pnar
1688 (johannes kepler)
ikinci nesil yazar 23 takipçi 256.50 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kendimden hallice

    1.
  1. Yeni nesil bir grup. Buralar hep değerlenecek. "Sakince yoruldum" şarkısı nasıl güzel nasıl güzel.
    1 ...
  2. sakince yoruldum

    1.
  3. "Kendimden hallice" grubunun enfes şarkisi. Hadi başlık açmadınız ama umarım dinlersiniz. Bizde bu aralar arabada, evde... son ses bu çalıyor.

    En üst kattan atladı umutlarım
    E daha ölmemiş, gömülmemiş
    Savurdum olduğum kadarını
    Kimseye yetmemiş, kimse yetinmemiş

    Yollar giderek, ben severek bittim
    Acılar güler hep, ben söverek gittim
    Hoşuna giden yollar mı kapalı, gidemezdim
    Bitmiyor hiç derdim, geçmez sensiz

    Düşe kalka geçtik o yollardan
    Azıcık da yorulduk aslında
    Kovaladı hep aynı hatalar
    Yaşıyoruz çözdüğümüz kadar

    Düşe kalka geçtik o yollardan
    Azıcık da yorulduk aslında
    Kovaladı hep aynı hatalar
    Yaşıyoruz çözdüğümüz kadar

    Yollar giderek, ben severek bittim
    Acılar güler hep, ben söverek gittim
    Hoşuna giden yollar mı kapalı, gidemezdim
    Bitmiyor hiç…
    3 ...
  4. beslenen

    1.
  5. inci aral'ın ağda zamanı adlı öykü kitabındaki bir öyküdür. hikaye, inci aral'ın küçüklük yıllarından izler taşır.
    hikayeye kaynaklık eden yaşantının izi şudur: evin ayak işlerini yapan besleme gönül verdiği kişiyle birlikte olmak için yıllardır yanlarında kaldığı aileyi terk eder.

    yazar, hikayeyi etkili kılmak için mekanların insanlar üzerinde bıraktığı izlerden faydalanmıştır. ayrıca hikayede "birey ve toplum" kavramı kendine bir yer edinmiştir. insan emeğini sömüren keyif düşkünü ve kendi içerisinde tutarsız karakterler, duygular arasında sıkışıp kalmıştır. işte bu bireyler, aynı zamanda toplumu oluşturacak türdendir. ezen ve ezilenler bu hikayede aynı mekanı paylaşmaktadır.
    4 ...
  6. tanrıların doğuşu

    1.
  7. yunan ozanı hesiodos' a ait bir eserdir. evrenin, tanrıların ve dünyanın oluşumunu açıklıyor.
    iş bankası yayınlarından işler ve günler eseriyle birlikte yayımlanmıştır.
    latince adı theogonia'dır.
    4 ...
  8. mahallede kaybolma diye

    1.
  9. 2014 yılında nobel edebiyat ödülü almış yazar patrıck modiano'nun can yayınlarından çıkan romanının adıdır.
    paris'te hayattan kopuk yaşayan bir yazarın hayatı hiç tanımadığı birinden gelen bir telefonla alt üst olur. kendisine ait bir telefon rehberini bulduğunu söyleyen yabancı ile buluşan jean'in hayatı asla eskisi gibi olmayacaktır.
    116 sayfalık romanı bir haftalık okuma ile bitirmeniz kolaydır. teknik kusurları da yok değildir.
    2 ...
  10. nerudanın postacısı

    1.
  11. antonio skarmeta'nın yazdığı romandır.
    olaylar 1969 yılında şili kıyılarındaki bir kasabada geçer. köyün postacısı mario'nun mektup götürdüğü tek bir kişi vardır: pablo neruda
    mario, hayran olduğu şairle konuşmak, ona kitabını imzalatmak için çareler arar, sonunda aralarında bir dostluk başlar.
    bir kısmı gerçek olan renkli karakterleriyle general pinnochet darbesi öncesindeki şili'yle unutulmaz bir filme de dönüşen bu roman, şiirsel diliyle okuru kendine bağlıyor.
    meraklısına filmin adı: (bkz: il postino)
    0 ...
  12. fahrunisa boran

    1.
  13. sosyolog Fahrunisa Boran, i.Ü. felsefe bölümünden mezun olduktan sonra lisansüstü çalışmalarını Amerika'da Montclaire State Collage ve Duke Unıversity'de yapmıştır. pek çok lise, enstitü ve son olarak da Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapan boran'ın epsilon yayınlarından çıkan "aşk ve evlilik" isimli bir kitabı bulunmaktadır.
    (bkz: tarihte kadın ve erkek)
    0 ...
  14. tarihte kadın ve erkek

    1.
  15. "ilkçağlarda kadının doyuran ve doğurgan rolü erkeği hayrete düşürüp büyük hayranlık uyandırmıştı. çünkü erkeğin döllenmedeki rolü bilinmiyordu. hatta kadın çocuk doğurduğunda, bu çocuğun kadının ailesinden kendi kendine doğduğu düşünüldüğü için, genelde kadının erkek kardeşi baba rolünü üstleniyordu. kadın kutsaldı; hatta erkek, kadını ilahlaştırıyordu. zaten ilk tanrıların çoğu da kadındır.

    cinsiyet arasındaki fiziksel farklar da eski dönemlere dayanmaktadır. avlandığı ve ağır yük taşıdığı için erkeğin omuzları genişlemiştir. bebeğini taşıyan ve emziren kadının ise kalçaları ve göğüsleri büyümüştür. bu fiziksel dönüşümden önce kadınların daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz. örneğin eski Isparta'da erkekler zayıftı; savaşa kadınlar giderdi. Sovyetler Birliği'nin ikinci Dünya Savaşı'nda bünyesinde 800.000 kadın asker vardı ve bunların ½70'i cephedeydi. Karadeniz kıyılarında yaşayan Amazonlar, erkeksiz yaşardı. aslında yaşam süresi olarak da kadınlar avantajlıdır, ortalama 7 yıl daha uzun yaşarlar, üretmek için daha çok şansları vardır.
    (...)

    erkeğin döllenmedeki rolü öğrenildikten sonra birliktelikler başladı. erkek, karısını ve çocuğunu koruma ve sahiplenme rolü üstlendi. erkek, özne; kadın ise ona bağımlı bir varlık olarak görülmeye başlandı. hatta 16. yüzyılda Paris'te hazırlatılan 'Parislilerin Aile Düzeni' adlı el kitabında kadınların tek görevinin eşlerinin rahatını sağlamak olduğu belirtiliyordu.

    tarihi yakından incelersek, zaman ve toplumlar değiştikçe erkek ve kadından beklentilerin de değiştiğini görebiliriz. kapalı ve gelişimi yavaş toplumlarda geleneksel beklentilerin değişimi daha uzun zaman almakta; her iki cinsiyetin de birbirlerini kalıplaşmış normlar içinde görmeleri pek çok soruna yol açmaktadır.
    bugün hala kapalı kültürde ev işi yapan, çocuk bakan, süslenen ve tamamen erkeğin idaresinde olan pasif bir kadın kimliğine rastlıyoruz.
    bu kimliğin, geçmiş yüzyıllarda Avrupa'da güzelliklerini bozmamak uğruna bebeklerine süt vermeyen ve bunun için özel dadılar tutan kadınlardan pek farkı yok aslında.
    gelişmiş ülkelerde kadın ile erkeğin dengeli bir yaşam kurabildiği görülüyor, kadının evle ilgili sorumlulukları paylaşılıyor. erkekler, kadınların iyi olduğu alanları görerek desteklemesi giderek yaygınlaşmaktadır.
    erkeğin eski dönemlerde sürekli üstün ve yönetici olduğunu söylemek zor, birçok dönemde iki cinsiyet arasındaki dengede ibre kadının yönünde olmuştur.
    21. yüzyılda artık asıl gücün fiziksel değil, zeka ve bilgi gücü olduğu anlaşılmıştır. kadın ve erkek arasındaki fark daha da azalmıştır. iki cinsiyet de zeka olarak birbirlerinden üstün değildir; ancak farlılıklar vardır..."
    (bkz: fahrunisa boran)
    1 ...
  16. şamanlar diyarı

    1.
  17. barış müstecaplıoğlu'nun ithaki yayınları tarafından yayınlanan Türk fantastik kurgusunun en iyi örneği olan eserinin adıdır. Kurgusunun ve olaylarının sağlamlığı ve sağlam üslubu sayesinde sıkılmaya fırsat bulamayacaksınız. elinizden bıraktığınızda bile aklınızın Olein'de, Darok'ta ve küçük Eymar'da kalacağı bir serinin ilk kitabıdır. "birinci kitabın sonu" yazısını gördüğünüzde ilk yapacağınız şey devamının ne zaman geleceğini araştırmak olacaktır. çoğu "fantastik kurgu yazarıyım." diye geçinen yabancı yazarların eserlerini tasmayla kapıya bağlar.

    arka kapak yazısı:
    "Bohçanızı hazırlayın. Kalyon limandan ayrılmak üzere...

    Dans ederek tanrıların katına çıkan şamanlar, yılanbaşlı kuyruklarıyla hayatı paylaşayan harnanlar, ışıl ışıl parlayan nar kuşları... Şamanlar Diyarı'nda görebileceğiniz şeylerden sadece birkaçı. Bu olağanüstü diyarda yaşananlar ise farklı coğrafyalarda, tarihin her döneminde, insanın insana ettiklerine dair evrensel bir sorgulama. Bizi biz yapan nedir? Ya da ötekini farklı kılan? Güç sahipleri çatıştığında, arada kalan halklara ne olur?

    Eserleri dört kıtada, sekiz ülkede okunan Barış Müstecaplıoğlu, merak uyandıran anlatımıyla gözalıcı bir diyarın kapılarını açıyor. Renkli bir yolculuk için bohçanızı hazırlayın. Kalyon limandan ayrılmak üzere..."
    2 ...
  18. yıldızlara yolculuk

    1.
  19. nicholas christophera ait bir romandır. anlattığına göre bu romanı yazarken sürekli olarak while my guitar gently weepsi dinlermiş.

    romanın çıkış cümlesi de "aradığın şey, onu aramaktan vazgeçtiğin an gelir bulur seni." olmuş.

    "gitarım usulca ve kibarca ağlarken, öylece sana bakıyorum uzay. ay'ın ve bazı gezegenlerin yörüngesini görüyorum. satürn'ün gümüş renkli halkalarında kayanlar var, onları da görüyorum. jüpiter'in üzerindeki kızıl noktaya şöyle bir dokunuyorum. uranüs'ün buzullarını sıyırıp geçiyorum. derken pluton'u da ardımda bırakarak, yıldızlara karışıyorum. (...)

    sonra, elinde ışık tutan bir çocuk görüyorum. ışığı nereden getirdiğini soruyorum. ışığı söndürüyor ve bana 'asıl sen söyle ışığın nereye gittiğini' diye soruyor. susuyorum. bin yıldır elime almadığım, tellerine dokunmadığım gitarım, usulca ve kibarca inlemeye devam ediyor."
    2 ...
  20. kanı unutma

    1.
  21. Füruzan'ın "gecenin öteki yüzü" adlı öykü kitabının ilk öyküsüdür.
    Bir köy kadınının(Durkadın) Yunan adalarına, sünger dalgıçlığına giden oğlunun dönmemesi ardından anlattığı kısa hikayelerden oluşur.
    Musa ve arkadaşları, sarmaş dolaş çekildikleri siyah beyaz fotoğrafla gülümser kitabı tuttuğunuz elinizin köşesinde, durkadın'ın sol gözü, gözyaşları, gülümsemeleri, zelha'nın gebe kalmamış kasıkları...
    Kendini unutturmayacak acı kokan öykülerden.

    "anladım solumu güneş eritmişti.
    tarlaya çömdüm, başımı avuçladım.
    gövdem olan sıcağı yitirdi, ayazlandı.
    terim ardımdan iç eteğime boşalıyordu.
    on yıl önceydi. Gözüm aktığında.
    Kadın kızım yaşımı mı sorarsın?

    on altı sularında erime vardım. on yedimde doğdu musa'm.
    ilkim zelha yaşamadı.
    selime şimdi koca kadın, dört bebesi var. bebe dedimse büyüğü ilk bitirip durur. kocamışlığım yaşımdan artık diye geçiriyorsundur içinden. bizim insanımızın dişleri çoğunluk otuzunda dökülür...
    kadınlığımız siyim siyim sürerken, dışımız göçüp durur.

    işte akan sol gözümün ağıtını tek başıma toprakta yaktım... erim öte yanda bir yerde. ünlesem mi dedim başta.
    umut var ki nah şu tükenmez dağlar gibi.
    doğmuşum; gözlerim dünyamı, her olanı görmüş.
    bir anda görmemin canı nasıl gider diye inanıp kalmadım.
    içim, karnım sarı sarı titredi.
    direndim, düş saydım gözümdeki deniz kuyularının onmaz kara koyuluğunu.
    ilkten sağımı açtım.
    her bir yan ayan oldu.
    serçeler, sakalar cıvıldadı yöremde; soluğumu dibince boşalttım.
    bir tosbağanın çıtırdayıp duran sürümesini tk gözle izledim. tosbağayı yavruluğunda taşlamışlardı. kabuğundaki çöküntüye acıdım...
    güvendim.
    solumu açtım.
    inanmadım içime akan güneşin alevine.
    sol gözümde deniz kuyuları öylece dururdu.
    her bir yanım ayrındı, boşaldı. başımı dizlerime dayayıp kaldım...
    o zaman gelin gecemdeki gerdek sonu ince ağlamasına durdum."
    1 ...
  22. selinti

    1.
  23. selinti
    isim, coğrafya
    1. isim, coğrafya Yağış sebebiyle oluşan ufak sel

    2. halk ağzında Selin bıraktığı çer çöp

    http://www.tdk.gov.tr
    1 ...
  24. farecik fare oldu

    1.
  25. franz kafka'ya ait kısa bir öykünün adıdır.

    “Of” dedi fare, “Dünya her geçen gün biraz daha küçülüyor. Önceleri o kadar büyüktü ki korkup hiç durmadan koşar, uzakta sağımda ve solumda duvarlar görünce mutlu olurdum; fakat bu uzun duvarlar öyle bir hızla birbirine yaklaşıyor ki, kendimi en dipteki odada buluveriyorum ve işte orada köşedeyse ona doğru koştuğum o tuzak duruyor.” — “Sadece koştuğun istikameti değiştirmelisin” diyor kedi ve onu yiyiveriyor.

    Çeviri: Meltem D. Slonate

    »Ach«, sagte die Maus, »die Welt wird enger mit jedem Tag. Zuerst war sie so breit, dass ich Angst hatte, ich lief weiter und war glücklich, dass ich endlich rechts und links in der Ferne Mauern sah, aber diese langen Mauern eilen so schnell aufeinander zu, dass ich schon im letzten Zimmer bin, und dort im Winkel steht die Falle, in die ich laufe.« – »Du musst nur die Laufrichtung ändern«, sagte die Katze und fraß sie.

    [Orijinal metin]

    Artık büyümek istiyorum... ne zaman büyüyeceğim ki ben?... ah bir büyüsem, işte o zaman... diyerek babasının başının etini yiyordu Bettina. ve ardından Bettina on dokuz yaşına giriverdi ve büyüdü ve işten işe koşturmaya başladı. 'artık dayanamıyorum.' diye yakındı babasına. 'sen büyüdün artık.' dedi babası ve çekip gitti.

    (bkz: Franz Kafka)
    1 ...
  26. collette dowling

    1.
  27. her şey eskiyor

    1.
  28. her şey eskiyor. öğrenmekle, kullanmakla başlıyor eskime, ezberlemekle hızı artıyor ezberlemenin. adam kadını, kadın adamı zaman içinde ezberliyor.
    eskileri satacak kadar vefasız değildim. eskileri saklayacak kadar hayata karşı ise hiç değildim.
    aklım nereye gidiyor ellerim nereye?
    0 ...
  29. belirtme ortacı

    1.
  30. sıfat fiil almış bir fiile durum- çokluk eki gelebilir. bazen iyelik eki de alır.
    - ecek ve -dik eklerinden sonra iyelik eki almışsa o ortacın adı"belirtme ortacı"dır.
    sev-diğ-im kız
    sev-eceğ-im kız
    0 ...
  31. altan tobçi

    1.
  32. moğolların 16. yy'dan günümüze kalmış önemli eseridir.
    0 ...
  33. mongol un niguça tobça

    1.
  34. moğolların en önemli belgesinin adıdır.
    türkçe'ye "moğolların gizli tarihi" olarak çevrilmiştir. 1240 yılına aittir.
    2 ...
  35. hangi erdoğan

    1.
  36. Gece yarısı balkona çıkıp kendi adını "Dünya lideri" sıfatıyla haykıran kalabalığı "Mağrur olmayın" diye yatıştıran bu adama hayran olmamak elde mi?

    Yanında eşiyle "Haydi bi daha"şarkısını okuyuşuna bakıp "işte aradığımız lider" dememek mümkün mü?
    "Kıskananlar çatlasın"sloganına "Çatlamasınlar, onları da kucaklayacağız" diye karşı çıkışından, kırdıklarından helallik isteyişinden, daha fazla demokrasiden dem vuruşundan etkilenmemeye imkân var mı?

    "Tertemiz bir sayfa açtık; herkesin yaşam tarzı bizim için mübarek bir emanettir" sözü iç ferahlatıcı değil mi?
    * * *
    Değil.

    Ne yazık ki değil!
    Çünkü o balkon, aynı konuşmayı daha önce de gördü.

    Öyle gidecek sananlar, boyunun ölçüsünü aldı.

    Zafer gecelerinde ağzından bal damlayan o adam, zaman geçince dilinden öfke saçan bir sadrazama döndü.

    "Kimseyi dışlamadık, herkesi kucakladık" dese de, en yakın rakibinin "Aleviliğini" diline doladı.

    "Yaşam tarzınız bize emanet" dese de, seçim kampanyasını, muhaliflerinin gizlice kaydedilen "yaşam tarzı" üzerine kurdu.

    Neden "Kibirden sakınıyoruz" cümlesine değil,"Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır" cümlesine daha çok inandığımızı anlamadı.
    * * *

    Oysa bizler, yani 10 yıldır ona toplumun yarısı gibi "Neylerse güzel eyler"diyen koşulsuz bir hayranlıkla değil, diğer yarısı gibi "Hayırdır inşallah" ihtiyatıyla bakanlar, karşımızdaki tek surette birkaç kişiliği bir arada gördük ve hepsinin aynı adam olduğuna inanmakta zorlandık:

    "Biz olsak Öcalan'ı asardık" diyen adam, imralı'da onunla görüşmeleri yürüten hükümetin Başbakanı mıydı gerçekten?

    Cennetin anaların ayağı altında olduğuna iman eden müminle,"Ananı da al git" diye gürleyen şahin aynı kişi miydi?

    "Herkes beni eleştirsin" diyene mi inanmalıydık, eleştiren gazetecilerin karşısına çıkmayana mı?

    Okuduğu şiirden dolayı mahkûm olan mağdur muydu o; yazdığı kitaptan dolayı tutuklanan yazara yüklenen mağrur mu?

    "Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü" diyen adama mı inanmalıydık, yoksa aleyhinde yazılan kitaplardan yakınırken "Ne Ermeniliğimiz kaldı, ne -affedersiniz- Rumluğumuz" diyene mi?

    Tevazuu şiar edinene mi, Hopa'da ölen öğretmenden bir rahmet dileğini esirgeyene mi?

    Candan konuşan adam mı gerçekti, camdan okuyan mı?
    * * *
    Başbakan iyi polis-kötü polis oyunu mu oynuyor; yoksa gerçekten gelgitler mi yaşıyor?

    Ben ikincisine inanıyorum. Ve bu gelgitlerde, Erdoğan'ın çocukluğuna damgasını vuran tekke adabı ile Kasımpaşalılık ruhunun hızla yer değiştirmesinden izler görüyorum.

    Gurur anlarında tevazu öne çıkıyor; öfke nöbetlerinde kibir şahlanıyor. Ve görünen o ki Erdoğan, alkışlar arttıkça sertleşiyor; oyu yükseldikçe baskıcı ve kırıcı oluyor.

    Bu seçimde bir frenleme bekliyorduk; tersine seçmen gaza yüklendi.

    Bu gaza rağmen Başbakan, balkondan vaat ettiği kucaklayıcı lider olabilirse ellerimiz kızarasıya alkışlamaya hazırız.

    Ama "Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır" diyorsa tek laf kalıyor geriye:

    Bizim de öyle Sayın Başbakan, bizim de öyle!
    can dündar- köşe yazıları

    hadi şimdi eller oy butonuna, hatırım kalır!
    2 ...
  37. yollar bize memleket

    1.
  38. YOLLAR BANA MEMLEKET

    "Bir yolculukla başladı bu hikaye yollarla doğdu...
    Bir yolculuk, umudun, hayallerin kucağına...
    Büyümek, büyütmek üzere.
    Hiç sorgu sual olmadı.
    Başlanan öykü doğru muydu acaba ?
    Dilden dile dolaşacak mıydı? "

    ışıklarla süslenmiş bu kentin sokaklarında yol alıp duruyorum. Eldivenlerimi cebimde bırakıp istanbul'un taştan duvarlarına , köprülerine dokunmaya başlıyorum. Haliç'te güneşi sisin ardından selamlayan balıkçılar, işe yetişme telaşıyla boğazın manzarasına pas vermeyen uykulu gözler, kepenklerini dünün yorgunluğuna kapar gibi açan esnaflar...
    Yolculuk sabah başlar bu kentte ve hiç bitmez.
    Bitmeyen yolculuklarımda indi-bindi arası kaybolduğum da olur, şehirler arası yolculuk yapar gibi mola verip karnımı doyurduğum da.
    Trafiğin düğümlerle boğduğu kentin yollarına sakinliğimi gösteremem. Yolları hep eksik adım tamamlarım. Ya çok erken varırım gideceğim yere, ya çok geç! Bekleten şehir, beklettiren şehir.
    Bir dolmuş kuyruğunda, telsizinde neler kaybetmedim ki. Ağza alınmayacak lafları duyan kulağımı, Hermes'in ayak bileklerindeki kanatları düşünürken beklemekten yorulan ayağımı...
    Ön koltukta bağıra bağıra ahlaksızlıklarını paylaşma isteği duyan üç kadın. Üç utanç arası, üç yemek tarifi. Konuştuklarının ahlaki yanlışlığını sorgulamaya dalmışken, reklam arası gibi verdikleri yemek tariflerini aklıma yazmaya bile çalıştım. Unutmak istediklerim başkaydı ama yemek tarifleri de onlarla beraber silindi, gitti.
    Otobüs yolculuklarım. Baleye yatkınlığımın olabileceği kanısına bu yolculuklarda vardım. Hem itip kakıp hem ayakta durmayı bu kadar ustalıkla beceren cevherler istanbul'un otobüslerinde yok olup gidiyor.
    Elinde dabrukasıyla iki kişilik yer kaplayan adam, hakkını otobüse müzik ziyafeti çekerek ödüyor. Düm- tak- tek... iki durak deliliğe sabredemeyenler, gülüşerek alkışlayanlar...
    Cep telefonlarının zil sesinden kişilik tahlili yapmayı da bu sırada öğrendim. Asabi, bunalımda, hareketli, uykucu... Susmaz telefonlar. Zırrrr, zırrr.
    "ALO!" Bir adam açar telefonu en gür sesiyle. Kurban bayramı üzeri küçük baş hayvan fiyatları tahmini, her hastalığa çare bitkisel formüller, akrabasının geçirdiği kalp ameliyatı sonrasında başımıza cerrah kesilmeler, ekonomi, siyaset her ne ararsan duydu tüm kulaklar. Ve son cümlesiydi herkesi kahkahaya boğan " Ya otobüsteyim rahat konuşamıyorum." Bir otobüs şoförü tarafından sorguya alındığım da oldu.
    Şoför, akbili olmayan yolculara akbilini verip, haram helal arası yolculuğa çıkmışken çaldırıvermiş içi para yüklü akbilini. "Kim aldı çabuk söyleyin." tehditleri savruldu etrafa. Her yolcudan yirmi beş kuruş kazanmasına mani olunca hırsız da biz olduk ahlaksız da.
    Her yanıma yaklaşanı kapkaççı, her çantayı bomba sanar oldum. Belediye otobüslerinde kaybettim huzurumu. Biber gazıyla elele dolaştım sokakları, sıkıca tuttum elinden bırakmadım. Sanırım her sakallıyı dedem sandığım günlere geri dönüyorum.
    Güneşli, sisli, az bulutlu, karlı, yağmurlu, balçıklı... Kalabalık, kalabalık, kalabalık... Şehirler arası yolculuklara benzer istanbul'da yolculuk. insan manzaraları, şehrin manzarası hep değişir durur.
    Belki sen de varsın bu hikayede, belki senin de hikayendir, belki...
    0 ...
  39. müz

    1.
  40. yunan mitolojisinde edebiyat ve sanat tanrıçalarıdır. eski yunan ozanlarından hesiodos bir gün koyunları otlatırken müzlerle karşılaşır ve müzler hesiodos'a ozan asası ve ozan sesi bahşeder. tabii ki bu bahşediş karşılıksız değilidir. müzler, tanrıların sözlerini yaymasi için bunları kullanmasını isterler. tanrıların doğuşu adlı eserin çıkış nedeninin müzler olduğu sanılır.
    3 ...
  41. aşkla saklambaç

    1.
  42. Kalemle boyanmış ellerimi duymalısın, her harfle konuşuyor acılarım. Sol gözüm, sol yanım kadar acımakta. Sağ elim nasır bağlamakta.
    Yazmaya doymayan ellerimin tek nedeni hüzün denen şeyin, denize düşen taş gibi içime düşmesi.
    Nefesimin heyecanla beklediği günler, ah! Şimdi nefesim kesik kesik, boğmaca.
    Ağlamaya meyilsizim, konuşmaya isteksiz. Tek yudumda yutulacak su gibi yazmak. Kolaya kaçmak belki de. Aç değilim Meksika ekmeğine, kuru kahveye. Gözlerim rüyalar değil, uyku ister. Hayret! Asileşen atlar gibi ruhum, zaptı zor.
    Yazmak işte, yazmak... saklanmak, saklambaç oynamak.
    Küçük çocuk masumluğunda avuç içleri açılır, aşk oyununu oynayan kaleye mum diksin!
    10,9,8... Yaklaşandan korkmak. Saklandığın köşeyi mükemmel sanmak. Kaçışın çözüm olduğunu düşünmek. çocuklukta mı kaldı yani?
    8,7,6... saniyelerin bu kadar hızlı geçtiğini fark etmek. Belki de geçmediğini!
    5,4,3... ulaşılmak istenene giden yolun uzunluğu umutsuzluğu besler, beslendikçe körelir arzular.
    2,1... eli kolu bağlı olmak, bir adımı atıp gerisine cesaret edememek. Ürkekliğin başlangıcı, saklanırken yakalanmak.
    Hayaller beslenemez kırgın ruhla, yemler bir rüzgarla baş edemez. inanmak yetmez, yetmez kendini kandırmaya.
    Gözlerimi dayayıp duvara saymak istiyorum. önüm, arkam, sağım, solum...
    Gözlerimi açtığım an bir el deyse boş duvara. Saklambaç gibi yaşamda bir varsın, bir yok! *
    2 ...
  43. si tu no vuelves

    1.
  44. amaral ve chetes'in düet yaptığı güzel parça.*
    amor, amor, amor...
    0 ...
  45. aşkın mürekkebi

    1.
  46. Uyandığımda gözlerimi diktiğim loş tavanda gördüğüm; aşkının mürekkebiydi...
    Yazıp çizdiğin, karalayıp durduğun.
    Çığ altında kalmış gibi hareketsizdi duygularım, hissizdim. Uzuvlarım sensiz ölmeye hevesliydi...
    Odanın aralık kapısından içeri giren, kokusunu üstüme sindiren tek şeyse lodostu.
    Lodos dost bana, lodos düşman.

    Nerdesin?
    Aşkın kederi ağırmış, gecenin karanlığı korkunç.
    Sakındığım, sakladığım, pamuklara sarmaladığım aşk.
    Ey aşk korktuğum,üşüdüğüm gecelerde sar beni.

    Uçsuz bucaksız gelir şimdi bana bu şehir, sokaklarında öpüşen sevgililerin dudakları kadar sıcak gelir.
    Ama hüzün, yanaklarımda çiğ damlası olur, soğutur...
    Ellerimin titreyişi, gözlerimin keyifsizliği, soğuyan bedenim hep sensizliğin habercisi.
    Yağmur damlalarıyla çarparsın camıma, sokak lambasının ışığında vurursun yatağıma, kavruk teninin kokusu dolar odama...
    Ve ben yeni kelimeler katarım aşk lügatime. Özlem; yokluğunda ellerimin sızısı olur, yalnızlık sonsuzluğu olur zamanın.
    Sonsuzluğun ne olduğunu biliyormuşum gibi...
    Hayalin kırıldığı yere düşmüşüm gibi...

    Düştüğümde gözlerimi diktiğim hayat benim mi? Benim mi bu titreyen yaşlı eller. Yanımdaki sen misin göremedim, görmez olmuş gözlerim, yaşlanmanın ne olduğunu biliyormuşum gibi.. Kalbim iğne yapraklı ve sonbahar renginde...

    Sonbaharın kuşları kanat çırparsa yaralarıma, ilacımı al gel yanıma. Sebebim sensin. Yaralarsın, yaralarımı sararsın. Sar beni... *
    2 ...
  47. seversem

    1.
  48. erdem ergün'ün melodisi ve sözleriyle süper bir şarkısının adıdır.

    sen ılık yağmur gibi beyaz bir bulut içinde
    sen çölde gece rengi baygın kumların üzerinde
    sen ürkek bir rüzgar gibi gerçekle düşün arasında
    sen sıcak çay gibi üşümüş birinin avucunda

    bakarsam bakar mısın
    gülersem güler misin
    söylersem dinler misin
    seversem off off

    güvenmek zor iştir güvenilir olmak daha zor
    zor olan bana kalsın beni sen güven ile yor
    sıkıldım tutuşmaktan yürüyüp bir çöl sıcağında
    yağmur olup birikir misin yanmış birinin avucunda

    bakarsam bakar mısın
    gülersem güler misin
    söylersem dinler misin
    seversem
    1 ...
  49. aynı yatakta ayrı uyumak

    1.
  50. bir sigara daha yaktı... ağzında ve burnunda tüten dumanları ovaya doğru üfledikten sonra konuşmaya devam etti.
    " zamanla evimiz bir mezarlığa, yatağımız mezara, ilişkimiz de cesede döndü. o, evlenmeden önce; 'yataklar dar olmalı, dar olursa karı koca sürekli birbirine sarılır' derdi ve kimi zaman tüm boşanmaların nedenini geniş yataklara bağlardı. evlenince bile uzun süre tek kişilik yatakta uyuduk. sonraki günlerde 'uyuyamıyorum' diyince kalkıp çift kişilik bir yatak takımı aldık. üç dört ay güzel geçti fakat daha sonra her geçen gün benden uzakşamaya başladı. artık ikimizde yatağın farklı köşesinde uyuyakalıyorduk veya uyuyormuş gibi yapıyorduk. sonra her gece aramızdaki boşluğa bütün nefretimizi ve hıncımızı gömmeye başladık. öyle ki; aramızda mayınlı topraklar varmış gibi birbirimizden uzaklaştık. ikimiz de artık birbirimize değmemek için köşemize büzülmüş ve olacakları beklemeye koyulmuştuk. aynı evde kalıyor,aynı yatakta uyuyor, aynı sofrada yemek yiyor; fakat birbirimizden kilometrelerce uzakta yaşıyorduk."

    *
    1 ...
  51. surname 2010

    1.
  52. kağıthane sadabad sahnesi'nde ekim ayı boyunca oynanan tiyatro oyunudur.
    yazan-yöneten: yiğit sertdemir
    oyunda gerçekten yok yok...,
    zümrüd-ü anka kuşu, tellallar, tulumcular, deliler, atlıllar, mehter takımı, curcunabazlar, şakbaz, şakendam, çengiler, matrakbazlar, kuşbaz, tiryakiler, esnaf arabaları, ibiş, karagöz, hacivat, tefbaz, pişekar, meddahlar, maymunbaz ve maymun, parendebaz ve istanbulbazlar...
    istanbulbazlar belki oyunun en etkileyici ve keyifli kısmıydı. istanbulda yaşamak belki sözle anlatılsa bu kadar etkili olmazdı.

    bu sayılanların hepsi bir şenlikte olur. işte şenlik hem de istanbul'un tam ortasında. peki kaçınız gidip gördü?

    durun durun ... sallandık mı?

    tavsiye olunur!
    3 ...
  53. karadenizin kıyıcığında

    1.
  54. bir rıfat ılgaz kitabı. çınar yayınlarından çıkmakta. hakkında başlık açılmaması tuhaf. o kadar saçma sapan başlık açanlar arasında bir okuyanı yok tabi!

    "...Gerçekçi şiir ve gerçekçi mizahla pişmiş usta bir yazı yeteneği ve tekniği böyle bir yapıtın meydana gelmesini sağlamış. Küçük kasabanın sosyal ve ekonımik düzeni, saf temiz bri aşk serüveni çerçevesinde gözlerimizin önüne serilmiş.(...) Roman canlı, sürükleyici. insan eline alınca bırakamıyor. Küçük halk kahramanları, kendi küçük dünyalarına öyle oturmuşlar ki, buraya gelebilmek için bir şairin kafasındaki ışıklı yolu teptikleri hiç de sanılmaz. Roman, daha çok bir aşk motifi çerçevesinde döndüğünden herkesin rahatça okuyabileceği bir sosyal roman niteliğine ulaşmış. Her şeyden üstün bir sanatçı titizliği, romanın üzerine koruyucu ışıklı kanatlarını açmış. "
    0 ...
  55. kırık şarkı

    1.
  56. Şarkılar dalga geçiyor benimle. Her sözü batıyor, acıtıyor. Önce yaşlarımla besleniyor daha yüksek çıkıyor çığlıkları. Sonra, kırık şarkıların her biri içime hançerini saplıyor. Savunmasız tüm uzuvlarım koparılıyor bedenimden. Kanlarımı içmeye meraklı sinsi yaratıkların gözlerine benzeyen sözler. Hoyratlığıma rest çekmiş, geri adımımdan cesaret alıp itekliyor beni.
    Envai düşünceleri yüklemesiyle titrerken buluyorum kendimi. sakinleşmenin en kolay yolunu arıyorum, ürkekliğime ninniler söylüyorum zira en masum melodilerim onlar.
    Ayaklarım birbirine dolanıyor, ellerim titrek. Bedbin bir halde ücra köşe arıyorum, sessiz...
    Hantallığımı atamıyorum ki üzerimden isyanıma kulak vereyim. Kırık şarkılar üzerime geliyor, boğazlıyor, cani katilim oluyor.
    Susmuyor dilleri, batıyor en keskin sözleri. Söz söyleyen değildir her zaman kıran. Bazen yaralamak; susmaktır. Onlar susmuyorlar ama yine de yaralarım derin.
    Melodilerin dalgalarında boğulduğumu anladığımda çırpınmıyor kollarım, ayaklarım vurmuyor. Bırakıyorum kendimi gecenin miskin kollarına çünkü bütün kent buz tutmuş duymuyor sesimi ve ben seni düşünüyorum. Götür beni şehrine burada sensiz tüm şarkılar kırık. Hain melodiler ruhuma hükmetmeye çalışıyor. Şimdi kapatıp kulaklarımı sessizliğin acısını çekiyorum, ama içimde can acıtan sözler susmuyor. içim tekrarlıyor sözleri:
    Uyku girmedi gözüme
    Yine dün gece
    Seni düşündüm
    Ay ışığı
    Sardı kenti bütün gece
    Üşüdüm
    Seni düşündüm

    Al götür beni
    Sar ısıt beni
    Yağmurunda ıslandığımız
    Yollarında yürüdüğümüz
    Deniz kokan kente

    Ben burda
    Sen orda
    Hasret bitmez
    Büyür sevda
    15 ...
  57. mazmunlar ve anlamları

    1.
  58. dağ:
    Dağ, insan ve hayvanın cismine kızgın demirle veya işaretli bir âletle vurulan nişâne ,damgadır. Yahut kızgın demirle -tedâvî için- bir yere vurulan yakı demektir.

    insanın unutamayacağı derecede kalbi yakıcı bir ıstırap ve keder de dâğ sözü ile ifâde olunur:

    Garip anam benim için ağlama
    Ağlayıp da yüreğini dağlama

    Baş ilâç perhiz olduğu gibi ,son çâre de keydir.Yani dağlamaktır:

    Canımı yakmaktasın âhir devâ keydir diyü
    Ey tabîbim tâbını bu âşık-ı ser-bâza dâğ SÂBÎT
    Bâtınî tarikatlara mensup olanlar,bilhassa abdal ve ışıkların baş,yüz ve göğüslerine dağ vurdukları açılan yaranın tesiriyle dünya zevklerine bîgâne yaşamak istedikleri mervîdir.

    Ağardı berf ile yer yer çemende cism-i nihâl
    Nite ki penbe-i dâğ ile sîne-i abdâl BÂKÎ
    Bu dağlar onulmaya başlayınca üzeri kara bir kabuk bağladığı için buna dâğ-ı siyeh denmiştir.

    Cür'a:
    Su, şarap gibi şeylerin içildikten sonra kadeh dibinde kalan cüz' artığı demektir. Kadehi içebileceği miktardan fazla su ile doldurup da içemeyerek kadeh dibinde artırmak halkça hoş görülmez.Hele bunu dökmek israf sayılır.

    Serinde neş'-i sahbâ atâsıdır hâkin
    Teeddüb eyle ruh-ı hâke cür'-pâş olma NÂBÎ

    Âlimlerin,salâh sahibi erenlerin artığı içilecek olursa feyiz ve şifâ elde edileceği kanaati halk arasında mevcuttur.
    Eskiden harâbât müdâvimleri arasında son cür'ayı yere dökmek bir âdetmiş.Bastığımız toprak binlerle insan ve sayısız rindân vücudunun zerrelerini de hâvî olduğu için bu vücutlara ait ruhları rayyân ve handan etmek gibi bir maksat güttükleri istidlâl olunmaktadır.
    Bir de eski bezm-i Cemlerde tek kadehle içildiği için bu cür'aların feyiz ve şifadan başka aşk vefâ da devrettiğine inanılırmış:

    Cür'a vermezdi cân her âşık-ı efsürde-dil
    Olmasan tâb-efgen-i her hatır-ı bî-tâb u teng NEF'Î

    Mana: Yüreği donmuş gibi hissiz görünen âşıkların hiçbiri-eğer sen yorgun ve dar gönüllere kuvvet ve ziya verici olmasan-senin artığına can vermezlerdi.

    (bkz: gül-bülbül)
    (bkz: mazmun)
    2 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük