başlık açan yazar kişisinin entrysi ile birlikte tüymesi sonucu, başlığa sadece bkz. vermiş her şeyden habersiz saf yazarımızın entrysinin birinci sıraya yükselmesi sonucu bu saf yazarımızın söylediği söz.
9 genç kızın beykoz'da bir evde 2 ay tutulup özel görüntülerinin satıldığı ve jandarmanın opersayonla kurtardığı bu genç kızların televizyona çıkma hayaliyle kandırıldığı çakma bbg formatındaki televizyon programı.
ülker altyapısından yetişen iki sezon galatasaray basketbol takımında ter dökmüş ve son olarak beykoz formasını terleten eski bir türkiye basketbol ligi oyuncusu.
terbiyesiz bir türkü. küfür olmayan ama küfür etkisi yaratan sözler gibim bir şey. o derece yani. bir insan niye seher vakti çalar ki, yarinin kapısını. sonrası muamma tabi ki. bir de damımıza damımıza kar yağdı var.
buraya sözleri gelecek. üşendim kopyalamaya. aşağıdaki entrylerde gelir muhtemelen.
işi gücü kalmamış tanrı'nın bizim şu abazalara kıyak yapayım diyerek binlerce meg ryan'ı kafaüstü çakılı olarak dünyaya yollamasıdır. özellikle şu abaza bölgesi, bildiğimiz abhazya değil. bizzat türkiye.
harbiden manyağız biz. tamam kadın çok güzel de niye böyle bir işkence yaptırtıyoruz kadına. tek suçu güzel olmak mı? her başlığa gökten meg ryan yağdırıyoruz. kimsenin de umrunda değil, yağsın yağsın rahmettir! mi dyorsunuz efendiler.
heeooooo, kime diyorum.
alakalı alakasız, açılan her başlığa döşüyoruz hemen bu şeyi. espri bile değil, abazalık direkt! misal başlık "ab'nin türkiye üyeliğini kabul etmemesi" olsa ona bile yazacağız, gider çünkü.
bu arada meg ryan'ı yağdıran tanrı nasıl acımasız biriyse araya bir tane de er ryan sıkıştırmış. ne lan, kaçak türk müteahhiti mi tanrı. allah allah!
bu bir dini fanatizm cümlesi değildir, gerçekleri görebilmektir. atalarının dini olarak bilinçsizce benimsediği dinini bayramdan bayrama hatırlayan müslümanın " diriyken camiye gitmedin, öldükten sonra musallaya da mı konulmayacaksın? " diye sormaktır.
başlık başıma, başım başlığa. ben başlığı bırakıp kaçana...
zoraki tanım : yanlış anlamayın bu bir genç ergen serzenişi değil. bu sadece eksi oy kavramını anlamamış bünyelerin bana kim eksi oy verdi? diye zırlamasıdır.
dillere pelesenk olmuştur, "oku"dur herkesin bildiği gibi. bide nasihatlarin kapanışında söylendi mi cuk diye oturur, ya da öyle zannedersin. okumalısındır, baban gibi sürünmeyesin okuyup adam gibi muamele göresin diye.
ama neyi okumalı bu insan denen mahlukat? ilkokuldaki hayat bilgisi kitabını mı, ortaokuldaki matematik kitabını mı, lisedeki biyoloji felsefe kitabını mı? harbiden neyi okuyacağız?
tabi bizler kuranın ilk emrini duymuşuz ya oku diye, gerisini koyvermişiz. sonrasını merak etmemişiz, heh oku diyor. haydi okula gidelim, baba beni okula gönder! reklamı bile var.
allah sana -bize, tüm insanlığa- oku derken kainatı oku diyor. etrafına bak; dağı taşı, çiceği böceği, etrafındaki güzelliği oku diyor. insanları oku diyor, savaşları, işkenceleri, tecavüzleri gör gözünü kapama diyor. oku ki anlayasın insanlar neden bu kadar kötüyken bunca güzellik niye verir allah? okumazsan isyan edersin, annesinin gözü önünde kızına tecavüz etmelerine neden izin veriyor diye allah'ı inkar edersin.
sonracıma, insanlar ders vaktinde nasıl cumaya gider, kuran'ın ilk emri oku! değil mi hem? eğitim yuvasında namazın ne işi var kazaya bıraksınlar, kuran'ın ilk emri oku! değil mi? diye ortalığı feryad-u figanlarıyla velveleye veren aklı evveller vardır.
sakın ama sakın aldanma o gazete küpürlerine ey cühela? zamanında "din elden gidiyor" diye kafa kesen delilere aldanan bu milletin bir deliye daha aldanacağını mı zannettin? allah'la kul arasına giremezsin diye nasihat verirken kendi yaptıklarını neden sorgulamazsın?
ama suç bizde. her hıyar görünce tuzluk alıp koşarsan, afyon çekip "din elden gidiyor" diye bağıran delinin ardına takılırsan, hürriyet'in haberlerine kanıp "şeriat geliyor" diye cahilin peşine takılırsan göreceğin muamele budur. ee ne demişler böyle başa böyle tarak, bırak bu işleri gözüm bırak.
ingiltere'de 1968'de kabul edilen bu kanuna göre üzerinden ingiliz arşivlerinde üzerinden 30 yıl geçen gizli belgeler kamuoyuna açıklanacaktır. tabi işine gelenleri...
vay anam serhat neler dönmüş yaa. ideolojime sağlam tespitler sunmuş birileri, hatta o kadar sağlam ki tek kişilik dev kadro olmuş. gol atamıyoruz sayın seyirciler diye bağırıyor ertem şener. ouvvvvvv tırstım harbiden.
böyle ufak çocuklar vardır ya hani. sözlüğe bile gelse sokaklardan kopamaz, herşey oyundur onun için. entry yazmak değildir amacı sidik yarıştırmak. sözlüğü futbol sahası zanneder hatta. üstüme geldiler, gol atamadılar, zırrr ühühühü. anneee topumu çaldılarrrrrr. lan bi si.ktir git olum yaa. çocuk yuvası mı burası? çoluk çocuğun entrylerinde dolaşıyor yazdıklarımız.
tanım : kalede ölüs.keni dokuz doğurttuğumuz, urusbu çıkardığımız maç olmuştur. vurmayın garibe.
"gönül ehli" bir insan "dert ehli" bir insandır. dünyaya sıradan gözlerle bakmaz. kimsenin göremediğini görür, kimsenin işitemediğini işitir. zahire bakıldığında manzara bellidir, konuşulanlar bellidir. ancak gönül ehli bir insanın ruhunda sıradan gelebilecek bazı şeyler dahi tarifsiz tesirler bırakabilir. baktığına öyle bir bakar ki, maddeyi delip manaya geçen bir feraset ile bakar.
zaten gönül ehli insanının bakışlarında kimselerde görülmeyecek türlü güzellikler vardır. bir kere hal üzere temsil ettiği mahzunluk en belirgin olarak kendini gözlerde açığa vurur. sanki hep bir damla hazırda bekliyormuşçasına nemli ve süzgündür. gönlün hüzün ile tepki verdiği vakıalara gözyaşıyla adını yazdırmada hiç tereddüt göstermez. bazen yaşarması için zahiri hiçbir sebep yokken bir anda daldığı alemlerde yüklendiği duyguların dışarıya taşmasına mani olamaz ve sessiz sedasız birkaç damla ile varlığını hissettirir.
gönül ehli insanın gülmenin, kahkahaların çok olduğu yerde hüznü ve sessizliği; hüznün ve üzüntünün çok olduğu yerlerde ümit ve selameti temsil eder.
Hiçbir zaman kendini ekseriyetin gündemlerine kaptırmaz. kendi yelkenleri vardır, kendi rüzgarını kendi estirir ve kendi istediği limanlara yine kendi iradesiyle yolculuk eder. **
sevmediğiniz bir insanı cezalandırma biçimi. hatta sevmemekten doğan nefretten değil aşırı sevmekten gelen kıskançlık sonucunda da doğabilir. ki bu bağlamda söz konusu olan sevmek gerçek sevmek midir? bence hayır, sadece gördüğümüz ve duyduğumuz eylemlere bağlı olarak genelde mafya türü oluşumlarda bir uyarı, bir ceza, bir sürünceme metodudur. aslında düşündüm de mafya olmanıza da gerek yok, bir silah iki kurşun kaç kuruşa hem.
dersten sıkılmış üniversite öğrencisinin, zamandan bağımsız üniversite dersinin bitmesini isteyip haykırdığı söz.
bir kişi söyler yüz kişi ohh çeker, sonra hep bir ağızdan kargaşa içinde "evet hocam evet" lafları yükselmeye başlar. mecburen hoca da bu kadar baskı altında kalınca bitirmek zorundadır, zira sınıfın düzeni bozulmuştur. hem eşek kadar sıpaları nasıl tutacak ilkokul mu burası.
tdk'nın emriyle sözlük deyimlerinin vazgeçilmezlerinden olan yok artık lebron james deyimini türk kültürüne uyarlamak amacıyla kullanılması istenilen yeni bir deyim.
ayrıca yaşadığımız toplumun evlatlarından olan metin oktay ağabeyimizi hem anmak, hem de üstümüzdeki batı hayranlığı kasvetini atmak için bir başlangıç. hatta kampanya bile olabilir, ama konu fb-gs çekişmesine geleceğinden başlamadan da bitebilir.
* aynı zamanda bir muhabir olan sayıl narmanlıoğlu'nun kar'a iz bırakanlar-yüksek irtifadakiler adlı kitabında bahsettiği , hayat öykülerinden kesitler anlattığı sıradışı erzurumlular, dadaşlardır. beni katmamış ama olsun, yine de kimler var sayalım.
kemal sunal'ın bıkmadan usanmadan izlediğimiz bir filmi.nasıl bıkalım ki? hep bizi anlatıyor, bizden içimizden bir insanı, bir aileyi, hepimizi anlatıyordu o zamanlar. iki çocuk babası bir adam şaban. çalıştığı deterjan şirketinde patronundan zam istemesi işinden kovulmasına sebep olur. yeni bir iş arasa bile bulamaz. bu sırada karısıyla bahse girerler. eğer kadın işi bulursa şaban bir adet kazak örecektir. filmin bu kısmından sonra gırgır şamata başlar. hele kemal sunal ile halit akçatepe'nin başlarını bağlayarak kadınlar matinesine gitmesi bitirir beni.
kemal sunal'ın her filmi gibi bu film de sadece güldürmez aynı zamanda düşündürür. özellikle filmin sonlarına doğru gırgır şamata yerini biraz hüzne biraz da toplumsal sorunlara bırakır. ama film bu elbette bir sonla bitecek, karıncalı bir ekran hafiften titreyen bir son yazısı ve her zamanki mutlu son.
erler film sunar ...
o zaman osmanlı toprakları içinde bulunan bugünkü ermenistan'ın başkenti erivan kastedilerek "şol revan" denmiş.günümüz türkçesiyle "şu erivan" anlamına gelmektedir.
soğuk bir kış günüydü.bir gün öncesinde yağan kar iyice oturmuş ve kar topu yapıp yoldan geçen kızlara atılacak kıvama gelmişti.o kadar çok sevinmiştim ki anlatamam sana.karı seviyordum, karıyı da.ama küçüktüm, yeterince
yaşlanmamıştım kimilerine göre.belki küçüktüm ama hayallerim de şeyim kadar yani yaşım kadar küçük
değildi.ne hayallerim vardı o zamanlar.şimdi düşünüyorum da hayıflanıyorum kendi kendime.
zemheri kışın ortasında mini etekli bir yavru görecektim.ellerimi ısıtmak için bacaklarımın arasına
sıkıştıracaktım.sonra arkadaşlara dönüp "la bunun götü donmuyo mu diyecektim." of of gel de içme.
işte o zemheri kış gelmişti.saatlerce sokakta bekliyordum hayallerimin prensesi gelsin geçsin diye.ama
sen çıkagelmiştin.buz üstünde ceylan gibi sekerek yürüyordun.açıkçası ceylan gibi bir halin yoktu, götten
bacaklı bir kurbağa gibiydin aynen.sonra buz üstünde kayışın ve yere iki salto bir takla atarak yere düşüşün.
hala gözlerimin önünde.senin o götten yemiş haline tebessüm ederken "ne gülüyorsun manyak" deyişin hala kulaklarımda
inanır mısın.
hayallerini kurduğum prensesim gelmemişti ama "buna da şükür" diyebileceğim biri çıkmıştı karşıma.hafiften bacakların
da çarpıktı ama olsun dedim sineye çektim.artık benim de bir sevdiğim olmalıydı.sokaktan geçerken mal mal
bakacağım, arabesk müzikler dinliyip "ulan yaktın beni şerefsiz" diye böğüreceğim biri.peşine her gün takılıp evine kadar
takip edecektim.sen önümde yürürken bağıra bağıra konuşacaktım sana sesimi duyurmak için.belki seni sevdiğimi söyleyemeyecektim ama sana takılan bir hayvanın var olduğunu bilecektin.
artık sevgimi aşkımı sana anlatmamın zamanı gelmişti.ferhat gibi dağlara yazacaktım.ama dağ yoktu.olsun dedim, yılmadım düşündüm ve sizin evin önüne yazmaya karar verdim.ama nasıl yazacaktım? işte böyle deyip tuttum aleti ve yazdım :
s'ler biraz yamuk olmuştu ama neyse dedim.beyaz üstüne de sarı yakışmamıştı salla dedim.işte romantizm bu dedim, ormantizm.kalbimden geçen duyguların başka vasıtalar yoluyla karbeyazının üstüne yansımasıydı hepsi.
ama sen bakmadın bile.sabah evden çıkarken yüzünde bir iğrençlik havasıyla bakıyordun sarımtırak duygularıma.yıkılmıştım işte o an.kalbim kırılmıştı, sevgimi inkar etmiştin.iğrenmiştin benden, duygularımdan heveslerimden.
unutmaya çalıştım.becerecektim unutacaktım seni de.ve yine evinin önündeyim işte.hani sarı renginden iğrenmiştin ya duygularımın döküldüğü "seni seviyorum" kelimelerinin.şimdi sana kahverengi renkte bir yazı bırakıyorum :
böyle bir teknolojiden yararlanarak eski çin kılıçları hakkında verdiği bilgiden ötürü cüneyt abimize teşekkürlerimizi sunuyoruz.
kılıçlardan biri takana'dır.özel bir tahtadan yapılmıştır ama kullanmasını bilene çelikten bile daha tehlikelidir.gülmeyin lann ciddi konuşuyoruz şurada.neyse, bu kılıç çelik zırhları bile dağıtır ona göre.havadaki tülü bile keser, o kadar keskindir yani.ama senin gözlerinden değil, mucxx
incedir billurdandır yoktur gölgesi türkiye'de
bir meçhul meryem mermerden değil ama kutlu
gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi
elinizi sallasanız rüzgarından sallanır
bir geyik olur sizi arar melul ve bakır
görür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi