türk televizyonlarında sadece belden yukarı gösterimi yapılan dizi. belden aşağısı mümkün değil gösterilemez. düşünsene bir, bayram ziyareti dolayısıyla eve hacı enişten gelmiş. raslantı bu ya dizinin oynandığı kanal açık. adam kurbandan daha yeni kalkmış romalı tokmağı, galyalı billuru görüyor. adam daha tatlısını yemeden müsaade ister. gerçi hacı olmasına da gerek yok. hepimiz gördük geçirdik bazı şeyler ama aileyle birlikte bunları izleyip ardına adamlar yapıyor yahu demek zordur. bu memleketin biraz daha zamanı var bunları hazmetmesi için. az biraz daha.
artık kapüşonlu demenin sıradanlığından olacak ki sarışan ablaların adına hoodie dedikleri kapüşonlu sweatshirt. bana göre her daim kapüşonlu, hatta kapşonlu.
sevsem de sevmesem de odamda her daim açık olan kanaldır. bünyede bağımlılık yaptı resmen, yatarken rıdvan'ın sesini duymasam uyuyamıyorum. lakin bu sene görülmüştür ki, kendisini sevdiren en önemli özelliğini, yani stsl maç özetlerini vermemesi kendi adıma değerini yarı yarıya düşürmüştür. zira birçoğumuz geçen senelerde maç sonu özetleri hariç, hafta içi verdiği özetler sayesinde tanıdık ve sevdik bu kanalı. şimdi de izliyorum eli mahkum ama sanki biraz tadı tuzu eksik gibi.
sokaktaki fotoğraf çekimleri bir hayli başarılı olmuş kanımca. önceden kendisini pek beğenmesem de bu çalışmadan sonra bir hayli beğeneceğe benziyorum. ayrıca bacaklara değinmeden geçemeyeceğim, o nasıl bir bacaktır öyle.* http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/42614-yasam--kucuk-cadi--buyudu/6
kötü bir örnek olacak belki ama opeth kendi adıma aşure gibidir. ağzına bir kaşık çalarsın, içinden üzüm de çıkar fasulye de; portakal kabuğundan tut nohutuna, buğdayına kadar binbir çeşit besin kaynağı. demek istediğim hepsi birbirinden alakasız gıdalarken, biraraya gelip bambaşka bir sentez oluşturmak apayrı bir olaydır. aynı tavukgöğsü gibi. tavukla tatlı nalaka diyen elbet çıkacaktır, lakin bir kaşık tatlıya bakar o "nalaka". bir de aşure'yi herkes yapar ama o istenen tadı herkes yakalayamaz. o tat yakalandı mı tadından yenmez.
işte opeth de öyle bir müzik yapmış. her çeşit duyguyu ahenk içinde müziğinde barındıran, hem de o müziği dinlettirebilen.
ne demek istediğimi daha iyi anlamak için dirge for november'i dinleyin derim. başlangıç olarak da harvest'i seçerseniz daha güzel bir başlangıç yapmış olursunuz kanımca.
seher yıldızı deyince şarkısından bahsedeceğim sanmayın. donu vardır bir de bunun. ha işte ondan bahsedeceğim şimdi.
şu sözlükte en büyük ortak yanımız yazmaksa, diğeri de seher yıldızı iç çamaşırlarıdır arkadaş. er kişi olarak her ne kadar yediğimiz içtiğimiz her zaman bir olmasa da, donlarımız her daim birdir, aynıdır. böyle bir kanıya nerden varıyorsun diyeceksen önce aç bir donuna bak derim. çoğunuzda bu seher yıldızı denilen dondan çıkacaktır.
yurdun genelini bilmem ama izmir'de durum bu. vakti zamanında yurtta kalırken, konu belaltı muhabbetleri olunca bir arkadaş demişti: "olum izmir'de bedavaya dağıtıyorlar heralde bu donları" diye. ben de "hassttir lan" deyip açıp bakmıştım kendi donuma, hakikaten de seher yıldızı çıkmıştı. sonra ard arda 2 izmirli arkadaşın donu da aynı çıkınca pes demiştim, bu kadarı da fazla.
adamlar pazarı tümden ele geçirmiş durumdalar. reklam sıfır, kalite sıfır ama satışlar bir o kadar fazla. büyük başarı valla. ha bir de normal günlerin donudur, özelinden bir günse eğer kenarda köşede bir-iki tane cicili bicili çamaşırımız vardır illaki.
yanmayı tetikleyen bilumum ne varsa yapmadığınız; yapılması gerekenleri de harfi harfine uyguladığınız halde bile bana mısın demeyen mide fokurdaması. insanı hayattan ekşitir, o kadar kötü.
etek tıraşı olup, üstüne ferahlamak için kolonyalanmak. bildiğin pe re ja'yla bir de. o nasıl bir ferahlamaktır, aman allahım nasıl ferahlamak, anlatamam size. kendi içimde 4 tur attım, kesmedi evin içinde turladım sessizce.
devlet gibi kadın derler ya işte erman hoca da belediye gibi adamdır benim nezdimde. evini pakplastlatmak yetmezmiş gibi şimdi de mahallenin asfaltına göz dikmiş ve orayı da pakplastlatarak veletlerin gönlünü almıştır. parayı cebinden mi vermiştir orası muallak pek tabi.
tahminim diğer reklamda stadın birine dadanıp kulübün yönetimini sallamadan zemine pakplast döşetmek olacaktır. bir de son reklamda boru ustalarının sırayla borunun içine içine bakıpta ne yapmak istediklerini hala anlamış değilim. herhalde "sığarım ki len ben buraya" diye düşünmüş olacaklar ki sırayla çömelip çömelip baktılar.
son sözüm yine erman hoca'ya, reklamın sonunda çocuk konuşurken el hareketlerini çok kullandı. beklerdim ki hoca çocuğa "hop o eli indir bi kere, elin oynayacağına ayakların oynasın" desin, ama demedi.
x yılının aralık ayında doğdun mu (x+1) yılına atılmaktır.
neymiş efendim, yılın son ayıymış da diğer yılda doğmuş gibi oluyormuşsun. x'li olmuyormuşsun, (x+1)'li oluyomuşsun. resmen bu ayı adamdan saymayanlar var. hadi attık diyelim bu ayı takvimden, geriye kaldı 11 ay. kasım'ın ne günahı var kardeş. sormazlar mı bu ayda doğanlara "yok aslında sen öbür yılın adamısın" diye. bu böyle gider de gider. bir de ocak doğumlular var. bunlara da sen aslında (x-1) yılında doğmuşmuşsun derler az da olsa. hadi attık diyelim bu adamı da (x-1)'e, e bu yılın sonunda da aralık var yine.
oyuculuğuyla, sahne dekorasyonuyla ve de ışıklandırmasıyla tiyatroda sinema havası yaratan enfes bir drama. ilker ayrık ve aykut taşkın birbiriyle öylesine bütünleşmiş bir oyunculuk sergilediler ki oyun aktı gitti. ilk perde gayet iyiyken, ikinci perdede oyun birden şahlandı ve seyrine doyulmaz bir hal aldı. beğeneni olduğu kadar uyuyanı da oldu, sıkılanı da. onlar da zaten oyunun konusunu anlayamayan bihaber insanlardı.
--spoiler--
adam gelmiş hala "çok komikti ya, adamlar aynı donu giymişler" diyor ya, ben de birşey demiyorum, diyemiyorum.
--spoiler--