kendinizi etraftakilere bir şekilde rezil ettiğinizde yanınızda oturan arkadaşınızın hafif ileri kayarak kafayı diğer yöne çevirmesiyle aldığı pozisyondur.
tanışalı sadece iki hafta olduğu halde, şu anda 3. sevgilisini bana anlatan, benden akıl danışan yaşı 17 olan küçük bir kız.
tanım olarak sadece bunu yazabildim. kendimden 4 5 yaş küçük kızların içindeyim bu aralar. hepsi beni ablası gibi kabullendi ve doğal olarak benden akıl danışıyorlar.
ama içlerinden bir tanesine verecek yanıt bulamadım.
dejenere olmak dedikleri bu mu bilmiyorum ama, yakın arkadaşları onu şıpsevdi olarak adlandırıyor. hep böyleymiş, bir senede 30 kişiyle çıkar ayrılırmış.
'kuğu abla' dedi. 'bi çocuk beni çok beğenmiş arkadaşlarından adımı öğrenmiş yanıma geldi konuştuk, çok yakışıklı ya, teklif etti kabul ettim ben de'
'ablacım' dedim 'neden öyle yaptın, pat diye, bari hiç olmazsa 3 4 gün konuşsaydınız'
'of ya anlaşamazsak zaten ayrılırım ama çok yakışıklı ya bırak'
ilgi açlığı yok, arkadaşı çok, ailesi mükemmel, maddi sıkıntısı yok
'neden?' dedim sadece. bir erkekle muhabbet etmek için evlenmemiz gerekmiyor artık.
çayımdan bir yudum aldım döndüm diğer tarafa. siz kızlar ne yapıyorsunuz?
hamile kaldığını öğrendikten sonra kendi çektiği sıkıntıların aynısını eşine çektirme gereği duyan, ama bunu sırf kocası ağrı çekmiyor, vücudu bozulmuyor diye yapan eş idir.
hayatımdaki en güzel tostu yemiş olduğum büfedir. şişli camii'nin yanında pasajın içinde küçücük bir büfe. ama elime bir menü verdiler şaştım kaldım. ne ararsan var. tostları meşhurmuş ben de aldım. ekmeği özel, yapılışı özel, öyle bir tost geldi ki; üç gündür evde tost makinesine trip atarak geziyorum. yediğim tost değilmiş arkadaş. ayıptır. paket servis yaptırın yada gidin yiyin. tostun ütopyası resmen. *
sevişen ve yaşı küçük olan çiftlerde her ayın kabus gibi geçmesine sebep olacak sanrılardır.
20 yaşında sevişen bir çift için korunma yolları elbet vardır. fakat ne ile korunulursa korunulsun, her ay kızın regl dönemi yaklaştıkça baş gösteren ' ya hamileyse' kuşkusu çoğu gencin uykularının kaçmasına sebep olmaktadır.
maddi olarak aileye bağımlı olan kişiler genelde kürtaj masrafları için düşecekleri durumu ve sevdiğin kişiden 9 ay sonra doğacak olası çocuğu düşünürler. en çok da bu yaralar. 5 sene sonraya planlanan ismi bile düşünülmüş bebeğin babasının gözü önünde öldürülmesi ikisi için de onarılamaz psikolojik çöküntü yaratır ve genelde bu ızdırabı karşının üzerine yükleyen gençler bu yükü taşıyamaz ve ayrılır.
elbet sevişilecektir. kimseye 25ine gelmeden sevişemezsin diye yasak konamaz. fakat ağır bedeller ödememek için yeterince korunmak zorunludur. sevdiğiniz kadını kürtaj sandalyesinde bırakmak, içinin kazındığını bile bile beklemek o yaşta biri için kaldırılacak bir ızdırap değildir.
bayan için daha kötü, hemen annelik hormonları ön plana çıkar. her görülen bebek onun için ağlama sebebi olur. her kadın anne olmak ister. her kadın sevdiği adamdan çocuk doğurmak ister. kendisinin artık çocuk doğurmaya layık olmadığını düşünür.
işin özü;
korunmak istenmeyen gebeliklerden değil, büyük travmalardan korur.
devletin okulundan, devletin korumasından bir gece ortadan kaybolup, okulun 100 metre ilerisinde bir çukura atılmış çocuk.
6-7 gündür bir haber bekledim aslında. sinir harbi içindeydim. okula çocuğumu nasıl göndereceğim diye çok düşündüm. okula verdiğiniz, öğretmenlere emanet ettiğiniz çocuğunuz birden ortadan kayboluyor.
delirmemek elde değil.
allah bunu kim yaptıysa ya da boşver. bela okumayacağım. bana verin bak ben neler yapıyorum.
cümlem bozuk kabul.hakkı ödenmeyen der gibi oldu. neyse. tanım yapıyorum.
bir yere gittiğinde hiç bir zaman ya 'allaah aşkına bırak ben öderim, öyle şey olur mu alaa alaaa' denmemiş,
'ya güzelim sende 2 tl var mı, bozurmayayım şimdi 20 liği'
denmiş kadındır.
aa benim lan bu
bir allahın kulu da, 'gel kuğu bunu ben ödeyeyim, öğrencisin öptüm yaladım bay' dememiştir. hep arsızca isteklerim 'sende para vardır eheh bizi de satın alırsın sen hehe' şeklinde sonlanmış, 2 porsiyon iskender çok görülmüş, bi big mac boğazına dizilmiş, pinguiler haram olmuştur.
ne pis boğazmışım ben be.
evet benim hiç hesabım ödenmedi. herkescikler rugan cüzdanıma, gümüş yüzüğüme baktı, ödemedi.onları alacağım diye benim cepte para kalmadı. aç kaldım. günü geldi bir eti tutkuya muhtaç kaldım
bu erkekler vallahi öküz.(parasız olanları tenzih ederim korurum kollarım, bi dürüm ısmarlarım o ayrı)
'ya sen çayın parasını öde; ben de dolmuşu öderim'
bünyenin tiksinmesine rağmen bilimum akrabanın evinde yemekteyken önüne konmasıyla birlikte tak eden düşünce. mukus fetişti değilim yahu yemiyorum. akan sümükleri sizde kalsın.
sabah sabah sözlükçü bünyelerinin kahvaltıdan sonra sadece çay içme ihtiyacı olmasından kaynaklanır. herkes yeni uyanmış bebek kadar masumdur sabahları. öğleden sonra sol frame yapan kız, kız tipi, eski sevgili nidalarıyla çoşar, akşam ise göt, meme isyanına geçer.
evet entrylerimizin libidosu düşük. hatta bilgi içerikli. cık cık.
kızın ettiği küfürler, erkeğin yandığı dertlerdir. bir aşkın bitiş düdüğü sanılan aksine bitti
denildiğinde çalmaz.
ne zaman olur da kızın yakınmaları, erkeğin efkarlanmaları biter ve son of çekilir.
o bir aşkın bitiş düdüğüdür.
seyirciler dağılır.
yani ortak arkadaşlar, bu aşkın içinde bulunmuş kim varsa. o konudan çıkarlar. sadece tanıktırlar.
son 'of' ları da onlar duyar. aşk iki kişiliktir. fakat çekim kuvveti fazladır. yörüngesine toplar insanları. maç gibidir. hepsinin aynı duruma farklı açıklaması vardır.
ama hakem kalpdir. o karar verir. kırmızı kart sana.
bir aşkın bitiş düdüğü vardır. ama o kadar gürültülü değildir. yastık altı hıçkırmasıdır, arabadan yol çizgilerine bakarken biraz gülümsemektir, bir şarkıyı duyunca sessizce eşlik etmektir ya da gülümserken aklına gelmesiyle çekilen of dur.
ve herkes dağılır birden. o kadar sessiz olduğu halde herkesi susturabilir. yiter giderler geçmişte. 'pardon tanışmış mıydık?' dersin bir süre sonra.
aşk hiç biter mi? şarkısı bile var,
kalır adımızla bir sokak duvarında,
bir ağaç kavuğunda, bir takvim kenarında,
kalır bir çiçekte bir defter arasında,
bir tırnak yarasında, bir dolmuş sırasında,
kalır bir odada, bir yastık oyasında,
bir mum ışığında, bir yer yatağında,
aşk hiç biter mi? aşk hiç biter mi?
kalır dilimizde yinelenen bir şarkıda,
bir okul çıkışında, bir çocuk bakışında,
kalır bir kitapta, bir masal perisinde,
bir hasta odasında, bir gece yarısında,
kalır bir durakta, yırtık bir afişte,
buruk bir gülüşte, dağılmış yürüyüşte,
aşk hiç biter mi? aşk hiç biter mi?
kalır bir sokakta, bir genel telefonda,
bir soru yanıtında, bir komşu suratında,
kalır bir pazarda, bir kahve kokusunda,
bir tavşan niyetinde, bir çorap fiyatında,
kalır bir yosunda, bir deniz kıyısında,
bir martı kanadında, bir vapur bacasında,
aşk hiç biter mi? aşk hiç biter mi?
aşk biter. ama bitmez.
aşk küf gibi siner bir köşeye.
sindiği zaman ise burnuna dolmayınca anlamazsın ki küflendiğini. o artık geçmiş olur.
büyüklerin kullandığı, genelde ilkbahardan yaza çıkarken ve yazdan sonbahara girerkenki havayı kasteden tabir. havadaki ani değişikliklerin insanı hasta edebileceğini ifade eder.
birilerinin arkasına saklanmadan yaşamanın sonucudur. kırılgan ağlak kız olmadan, sürekli birilerinden sana çikolata yağmaması. kimseden ilgi beklemedim. fazlasından nefret ettim. kişiliğime oturtamadım. annem bile beni kolayca kucaklayıp öpemedi. arkadaşlarım bana sarılıp oturmazlar. nefret ettim temastan. bir gün bayıldığımda bile, kendime geldiğimde ilk yaptığım ayağa kalkıp ben iyiyim diyip en köşeye oturmaktı. herkes kırılgan insanlara nasıl davrandığının farkında değil. ben ise o kadar sert durdum ki, "ona bir şey olmaz" dediler hep. "o halleder". yanımda arkadaşım "üşüdüüm been" derdi, herkes onun peşine pervane olur, kahveler yapılır, battaniyeler örtülür. ben donsam dahi üşüdüm diyemem. bazen bir arkadaşım anlar. sormaz. sadece anlar.
19, 20 kaç yaşımda olursam olayım gerçek beni kimseye açamadım. dert anlatmayı beceremedim. destek alamadım bu yüzden. "neden" dediler, "anlat ne oldu?" hep "bişey yok" diyenlerden oldum. 6 yaşında tacize uğradığımı ilk defa 13 yaşımda söyleyebildim. birinin beni kırdığını, çocukken oyun oynarken nasıl hakkımın yendiğini. kendimi savunacak kadar bile konuşmadım. hakkımı savunmayı bile 19 yaşımda öğrendim. mesleğim olmasa onu da beceremezdim.
bir gün aşık oldum, sevdim, sevildim. ve yine konuşamamaktan kaybettim. ben böyleydim ben böyleyim diyemediğim için. konuşmaktan korktuğum için. anlatamadığım için.
temasta bulunamıyorum. konuşamıyorum. kim benim yanımda duracak? beni seven her adamı en uzağa kaçırdım. en aşık olanı bile gitmeyi seçti. tüm iyi huylarım, özelliklerim. ne varsa. hiçbir işe yaramıyor.
arkadaşlarım var. bir gün olmayacaklar. sağlam bağlar kuramıyorum. onlara yardım ediyor, dertlerini dinliyorum. bana ufak bir minnet duygusuyla bağlılar. memlekete gittiler. arada nasılsın diye mesaj atıyorlar. iyiyim diyorum. başka bir şey demedim ki hiç.
hayat boyu yalnız kalmak bazen kader.
artık kabulleniyorum.
gene de yaşamaktan mutluyum.
servise bindiğim andan itibaren ağlanmaya başlamıştım. elimdeki son mendil parça parça olmuş,
artık hiçbir işlev görmüyordu. servis sevgiliden uzaklaşmaya başladığı anda daha çok ağlamaya başladım.
kimse de arkasına dönüp bakmadı. o kadar ki kulaklığını takan önüne döndü iyice.
o sırada sevgili evine varmış, yatağına uzanmıştı
her geçen dakika sevgiliden uzaklaşıyordum. annemin küçükken beni oyuncak bebeklerin olduğu raftan elimden çeke çeke uzaklaştırması gibiydi. arkama baka baka, yürüdüğümüz yolar gözden kayboluncaya kadar içimi çeke çeke ağladım. çantamı aldım yan koltuktan. sarıldım daha çok ağladım. arkasına dönen birkaç kişiden fazla rahatsızlık verdiğimi anladım. sustum.
30 dakika sonra otobüsün önündeydim. yere oturmuş sigara içiyordum. yere oturmak denemezdi buna. adeta yere tutunuyor beni bu şehirden almayın der gibiydim. birkaç çocuk bana bakıp aralarında gülüştüler. 'napıyorum ben lan' diyip ayaklandım. tuvalete gittim yüzümü yıkadım.
dışarı çıktım bir sigara daha yaktım. ailemden gizli geldğim başka bir kentte, gecenin bir buçuğunda evden 400 km uzakta otobüs bekliyordum. kimse beni takmıyordu. sanırım arkamda duran tiki kız benim hakkımda yanındakine bir şeyler söyledi. o kadar rezil haldeydim ki 'ne diyon la kevaşe' bile diyemedim, sustum.
o sırada ise sevgili bilgisayarını açmış, takılmaktaydı.
otobüse bindim. insanlar umarsızca kulaklıklarını kafalarına takmış filmlerini seyrediyor, 'üff çok bekledik, kalksak artık binin ulan' der gibi bakıyorlardı. yerime geçip oturdum. yanımdaki bayan elindeki kolasını fondip yapıp suratıma baktı. 1 saat ağlamış, uykusuz, gözaltları mosmor, paspal birini görünce tırsıp filmini izlemeye devam etti.
konuşacak insan umutlarım bunla beraber sönmüştü.
ilerleyen zamanlarda insanlar topkeklerini sömürerek, mutlu mesut bir biçimde filmlerine geri döndüler, sadece beni o otobüste isteyen topkek verirken 'hangisini istersiniz hanfendi' diyen muavindi. ben sormadan su bile getirmişti. o an ne kadar kötü gözüktüğümü farkettim.
bir de muavinin benden korkmadığını. evet benden korkmayan bir o vardı. o kadar marka giysi ve pahalı parfüm içinde sokak çocuğu gibi sırıtmama rağmen benden korkmamıştı.
o sırada ise sevgili derin bir uykudaydı.
gece 3 e kadar bana acıyan bakışlarla verdiği meyva suyum ve püsküvümü bitirdim. iyice çantama sarılarak oturdum.
o sırada sevgili kim bilir ne tür bi uykudaydı.
inenler olduğunda hemen tek kişilik koltuğa geçtim. yanımdaki kız bir oh çekip koltuğa iyica yayıldı. gözlerim doldu.
gece dört buçuk civarıydı.
koltukta bağdaş kurdum ve ağlamaya başladım. ön koltuktaki muavin yanıma geldi,
' iyimisiniz hanfendi' dedi.
'değilim' dedim
'ağlamayın' dedi.
'sevgilim istanbul'da kaldı' dedim.
'hep seferlerimiz var gene gidersiniz üzülmeyin' dedi.
elimi omzuma koydu ağladım, ağladım...
su içirdi, mendil verdi, hatta gitti benim için 3 tane tadelle getirdi.
yedim, sızmışım.
sabah 6 gibi vardık. muavin uyandırdı, çantamı elime verdi,
aşağı indirip bavulumu aldı, bekleme salonuna bıraktı oturtturdu.
'üzülmeyin' dedi.
'peki' dedim.
o sırada sevgilim hala uyumaktaydı.
ordaki görevliye beni emanet ederek gitti. çay bilem verdiler.
sabah 7 de arkadaşlarım geldi beni alıp gittiler. eve doğru sevgilimden daha da uzaklaşarak yürüdüm. arkadaşlarım poğaça yedirdiler, sakinleştirdiler. kola bile aldılar.
muavin o sırada ise başka maceralara yelken açmıştı.
eski münir özkul ve adile naşit'in filmlerinde, mutsuz anlarda çalınan arka fonda davul olan bir müzik. hatırlarsınız. gecenin bu vakti ona benzer sesler duydum. 'emen ellehem' dedim. ne felaketler gelecek başıma. bir baktım davulcuymuş.
aklıma o filmlerden sahneler geldi. sanki kamera tüm aile bireylerinin yüzlerini yakın çekim yapıyor, bir yandan evimiz yıkılıyordu. gözüm karardı. 'emen ellehem' dedim.
gözlerim kapanınca sanki biri beni arabaya sokuyor, erkek kardeşim beni kurtarmaya çalışırken arabanın altında kalıyor ve felç oluyor, büyük abim beni kurtarmaya geldiğinde 3 tane kurşun yiyordu. kötü adamlar babama evimizi sattırmaya çalışıyor, satmayınca ahırı yakıyorlardı. 'bu ne lan' diyip gözlerimi açtım. saat gecenin üçüydü.
'beni bu halde kim arabaya sokar lan' diye düşündüm. rahatlamıştım.
bütün bunlara sebep olan o davulcuydu. neden o müziği çalıyordu? pencereyi açtım aşağıdaki yoldan mutsuz bir biçimde geçiyordu.
evet dedim. o an bir ışık gördüm. anlamıştım.
yıllar yılı beni evde tek yakalayan, korkudan televizyonu kapatıp arka odaya kaçan, bahşiş vermeyen benim için bu bir ders olmuştu.
kumbarama baktım, bakıştık.
içinde bir hafta sonra beni sevgilime götürecek olan para duruyordu.
davulcuya baktım. çoktan karanlıkta o acılı melodisiyle kaybolmuştu.
geride elimde üzerinde şeker kız candy olan pembe kumbaram ve ben
kalmıştık.
içimde derin bir acı.
'n'olur n'olmaz dikkatli olayım lan arabaya sokuverirler adamı valla' diye düşündüm. ve yatağıma yattım.
kafamda hala o müzik vardı.
dı rıı dırıı dı dırı dırı dııı
edit: bir sebebi yok canım editlemek çekti. canım sıkılıyor da.