adamı şikayet etmişler, polis de gelmiş tutuklamış falan. anlayamadığım şey, milliyet gazetesinin alıp bunu çok mühimmiş gibi haber yapması. yerel, münferit ya da her ne derseniz deyin, mahalle terbiyesizliğini alıp mainstrem bir yayın orgranında gündem olarak sunmak, aynı zamanda o gazeteyi okuyanı da manipüle eder.
aslında milliyet gazetesinin söylemek istediği şey şudur;
'biz türküz ve türkler o kadar azgın ve terbiyesizdir ki, uçakta açık seçik gördüğü kadından tahrik olur ve masturbasyon yapar.'
burada bir takım komplikasyonlar var. (star trek terminolojisi) onlar da şunlar; medya varolduğu toplumda kendi temsiliyetini yaratır ve sorumluluğu itibariyle bunu sözkonusu topluma içselleştirir. yani, medyanın yaptığı her haber, aslında toplumsal düzeni yeniden yaratır, onu yeniden şekillendirir. medya bir toplumsal sunumlar bütünüdür ve iyi ayrıştırmak/seçmek işidir/gerekir.
adamın öküzlüğünü kafaya takmazsak eğer, çünkü uçakta bir tane oluyorsa, bağcılarda sekiz tane oluyor bundan. (elitist değilim, vakit geçirmişliğim var.)
şimdi mesela farzedelim ki (hatta öyle farzedilir) medya herşeye ve herkese erişebilsin/görebilsin/izleyebilsin, (modern çağda medyanın izleyici konumu) ki milliyet gazetesi de kendi gerçekliğini olumlamak için böyle bir konumda olduğunu insanlara inandırmak zorundadır. benim bugün atıyorum albert einstein'ın dersinde yaptığım adamın konumunu geçersiz kılacak şok edici bir tespit de görülebilsin, erzurumdaki öküzdayının uçaktaki masturbasyonu da. yani biz bunun böyle olduğunu kabul ediyoruz.
eğer benim albert einstein'ın dersinde, onun konumunu geçersiz kılacak açıklamam, olması gereken toplumda (batı demiyorum) 8'ken bu haberin değeri 2 falandır. ancak türkiyede, aynı koşullar altında bu dayımın haberi 9 olurken, benimkinin haberi de 1 bile olmaz.
gazete, seni kendine inandırmak için heryere kamera takar, seni manipüle eder sesini çıkarmazsın. ondan sonra da, mahallede ehe öhö deyip geçilip olmadı bir dayakla halledebilecek bir olayı çok mühimleştirip sana sunar.
sen de onunla dalga geçer ve tatmin olursun.
olması gereken bir toplumda (tamamen münferit) bu olay çok da mühimleştirilmez. adamı hastaneye tıkarlar, döverler ya da onu o şekilde yapmaması gerektiğini izah ederler. kalkıp da mainstream gazetede haber yapmazlar.
yabancı kelime olunamayacağı için olması imkansız şey. mesela türk kelime olsa onu olurum. boş zamanlarımda türk kelime oluyorum. dayanılmaz, etkileyici, çekici mesela. dolu zamanlarımda biraz daha normal. hep süper oluyorum ama. gızlara duyrulur.
korkak bir ev arkadaşım var. korkak derken, bir aslan kadar çevik, bir sistem kadar dayak. duş sonrası evde basketbol şortu, ucuz spor ayakkabı ve dize kadar çekilmiş yün çorapla gezinirken, 3 kez bana neden üstünü değiştirmiyorsun diye sordu. biraz tırtstı kızcağız, yani diğer ev arkadaşlarıma hesapta kro görünmemi istemedi. olsun ben kroydum, türk erkeğiydim. ama türk erkekliğine inamıyordum. türk kroluğuna da. öyle gezmeye devam ettim.
bütün mevzuyu salt insana indirgeyen ideolojilerde, yani insanı diğerlerinden üstün kılan, yaptıklarıyla övünen ve gurur duyan ideolojilerde, anlaşılması oldukça güç ve aynı zamanda asla zihinde konumlanamayan teori. buna rağmen, diğer her türlü bağlamda, türlerin kökeni bir başyapıttır. açıklayayım;
insan varoluşu itibariyle kendi gerçekliğini kültürel bir biçimde olumlar. insanı insan yapan şey, tanrı'dan geldiği inanılan yaratılmış bir gizem değil, çevresel faktörlerin/öğretilerin, bilinç üzerindeki etkisidir. bunu, residue durumuyla, yani hafızanın tortu durumuyla açıklamak oldukça yerindedir. günlük yaşantı, öğrenilmiş durumların farklı kombinasyonlarından ve bunların yeniden üretiminden oluşur. (atmosferik olarak) bu durumda da, tüm bu olan biten, açıklanamayan, etkileyen fakat konumlandırılamayan fazladan enformasyon, tek bir duruma indirgenir ve beyinde bir şekilde konumlanır, gizem.
gizem olgusu ağırlıklı bir biçimde bireyin zihinsel etkileşiminde rol oynar. freud bunu bilinçaltı olarak açıklar. din de olabilir bu. fakat bu anlattıklarımın konuyla ne alakası var. onu da açıklayayım;
evrim teorisi, temelde, haritalanış biçimiyle, bu gizemi aydınlatmanın farklı bir yolunu sunar. adaptasyon. yani teknik olarak, evrim teorisine göre, insan anlamdıramadığı ve konumlandıramadığı durumlara adapte olur ve bunu farkında olmadan yapar. insanlık tarihinin bilinçte hep iki boyutlu olarak anılması, tanımlanmasıysa din olgusunun bir sonucudur buna göre. yani temelde demek istediğim şey, evrim teorisi ve güncel din'i karşı karşıya getiren şey, olan biten bilinmezliğin anlaşılamaması ve anlaşılabilmesi arasındaki karşıtlığa dayanır. ne var ki, dil gibi bir olguya bu düşünceleri dökmek oldukça zor olduğundan, kitap yazıldığı andan itibaren, tanrı'nın konumunu geçersiz kıldığından sürekli güncel konumunu korumuş ve bir çok anlamda da karşısında farklı karşıt görüşleri bulmuştur. sözkonusu karşıt görüşlerin ne kadar dayanağını var bilemem tabi ama photoshop ve görsel olana inanma eğilimindeki modern insanoğlunun zihnini ele geçirdiği bir çok anlamda kesin bir şekilde görülür.
güncel bir biçimde tartışılageldiği şekildeyse, bilimsel gözlem ve dayanaksız, daha doğrusu insani gözlem ve dayanaktan uzak tartışıldığı, varolup olmadığı ya da hangi ideoloji içinde konumlandığı gibi sorular da oldukça abestir kanımca. keza, zaten bu darwin'in derdi bu değildi. yani felsefe gibi bilim de kendi estetiğini içinde taşır ve kendi bağlamında yorumlanır. başka bir bağlamdan geldiği varsayılan, ilkel bir tokadı da suratına vuramazsın. bu modern mimariyi eleştirirken empire state buildingin duvarına kimsecikler görmeden yumurta atmak gibi birşey sonuçta.
bir televizyona ve bir takım insanlara sahip olmak, nasıl ki bir bireyi doğru kılmıyorsa, hala bilim bağlamında geçerliliği olan bir teoriyi bambaşka bir bağlamda çürütmeye çalışmak da oldukça abestir. nasıl bir kitap, kitapsa, yani insanı fiziksel olarak dövmüyor ya da okşamıyorsa, ona inanıp inanmamak ya da hayatının orta noktasına koyup koymamak da bireyin psikolojik bağlamlarıyla ve beyin/düşünce haritasıyla alakalıdır. kendini darvinci olarak tanımlayıp tüm hayatını, kendi teorisini üretmek yerine adamın teorisini gerçek kılmaya çalışmak ne kadar abesse, karşısında durup çürütmeye çalışmak o kadar abestir.
ne de olsa her ikisi de, durumu bambaşka, oldukça güncel ve yüzeysel bir biçimde içselleştirmenin bir sonucudur.
sözkonusu ülke için tasarlanmış; işçi sınıfı olacak, cahil olacak, düşünmeyecek ve kendini asla geliştirmeyecek bir toplumsal planda kendine yer bulan, herhangi bir tepeden inme gruptan sadece biri. temsil ettiği değerlerin içini dışını bilmeden ortalığa dehşet saçan bir garipler topluluğu.
mesela, sözkonusu önermedeki ateist ve müslüman değişkenlerini (kesinlikle değişkendir) alıp başka karşıt, karşılıklı iki görüşü koysanız, ya da karşıt olduğunu düşündüğünüz iki görüşü koysanız ideolojinizden ve dünya görüşünüzden ciddi anlamda şüphe ederim. kaldı ki, sözkonusu ateist karşıtı müslümanlar ve müslüman karşıtı ateistleri sürekli birarada görmekten bıktım. bu asla oynamak istemediğiniz bir futbol maçına her akşam oynamak için gitmenizle aynı şeyi temsil ediyor. yani, ateistler ne kadar müslümanlara saldırırsa, müslümanlar da o kadar ateistlere, tekrar ve yine aynı bağlamda saldırmaya devam ediyor.
din gibi bir olguyu bireysel ve kültürel bir biçimde algılayıp, tamamen başka bir bağlamda olaya bakmak varken, sözkonusu durum ciddi anlamda can sıkıyor. ve toplumdaki bireylerin zihinlerini meşgul etmeye yönelik provokasyonların nasıl da içselleştirildiğini gösteriyor. evet/hayır, ya da var/yok gibi karşılıklar reel dünyada bambaşka bağlamlarda ve bambaşka gözlerde görülebilip tartışılabiliyorken, insanların zihninde, bu şekilde varolması da can sıkıyor.
olmuyor (-dur).
-dur koyduğun zaman herşeyi tanım eyleyebiliyorsun.
aslen var olmakla birlikte, kendi kendini var edemeyen insanların üzerine yüklediği çok anlamla yücelendir. gereksiz yücelendir. dostluk aksak ritmli deneysel bir einstürzende neubauten şarkısına benzer. belirli bilinen bir tanımı yoktur. en son 20. yüzyılın başında, modernizmden önce görülmüştür. sebep şudur ki bu modernizm, farkında olmadan bireyleri ham insanlıktan kendi istediği "mekanik robot" formuna bütüdüğünden samimi havayı yoketmiş, birbirinin facebook fotoğraflarının altına "choq datluuuu:):p::9)" yazan iki kişinin yine birbirini dost bellemesi kuralını koymuştur.
aynı zamanda istiklal'de kol kola gezen iki üniversiteli insan dişisi ve saçlarını dik yapmış (bkz: saçlarını dik yapmak) aynı araba içerisindeki iki veya daha fazla insan erkeği bu kurala tabidir.
değiştirsin değiştirmesine buradan gidip avusturalya'da kızı dövecek değilim. haber de olmuş oh ne güzel avusturalyalı tabusuz insanlar. en iyisi gidip avusturalya'ya yerleşelim kızlar çok veriyormuş* , "efek: çok ver!"
bu güne kadar adam olan karı görmedim. beni enterese eden nokta bu. sakal bıyık mı takacak, napacak? tam mı olacak, üç çeyrek mi yarım mı onu da bilemem. şimdi düşündüm de, beni bağlamaz.
saçı kısa olan şöyledir, uzun olan böyledir diyen bir kitle var ki, uzaklaşsınlar. sen komünissin diyen taksiciden, ben seni yolda görsem garı zannederim lan diyen, acayip genellemeler süzen, sıçan kiteden bahsediyorum. o kitle, bu kitle.
mozart'ın konseri deyince, aklıma direk gelen tablo fellini filmi gibi bişi. mozart çekmiş deri ceketi, deri pantolonu les paul'uyla solo atıyor. arkadan violiniyle paganini eşlik ediyor. davulda bach, bass'ta wagner var. yıldızlar kadrosu mübarek.
bu konsere gitmeyen geçtim eziği, gerizekalının önde gidenidir.
hayatımın en korkunç anı... aynı zamanda en kompleks dumuru.
aslen kendisi de asansörcü olan dayımın apartumanındaki asansöre ne de olsa bişi olmaz diyerek annem, teyzem, evli barklı kuzenim, ufak kız kardeşim ve ben biniyoruz. asansör iki bilemedin üç kişilik. o gün hala niçin bindik o asansöre bilmiyorum. neyse bir yerden sonra asansör doğal olarak dayanamıyor. sıkışıyor, kalıyor. ancak geçici bir sorun farkediyoruz. teyzem farketmiyor işte, keşke o da farketseymiş. çünkü çok fena osuruyor abi asansörün içinde. iki eliyle de olanca gücüyle kapıya vuruyor. bizi kurtarın, kaldık biz diye bağırıyor. hatta bi rivayete göre (annem) teyzem altına sıçmış olabilir orada. heh işin enteresan tarafı kuzenim osuruktan çok fena tiksinen bir adam ki öyle böyle değil. ufak kız kardeşimin de korkmaması, teyzemin o tarzani hareketlerinden daha çok tırsması ve annemin bacağını ısırmasıdır olay. inanılmazdır.
hakkında iki kelam etmediğim için kendimden utandığım grup bu.
lan ne biçim bişeydir anlamadım gitti, müzikte aradığım her şeyi, dinlediğim her tarzı içinde barındırıyor. dinlemeyenler çok şey kaçırıyor. öyle duyum aldım geçen.
--spoiler--
aslında komünistlerin, komunizmin ne kadar salakça, marx'ın da ne kadar mal bir insan olduğunu insanların gözüne sokmak için, kendi yazdıkları cümlelerin de ne kadar anlamsız olduğunu ve benim burada ne işim var!(bu) mantığını şeyetmeleri, ironi bapmaları için içinde bulundukları eğilimin genel adı.
--spoiler--
çok iğrenç yazar bu adam!(bu) hep söylüyorum kendisine abilerinden ders alsın diye ama anlamıyor hıyar. kendini anca komik duruma düşürüyor.
genelde parşömen kağıdının o çekiciliğini unutup dijitalitenin o mükemmel hazzına varmak isteyen yazarların içinde bulunduğu eğilim, hatta kendileri.
şaka lan şaka.
çok matah bir şey sanılır genelde. yazan birey bir giriyle dünyayı kurtaracağını falan zanneder. fakat (tekrar söylüyorum) bilmez ki diğer yazarların aslında sikinde değildir bu yazdığı ve anca sidik yarıştırmak, self-masturbasyon (masturbasyon zaten kendiyle yapılır, daha şey olsun diye öyle yazdım.) ve fikirsel tatmin için içinde bulunulduğunun bilincindedir. ya da bu bilinçle okunması gerekir. sözlük sadece geniş internet aleminde günde milyon hit alsa bile, bu hitleri gerçekleyen kitlenin dikkatini dağıtan çok olgu olduğu için bir web sitesi olmasıyla kalır. heh tam olarak bu bilinci tersleyen de internetin kendisini iletişim aracı zanneden harbi barzo kesimdir. bu barzo kesim zaten ki öğrendiği şeyleri internetten öğrendiyse, ortada reel, gerçek hayata dair hiç bir faktör yoksa klavye başı aktivizmine, salya aka aka yazı yazımına maruz kalır, kendiler ki kişi kendine böyle durumlarda dışarıdan bakamaz.
aslında komünistlerin, komunizmin ne kadar salakça, marx'ın da ne kadar mal bir insan olduğunu insanların gözüne sokmak için, kendi yazdıkları cümlelerin de ne kadar anlamsız olduğunu ve benim burada ne işim var!(bu) mantığını şeyetmeleri, ironi bapmaları için içinde bulundukları eğilimin genel adı.
self-sanat kriterlerime göre, sanılanın aksine son 50 senedir sanatçı çıkaramamış okuldur.
gitgide daha düz mantık bir hal almaya başlamıştır. yine sanılanın aksine "ne işim var lan benim burada" diyen insan sayısı demeyen insan sayısına oranla bir hayli fazladır. öğrencileri kendi başarısızlıklarını, yeteneksizliklerini, kültürsüzlüklerini makyajlamak için işte bu sanrıları kullanır. aynı şeyi eğitimcileri için de geçerlidir.
pertevniyal'de okuyorsanız itü'ye, ytü'ye veya istanbul üniversitesi'ne biletiniz hazırdır. ancaaak; ne kadar zekice olursa olsun eleştirmeyi, eleştirdiğiniz noktaları söylemeyi, kendinizi adam gibi ifade edebilmeyi veya bir birey olarak görmeyi unutmalısınız.
pertevniyal'e girer mühendis çıkarsınız. hayırlı olsun.
çok klişedir. muzaffer, bakkal, çakkal klişesidir. derininde anlam yatan klişe de değildir. milletlere salak damgası yapıştırmak sözlüğün server'ına salak demek kadar abestir. kültürsüz dersin, yanlış biliyor dersin, soğuk dersin, paranoyak dersin, korkak dersin ancak salak diyemezsin. denirse de nasıl denir çözemedim ben.
bu ne yahudiliktir, üstün-aşağılık ırkçılıktır anlamadım gitti.
yani diyor ki; patron, patron olması hasebiyle işçi emeğini mikro düzeyde bile olsa israf eder. bu onların ahlaksızlığını değil, kapital iş etiğinin ahlaksızlığını gösterir. tam tersi olduğunu varsaysak, işçi zaten patrondan daha fazla kazanmak zorunda olacaktır her zaman, her durum için. çünkü bir iş yerinde bir işçi, bir patrondan daha fazla çalışır. (veya kabul görmüş olduğu için bunu varsayıyorum.) patron bulunduğu konum itibariyle, insanların haklarını yiyecek, onların emeklerini israf edecek, ve daha fazla kazanacaktır.
iş ruhunda bir patronun ahlaksızlaşmaması beklenemez, beklense de gerçekleşemez. çok fena abestir.