uyandık birbirimize
izledik
doğan güneşi
sabah serini nefesini
ısıttım nefesimle
kıskandı ayrılıklar
yalnızlıklar utandı
sana uyanmak
canımın içi
seni seviyorum
demek gibi herkesi....
bazen,biri gelir,içinize dokunur,öyle, kendiliğinden..
bunu sözleri ile yapar,karşında oturan herkese bulaştırdığı tutkusuyla da,sahiciliği ile de, sizin kendi gözyaşlarınız ile dokunur bazen Umut,bazen bir şiirle,bilgeliğin aramak değil büyümek olduğunu söyleyen..
ardından içinizin aslında hiç dokunulmamış olduğunu görürsünüz,kocaman bir sarılmak gelir durur Umut'a, kendinize,herkese,dünyaya yani yaşama... ve dökülüverir dudaklarınızdan 'ne güzel' ...
Peter pan...
Ya da belki de hic beklemedigimiz bir anda karsimiza cikiveren haylaz ama utangac yine de korkusuz ve zıpır ve kendimizi bile şaşırtan o çok özlediğimiz içimizdeki çocuk...
. . .
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
. . .
Murathan Mungan
iki kişi aynı anda ayrilamiyorsa, iste acı böyle sızar dizelerin catlaklarindan...
"Zevkle acının, bedenimizi kuşatan bir çemberin üzerinde yer aldığını, birbirini izlediğini, hangisinden başlarsak başlayalım ötekine varabileceğimizi kavradım. Kanıt? ikisinin sonunda da bağırıyorduk."
kullanılmaya kullanılmaya böyle bir bileşik zamanın varolmadığı konusunda inat etmenize sebep bir zaman kipidir kendileri. "geldiydim" yerine "dediydim" yerine gelmiştim, demiştim, diyerek dili geçmiş zamanın rivayeti tarafından yutulmasına göz yummuşuz galiba...
zamanından erken yaşanmasına izin vermemek, olgunlaşması için gereken ilgiyi, bilgiyi, besini vermek, beklemek, telaş etmemek, düşlemek,süslemek, yavaşlık, kendini bırakabilme yetisi, kendini bırakma arzusu ile o unutulmaz, uzun, upuzun anlara ulaşılır diye düşünüyorum...
seni öpmek istiyorum demek aslında beni öpmeni istiyorum demektir, güzel olan öpmek istediğiniz kişiyi öpmek değil onun tarafından öpülmektir zannımca...
bana şöyle bir bak diyorsun
alıcı gözüyle, tepeden tırnağa
yeni dalınmış uyku gibi bak
çobanların söndürmeyi unuttuğu dağ ateşi
kaleden kaleye uçurulan ak güvercin
rüzgara emanet edilen fısıltı gibi
yazdan kalma bir gün gibi bak bana
.....
gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören bir dalgıç gibi bak
akşam kırılmaya başlarken içimde
dağılan bir ilkokulun zili gibi bak bana
"Garip, ama gerçek; aslında acısız yaşayamıyoruz. Çünkü bilgi ve gerçeğin asıl kaynağı olan acı, varlığımızın farkına varmamızı da sağlıyor. Bizi sahici kılıyor. Yine de, çektiği acıdan daha büyük, daha geniş, daha derin bir acı olmadığını, acının sonuna vardığını düşünenler eğer budala değillerse, Tanrı'nın hayalgücünün benzersizliğinden habersiz olanlardır." *
mutlaka benim dışımda birileri de farketmiştir bunu; denizde zaman yavaş ilerliyor. bir sürü şey düşünüyor,düşlüyor,koynunda hülyalara dalıyorsun ve bir bakıyorsun sadece on dakika olmuş. diğer bütün seslerden,kimselerden uzak olduğundan, yalnız kaldığından mıdır, yoksa yalnızlığa en çok on dakika dayanıldığından mı...
on onbeş yıllık evliliklerin ardından, artık beni sevmiyor musun,öyleyse neden söylemiyorsun,ne hissediyorsun bilmek istiyorum serzenişleri -ya da sıkıştırmaları mı demeliyiz- sonucunda söylenen söz; aşığımdır!
ardından hala acı çekiliyor, içiniz çizilmiş gibi sızlıyorsa, şarkılar hala onun ellerini, şiirler gözlerini söylüyorsa o bitmiş bir aşk değil bitmiş bir ilişki, yarım kalmış bir aşktır. bitmiş aşk içinde kimi zaman kızgınlık, kocaman bir ohh! kimi zaman, hayalkırıklığı bazen ve gözünüzün önünden elinizin tersiyle itmeye çalıştığınız pişmanlıklar, şimdi olsa asla yapmayacağınız haller, halleşmeler,halloluşlar barındırır, terkeden ya da terkedilen oluşunuzla ilintili olarak..
bir de ne terkeden ne terkedilen olma durumunuz vardır ki en güzeli, en acısızı da bu olmalıdır, adı da "tükeniş"tir muhtemelen..
içimde koloni halinde yaşayan bir kadın sürüsü var; yaşlı, 17lik, havai, uçarı, zıp zıp zıplayan, ahlakçı, kuralcı, boşvermiş, bencil, kendini sevdikleri için feda etme arzusu duyan, şuh kahkahalar atan, yakasını düzeltip eteğini çekiştiren, bir erkeğin gözünün içine dimdik bakabilen, gözlerini kaçırıp utançtan hala kızarabilen, muzip, söz dinlemez kadınlar bunlar..
hepsi birden konuşup hepsi kendi sözlerinin dinlenmesini istiyor üstelik..
ve ben bu iç seslerin birini bile duymak istemiyorum şimdi o yüzden tam da burada ahmet altan'ın bir denemesinin adıyla çığlık atıyorum;
gözlerle yapılamayacak eylemdir ve ancak sevdayla mümkündür. bakışların, mimiklerin, sesin ya da sessizliğin içinizde biryerlere dokunduğunu, içinizi titrettiğini duyumsamaktır.
neden sevdiğine dair hiç bir açıklama yapamamak, neden yanında olmasını istediğine dair de, neden sesine, sözüne, nefesine ihtiyaç duyduğunu kendine dahi anlatamamak...
resmi güzellere aşık olanlar yalnızca alıklar ve bakkal çıraklarıdır. resmi güzeller kamusal anıtlardır; insanın kısa bir süre, uzaktan seyredeceği ilginç nesnelerdir. onların yanında insan kendini aşık gibi değil, turist gibi hisseder. *