Kavramlarla sarılı yaşantımızda bazen doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyoruz galiba. tıpkı doğru cümleleri kurmak için gösterdiğimiz çaba gibi...
Bunlardan birisi de etik!
Ahlak ve Etik, Etik Bilimi, Ahlak ve Etik Felsefesi…
Birbiriyle bağlantılı ve ayırt edilmeleri zor iki kavram.
Son yıllarda özellikle iş hayatında etikten çok söz edilmeye başlanmıştır. Etiğe bu kadar çok ihtiyaç duyulmasının sebebi belki de ihtiyaçtandır!
Kavramın ne olduğuna gelince… Yunanca "karakter" anlamına gelen "ethos" sözcüğünden türemiştir. Türkçede etik sözcüğü yanlış biçimde; ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Etik ve ahlak kelimesi genellikle “doğru” ve “yanlış” kavramları etrafında sıklıkla birbiriyle karıştırılarak kullanılan kelimelerdir. Etik ve ahlak aynı anlama gelmemektedir.
Etik, toplum tarafından oluşturulmuş kodlar, normlar gibi kurallardır. Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü diyebiliriz. insanla ilişkilendirilmiş, bütünsel bir kelimedir.
Ahlak ise daha kişisel bir olgudur. Kişinin doğru ve yanlış üzerindeki kendi düşünce ve hislerine dayanmaktadır. Ahlak; kişisel olduğu için herkese göre değişebilir, ancak etik kuralları toplum için aynıdır, değişmez!
Etik; bir bilim dalıdır, ahlak ise bir olgudur!
Nasıl davranış sergilersek sergileyelim, unutmamalıyız ki her yaptığımız diğer canlıları da etkilemektedir. Eski çağlardan günümüze doğruluğu, mutluluğu ve hazzı temel alan, faydaya odaklanan ve etiği bir üst bilim olarak kabul eden yaklaşımlar mevcuttur.
ilk tartışılan başlıklar; iyi, mutlu yaşam, adalet ve erdemlilik olmuştur. 18. yy.’dan itibaren ise; sorumluluklar, değerler, ödevler, amaçlar gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Dönemlerin gelişme düzeyine, üretim şekillerine ve yaşam tarzlarına paralel olarak felsefi görüşlerde şekillenmektedir.
Etik kurallar insan olduğumuzu hatırlatan bir unsurdur ve toplumu bir arada tutmaya yarar. insanlar birbirlerine her geçen gün daha da saygısızlaşıyor. Etik diyoruz ama kim önemsiyor? Gücünü kötüye kullanabilecek insanlar, kendi başarıları için çevrelerindekileri yakıp, yıkıyorlar. Mobbing diyoruz ya, bu da sorunlarımızın başında geliyor! Yazılı kurallarımız olmayabilir ama bizi biz yapan insani değerlerden uzaklaşmamak gerekiyor.
Tamamen insana özgü bir sürü davranış kalıbı mevcut. Doğanın en akıllı varlıkları olarak kendi davranışlarımızı kontrol edebilmeliyiz.
Sokrates “sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez” demiş. Kaçımız hayatın içerisinde neyin doğru olup neyin doğru olmadığı, iyiyi, güzeli, onurlu, erdemli, ahlaklı ve etik olanın ne olduğunu sorguluyor? Gerçek şu ki çoğu zaman sorgulamıyoruz kendimize bile sormuyoruz!.
Lourence Kohlberg’in Ahlak Gelişim Düzeyleri ve Piaget ahlaki gelişim süreci aklıma geliyor burada. Ahlaki yargının insan yaşamındaki işlevi çerçevesinde davrananların kendi vicdanlarını rahatlatma yolları, rolleri arasında gelip gidiyorlar. Bence kişi ancak kendini kandırır. Ahlak konusunu ayrıca başka bir yazımda ele alacağım.
insanda etik duygusuna vereceğim birkaç örnek
Samimi ve güvenilir, gayretli, cesaretli, dürüst, insana, insan haklarına saygılı, sabırlı, anlayışlı, duyarlı, hoşgörülü, adil ve eşit davranan, uyumlu, paylaşımcı, şeffaf, hesap verebilir, yetki ve sorumluluğunu yerinde ve doğru kullanan, işini doğru ve severek yapan, sahiplenen, kendini geliştirmek için gayret sarf eden, şikayet ve önerileri dinleyen, karşısındakine değer veren, verdiği sözleri tutan, ahde vefa duygusuna sahip insanlar olmalıdır
Her sonuç başka bir olayın başlangıç nedenidir. Algoritmik düşünce üzerine kurarken yeni hayatı, ahlak ve etik göz ardı edilmemelidir. Çünkü çürük yapılar eninde sonunda yıkılmaya mahkûmdur!
erkek olsun, kadın olsun aldatmak korkakça bir cesaretle yapılır. korkakçadır zira, evdekinden korkarsın. evdekilere duyurmadan aldatmak gerekmektedir. işin raconu bu. ötesi hikaye. asıl önemli olan bu insanların ne halde oldukları.
klasik trioloji üzerinden ilerlersek
bir adam. bir kadın. öteki kadın.
şimdi bakarsak adama bahane çok. sahici bahaneler de olsa, boşanmayı göze alamıyordur. evliliğim zindan. zindandan kaçar insan, dönmemek üzere hem de. zindana geri dönmek üzere kaçış söz konusu değildir. adam kimden korkar? aldatmaya başlayınca gölgesinden bile korkmaya başlar aslında. gizlilik gün geçtikçe abartılmaya başlar. aşikar yapmanın pek heyecanlı olduğu söylenemez.
iyi bir oyuncuysa erkek, kadın pek de şüphelenmez. iyi kötü bir şeyler gelse de aklına -ki gelir- yapabileceği iki şey vardır. ya görmezden gelecek, gittiği yere kadar, ya da kurcalayacak. kurcalayabilmesi için, sonuçlarına hazır olması lazım. aldatıldığımı öğrenmekti amacım. öğrenme hakkı engellenemez, diyemez. öğrenince tükürüp gitmesi lazım. genelde böyle yapılmaz. mücadeleye girişilir, adama da yüklenilir arada ama asıl düşman öteki kadındır. kocamı geri alacağım. oldu canım çok beklersin. koca bu paket değildi ki. özensiz birine okusun diye verdiğiniz kitabın geri gelişi gibidir. kitabı çöpe atar yenisini alırsınız.
öteki kadın, hırsızdır, evet. aşık da olmuş olsa, hırsızdır ve bunu bilir. bu bilgiyle yaşamak zorundadır. kendini haklı çıkarmaya çalışır. adam çok mutsuz evinde, der, adam da beni seviyor, der. ama alıştığı bir düzen, çocukları var. öteki kadının hakkı olmayan, kimsenin al bu da senin hakkın demediği kıskanmaları gözardı edilir hep. bir şey diyecek olsa, adamda cevap hazır, benim durumum daha zor, kendini benim yerime koy, idare etmek kolay mı? öteki içinden kıskanmaya başlar, şayet ya o ya ben demiyor/diyemiyorsa. olanlar ortaya çıkarsa, en hafifinden hangi sıfatla sıfatlandırılacağı aklına geldikçe ne hisseder? e zaten orospu bu karı, evli adamla ne işi var, değil mi?
kocamın peşini bırak, sonu kötü olur. başka sevgili bulamadın mı kendine? kocanız sevgili olabilecekler reyonunda niye kabak gibi duruyordu, diye sorma hakkı da yoktur ötekinin. hırsız, sen sus!
kısa bir değerlendirmeyle, kadın mutsuz olur, öteki kadın mutsuz olur. adam gergindir oldu da heyecandı zaten aradığı, farklı bir koltukaltı kokusuydu aradığı, aradığı, evdeki başım ağrıyorların üstesinden gelmekti. öteki kadının başının ağrıması mümkün de değil çok şükür.
kadının da ötekinin de elinde kırık dökük, gerçekliği şüpheli bir iki parça anı. adam toparlar. euzu çeker, kurtulur şeytandan.
amaç nikahı, devlet destekli dizginleri, elde tutmaksa, çoğunlukla kadın muzaffer olur. yaşanmış onca şey yalana çıktıktan sonra nikahını yemişim.
müessesemiz bütün kayıplarınızı karşılayacaktır. amin.
Hemen herkes, sağlıklı bir şekilde salgının sona ereceği ve normal yaşamın başlayacağı günlerin gelmesini bekliyor.
Salgından önceki hayatı yeniden yaşayacağının özlemini çekiyor içten içe...
Peki... Bu nasıl olacak?
Aslında soru şu:
-Şimdi...2 ay sonra deseler ki "Virüs bitti. Normal hayatımıza dönüyoruz." Sinemaya, konsere falan gider misiniz?
iki görüş öne çıkıyor...
Birinci görüş sahipleri: "Onaylanmış bir aşı yaygın olarak yapılıncaya dek asla gitmem" düşüncesi etrafında birleşiyor.
ikinci görüş, birincinin tam tersi niteliğinde odaklanıyor...
Şöyle ki; : Tehlikenin eninde sonunda sona ereceğini ve hayatın ister istemez normale döneceğini tahmin ediyor,
Sonuç olarak ortada:
Yaşadığımız, endişe ve korku yaratan ciddi bir salgın var.
Bir yandan da, tehlikenin ortadan tamamen kalkmasıyla başlayacak normal yaşamın beklentisi ve hasreti.
Merak edilen konu ise;
Salgın tehlikesi geçtikten sonra o hasreti çekilen normal yaşama, her şeyi unutup, hiçbir şey olmamış gibi geçebilecek miyiz?
Yoksa...
Salgın sürecinin ruh hali alışkanlığıyla, tehlike söz konusu olmasa bile, o sürecin psikolojisini sürdürüp, normal yaşamı bir süre daha ıskalayacak mıyız?
Sessizlik ve kendi başına kalmak konseptlerinin içini bazen farklı doldurabiliyoruz sanırım. Kültürel enstantaneler de bu bakış açımızı destekleyebiliyor pek tabi...
Sessizliğin hakim olduğu alanlarda "cenaze evi gibi" ya da "kız çocuğu oldu" minvalindeki cümleler de; sessizliğin ancak bir yas ile gelebileceği inanışından doğsa gerek. Ya ölümle gelen... Ya da ataerkil dünyayla oğlan yerine kız olarak buluşma ile gelen...
Kendi başına kalmak da bir diğer tarafı sanki bunun... Çoğu zaman yalnız yani yalın olma hali ile (bir deneyimde) tek başına olma halini birbirine karıştırabildiğimizi düşünüyorum. Hâlbuki insan tek başınayken yeryüzündeki bütün canlılarla bağlantısının farkında olarak yol alabilir... Keza insan kalabalıklar içinde de yalnız olabilir ve ne o kalabalık ne o gürültü yalnızlığın çığlığını bastıramaz...
Bazen kendi içindeki sesi yakalayabilmek için sessizlik gerekir. Ve o sessizlikte dalga dalga gelen seslere kapılmadan sadece tek başına durabilmeyi ve bunu yaparken de ortak insanlıktan beslenebilmeyi...
""""Hindu felsefesinde çok anlatılmış bir anekdotta, ki bu aynı şekilde Budizm e air bir alıntı da olabilirdi, bir öğrenci öğretmenine, Brahman'ın, yani dünyanın ruhunun ne olduğunu açıklayıp açıklayamayacağını sorar. Öğretmen soruyu duyduktan sonra sessiz kalır. Öğrenci cevaben tek bir kelime almaksızın iki üç kez daha sorusunu yineler. En sonunda öğretmen ağzını açar ve der ki: " ben bunu sana şu an öğretiyorum ama sen dinlemiyorsun....
Cevap evet sessizliktir..."""
Bu anekdota bir de ben ekleme yapayım. Bazen cevap kendi başına kalındığında karşılaşılan sessizliktir... Telefon, kitap, müzik, sohbet, film, sosyal medya olmadan... Hele böylesine derin bir sessizliğe birçok yoldaş birlikte ama tek başına oturursanız tadından yenmez....
Istakoz eti çok yumuşak ve lezzetli bir deniz canlısıdır. Kabukları ise bir o derece serttir ve avlayanın bu leziz ete ulaşması çok zordur. Istakoz içinde büyürken sert kabuk maalesef büyümez. Istakoz bir müddet sonra daralan, kendisine küçük gelen kabuk içerisinde sıkışır, kımıldayamaz. Sıkıştıkça ıstakoz gerilir, stres altında hisseder ve kabuğundan kurtulmak ister. Kendini güvende hissettiği bir yere çekilir ve kabuğundan acı çekerek kurtulur. Istakoz kendi başının çaresine bakar. Kendini güvende hissettiği kaya dibinde yeni kabuğunu üretir, büyür ve gelişir. Bu döngü ıstakoz yaşadıkça devam eder.
Kabuğunda sıkışan ıstakozun derdine çözüm bulan biri olsaydı kabuğunu değiştirmek zorunda kalmaz, hep aynı küçük ıstakoz olarak kalırdı. Istakozun gelişmesini tetikleyen ve büyümesini sağlayan, onu bu dönüşüme zorlayan şey aslında yaşadığı rahatsızlık ve strestir.
Bir düşünün ne zaman kendinizi aynı o ıstakoz gibi sıkışmış ve daralmış hissettiniz? Yaşadığınız hangi olaylar sonrasında değiştiniz ve geliştiniz?
işte truman doktirini türkiye'de böyle bir sonuca yol açmıştır.
truman doktrini bir yandan yeryüzünün iki bloka ayrıldığını ve sovyet-amerikan mücadelesinin başladığını ilan edip 1990’a kadar artıp azalan tempolarla sürecek olan soğuk savaşın ilk adımlarını oluştururken öte yandan balkanlar’daki bölünmeyi çok keskin çizgilerle ortaya koymuştur.
frida kahlo yaptığı resimler, hayat tarzı, yaşadıkları, çektiği acılar ve büyük aşkıyla yaşadığı her şeyi sanata döken 20. yüzyıla damgasını vuran sanatçıdır ve hala etkisi devam ediyor.yani "bir ressam olarak doğdum" diyecek kadar özgüvenli, "bir fahişe olarak doğdum" diyecek kadar cesur ve mücadeleci bir kadındır.
fakat öyle şeyleri popülerizmin içine alıyor ki bu yeni dünya, inanın bu insanlar yaşasa kendilerinden nefret ederler. hemen hemen her yerde frida kahlo'ya ait fotoğraflar, panolar, saatler, çakmaklar, elbiseler görebiliyorsunuz.
peki bu kadının nesi ilgi görüyor?
düşünceleri mi, yaşayış tarzı mı?
düşünceleri sadece yüzeysel olarak kalmış olan frida kahlo'nun yyaşamı feminizm, sosyalizm, komünizm, medeniyet, özgürlük gibi şeyler içermiyor, içerdiği tek şey kadının, bedeninin tek hakimi olduğudur. o düşünceyi de sadece yüzlerce adamla beraber olmak üzerine kurmuştur.
Ne demek olduğunu da bildiğimi sanıyordum. geçmiş zamanla konuşuyorum, çünkü bildiğim anlamından çok farklı bir noktada anlamlandırılmış bir kelimeymiş liyakat.
Liyakatı “layık olmak” anlamına geliyor diye biliyordum. Ancak son günlerde bu kelimenin olur olmadık her an kullanılması nedeniyle ben de kuşkuya düştüm ve “Acaba ben yanlış mı biliyorum?” düşüncesine kapıldım.
Bunun üzerine yüce google'a sordum, evdeki sözlüklere baktım; Liyakat; Arapça ‘lyk’ kökünden geliyormuş. Layık olmak, yaraşmak, yakışmak ya da uygun olmak da denebilirmiş.
Hepimizin bildiği gibi Liyakat daha çok siyasi görevlerde olanların tercihlerinde kullanılıyor.
Özel sektörde liyakat lafı pek kullanılmıyor gördüğüm kadarıyla. Çünkü bir işi yapabilecek olana, layık olana vermek aslında akıl ve mantık işi.
Bu nedenle bizi süründürüp kendisine kölelik yaptıran ve modern zamanlarda adına patron dediğimiz kişi ya da kişiler, öncelikle kendi çıkarını düşündüğü için zaten layık olmayan birini herhangi bir işin başına getirmez.
Bu yüzden liyakat konusu siyaseten bir göreve atama yapıldığında daha dikkat çekici oluyor. işin doğrusu şudur; “Seçimlerin kazanılmasından sonra işbaşına gelen bir yönetici, liyakata değil de ‘Benim partimden mi değil mi’ diye bakmamalı. Böyle yaparsa belki partilileri sevindirir ama bu ülke için hayırlı olmaz. Uzun vadede kendi partisine de bir faydası dokunmaz.”
Ancak özellikle seçimlerden sonra genellikle böyle olmaz. iş başına gelenler önceliği kendi partilerine ya da yandaşlarına vermeye çalışır hep ve bu nedenle en düzgün çalışması gereken devlet aygıtı tekler.
Peki siyasi bir başarı sonucu işbaşına gelen kişiler liyakata önem vermek için ne yapmalıdır? işbaşı yaptığı andan itibaren mevcut kadroyu liyakat sahibi sayarak onlarla mı çalışmalıdır, yoksa kendine yakın liyakat sahibi isimleri mi aramalıdır?
Aslına bakarsanız böyle bir durumda “arama” yapılmaz bile, çünkü siyasi kadrolar zaten hazır gelirler, seçilmiş kişi göreve geldiği an kimle çalışacağını, kimlere yetki ve sorumluluk vereceğini bilir.
Bu nedenle dünyanın tüm medeni hukuk devletlerinde seçilmiş kişiler ekipleriyle gelirler ve mevcut kadro da hiçbir itirazda bulunmadan, hatta çoğu kez kendiliğinden eşyasını toplayıp gider.
Oysa bu konu Türkiye’de hep tartışılır.
Neden?
Çünkü Türkiye’de seçilen siyasetçi imza yetkisi ve sorumluluk vereceği kadronun dışında rutin işleri yapan personeli de hızla değiştirmeye, yerlerine kendi adamlarını koymaya çalışır.
Şimdi özellikle iktidar yandaşları “”liyakat” konusunu sanki çok önemsiyormuş havasındalar.
Bu konuda muhtemelen psikolojik eziklik içinde olan son dönem AKP dışındaki seçilmiş isimler de “liyakata çok önem verdiklerini” kanıtlamak için olsa gerek eski kadrolara ya da iktidar partisinin eski kadrolarına daha fazla önem verir görünümdeler.
Bu ne kadar doğru?
Bana göre yanlış ki ne yanlış.
Çünkü liyakata uymak eski kadrolarla veya rakip siyasi partinin elemanlarına istihdam sağlamak değildir.
Seçilmiş kişi imza sahibi yetkili ve sorumlu mevkilere atamalarını yaparken önceliği kendi ekibine veya kendisini destekleyenlere verecektir.
iyi bir siyasi yönetici, kendinden olan liyakatlı isimleri göreve seçebildiği oranda güçlü ve başarılı olur.
iyi bir siyasi yönetici, eğer kendi ekibinde bir göreve liyakat sahibi birini bulamazsa, hiçbir komplekse kapılmadan rakipler arasında liyakat sahibi arayandır.
Sırf “elalem bir şey demesin” diye liyakatlı kişiy,i rakiplerden aramak iyi bir siyasi yöneticilik örneği olamaz.
Yerli yatırımcının gözdesi gram altın yıl başından bu yana yüzde 22 değer kazanırken, bu dönemde emtia piyasasının öne çıkan yatırım aracı kakaodaki fiyat artışı yüzde 30'a yaklaştı. Bu sonuçla kakaonun getirisi, gram altını geride bıraktı.
Emtia piyasasında çikolatanın ham maddesi olması dolayısıyla talep gören ve yakından takip edilen kakao yıl başından bu yana yatırımcısına yüzde 30'a yakın kazandırdı. Yılın ilk aylarından itibaren yükselen ve nisan ayında 2.943 dolarla 1,5 yılın zirvesini gören kakao
nun fiyatı, mayıs ayında ise yüzde 13'ün üzerinde değer kaybederek kazanımlarının bir kısmını geri verdi.
kakaofiyatında mayıs ayındaki hızlı düşüşün haziranda da kısmen devam etmesine karşın, söz konusu emtianın fiyatı yıla başladığı 1.900 dolar seviyelerinden yükselişe geçerek 2.433 dolar seviyelerinde dengelendi. Böylece kakaofiyatında, yıl başından bu yana yüzde 28 artış yaşandı.
seçimlerin ardından en büyük vaatlerden birisi olan millet kıraathanelerinin açılması ile birlikte hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi kakaofiyatlarındaki yükselişin temel nedenini oluşturuyor. Batı Afrika'da hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi ve yağışların düşük kalması, kakao fiyatları üzerinde etkili oldu. Çünkü Fildişi Sahili ve Gana, dünya kakaoüretiminin yüzde 60'ını gerçekleştiriyor. Yağışların düşük olmasıyla kakaokalitesi de beklentilerin altında kaldı. Düşük kalite nedeniyle üreticiler kakaoyu satmakta zorlandı. Böylece kakaofiyatlarında, ocak ayından başlayıp devam eden bir yükseliş yaşandı
ayrıca yaz döneminde artan altın günlerinin de kakaoüzerine önemli bir etkisinin olduğu yadsınamaz bir gerçek. şimdi kakaonun en büyük alıcısı, (bkz: kakao alıcıları)dır. onların da belli bir kalitede kakao talebinde bulunuyorlar. kakao alıcıları, mevcut stoklarını kullanarak şimdiye kadar üretimlerine devam ettiğini, yağışlarda da bir miktar artış yaşanıyor.
Kısaca hava sıcaklıkları yüksek kaldıkça ve yağışlar düşük oldukça, kakaofiyatının gerilemesi çok gerçekçi olmaz. Şimdiki görüntüye göre, yıl sonuna kadar kakaofiyatları 2.500 doların üzerinde kalmayı sürdürebilir. (bkz: Uluslararası Kakao Organizasyonu), yeni sezona yönelik ilk tahminlerinde, kakaoüretiminin, sıcak hava ve düşük yağışlar nedeniyle önceki sezona göre yüzde 3,3 düşüş ile 4,59 milyon tona gerilemesi bekleniyordu. Fakat üretim kalitesindeki düşüş tahminlerde yer almıyor. Üretim fazlası olmasına rağmen, kalitedeki düşüş nedeniyle talebin düşük kalacağını söyleyebiliriz. Yağışların düşük kalması, kakaofiyatındaki güçlü seyri sürdürecektir. Bununla beraber ABD Merkez Bankası'nın faiz artırması, emtia fiyatlarını olumsuz etkiledi. Buna rağmen, eğer yağışlar düşük kalırsa kakaofiyatlarının yıl sonunda yeniden 3.000 dolar seviyelerine yaklaştığını görebiliriz.
TL'nin RTE'nin zaferi sonrasında ilk tepki olarak dolar karşısında kısa vadeli kazanç elde etmesi bekleniyor. Piyasa, istikrar ve sürekliliğe rejim değişikliğiyle gelen belirsizlikten daha fazla değer verir; TL dolar karşısında 4.55 - 4.60 bandına yükselebilir
Buna karşın RTE'nin zaferinin ardından ekonomik ve siyasi ortodoksinin değişmesi çok düşük bir ihtimal. Bu nedenle TL'nin kazançlarını sürdürmesini beklemeyin. Lira büyük bir ihtimalle eninde sonunda negatif seyrine dönecek diye buyurdum.
şimdi Son 1.5 ayda Borsada ve kurdaki hareketler gelişen ülkelerdeki dalgalanmaya paraleldi. Dolayısı ile seçimlerden net sonuç çıktı ama dalgalanma devam etme potansiyeli taşıyor. Ekonomiyle ilgili açıklanacak programlar önemli. Bunun netleşmesi 1-2 ayı bulacaktır.
Öte yandan doların seyrini görmek için global dengelere bakacağız. Faizlerin arttığı bir ortamda bu dalgalanmadan negatif etkilenme riskimiz var. Faiz artırımlarıyla ekonomi yavaşlayacak. Yani global trendler, iç ekonomide büyümeye ilişkin riskler ve nasıl bir politik ortam olacak bakacağız
bir ömür boyu yürünecek, göze alınacak yolların bileşkesidir zaman...
belki de en uzun yoldur, bir ömür boyu yürünecek, göze alınacak yolların bir diğer adıdır zaman...
"en"i olmayan, "en" kavramı ile sınırlandırılamayan bir yolda cebinde ve yüreğinde bir mültecinin hüznü gibi taşırsın zamanı. kalbin de beyninde sana aynı istikameti göstermesine rağmen, korkaklığından defalarca ardına düşmene rağmen durduramadığın yolun adıdır, zaman...
dibine battığın duygularınla mantığın arasındaki iki kenarı uçurum uzun ince yoldur. duygularına yönelmek köleleştirip seni sen yapanları yok ederken mantıksızlığın ve zorunluluklarına yönelmek onu kaybetmene neden olur. ortada durmaksa her zaman uçuruma düşme tehlikesidir...
hepimiz mutlu değil miydik o zamanlar? ne zaman büyüdüğümüzü, zamanın herşeye rağmen geçtiğini anladık o zaman mutluluk için başka şeylere ihtiyaç duymaya başladık..
çocukluk karşılıksız bir mutluluk kaynağıydı değil miydi bizim için?
ne zaman büyümeye başladık işte o gün toplu halde sürünmeye başladık...
öncelikle heyezanla heyecanı karıştıracaklar için söyleyeylim
heyezan; saçmalama, kopma, sanma anlamındayken, heyecan Sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi gibi nedenlerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu durumu anlamına gelir.
şimdi gelelim gençlik heyezanlarına...
yakın veya uzak çevremde gözlemlediğim veya geçmişimden hatırladığım kadarı ile ergenlik heyezanlarının başında arafta kalma durumu vardır. ölmek filan aklından geçmez ama hayatında da bir bok olmadığının farkındasındır. doğrusunu söylemek gerekirse olacağı da yok...
hep bugün yarın diyerek bir şekilde yaşıyorsun. kimse seni, sen de kimseyi umursamıyorsun.
işe gidiyorsun iş bok gibi. eve geliyorsun ev bok gibi. geçmişin zaten çöplük gibi. kimin kimsen yok, öyle yaşıyorsun. içinde birikenler, dökülecek yer arıyor ama yok. bunun gibi....
bunları okurken "ahan da ben" diyorsan, ergenliğin doruklarındasın demektir.
hemen silkin, mutfağa gidip kendine bir çay koy ve kendine "acaba gerçekten bu kadar duygusal mıyım, yoksa toplumun dayattığı rollerden sadece birisi mi bu?" sorusunu sor.
sorunun cevabını aslında çok da önemli değil, şimdi toplumsal baskı, insanın kendinden başlayarak diğer insanları, evreni, doğayı, hayvanı, bitkiyi sevmeyi bilmeyişidir. sürekli negatif, sevgiden uzak bir varlık etrafa da nefret saçar. birbirine nefret saçan varlıklar nefretleri ile yalnızlaşırlar. insan sosyal bir varlık olduğu için yalnız kaldığında ruh sağlığında ciddi sorunlar meydana gelir.
diğer bir neden baskılardır. bir insanın kendini en iyi hissettiği yer akıl hastanesidir. çünkü orada toplumun dayattığı kurallar ve baskılar yoktur. deli olduğunuz orada kabul gördüğü için ne yaparsanız yapın davranışlarınızı kimse tuhaf karşılamaz. ama toplum içindeyken mesela metroda herkes içinde dans ederseniz siz deli muamelesi görürsünüz. çünkü bu toplum kurallarına aykırıdır. dışlanmamak için dayatılan kurallara uymak zorunda kalırsınız. bu gibi yapamadıklarımızı içimize atmamız yine farklı ruh hastalıklarına neden olur. mesela bastırılmış cinsel duygulardan dolayı ülkede artan tecavüz ve taciz gibi suçlar buna en güzel örnektir.
her ne kadar yasak elma ulasilmayani simgelese ve ayaginizin altina bir tabure koymak anlamina gelse de "o an ulasilamayani istemek" ile "asla ulasilamayacak olani isteme"nin ayrimina varilmasi gerekir. ilki her zaman yeni seyler pesinde kosmayi, birseyi basardiktan sonra baska birseyi hedeflemyi, dolayisiyla ilerlemeyi ve gelismeyi beraberinde getirir. öte yandan elde ettiklerinin degerini bilmeminin yaratacagi doyumsuzluk tehlikesi de kendini gösterebilir. ikincisi ise bos hayaller pesinde kosmaktir, sinirlarini bilmemek ve kendini tanimamaktan ya da asiri hirstan kaynaklanir; kendinle barisik olamamanin yarattigi bir durumdur, patalojiktir ve sonu da hüsrandir.
öte yandan istediginin bu ikisinden hangisine girdigini bilebilmek bir erdemdir, ayirdina herkes varamaz.
gün geçmiyor ki yeni bu topraklar üzerinde yeni bir dolandırıcılık vakası ile karşılaşıyoruz.
Kadıköy’den Sabiha Gökçen Havalimanı’na gitmek isteyen Suudi Arabistan uyruklu bir turisti, yolları bilmemesinden faydalanarak yolu uzatan ve uçağını kaçırmasına neden olan taksici hakkında “nitelikli dolandırıcılık” suçundan 3 yıldan 10 yıla kadar hapis istemiyle iddianame düzenlendi.
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, müşteki Suudi Arabistan uyruklu A.N.M.’nin, istanbul’a turist olarak geldiği belirtilirken müştekinin istanbul’dan ülkesine dönmek üzere Sabiha Gökçen Havalimanı’na gitmek amacıyla şüpheli E.C.’nin şoförlüğünü yaptığı ticari taksiye bindiği anlatıldı.
Fazla ücret için Avrupa Yakası’na geçirdi
iddianamede, şüphelinin müştekinin turist olması nedeniyle istanbul’u ve havaalanı yolunu bilmemesinden faydalanarak daha uzun mesafe gitmek ve böylece daha fazla taksi ücreti alabilme amacıyla kasıtlı olarak Yavuz Sultan Selim Köprüsü yolundan Avrupa Yakası’na geçtiği kaydedildi.
şimdi asıl mesele eğer turist uçağı kaçırmasa belki de haberi bile olmayacaktı bu çakallıktan. bu demektir ki, haberi olmadan bu şekilde kazıklanan binlerce insan var ,tek farkları belki havaalanına yetişmişlerdir.
şimdi bu taksiciye sorsak, dini bütün bir müslümandır. ama hırsızlık yapmakta, başkasını dolandırmakta hiç bir beis görmemiştir.
3 cumaya gitmeyen kafirdir, namaz kılmayan hayvandır, yok oruç tutmamak günahdır, yok şu günahtır diye bir sürü şey konuşulurken neden hırsızlık, sapıklık günahtır, insan aldatma günahtır diye söylenmez.
zaten bireye tapmalar, kişilere peygamber gözüyle bakmalar, bıçaklarla ve silahlarla insanlara saldırmak, kadınları dövmek, yardım için toplanan paraları kaçırmak, ülkeyi satmak, küçük çocuklara tecavüz edenleri serbest bırakmak, ölenin ardından "oha ateyiz miymiş? dualarımı geri alıyorum demek, ölenin ardından kötü konuşmak, kaybedilen anneyi mağduriyet malzemesi yapmak, en kötüsü de dini maduriyet malzemesi yapmak. insanların yumuşak karnı olan, sadece yaratıcıyla aralarında bağ kurabilmeleri için sahip oldukları dinlerini sömürü malzemesi haline getirmek, yalan söylemek sorun değil, ama namaz kılmamak sorun olduğu bir anlayışı değiştirilmesi gerekli...
bitcoin nedir'den önce aslında ne değildir'i konuşmak lazım.
bana göre bitcoin ve diğer coinler kesinlikle bir para birimi değil, bir değerdir.
konu ile ilgili bir örnek vermek gerekirse leonardo da vinci, mona lisa'yı resmetti ve bugün mona lisa'nın değerine paha biçilemiyor. ama ya aynı tablodan (birebir aynı) bir tane daha resmetseydi?
hatta bir tane daha...
ve bir tane daha...
böyle böyle birbirinin kopyası tabloları üretip dursaydı? sonra bunları üretmeyi başkalarına da öğretseydi ve onlar da üretmeye başlasalardı...
birileri de bu tablolara sahip olmak için büyük paralar ödeyip satın almaya başlasaydı? normalde sizin ona verdiğiniz değeri saymazsanız tüm tablolar aslında bir bez parçası ve biraz da boyadan ibarettir...
ama siz bazılarına milyonlarca dolar değer verebilirsiniz. peki bu değerin karşılığı nedir? emektir, beceridir, sanattır, nadideliktir vesaire... mona lisa'lar daha fazla üretilseydi ve insanlar bunları büyük paralar verip satın almaya başlasalardı, bunların üretim miktarı ve satın alınan en son tabloya verilen bedel ile orantılı olarak tabloların bir borsası oluşurdu.
borsası oluşan bir şeyin de parasal bir değeri vardır artık. normalde üretimi arttıkça değerinin düşmesi gerekirken, insanların ilgisi sayesinde, talebin de artması yüzünden değeri ve popülerliği giderek daha da artardı. insanlar, bir değeri olduğunu düşündüğünden, aynı altın gibi, tabloları alıp "ileride daha da değerlenince bozdururuz" diye biriktirmeye başlarlardı.
coinlerin durumunu ben böyle görüyorum. peki gerçekte bu coinler nedir? ait oldukları blockchain zincirine yeni bir blok daha eklenip zincirin genişlemesine katkıda bulunduğunuz için, her oluşturulan yeni blok karşılığında size ödül olarak verilen sanal jetonlardır.
bunların para etmesi ve hatta para yerine kullanılmaya başlaması tamemen onlara verilen değerle alakalıdır. yani karşılıkları halkın onlara verdiği değerdir. o kadar. halk onlara değer vermeye devam ettikçe para edecekler, bir gün gelip artık değer verilmemeye başlandığında da piyasadan silineceklerdir. tabii öyle bir gün gelirse...
kürsel finans krizi'nin ilk ayak seslerinin duyulmaya başladığı dow jones endeksinde Sert düşüşlerin boğa piyasasında düzeltme nedeniyle gerçekleştiğini ve dünkü yükselişin tepki alımlarından kaynaklandığı değerlendirmesini yapabilriz. ilerleyen günlerde endekslerin normal seyrine dönmeye başlayacağına inancımızı kaybetmedik; ancak dalgalanmaların hala risk oluşturmaya devam ediyor...
bitcoin dedikleri şeyin maddi karşılığı yoktur, ama üretiminde kaynak harcanması maddi temelini oluşturur, duyulan güven de karşılığını oluşturur.
yani sizinarzına talep varsa piyasa için bunun bir önemi yoktur.
unutmayın ki, dolar'ın politikasını yürüten kişiler kalkıp "bitcoin çok sağlıklı bir sistem değil ve biz bu sistemi desteklemiyoruz" dese sen bitcoin ile bir sakız alabilir misiniz?
Öncelikle bankanızla temasa geçip, ne kadar krediniz kalmışsa bunu uzun vadelere tekrar böldürerek yapılandırmanız gerekir. Bu durum bankanın da işine gelecek çünkü vade uzatmak onlar için yeni bir kar kapısı demektir. Diyelim ki bankayla anlaştınız ve kredi ödemeleriniz için yeni bir yapılandırma yoluna gittiniz. Bu durumla tekrar karşılaşmamak için gerekli tedbirleri almak zorundasınız. Gereksiz yere pahalı ve lüks harcamalardan uzak durmalı ve en önemlisi gelirinize göre harcama yapmalısınız.
size tavsiyem kredi borcunuzu ödeyemiyorsanız mutlaka kredi yapılandırması yaptırmanızdır. Başka türlü aradığınız yollar veya çözümler daha da kötü sonuçlara yol açabilir.
çevreme bakıyorum, bir çok kişi kredi borç sarmalında debelenip duruyor. aslında bakarsanız bunun sorumlusu bizler değiliz. sistem bizi kredi çekmeye mecbur bırakıyor. çünkü birikim yapmak zaten olası değil, aldığımız parayı kira, benzin, gıda, ısınma gibi kalemlerle geri veriyoruz.
ve üstüne üstlük maaşımız sürekli olarak düşüyor. örnek vermek gerekirse, haziran ayında 3.500 lira maaş alan birisi 1.000 dolar alabiliyorken şimdi aynı adam 921 dolar alabiliyor. başka bir deyişle her şeyin fiyatı dolara endeksli arttığı türkiye'de 5 ayda alım gücü 80 dolar düşmüş. buna karşılık her şeyin fiyatı artmış.
şimdi bu durumda insanlar kredi çekmesinler de ne yapsınlar diyebilirsiniz. zaten kredi çekmek, bankadaki mevcut paranızı çekmekten daha kolay hale geldi. şöyle ki x bankasında bir miktar para çekebilmek için, "önceden haberdar ettiniz mi?", "toparlıyoruz", "onay alamadık" gibi şeklinde 2 saat beklerken, yine aynı bankadan aynı miktar krediyi 1 saat içinde çekip, kapitalizmin kucağına yol alabilirsiniz.
çekerken iyi de, bir de bunun ödemesi var. şimdi ihtiyaçlarınızı gidermek için bankalardan çektiğiniz krediyi ödeyememeniz durumunda;
Kredi borcu ödenmezse bankalar nezdinde bir idari takip söz konusu olabileceği gibi Merkez Bankası Kara Listesi’ne girebileceğiniz yasal takip de söz konusu olabilir. iş, icra takibine kadar uzanabilir.
Yasal takibe gelmeden önce önünüzde 3 ay kadar daha doğrusu 90 günlük bir süre bulunur. Eğer bu süre zarfında borcunuzu kapatırsanız yalnızca gecikme faizi ödersiniz.
90 gün içerisinde borcunuzu ödemezseniz idari takip başlar.
90 gün süresince mail veya sms yoluyla borcunuzu ödemeniz için uyarıda bulunan banka, bu sefer sizinle doğrudan iletişime geçerek 7 günlük bir ek süre tanır ve geciken 3 aylık borcun ödenmesini talep eder. Bu süreçte yapılandırma talebinde bulunabilirsiniz.
peki ya Ek süre sonunda banka borcu ödenmezse ne olur?
idari takip başladıktan sonra sizi arayan banka yetkililerine yeniden yapılandırma yapmak istediğiniz belirtebilirsiniz. Aksi durumda bu teklif, 7 günlük ek sürenin dolması ile birlikte bankadan da gelebilir. Olumlu yanıt vermeniz durumunda; kalan borç miktarı, mevcut faiz oranları, ödeme gücünüz gibi hususlar göz önüne alınarak yeni bir ödeme planı oluşturulur. Fakat yapılandırmaya yanaşmazsanız artık hukuki süreç başlar.
ya Hukuki sürecin başlaması ne demek?
Avukat aracılığıyla yürütülen yasal takip ile birlikte artık Merkez Bankası Kara Listesine girersiniz, yani kredi siciliniz bozulur. 5 yıl süreyle kredi alamayacağınız gibi mahkeme kararları doğrultusunda banka hesaplarınızın bloke edilmesi, maaşınızın belli bir dilimine el konulması veya icra takibi başlatılması gibi durumlar ile karşı karşıya kalabilirsiniz.
sabah uyandığımız zaman paranız olsun veya olmasın herkes dolar kuru ne olmuş diye baktığı günlerden geçiyoruz. aslına bakarsanız, bu durum galatasaray - fenerbahçe derbisinden bile daha ilgi çekici ve eğlenceli.
ve tabii ki elektriği, doğalgazı, petrolü ithal ederken sahillerimizdeki kumlarla ödeme yaptığımızı düşünen kişilerden olup bana ne dolardandiyen kesimden de olabilirsiniz. ama öyle değilseniz, yatırımcılar TCMB'nin bağımsız olduğunu, daha şahin bir politika izleyeceğini ve faiz oranlarının artırılacağını duymak istiyor.
Ayrıca siyasi taraftan gelen müdahalelerle Liranın dolar karşısında daha da değer kaybediyor. Bu durum da TCMB'nin üzerinde çok baskı oluşturuyor.
eğri oturup doğru düşünürsek; % 12'lik faiz seviyesi yeterli değil. Reel getiri sıfıra eşitlenmiş durumda. TL TCMB'den net bir mesaj gelmedikçe değer kaybetmeye devam edecek. ve hızlı değer kaybı ve yüksek volatiliteden kaçınılmalı çünkü yabancılar yüksek volatiliteli ülkelerden kaçınmak istiyor. TCMB ve diğer yetkililer müdahale edip piyasayı sakinleştirmeli...
modern kavramının doğduğu Fransız devriminin yegane sebebi john law'in yarattı ekonomik balonun patlamasıdır.
hep söylene gelen ve devrimin başlangıcı olarak görülen bastille hapishanesinin ele geçirilmesi sadece sembolik bir olaydir, çünkü hapishane zaten yakin zamanda çikmis afla bosaltilmistir.
aslında Fransız devrimini anti duhring'de Engels "paris’in varlıksız yığınları, egemenliği bir an ellerine geçirebilmiş ve böylece burjuva devrimini burjuvazinin kendine karşı utkuya götürebilmiştiler." diye en mantıklı yaklaşımı getirir.
bir zamanlar çiftler tanışıp anlaşarak evlendiklerinde “Sevişerek evlendiler” denirdi. Böyle dendiğinde insanlar o çifti yatakta sevişirken hayal etmez, birbirlerini tanıyıp sevdiklerini anlardı.
Arkadaşlar arasında birbirlerini çok sevdiklerini belirtmek için, “Biz pek bir sevişiriz” denirdi. Yani biz birbirimizi çok severiz.
‘Sevişmek' o kadar da öcü bir kavram değildi. Zaten bu kelime, sevmek sözünden türetilmiş.
içinde sevgi olan bir kavram ne kadar kötü olabilir ki?
Ayrıca ‘seks' de kötü bir şey değil!
Çoğu canlı bu yolla ürüyor, bu şekilde çoğalıyorlar.
Canlının doğasında olan bir şeyden bu kadar kaçmak, doğaya karşı meydan okumaya çalışmak niye?
insanları istediğiniz kadar doğal olandan uzaklaştırmaya çalışın, yasaklar koyun, korkutun, eninde sonunda doğa kazanır…
Gençleri bu tür konularda eğiteceğimize bunu kötü bir şey gibi göstermek, katı yasaklar koymak, “Günah! Cehennemde yanarsın!” diyerek korkutmak bugünkü sapıkların varlığının ana sebebidir.
Doğal olana yasak koymak sapkınlıkları beraberinde getirir.
Sonrası; çocuklara sarkıntılık, tecavüz, annesinden, bacısından tahrik olma, hayvanlarla ilişki, şort giyen kızdan çok etkilenip suçluluk duygusuyla tekme atarak intikam alma…
Hatta yer altındaki fayların hareket etmesinden oluşan depremi bile sevişmeye bağlayanlar çıkıyor işte!
şimdi Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor’un hisse senetlerinin Borsa istanbul’a kote olduğu günümüzün spor dünyasında her türlü spor aktiviteleri, izlenebilirlik ve takip edilebilirlik düzeyleri arttıkça büyük ölçekte ekonomik bir sektör haline gelmiş durumda. Her ne kadar gerçek futbolseverler durumdan nefret etse de futbolun endüstriyel bir süreç içine girmesiyle beraber, futbol kulüplerinin hızla şirketleşmeye başlaması, futbolun geçirdiği yapısal değişimin de bir göstergesi durumunda. Çünkü futbola ilişkin her şeyin hem nitelik ve nicel anlamdaki değişim ve gelişimi, kulüpleri de şirketleşmeye zorlayarak, pastadan daha fazla pay alabilmenin bir yolu olarak görülmeye başladı.
Futbol kulüplerinin gelişen endüstriyel futbol piyasasında daha etkin aktörler olabilmeleri, onların bu piyasadan daha fazla pay alabilmelerine bağlı olduğu günümüz koşullarında, rekabetçi piyasa içinde kulüplerin pastadan aslan payını alabilme mücadelesi, kulüpleri yeni gelir kaynakları yaratma yoluna itmiş durumda. Bu yüzden kulüpler daha değişik, daha uzun vadeli ve daha düşük maliyetli fonları sağlayabilmek için sermaye piyasalarına açıldılar.
Bunun futbol açısından en büyük faydası, sermaye piyasalarına yönelen kulüplerin gerçek anlamda profesyonelliğe geçiş aşamasını hızlandırması oldu.
şimdi zurnanın zırt dediği yere gelirsek yani, Maç sonuçları futbol takımlarının hisse senedi fiyatlarını nasıl etkiliyor?
2008 ve 2010 yılları arasında Türkiye Süper Lig’inde borsaya kote olmuş futbol takımlarının yani Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor’un hisse senetleri üzerine yapılan bir araştırmaya göre, maç sonuçlarının hisse senetlerinin performanslarını etkilediği sonucu ortaya çıkmış. Süper Lig’de alınan sonuçların yüzde 24, Türkiye Kupası’ndaki sonuçların yüzde 22 ve Avrupa’da Şampiyonlar Ligi ve UEFA maçlarındaki sonuçların yüzde 70 oranında hisse senedi performanslarını etkilemiş.
dolar ne olacak konusuna devam edecek olursak, Finans piyasalarında zamanlama olmazsa olmazlardandır. Çünkü hangi yatırım aracı yükselişte, hangi yatırım aracı düşüşte bunu izlemek ve bu doğrultuda doğru zamanda işlem yapmak bir hayli önemlidir.
Özellikle zamanlama konusunda dikkat edilecek husus ise teknik analizdir. Teknik analiz; geçmişteki fiyat değişimlerinden yola çıkarak gelecekteki fiyat hareketlerini tahmin etmek için kullanılan bir analiz yöntemi olarak tanımlanabilir. Teknik analiz aracılığı ile altın, dolar, petrol, gümüş, endeks, hisse senedi gibi herhangi bir yatırım enstrümanında fiyatların hangi yöne gittiğini çok pratik ve hızlı bir şekilde analiz etmek mümkündür.
işlem yapıyorsanız teknik ve temel analiz yönteminden faydalanarak işlem yaptığınız yatırım aracında fiyat hareketliliğine sebep olabilecek hiçbir unsuru göz ardı etmemelisiniz. Bir örnek vererek konuyu açıklamaya çalışırsam: fed'in yapacağı faiz artışı doların değerinin yükselmesine sebep olur. Dolayısıyla bu dönemde dolara yatırım yapmak doğru bir zamanlama olacaktır. Son örnekten yola çıkarak işlem yaparken; doğru zaman ve stratejiyle beraber piyasayla inatlaşmadan, güncel siyasi, ekonomik olayları yakından takip ederek hareket ederseniz siz de başarı yatırımcılar arasında yer alabilirsiniz.
konu hakkında ne derler bilirsiniz "mont giyme rekorları kırılıyordu sen kapımın önünden geçerken..."
siz siz olun, daha yeni üniversiteyi bitirip de, iş dünyasında yıllarını geçirmiş insanlardan daha çok bildiğini iddia eden kimselerden olmayın. umarım bir gün onlar da işveren olurlar, o zaman benim söylediklerimin 100 misli yorumlar yapacaklarından eminim.
iş başvurusu ve iş arama süreci sıkıntılı bir süreçtir. çalıştığınız yerden memnun değilseniz ve ayrılmak istiyorsanız, ayrılmadan bu süreci geçirin. çalışırken iş arayın. önce ayrılmayın. bu sizi daha da stresli bir hale sokacaktır. çalışırken ise bu stresi hissetmeyeceksiniz. hiç olmazsa tutunacak dalınız vardır.
çalışırken iş aramanın kötü yanı ise, yaptığınız işe konsantrasyonunuzu kaybetmenizdir. gerçi iş arayacak durumda iseniz çoktan konsantrasyonunuzda zarar meydana gelmiştir ama yine de iş ararken bunu daha fazla hissedeceksiniz.
bu arada çalıştığınız yerdeki memnuniyetsizliklerinizin "çoğu"nu yeni bulacağınız işte de yaşayacağınızı bilerek iş aramalısınız.
ha bu arada işiniz kariyer.net, yenibiris.com, sevcetcv.com'a kaldıysa cidden sıkıntılı. ha çok spesifik bir mesleğiniz vardır, yıllarca tecrübe falan yeri gelir onlar da bulur ama bunun dışında zor.
meslek sahibi olmak önemli. mezun olduğunuz fakülte her ne kadar aksi iddia edilse de sizi meslek sahibi yapacak. 2+2=4 bu kadar basit.
bir sıfatınız mutlaka olacak. şimdi hukuk fakültesi okuyan adam mezun olunca ne oluyor? avukat. sınavlara girerse de hakim, savcı, noter. işte bu kadar. mühendislik mezunu bir adam bu meslekleri icra edebilir mi? hayır. bu önemli işte. yaptığınız işte "alaylılar" olmayacak. olursa diplomanız ne yazık ki bir kağıt parçası. bu böyle biline.
ben buradan işletmedir, iletişimdir, arkeolojidir, kamu yönetimi vs okuyan arkadaşlara sesleneyim. lütfen ama lütfen meslek sahibi olun. sıfatınız olsun.
herhalde günümüzün, haftamızın, ayımızın en önemli sorularının başında "dolar ne olacak?" geliyor.
bu işi bilene sorarsanız, size herkes farklı şeyler söyleyecektir. mesela UBS Varlık Yönetimi emtia ve Asya-Pasifik Döviz birimi yöneticisi Dominic Schnider denilen yavşak doların zayıflayacağını söylerken, UBS varlık yönetimi birimi emtia ve forex idari direktörü Wayne Gordon şerefisizi "dolar değer kazanacak diyebiliyor.
eğer bu yavşak ve şerefsizin dediklerine bakıp, dolar ne olacak sorusuna yanıt arıyorsanız bulamazsınız. çünkü kısa dönedeki gelişmelere bakarsak:
ABD'de ISM Hizmet Endeksi 12 yılın zirvesinde ve piyasaların Beklentisi 58.5'ti. Endeksin 50'nin üzerinde değer alması sektörde büyümeye işaret ediyor. Yeni siparişler endeksi 62.8 olurken istihdam endeksi 57.5'e yükseldi. Bu, Mayıs'tan beri en yüksek seviye oldu.
Bu bize amerikan ekonomisinin en büyük kısmını oluşturan hizmet sektörünün güçlenmeye devam ettiğini gösteriyor.
Şimdi bir de öteki gelişmeye bakarsak; ABD hisse senetleri, dolar önemli paralar karşısında güç kazanırken haftanın son işlem gününde dalgalı seyretti. Cuma günü açıklanan tarım dışı istihdam verisi ABD işgücü piyasasına ilişkin iyimserliği olumsuz etkiliyor.
Şimdi ne olacak peki derseniz bana kulak verin: dolar trump abimizin dediği gibi, kısmen Çin’in kendi para biriminin değerini düşük tutması sebebiyle zaten “fazla güçlü”
Bundan dolayı, Trump’ın ekonomik politakası mantıken reflasyonist yani vergilerin düşürülmesi ve para basma ile sağlanan büyüme gibi beklentileri karşılayamasa bile, ABD ücret baskılarında ve Çin’de üretici fiyatlarındaki artışta yansımasını bulduğu üzere, küresel ekonomide iyileşme bekliyorum. dolayısı ile ABD merkez bankası Fed'in son ekonomik verilerden sonra Aralık ayında faiz artırımına gitme olasılığı çok yüksek. Artışlar muhtemelen gelecek yıl kademeli de olsa sürecek. Gösterge ABD 10 yıl vadeli tahvillerin faizi yüzde 2.40 seviyesini aştı.
ABD'de Fed'in başına şahin bir adayın getirilme olasılığı, vergi indirimlerinin geçme ihtimalinin artması, Avrupa Merkez Bankası'nın varlık alımlarını azaltmasının piyasalarda güvercin bir hareket olarak değerlendirilmesinin Euro/Dolar paritesini düşürmesi doların yurtdışında güçlenmesine neden oldu.
Özetle beklentiler genel anlamda gelişen ülkeler ve özelde Türkiye için kötüleşiyor ve fon çıkışlarının artmasından endişe ediliyor.içeride ise enflasyondaki güçlü seyrin sürmesi ve TCMB'nin son toplantısında somut adım atmaması ve yaptığı sıkı duruş açıklamasının piyasaları tatmin etmemesi TL'nin dolar karşısında zayıflamasında etkisi oldu. Merkez Bankası son enflayson raporunda, çekirdek enflasyonda ana eğilimdeki yükselişin sürdüğünü kaydetti ve manşet oran çift haneli seyrini sürdürüyor.
Öte yandan, yaz döneminden bu yana dolara talebin artmakta olduğu görülüyor. Genel bir gösterge olan döviz tevdiat hesapları Temmuz ortasından bu yana yaklaşık yüzde 4.5 arttı. Cari işlemler açığı da söz konusu dönemde yukarı yönlü eğilim gösterdi ve 5 milyar dolarlı seviyeleri gördü.
Daha basit anlatacak olursak; Dünyanın ekonomik güç dengeleri Amerika ve Avrupa’dan Asya’ya kaydı. Batı artık dünyanın en büyük askeri ve ekonomik güç odağını oluşturmuyor. Çin ekonomik ve askeri açıdan dünyanın yeni öncü gücü haline geldi. Bu elbette dünyanın her yerinde ekonomik ve jeopolitik açıdan tansiyonu yükselten bir gelişme. Türkiye de bu noktada, Batı dünyası ve NATO’nun mu, yoksa Doğu’nun mu bir parçası olduğuna karar vermek durumunda. Diğer bir başlık ise, 2008’den beri Avrupa ve ABD piyasalarında gerçekleşen sıfır faiz oranları. Borsalar artık ucuz ve düşük kârla seyrediyor. Ve yakın gelecekte yüksek geri dönüşler vaat etmiyor.
2010’dan beri Amerika, Avrupa ve Japonya parasal genişlemeye gitmişlerdi. Bu diğer para birimlerinin de güçlenmesine yol açmıştı. Ancak görüyoruz ki fed belli bir süredir faiz oranlarını yükseltmedi. Burada yakın bir zamanda doların yükselmesiyle sonuçlanacak bir artış beklenmeli. Bu olursa dolar daha da güçlenecek.
Yanisi romalılar, yurttaşlarım dolar, Euro karşısında ve diğer para birimleri karşısında giderek daha avantajlı ve güçlü bir konuma gelecek. Ancak uzun vadede herkes bilmelidir ki, altın, gümüş ve platin gibi değerli madenler en güçlü yatırım aracı olacak.
charles ponzi adlı sütü bozuk bir zat-ı muhteremin bulduğu finansal yöntem sayesinde, nice koçyiğit heder olmuş ve kendini bıçaklama seviyesine gelmiştir...
ponzi yöntemi, aslında titan saadet zinciri ile bir benzerlik taşır. ponzi tipi finansman yönteminin ayakta kalabilmesi için sürekli yeni girişler olmalıdır, yeni girişler azaldığı taktirde sistem zayıflar.
ponzi yöntemi, yatırımcılara kendi paralarından geri dönenle veya sonraki yatırımcılardan gelen paralarla ödemenin yapıldığı bir dolandırıcılık ile yatırım islemidir. ponzi yöntemi genelde yeni yatırımcıları çekmek için anormal yüksek kısa dönemli geri dönüşler teklif eder. ponzi yönteminin vaat ettiği ve ödediği yüksek miktardaki geri ödemelerin sürdürülebilmesi için yatırımcılardan sürekli artarak gelen bir para akısı olmalıdır ve böylece sistem devam edecektir. kazançlar genelde ödemelerden daha az olduğu için sistemin basarısız olması kaçınılmazdır. ayrıca kazanç elde edilmesi çoğunlukla mümkün değildir.
ponzi, süphe çekicidir. düzenleyen kisinin kayıt dısı menkul kıymetler satma olasılığı yüksektir. ne kadar çok yatırımcı oyuna dahil olursa sistemin yetkililerin dikkatini çekmesi de aynı oranda artacaktır.
bu gözle baktığınız zaman ponzi yöntemi ile dolandırılan birisinin bıçakla, allah ne verdiyse girmesini rahatlıkla algılayabiliyorum...
ne yazık ki son dönemlerin modası haline gelen bu kutsal değerlere hakaret etmek oldukça revaçta...
yaşamında istediğine ulaşamamış, yaşadıklarına sinirlenmiş kişilerin çatacak bir yer arayıp sonunda kutsal değerlere hakaret ettiği görülür, bunun bir üst seviyesi vardır, sağa sola hava atmak için de yapılır...
insanoğlunun artık ne kadar kompleksli ve ne kadar ucuzladığını gösterir aslında kutsal değerlere hakaret… konu herhangi bir dine inanmak veya inanmamak değildir. Çünkü inanmayanın çamur atmak gibi bir derdi olmaz, gerçekten inanmayanın olmaması gerektiği gibi...
ama kendinde olmayanlar sardı artık dünyayı... dünyada hiç dert yokmuş gibi, karşındakini en zayıf noktasından vurmaya çalışır bunlar yapanlar çünkü bilirler, sazan gibi atlayanlar kesin olacaktır...
burada eleştirmek istediğim sadece hakaret edenler değil, bunlara karşılık vermeye çalışanlarda hatalıdır.. susmak bazı zaman en güzel cevap olur... yorum yapmamak...
sana kimse inan, inanma demiyor.. sadece saygı göster ve sus...