zordur. bu yağların vücuttan atılmaları normal tereyağı, ayçiçek yağı ve margarinlere göre çok daha zordur. zincir fast food restaurantlarda sık kullanılır.
tüm şehitlerimizin ahı üzerine olsun diyebileceğim yazarın saçma söylemidir. ne yazık yıllarca dağlarda hainlerle milletimiz uğruna savaşan askerlerimize ne yazık. uğruna savaştığınız, kan döktüğünüz, canınızı verip çocuklarınızı yetim bıraktığınız o milletiniz var ya şu an sizin bokunuza bile layık olamıyor.
lisenin arasından daldığınızda ileride binaların birinde karşınıza çıkacak olan mekan. beyoğlunun efsane mekanlarından biri. fiyatları civar kafelerin biraz üzerindedir. alkollüdür. limonatası tavsiye edilir
cihangir semtinde bir kafedir. cihangir palas apartmanının 5. katındadır. yazın teras katı da hizmete girer. mükemmel bir istanbul manzarası vardır bu mekanın. dekorasyonu da bir hayli sıradışıdır diyebilirim. mekanın sahibi tiyatrocu bir bayandır. manzarası mükemmel dedim fiyatları da tahmin edebileceğiniz gibi hafiften astronomiktir. hafta sonu bir kahvaltı tabağına kişi başı 35 40 lira bırakmanız mümkündür. verdikleri tabağın da sizi tatmin edeceğini hiç sanmıyorum; yedim biliyorum. daha çok manzara eşliğinde çay, kahve, bira, şarap vs. içmek, sevgilinizi götürmek için hoş bir kafedir. sonuç olarak istanbul'a özellikle beyoğlu tarafına ilk defa gidenlere önerebileceğim bir mekandır.
türkiyede baklavadan ciddi anlamda anlayan bir juri tarafından baklava yarışması yapılsa nejat güllü ve faruk güllünün dükkanları ilk 5'e hayatta giremez. hatta karaköy nadir güllü bile bence en iyilerden biri değil. bu saydıklarım tabi ki de ortalamanın üzerinde baklava yapıyorlar ve karaköydeki gerçekten çok iyi diyebilirim. ama türkiyede şubeleşmeyen öyle baklavacılar var ki cidden güllüoğlu şubelerinin fasa fiso olduğunu hissettiriyor. türkiyenin bir çok yerinde baklava yedim öncelikle şunu söyleyebilirim gaziantep aynen dedikleri gibi baklavada lider. bu şehirde gerçek baklava müptelaları güllüoğlunun bir cacık olmadığını bilirler. hatta güllüoğlu diğer dükkanlara göre sinek avlar. o yüzden yolunuz antepe düşerse gidip güllüoğluna falan dalmayın rica ediyorum. bir diğer konu da belki şaşıracaksınız ama marmara bölgesindeki en iyi baklavacılardan biri de sakaryadadır. yolunuz serdivan'a düşerse gidin gazibey'de bir iki baklava yiyin derim ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.
futbol kültürü yaygınlaşmak için daha elverişli bir spor dalı olduğundan popülaritesi de basketbolu ezip geçer dünya genelinde. şöyle açıklayabiliriz; 2 taşı bir yere, diğer iki taşı da onun 10-15 metre uzağına koyarsınız ve bir teneke kutuyu ezersiniz ve ortaya bir futbol sahası çıkar. bunu yapmanız 1 buçuk dakika sürer. bu sebeple dünyanın bir çok yerinde futbol sokak aralarından doğar ve gelişir. amerika ülkeleri dışında hiç bir ülkede sokak arasında veya varoşta futbol yerine basketbol oynanmaz. çünkü bir pota ve mutlak bir top gerekir. yani bu popülarite farkının altında esas olarak bahsettiğimiz oyunların gereçleri ve pratik oynanımları yatar. tabi ki bunun yanında da diğer bir çok faktör var bu farkı ortaya çıkartan. kısacası amerika hariç tüm dünyada tüm spor branşları futbol hegemonyası altında ezilmektedir. futbolun amerikanlar tarafından ele geçirilmeyen nadir şeylerden olması da benim için ayrıca çekici bir özelliği.
gereksizdir. bir çok sebep öne sürebilirim. ama tek bir tanesini yeterli buluyorum. pahalıdır bir kere. hocamız kitaplarında ve tv programlarında hep karbonhidratı suçlamış. ama bahsettiği hastalıklar hep overdose alımların sonucu. ona bakarsanız yağ ve kolesterol fazla alımı da belli bir hastalık potasiyeline sahip. protein de aynı şekilde. her şeyin fazlası zarar derler ya aynı o hesap. hoca karbonhidrata giydirmiş ama bence 3 besin grubunun da mikst bir şekilde alınıp kalori hesabı yapılması tüm diyetlerde en doğru yol. öyle paso et yumurta süt balık gibi besinlerle değil. zaten paranız yetmez ki über zengin değilseniz. bir de asgari ücretli çalışanları düşünün. onlara diyet haram mı yani. yok arkadaş bir miktar ekmek de yenilebilir pasta da börek de pizza da makarna da. ama hiç birini fazla kaçırmadan, abartmadan. kilo vermenin yolu çok bariz. kalorinizi hesaplayın. yaktığınız ve aldığınız arasındaki dengeyi siz kurun. daha sonraları besinlerin yaklaşık kalorilerini ezberlemiş olacaksınız ve farkında olmadan her şeyden gerektiği kadar yiyeceksiniz. bunu sürekli yaptığınız takdirde ön beyin fonksiyonu olmaktan çıkıp spinal yani omurilik kontrolüne girecek bu davranışlar. alışkanlıkların temelinde de bu var. özet olarak diyeceğim şu ki herkesin yapabileceği ve size asla ihanet etmeyecek şey kalori hesaplamaktır. çünkü doğrudan vücudunuza giren çıkan enerjiyi hesapladığınız bir yöntemdir. kalori kotanızı da sadece proteine ya da sadece yağa karbonhidrata yıkmak yerine hepsini yaklaşık miktarlarda alarak kalori kotanızı doldurun. öyle yok doğada gezen tavukmuş falan bu tarz mastürbatik hareketlere hiç gerek yok. not : kardiyoloji profesörü değilim. diyetisyen de değilim.
ramazan ayında coca cola satışlarının patlama yaptığı ülkemin içinde barındırdığı bir zihniyettir. tercih meselesidir alana da almayana da karışılmaz. insanların birbirine saygı duyması gereken bir dönemdir. bir dönemdir diyorum, çünkü gelir ve geçer. çatışmalar durulunca en koyu israil düşmanı bile indirimden aldığı coca colasını, sana yağını kaptığı gibi götürür evine. israil gazzeye 2 3 senede bir girer ve bu döngü her seferinde tekrarlanır.
teorik olarak harcanan kalorinin alınan kaloriden az olmasıyla alakalıdır. pratikte de kilo vermek, kalori yani enerji hesabıyla noktası virgülüne kadar olmasa da yine de harcanan kaloriyle doğru orantılıdır. noktası virgülüne kadar aynı olmamasının sebebi enerji hesabı yaparken kimyasal enerjinin yanında bir miktar ısı enerjisinin de hesaba katılacak olmasındandır. eğer kalori hesabı yaparak kilo veriliyorsa burada en can alıcı nokta aldığımız besinlerin kalorisini doğru bilmektir.
kalori hesabı konusunu biraz açacak olursak, bu yöntem bana göre diyetimizi kontrol edebilmemizi sağlayacak en doğru yoldur. denedim biliyorum. kalori hesabına başlamadan önce yapılabilecek en doğru şey bir diyetisyene veya başka bir özel kliniğe gidip bazal metabolizma hızınızı ölçtürmektir. yaklaşık bir değer bana yeter diyorsanız internetten bir çok siteden bazal metabolizma hızınızı hesaplayabilirsiniz. daha sonra yapılacak şeyler ise rutin ve sabır gerektiren şeylerdir.
1- kendinize bir kalori eşiği belirleyin. ne olursa olsun o eşiği aşmayın. bu eşik gerçekçi ve sağlığınızı tehdit etmeyecek düzeyde olsun. diyetisyeninize danışmanızı tavsiye ederim yine.
2- eşiği aştınız diyelim, ertesi gün mutlaka kendinizi motive edin ve kaldığınız yerden devam edin. daha az kalori alıp önceki günü dengeleme saçmalığını yapmayın.
3- bu maddenin bilimsel bir kanıtı olmamakla birlikte kişisel olarak inandığım bir uygulamadır. yaklaşık 40 günde bir dilediğiniz kadar dilediğiniz şeyden yiyin. ne kadar yiyebilirsiniz ki 4000kcal, 5000kcal? mideniz küçülmüş olacak sonuçta ve eskisi kadar yiyemediğinizi fark edeceksiniz. o gün aldığınız fazla kalori sizin düşen bazal metabolizmanızı bir süreliğine hızlandıracak. bu günü takip eden bir kaç gün içerisinde güzelce egzersiz yapmanız size fazladan yağ yaktıracaktır. dediğim gibi o gün fazla kalori aldınız diye ertesi gün normal diyetinizden düşük kalori almaya çalışmayın.
kilo vermek kolay. bence bu işin asıl zor kısmı kiloları geri almamak. bir süre diyetinizi düşük kaloriyle idare ettiniz ve hedeflediğiniz kilonuza ulaştınız. daha sonra normal beslenmeye başladığınızda kilo almanız gerçekten çok kolay. diyet sonrası döneme çok dikkat etmelisiniz. verdiğiniz kilonun %20'sinden fazlasını almaya başladığınız an beslenmenizi tekrar düzene sokmanızı öneririm. yani işin özeti benim gibi yemek yemeye düşkün bir insansanız, hele ki ailenizde diyabet, hiperkolesterolemi öyküsü varsa beslenmenizi ömür boyu kontrol etmek zorundasınız. yazının başında dediğim gibi kilo kontrolünde de en yararlı yöntem aldığınız kaloriyi hesaplamaktan geçer.
şarkı sözleri basittir. hiç öyle derin anlamlar arayıp triplere girmeyin. adamlar kendileri de bunu dile getirdiler zaten. gel gelelim müzik hakikaten güzel, dinlemeye değer. kullandıkları gitar tonları olsun soloları olsun gayet güzel. zaten beni çeken de müziği. çayı kim demlemiş çok da bir tarafımda değil yani. (bkz: ateş edecek misin)
sanıldığının aksine bir hastalık değildir. anüste dışkılama kontrolüne yardımcı olan vasküler yastıkçıklardır. bu yastıkçıkların anüste adeta bir tampon görevi vardır. toplumda sıkça yanlış kullanılan, hemoroid olarak adlandırılan klinik tablo ise bu vasküler yastıkçıkların iltihaplanması ve şişmesiyle meydana gelir. tıpta doğru adlandırma hemoroidal hastalıktır. halk dilinde basurdur.
dünyayı gezerim desem gezemem; arkadaş yoksa, gezip gördüklerimin yanında anısı olmayacaksa hiç bir anlamı yok. dünyayı yerim desem yiyemem; tek başıma yemek yemeyi sevmem.dünyayı alırım desem alamam; bir giydiğim ayakkabıyı bir daha giymeyeceksem, en sevdiğim tişört diye bir şey olmayacaksa ne anlamı var. romantik falan değilim, herkes gibi paraya benim de ihtiyacım var, param olsun ben de isterim ama sınırsız parayla ne yapabilirim, yaptıklarımın hangisinden tat alabilirim arkadaş. parasızlıktan bir şeyleri yapamamak ve uğraşılıp elde edilen parayla bir şeyler yapmanın verdiği haz arasındaki dengeyi sınırsız paraya tercih ederim. parayla bir şeyden zevk almak istiyorsam önce onu param olmadığı için yapamamış olmam gerekir. bana karşı koyan bir güç olması gerekir ve o lanet güçle boğuşmam, onu alt etmem gerekir öyle değil mi dostlar.
yaklaşık ortaokuldan beri pink floyd dinliyorum ama uzun süredir beni bu kadar heyecanlandıran bir gelişme olmamıştı. zira roger waters'ın geçtiğimiz yıl yaptığı istanbul konserinin gönlümde yeri ayrıdır fakat yeni bir albüm hem şaşırtıcı hem de bir o kadar heyecan verici. bir sürpriz yaşanmazsa roger waters pink floyd'un bu 15. stüdyo albümünde yer almayacak. tahminimce bu albüm division bell ve on an island gibi buram buram david gilmour ve fender stratocaster kokan bir albüm olacak.
sözlük kültürünü çok yanlış anlamış bir abimiz veya bir kardeşimizdir. şöyle ki deminden beri google translate ve saire internet siteleri üzerinden rahatlıkla bulabileceğimiz almanca direkt kelime çevirileri için ayrı ayrı bir çok başlık açıp sol framede bir süredir hüküm sürmektedir kendileri.