pnar
1688 (johannes kepler)
ikinci nesil yazar 23 takipçi 256.50 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kendimden hallice

    1.
  1. Yeni nesil bir grup. Buralar hep değerlenecek. "Sakince yoruldum" şarkısı nasıl güzel nasıl güzel.
    1 ...
  2. sakince yoruldum

    1.
  3. "Kendimden hallice" grubunun enfes şarkisi. Hadi başlık açmadınız ama umarım dinlersiniz. Bizde bu aralar arabada, evde... son ses bu çalıyor.

    En üst kattan atladı umutlarım
    E daha ölmemiş, gömülmemiş
    Savurdum olduğum kadarını
    Kimseye yetmemiş, kimse yetinmemiş

    Yollar giderek, ben severek bittim
    Acılar güler hep, ben söverek gittim
    Hoşuna giden yollar mı kapalı, gidemezdim
    Bitmiyor hiç derdim, geçmez sensiz

    Düşe kalka geçtik o yollardan
    Azıcık da yorulduk aslında
    Kovaladı hep aynı hatalar
    Yaşıyoruz çözdüğümüz kadar

    Düşe kalka geçtik o yollardan
    Azıcık da yorulduk aslında
    Kovaladı hep aynı hatalar
    Yaşıyoruz çözdüğümüz kadar

    Yollar giderek, ben severek bittim
    Acılar güler hep, ben söverek gittim
    Hoşuna giden yollar mı kapalı, gidemezdim
    Bitmiyor hiç…
    3 ...
  4. sensiz ben

    33.
  5. "Ne kagit kalemsiz olmayı bilir ne de ben sensiz kalmayı..."

    "Bul beni kaybolmuşum..."

    Uzun zamandır bu kadar sık dinlediğim bir şarki olmamisti. Muzik sozler ses... yuksek sesle daha mi tatli oluyor? Pisman olmazsiniz dinleyin, dinletin.

    "Soyle seni boyle mi kaybettim?"
    1 ...
  6. çocukluğun soğuk geceleri

    21.
  7. Tezer özlü'nün, dile getirmediklerinizi ne kadar ustaca anlattigina şaşıracağınız eseri. Kurgusuna hayran olduğum 65 sayfalık derin bir eser.

    " yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçegine inilmesi ilerideki yıllara atılan bir yabancı öge gibi önümüze getirilmiş. Coğrafya derslerine getirilen yerküre gibi. Kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğundan söz etmiyor. Her an belirtilen bir ögretiye, bizler hep hazırlanıyoruz. Neye?"
    3 ...
  8. storytel

    5.
  9. Özellikle akşamları yatarken kulaklıkla dinlendiğinde inanılmaz keyifli oluyor. Yemek yaparken de dinlemişliğim var, araba kullanırken de... En güzel özelliklerinden biri okuma hızını arttırma seçeneğinin olması. Zülfü Livaneli'nin Serenad'ı dinlerken yarıda bırakıp kendim okumaya devam etmiştim. Yani okuma hazzını karşılamıyor bence. Kitap okumayı sevmeyenler için birebir. Bir de her seslendirme o kadar başarılı değil neyseki bunu da düşünmüşler. Okuyucu seçebiliyorsunuz.
    1 ...
  10. yazarların akşam yemeği menüleri

    250.
  11. arnavut ciğeri ile patates kızartması. patatesleri küp yapıp ciğerlerle karıştırıyorum. *

    başlığı açan yazarın "akşama ne yiyeceğiz yahu?" derdinin kurbanları olduğumuzu düşünüyorum. "ne pişirsem?" dememiş de çakal.
    4 ...
  12. yazarların en son gördükleri ünlü

    257.
  13. murat boz'la aslı enver'i görmüştüm assos yolunda "beach"teydik. Şu, balık yiyip denize girdiklerinizden.
    Bir ara tuvalete gittiğimde önümdekinin Aslı Enver olduğunu fark ettim. o girince beş altı adım kapıdan uzaklaştım ne olur ne olmaz durduk yere soğumayayım kadından diye. işin tuhaf tarafı tuvaletten çıkmasını bekleyen murat boz değil, şu tombik erkek kankalarından biriydi. "Bu ilişki yürümez!" demiştik haklı çıktık. *

    Bir de Hakan Peker'le Efes Antik Kenti'nde çekilmiş bir çocukluk fotoğrafım var. sanırım 9 yaşlarındayım. ama beni fotoğraftan kesersem "Hakan Peker'i bu yaz Efes'te gördüm!" diye kakalayabilirim.
    0 ...
  14. gece uçuşu

    4.
  15. "Küçük Prens" dışında kitabını bilenlerin çok çok az olduğu Antoine de Saint Exupéry'nin eserinin adıdır.
    ki kendisinin asıl mesleği savaş pilotluğuydu. ikinci Dünya Savaşı'nda annesine yazdığı mektup oldukça acıklı bir şekilde bu kitapta okunmayı bekliyor.

    (1940)
    "Sevgili annem,
    Haber verildiği halde bir türlü başlamayan bir bombalamayı beklerken, dizlerimin üzerinde yazıyorum bu mektubu. Sizi düşünüyorum(...) Ve hiç kuşkusuz yine sizin için titriyor içim..."
    4 ...
  16. zordu aslında

    1.
  17. Evrencan Gündüz'e ait şarkı. üst üste dinlendiğinde demleniyor.

    Çok yavaştı zaman
    Biraz hızlandırdım
    Çok uzaktı hasret
    Biraz adım attım
    Benden istediğin senin olmamı
    Neyim varsa verdim
    Seni özledim, sana sarıldım
    Derdim varsa sildim
    Fakat...

    Zordu aslında seni her gün sevmek
    Yediğimiz her güzel saniyeyi daha sindirmek
    Zordu aslında seni her gün üzmek
    Üzüldüğümüz her bir saniyeyi el ele geçirmek

    Biraz bekle sevgilim
    Durup biraz düşünelim
    Biraz farket sevgilim
    Oturup güneşi seyredelim

    Zordu aslında sana hep bağırmak
    Dönüp gittiğim her an arkama bakıp, sana uzanmak
    Zordu aslında sana hep katlanmak
    Aşağılandığım her an bir nefes alıp, sana sarılmak
    1 ...
  18. flowers for algernon

    2.
  19. insan zekası üzerine yazılmış en başarılı romanlardan biri. çok düşük ıq ile doğan bir çocuğun zeka seviyesini arttırmak için yapılan deneyleri konu alıyor. charlie, ameliyattan sonra hayal edebileceğinden fazla zekaya sahip olur ama duygusal olarak bununla baş etmekte zorlanır. bilim, eğitim bilimleri, sosyoloji ve psikoloji gibi çeşitli alanlara değinen romanda; eğitimde sevgi ve şefkat, duygusal ve bilişsel gelişimin ilişkisine çarpıcı bir kurguyla değinmiş yazar.

    "beni evden çıkıp sokaklarda gezinmeye zorlayan şey ne? tek başıma dalgın dalgın dolaşıyorum ve bu insanı gevşeten bir yaz gecesi gezintisi değil, bir yere varma acelesi içindeyim - ama nereye? ara sokaklara giriyor, kapı aralıklarına bakıyor, kepenkleri yarı aralık pencerelerden içeriyi dikizliyor ve konuşacak birilerini bulmak istiyor, ama aynı zamanda karşıma birileri çıkacak diye korkuyorum. bir sokaktan çıkıp ötekine dalıyorum, sonu gelmeyen bir dolambaçta kendimi şehrin neon ışıklı kafesinin içine fırlatıyorum. aranıyorum... ama neyi?"

    okunması gerekenler listesine eklemenizi önerdiğim ve türkiye'de hak ettiği popülerliği bulmamasına şaşırdığım daniel keyes romanı. bu eser, 27 dilde 30 ülkede yayınlanmış, hugo ve nebula ödülleri almış.
    2 ...
  20. marriage story

    9.
  21. o kadar çok şey söylenebilir ki film hakkında nasıl başlasam bilemedim...
    "ı have been loving you" tanıtım videosu(trailer) şarkısıyla başlayayım bari. filmler ve müzikleri denince akıllara gelecek türden bir şarkı seçilmiş.
    "hayatta olmak" üzerine kurgulanmış, insan duygularına dokunmayı amaç edinmiş sağlam konusu ve replikleri olan film izlemeyeli uzun zaman olmuştu. bana 90'lı yılların ortalarında yapılmış "insan"ı merkeze alan filmleri hatırlattı.

    kadının; eş,anne, iş kadını olarak var olmaya çalışırken geçirdiği iç buhranı ve kendini bulma sürecini işlerken; erkeğin baba olduktan sonra sorumluluklarının artmasıyla birlikte evliliğinde ve kendi hayatında neleri ikinci plana atmak zorunda olduğunu ama bunu dile getirmemesinin ne gibi bir soruna yol açabileceğini anlatmış.

    sanıldığının aksine boşanma sürecindeki "avukatlar" avukatlara hakaret etmiyor çünkü onlar filmde avukatı değil" toplum baskısı"nı temsil ediyorlar yani bir metafor olarak konuşuyorlar. bu nedenle üç farklı tip avukat görüyoruz. hatta nora'nın duruma göre tavır değiştirmesiyle birlikte dört farklı avukat. avukat nora bir bölümde öyle şeyler söylüyor ki ayağa kalkıp alkışlama hissi uyandırıyor.

    "kusurlu bir baba kabul görür. kabul edelim iyi baba kavramı çıkalı 30 yıl oldu.ondan önce babalardan sessiz, namevcut ve güvenilmez ve bencil olmaları beklenirdi. farklı olmalarını istediğimiz kesin. ama bir bakıma onları kabulleniyoruz. onların kusurlu yönlerini seviyoruz. ama aynı kusurlar annelerde kabul görmüyor. ne maddi ne de manevi açıdan kabul görüyor. çünkü yahudi-hıristiyan kökenlerimiz isa'nın annesi meryem'e dayanıyor. o kusursuz. çocuk doğuran bir bakire. çocuğunu ölene kadar destekliyor ve öldüğünde cesedini kucağında taşıyor. baba ortada yok. sevişmeye bile gelmemiş. tanrı cennette. çocuğun babası ve ortada yok. o yüzden sen kusursuz olmalısın. charlie(eşi) hıyarın teki bile olsa fark etmez. senin kıstasın daima yüksek olacak!"

    oyunculuklar zaten kusursuz. adam driver'ın filmdeki gibi gerçek yaşantısında da bir brodway öyküsü varmış.
    6 ...
  22. annelik

    88.
  23. nazan bekiroğlu'nun "la" romanında şöyle bir bölüm vardır annelik duygusuyla ilgili:

    " o ikisinin cennetten çıkışıyla birlikte bütün bir insan soyunun önünde cennet yolu açıldı. hayret! bu çıkış, daha çok insan cennete girsin diye mi, düşünemediler bile.
    ve her kovulan ya da kopan telaş içinde bir şey alıyor ya yanına. onlar da bu hatıra hikayesinden yanlarına bir şeyler almak istediler. insan olan yanına neyi alabilirdi? beraberinde neyi götürebilirdi?

    üç şey seçtiler cennetten çıkarmak için:
    bir: kelimeler
    iki: aşk
    üç: annelik duygusu

    kelimeleri adem yanına aldı, annelik duygusunu taşımak havva'ya kaldı.
    ama aşk çok ağırdı.
    ikisinin de, aşkı tek başına taşıması mümkün olmayınca, ikisinin zembili de aşkı bir başına kaldıramayınca, bölüştüler yükü. yarısını adem sırtlandı, aşkın yarısı havva'ya kaldı.

    öyle sert düştüler ki dünyaya, bu fenaya, adem'in dizlerinin bağı çözüldü, ciğerleri yandı. nutku tutuldu. üçüncü defa, bildiği kelimelerin hepsini önce unuttu. sonra bir kısmını hatırladıysa da o bir kısmını kıyamate değin unuttu.

    aşk? daha yollarda sakin durmamıştı bir türlü. kabına sığmamıştı. bir yarısı yollarda kayboldu. getirebildikleri ancak öbür yarısıydı.

    o gün bu gün yeryüzü kelimeleri yetersiz, aşk bu dünyada kusurlu!

    annelik duygusu?
    havva'nın cennet duygusu.
    gönül evinde, kadın bedeninde, tastamam duruyordu."
    6 ...
  24. katre i matem

    64.
  25. eserde "bir meczubun aşk anlayışı" şöyle anlatılır:

    "dağ başında bir meczub yaşarmış. adamakıllı aklını kaptırmışın biri. gökyüzüne bakıp dertli bir gönülle dermiş ki:

    " rabbim!... sen sevgiden anlamıyorsun. ama ben seni daima sevmekteyim.
    senin, benim gibi sayısız sevgilin var, ama benim senden başka bir sevgilim yok!... o halde ey kainatı yaratan, aydınlatan, döndüren sevgili; nasıl diyeyim sana, n'olursun, azıcık olsun şu sevgiyi benden öğrensen!..."
    3 ...
  26. beslenen

    1.
  27. inci aral'ın ağda zamanı adlı öykü kitabındaki bir öyküdür. hikaye, inci aral'ın küçüklük yıllarından izler taşır.
    hikayeye kaynaklık eden yaşantının izi şudur: evin ayak işlerini yapan besleme gönül verdiği kişiyle birlikte olmak için yıllardır yanlarında kaldığı aileyi terk eder.

    yazar, hikayeyi etkili kılmak için mekanların insanlar üzerinde bıraktığı izlerden faydalanmıştır. ayrıca hikayede "birey ve toplum" kavramı kendine bir yer edinmiştir. insan emeğini sömüren keyif düşkünü ve kendi içerisinde tutarsız karakterler, duygular arasında sıkışıp kalmıştır. işte bu bireyler, aynı zamanda toplumu oluşturacak türdendir. ezen ve ezilenler bu hikayede aynı mekanı paylaşmaktadır.
    4 ...
  28. kefken

    20.
  29. Askeriye yaz kampı özdere'dekinin minyatürü gibidir. Dışarısı tıklım tıkışken kamp sakin ve huzurludur. Denizi ve tepelere konmuş salıncaklarda gün batımını izlemek güzeldir.
    2 ...
  30. fyodor mihailovic dostoyevski

    735.
  31. bu bir tesadüf olmalı: büyük yazarların çoğunun bir baba travması yaşamış olmaları.

    nefret edilecek bir babadan, sırf oğlu olduğu, onun kanını taşıdığı için nefret etmemesi gereken ama yine de nefret ederek büyümüş bir çocuk olarak, ömrünün ilk bilinçli yıllarını insanlığın bu garip çelişkisini önce fark edip sonra da inkar ederek geçirmişti.

    babası bir albaydı, bir doktordu,iflah olmaz bir cimriydi.
    çocuklarına latince öğretirken oturmalarına izin vermez, toprağı işleyen işçilerini selam vermedikleri için, bazen de selam verirken şapkalarını çıkarıp oyalandıkları için kırbaçlatırdı. otorite delisi ve adaletsiz biriydi...

    "fedor"; alkolik, cimri, yalancı, yersiz sertliğiyle sevmediği babasının yaşamasını gereksiz buluyordu ama babasının kendi köylüleri tarafından hunharca öldürüldüğünü askeri okulun soğuk koridorlarında duyduğuna ilk sara krizini geçirmişti.

    o, babasının ölmesini gerçekten isteyip istemediğini kendine sorup durmuş ve ruhunu bu ikileme mahkum etmiş bir yazardı.
    9 ...
  32. asin

    5.
  33. eduardo galeano'nun aynalar'ını, gabriel garcia marquez'in yaprak fırtınası'nı okunacak eserler listeme ekletmiş ve benim önerilerimi de mutlaka okuyacağını söyleyerek "okuduklarımızı burada tekrardan değerlendirebiliriz." demişti. her ne oldu da sözlüğü bıraktı merak ettim doğrusu.
    5 ...
  34. kendini tanımak

    28.
  35. alfred adler insanı tanıma sanatı adlı eserinde "kendini tanıma, mutluluğun bir yasasıdır." diyordu.
    4 ...
  36. viyana

    245.
  37. "viyana bir insan olsaydı; günün büyük bir bölümünü beste yaparak geçiren deha sahibi bir müzisyen olurdu. öyle ki onun bir araya getirdiği müzik cümleleri, dinleyen herkesin belleğinde hayranlık ve kıskançlık duygularıyla yoğrulmuş bir hatıraya dönüşürdü."
    4 ...
  38. öğretmenlik

    207.
  39. annelik, öğretmenlik ve doktorluk; vicdanlı insanlara yakışır.
    4 ...
  40. william faulkner

    34.
  41. "aşk ve onur, merhamet ve gurur, sevgi ve fedakarlıktan yoksun olan her hikaye ömürsüzdür ve yok olmaya mahkumdur."diyen bu yazarın nobel konuşmasındaki bir iki noktaya değinmek isterim:10 aralık 1950, stockholm

    "bugün yaşadığımız trajedi, artık dayanılmaz hale gelecek kadar uzun süredir devam eden genel ve evrensel bir fiziksel korkudur. ruha dair sorunlar artık yoktur. sadece tek bir soru vardır: ne zaman yok olup gideceğim? bu nedenle, günümüzde yazı yazan genç adam ya da kadın, kendisiyle çatışma halindeki insan yüreğinin sorunlarını unutmuş durumdadır.; oysa bu, başlı başına iyi yazı ortaya çıkartılmasını sağlayacak bir nedendir., çünkü yazmaya değecek tek şey, sancıya ve alın terine değecek tek şey budur. (...)

    *
    6 ...
  42. sadık hidayet

    35.
  43. gelgitler içinde geçen yaşamında memnun olmadığı en büyük şey kendisiydi. ne olacağına, kim olacağına karar verememiş.
    bir nisan sonunda marne nehrine atlamış ama köprü altında bir sandalda aşk yaşayan çift tarafından kurtarılmış, ilk denemesi başarısızlıkla sonuçlanmış.

    "9 nisan 1951 'de tertemiz giyindi, tıraş oldu, saçlarını geri doğru taradı. evin hava alan bütün yerlerini kapadı, hava gazı musluğunu açmadan önce bir şeyler karaladı. ağ yapamayıp ölen bir örümceğin hikayesiydi bu, beğenmedi."
    ve kafka'dan bir söz yazdı:
    "sonuna en şiddetli cezaya çarptırılırız ve boğucu bir gün ortasında kanun adına bizi tutuklayan kişi bıçağını saplar kalbimize; köpek gibi geberir gideriz. cellat da suskundur, kurban da."*

    "çok kırılmıştı sadık hidayet. istediği gibi bir adam olamadığı için kendine, on görmezden geldikleri için başkalarına çok kırılmıştı."
    4 ...
  44. haldun taner

    44.
  45. babası 42 yaşında hayatını kaybettiğinde beş yaşında bir çocukmuş. bu nedenle dedesinin matbaasında kağıt kokusu ve baskı makinelerinin çıkardığı homurtularla büyümüştür. büyürken birçok yazarla ve kitapla bu matbaada tanışma fırsatı yakalamış.. bu matbaaya, "bir çeşit akademiydi." demesinin nedeni de budur.

    eğitim bursuyla gittiği almanya'da zatürreye yakalandığı için eğitimini (siyasal bilimler) yarıda bırakıp istanbul'a dönmüş. iyileşme sürecinde önce okumuş sonra da yazmaya karar vermiş.

    her gün yirmi sayfa yazma kuralını getirdiği daktilosunun başından bu sayfa sayısı dolmadan asla kalkmazmış. yazmayı o kadar severmiş ki bir gün bakkaldan alınacakları bile daktilosuyla yazdığını arkadaşlarına anlattığında hepsi sağlam bir kahkaha patlatmış. bu sevdası nedeniyle yirmi üç daktilo eskitmiş.

    edebiyat dışında en çok ilgilendiği şey; futbolmuş. futbola yeni taktikler, vuruş teknikleri ve yorumlar getirmiştir. öyle ki,
    yalıda sabah kitabındaki öykülerinden birinde "nizamettin bolayır" adlı karaktere üç çeşit penaltı attırmış, bunlardan birine "falsolu vuruş" demiş ve bu vuruşun nasıl yapılacağını anlattıktan sonra temeli aldatmaya dayanan bu vuruşun "kalleşçe" olup olmadığını sormuş. bu soru, radyolarda "falsolu vuruş mubah mı?" tartışmalarının yapılmasına bile neden olmuş. *
    ve tabii ki keşanlı ali destanı...
    bebek'te doğmuş, almanya'da eğitim görmüş, moda'da oturmuş ve devrin en nezih mekanlarına gidip gelen haldun taner'in, bir gecekondu mahallesini ve orada yaşayanları nasıl bu kadar ayrıntılı ve gerçekçi yazdığını kimse anlayamadı. bazı dedikodulara göre altındağ'da bir gecekondu kiralamış ve kılık değiştirerek bir süre orada yaşamıştır. bu dedikodulara yanıt vermeyen haldun taner'in içten içe güldüğüne eminim.
    4 ...
  46. stefan zweig

    173.
  47. özlülük konusunda yüzyılın en iyi yazarlarındandır. eserlerini okurken sizi bileklerinizden kavrayarak çektiği dünyanın sınırlarını öyle güzel çizer ki içinizde sarıp sarmaladığınız benliğinizi dışarı çıkarmaktan çekinmezsiniz.

    bir kadının yirmi dört saati adlı eserinde kendinizden uzak tutmaya çalıştığınız ama yaptıklarını bir türlü unutamadığınız o diğer benliğinizi bir yabancıya anlatma ihtiyacıyla tutuştuğunu zamanlarınızı hatırlarsınız. bazı şeylerin göründüğü ve hissedildiği gibi olmayacağını tokat gibi çarpar yüzünüze. insanların hayat hikayelerine bakış açınızı alt üst eder. ve bunları sadece 80 sayfada gerçekleştirir.

    bir çöküşün öyküsündeyse bizi osmanlı dönemi cariyelerinden alışık olduğumuz "gözden düşen gözde" ruhuna yakın bir duyguya çeker. stefan zweig; bayan de prie'nin yalnızlığını, yalnız kaldıkça yaptığı hatalarını ve hatalarının onu götürdüğü son çırpınışlarını eliniz kolunu bağlı bir köşeden izlettirir size. bir mektup yazıp destek olma isteği uyandırmıştı bende.

    sevgili bayan de prie,
    (...)
    2 ...
  48. 24 27 temmuz 2019 sözlüğe entry girmeme eylemi

    49.
  49. sözlükte son yazdığım entry 2013 yılına aitti. sözlüğü bırakma nedenim de kişisel yoğunluktu. bir ay önce yazı yazma isteğimle birlikte sözlük aklıma düştü. sol frame'in içler acısı halini ilk gördüğüm anda fark ettim. yani köprünün altından çok sular akmıştı belli ama sözlükte gezinme tarzım hiçbir zaman "sol frame" olmadı ki. bu nedenle amacım; bilgiyi arayıp bulana, okumayı sevene, okuduğunu, gördüğünü, bildiğini paylaşmayı isteyene ulaşmaktı. tabii ki destek veririm ama sözlüğe girmemenin çözüm olacağını düşünmüyorum. aksine daha çok sözlük formatına uygun giriş yapmak gerektiği kanısındayım.
    19 ...
  50. sergey yesenin

    25.
  51. ciğerleri hastalanmış bir aşka benzer bazen aşk, arada bir öksürme ihtiyacı duyar, kendisini zehirleyen her şeyi bir süreliğine de olsa uzaklaştırır kendisinden; aşkın nefes alamadığı tekrarlanan ayrılıklarda ve birleşmelerde kendini gösterir en çok da...

    isadora duncan ile olan aşkı bol öksürme ve nefes tıkanıklığıyla dolu hastalıklı bir aşktır.
    2 ...
  52. isadora duncan

    5.
  53. maksim gorki, sergey yesenin ile aşk yaşayan isadora duncan için şöyle demiştir:

    "bu çocuksu, ufak tefek harika şairin (sergey) asla ihtiyaç duymadığı her şeyi mükemmel biçimde temsil ediyor."

    sergey'in arkadaşları defalarca ayrılmaları için planlar yapmış ama başarılı olamamışlar. bu hastalıklı aşk trajik anılarla dünyayı dolaşmış ve kesintisiz can çekişmesi, trajik bir sonla noktalanmıştır.
    yesenin'in öldüğünü öğrenince ısadora:

    "yesenin için çok ağladım bu sayede tüm acıma yeteneğimi kaybettim..." diyerek onun ölümünden üzüntü duymadığını ifade eder.
    3 ...
  54. şevket süreyya aydemir

    25.
  55. "birinci dünya savaşı başladığında gönüllü olarak cepheye gittiğimde inançlı bir 'turancı' idim. bu yüzden cephe yolunda neşeliydim. kafkasya'da çarpışacağıma ve orayı kurtardıktan sonra 'ötüken'e doğru yol alacağıma inanıyor ve seviniyordum. 40 gün sonra munzur dağındaki cepheye ulaştım. anadolu insanını tanıdım. onlar; dillerini, miletlerini, devletlerini bilmeyen insanlardı. 'siz türksünüz' dediğimde hep bir ağızdan 'estağfurullah' diyorlardı, çünkü türk olmak onlar için kötü bir şeydi ve bunu kabul etmiyorlardı."

    türk inkılabının niteliğini ve bir inkılap ideolojisinin ilkelerini ortaya koymak ve atatürk'ün fikirlerini yaymak için çok emek vermiştir.
    7 ...
  56. sonsuzluk hecesi

    5.
  57. kitabı okurken cümlelerin değil, paragrafların altını çizersiniz. hatta bazen tüm sayfanın...

    "dünyada her şey cennetten nişaneydi. emsalsiz burası, ne güzeldi. öyle güzel öyle sakindi ki sabahın bu vakti, içine bir güven doldu.
    insandı işte dünyaya geldiğinin ikinci sabahında dünya ona cennet gibi geldi.
    evet, evet dünya sanki cennetti.
    ama bu sükunetin nasıl bir tekinsizlik içerdiğini çok geçmeden anladı. dünyanın fena yanıya aniden burun buruna geldi.
    olan şu ki; aniden bir kurt zavallı bir tavşanın peşinden seğirtti. güzelliğiyle adem'i mutlu eden ceylan, su içerken can damarından canavara yenildi. zehirli bir yılan kaydı otların arasından. o birini, biri onu, bir diğeri her ikisini yedi, yuttu, parçaladı. kolunu kanadını kırdı, pençe attı, gagaladı.
    bu muydu? dünyanın düzeni bu muydu?

    yan yana uyurdu kurtla kuzu cennette. sırt sırta dayanırdı ceylan ile pars. kan yoktu orada. vahşet yoktu. burada her şey gaddarlıktı.
    iliklerine kadar titredi adem.
    burası nasıl bir yerdi?
    güzeldi güzel olmasına dünya ya, bu güzelliğin içine bu fenalık nasıl sindirilmişti?
    hayır! dünya cennet değildi.
    düpedüz cehennemdi."
    4 ...
  58. yevgeni aleksandroviç yevtuşenko

    2.
  59. 1932 doğumlu rus şair.
    futbol ile şiir arasında bir ilişki olduğuna inanır ama futbolu şiirden kolay bulur:
    "golü attın mı, attın demektir. tartışma kabul etmez. hakem her şeye rağmen golü saymayabilir ama bu az olur. oysa insan ne zaman şiirde bir gol atsa hiç şaşmaz, binlerce hakem birden düdüklerini öttürüp golü hükümsüz saydırmaya uğraşır."

    uzun süre -mecburiyetten- şiirlerinde stalin yanlısı dizeler yazmıştır. türkiye'de bu şiirleriyle ön plana çıkmış ama stalin öldüğünde de rus toplumunun buhranına kayıtsız kalmayarak toplumsal şiirler yazmaya başlamıştır.

    eleştirmenler; "isterik kızlarla, serserilerin şairi" yaftasını yapıştırmıştır. buna cevaben:
    "sövüyorlarsa sana korkma, iyidir. sevilmek daha tehlikeli..." demiştir.
    4 ...
  60. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük